Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi 2019/2799 E. 2022/1029 K. 31.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
40. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
DOSYA NO: 2019/2799
KARAR NO: 2022/1029
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 03/05/2018
NUMARASI: 2012/60 Esas – 2018/484 Karar
DAVANIN KONUSU: Tasarrufun İptali (6183 Sayılı Kanun Kapsamında)
KARAR TARİHİ: 31/05/2022
Yukarıda yazılı İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Dairemiz Heyetince yapılan müzakere sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Dava ve uyuşmazlık; 6183 sayılı AATUHK’nın 24. ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptaline karar verilmesi istemine ilişkindir. İlk Derece Mahkemesince; “1- Davanın kabulü ile; davalı …, …, …’ın İstanbul ili Üsküdar ilçesinde kain … parselde kayıtlı, … arsa paylı … no’lu bağımsız bölümün devrine ilişkin 18/05/2009, 23/11/2010 ve 01/04/2015 tarihli tasarrufların iptaline, davacıya 6183 sayılı yasa kapsamında başlatılan ve TMSF’nin 01/08/2011 tarihli 9259 sayılı ödeme emrine konu alacak ve ferileri ile sınırlı olmak ve mükerrer tahsil oluşturmamak kaydıyla cebri icra yetkisi tanınmasına,” karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalılar …, … ve … vekili ile davalı … vekili istinaf kanun yoluna başvurmuşlardır. Davalılar …, … ve … vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; amme borcu mesnedi kredi işlemi hakkında biri sonuçlanmış olmak üzere iki davanın mevcut olduğunu, her iki davada da, amme borcu iddiasına mesnet olan kredi işleminin dava konusu olduğunu, Bankalar Kanunu’na göre şahsi iflas davası, Ticaret Kanunu’na göre ise tüm alacakları içeren mali sorumluluk davası açıldığını, kamu alacağı iddiasına ve dolayısıyla huzurunuzdaki iptal davasına mesnet olan kredi işleminin de dahil olduğu şahsi iflas davasının sonuçlandığını, buna göre, TMSF tarafından açılan ve İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen söz konusu davada 29/12/2016 tarihinde müvekkilleri açısından esastan ret kararı verildiğini, diğer bir ifadeyle iptal davasına mesnet olan … Firmasına verilen kredi dahil, dilekçede belirtilen tüm kredilerden müvekkilinin sorumlu olamayacağına hükmedildiğini, buna ilişkin dava dilekçesi ve mahkeme kararının dosyada mevcut olduğunu; yargının işbu kararıyla, TMSF tarafından 6183 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak açılan işbu tasarrufun iptali davasının nesnel tabanının ortadan kalktığını; Ticaret Kanunu’na göre açılan tazminat davasının da henüz sonuçlanmadığını, söz konusu her iki adli ve hatta ceza yargılaması davalarında, Mahkemelerce resen atanan tüm bilirkişilerin hazırladığı 16 ayrı rapor ve ek raporda, müvekkiline sorumluluk yüklenemeyeceği konusunda görüş birliğine varıldığını; TMSF’nin, hukuk uygulamalarını dikkate almayarak, aynı işlem için aynı anda adli ve idari yargıda işlemini sürdürdüğünü, davanın mesnedi kredinin ödendiğini, TMSF tarafından İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen 2000/1164 Esas sayılı dosyaya sunulan 22/02/2017 tarihli dilekçe ekine göre, … Tic. AŞ.’ye açılan krediler nedeniyle 30.9 milyon TL tutarında tahsilat yapıldığının anlaşıldığını, bu belgenin dosyada olduğunu, sonuç olarak … Firmasına 5.800.000 TL olarak açılan kredinin TMSF’ye 30.9 milyon TL olarak geri döndüğünü ve ödendiğini, bu hususun, 1 Ocak 2018 tarih, 30288 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının, TTK’nın 1530. maddesinin 7. fıkrası uyarınca mal ve hizmet tedarikinde alıcıya yapılan geç ödemelere ilişkin temerrüt faiz oranının sözleşmede ön görülmediği veya ilgili hükümlerin geçersiz olduğu hallerde uygulanacak yıllık faiz oranının %10.7 olarak tespit edildiği, temerrüt faiz tebliği ile birlikte dikkate alınması gerektiğini; Bankalar Birliğinin, kur etkisi ile teminat değeri risk tutarını karşılamada yetersiz kalan krediler için firmalardan ilave teminat talep edilmeyeceği hakkında 17/08/2018 tarihli kararın bulunduğunu, Anayasa Mahkemesinin, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun bazı maddelerinde geriye dönük uygulamalar gibi Anayasaya aykırılıklar olduğunu vurguladığını, ancak kendi mevzuatı gereği incelemenin, zamanaşımı sözcüğünün iptali ile sınırlandırıldığını, Anayasa Mahkemesinin, bireylerin hak ve hukuklarının korunmasını teminen bu konuda verilmiş çeşitli kararları mevcutken, dava konusu somut olayda bir görüş bildirilmediğini, dava konusu taşınmazın 10 yıl vadeli banka kredisi ile 21/12/2005 tarihinde satın alındığını, iki kardeşin taşınmazı birlikte satın almaya karar verdiklerini, ancak müşterek mülkiyete kredi verilmemesi nedeniyle taşınmazın, tapuda ebeveyn olarak müvekkil … üzerine tescil edilmesinin benimsendiğini, bu nedenle müvekkilinin …’tan 21/12/2005 tarihinde … müşteri numarasıyla 555.000 TL tutarında konut kredisi kullanarak dava konusu taşınmazı oğulları adına satın aldığını, kredi taksitlerinin, kira gelirleri ve her iki çocuğun katkıları ile ödendiğini, 2009 yılına gelindiğinde, kira gelirlerinin taksitleri karşılar düzeye gelmiş olması, her iki çocuğun evlenmiş olması ve eşlerinin de telkini ile tapuyu üzerlerine almak istemeleri ve o tarihte belli bir süreyle tapu harç bedellerinin %50 oranında indirilmiş olmasının sağladığı maddi avantaj da dikkate alınarak, taşınmazın gerçek sahibi olan çocuklara satış yoluyla devredildiğini; müvekkilinin söz konusu taşınmazı, oğullarına 18/05/2009 tarihinde sattığını, bu tarihte kendisi kamu borçlusu olmadığı gibi hakkında böyle bir iddianın da bulunmadığını; davanın yasal dayanağı olan 6183 sayılı Kanun’un 27, 28, 29 ve 30. maddelerinin müvekkillerinin durumuyla ilgisinin bulunmadığını, bu maddelerde kasıt arandığını, olayda kasıt bulunmadığını, kamu borçlusu olan bir kişinin, kredi ile mal alıp, 10 yıl taksit ödeyerek mal kaçırdığı iddiasının akıl dışı olduğunu, 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasının idari bir karar olduğunu, haksız ve hukuksuz olduğunu düşündükleri uygulamanın iptali yönünden iç hukuk yollarının tükendiğini, hukuk mücadelelerinin AİHM’de devam ettiğini, dava dilekçesinin gerçeği yansıtmadığını, müvekkili …’ın Romanya’da ticaretle uğraştığını, işlerinin iyi gitmediğini, diğer müvekkili …’ın pozisyonunun ve gelirinin yükseldiğini, bu nedenle zaman zaman abisine borç verdiğini, borçlarını ödediğini, ancak müvekkili …’ın işlerinin tamamen bozulduğunu ve borçlarının tamamen ödeyemez hale geldiğini, bu nedenle, kendisine ait hissenin borçlarına mahsup edilerek …’a satıldığını, söz konusu satış işleminin, iddia edildiği gibi bir senaryo olmayıp iki kardeş arasındaki ilişkinden kaynaklanan gerçek bir işlem olduğunu, banka havale makbuzlarının bu gerçeği tüm açıklığıyla ortaya koyduğunu; davacı tarafın delil diye sunduğu belgelerin HMK’nın 189/2. maddesi aksine hukuka uygun olarak elde edilmediğini, davada taraf olmayan …’ın eşi …’a ait banka hesap hareketlerinin kamu gücüne dayanılarak bankalardan temin edilmesinin, tamamen meslek sırrı kapsamı içerisinde olduğunu, dolayısıyla hukuka uygun olarak elde edilmediğini, müvekkillerinin, … ve …’i tanımış olmasının, işlemin muvazaalı olduğunun kanıtı olarak ileri sürülemeyeceğini, satış işleminin bir zaruretten kaynaklandığını, zira dava konusu taşınmazda kiracı olarak oturan ailenin resinin maalesef yüz kızartıcı suçtan uzun süre mahkumiyet almış ve kanunları zorlayan bir kişi olması; kira, aylık ödemeler, doğal gaz, elektrik ödemelerinde sürekli zorluk yaşanması ve bu durumdan yönetimin de şikayetçi olması, ilgili kişi hakkında icra takibi yapılması nedeniyle her seferinde müvekkilinin tehdit niteliğinde bir cevapla karşılaşması, bu açmazdan kurtulmak ve biraz da nakit ihtiyacını karşılamak amacıyla söz konusu taşınmazı satma kararında olduğunu aile dosta …in olduğu bir ortamda açıklaması sonucunda, taşınmazın … tarafından satın alınmak istendiğinin bildirildiğini, müvekkili tarafından kiracının durumunun açıkça anlatıldığını, bu nedenle fiyat ve ödeme konusunda daha esnek davranıldığını; bu çerçevede … tarafından satın alınan taşınmaz bedelinin bir kaç taksitte ödendiğini, yani alıcı ile satıcı arasındaki alacak – verecek ilişkisinin bir süre devam ettiğini, … yurt dışında iken müvekkili …’dan, dönünce mahsuplaşmak üzere, farklı tarihlerde bir iki konut kredisi taksitinin ödemesinin yapılması ricasında bulunduğunu, bunun üzerine müvekkilinin, ödemeyi yanında çalışan … vasıtasıyla gerçekleştirdiğini ve bir iki kez de, babası …’dan rica ettiğinini, müvekkili …’ın, bankaya yatırdığı parayı, …’den daha sonra tahsil ettiğini, bu nedenle kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirtmiştir. Davalı … vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkilinin dava dilekçesinde davalı olarak gösterilmediğini, HMK’da dahili dava kurumunun bulunmadığını, HMK’da belirtilmeyen şekilde davaya dahil edildiğini, buna itiraz ettiklerini ancak Mahkemece itirazlarının dikkate alınmadığını, müvekkilinin davalı sıfatının bulunmadığını, bu nedenle aleyhine bir karar verilmesinin mümkün olmadığını; müvekkilinin taşınmazı 01/04/2015 tarihinde satın aldığını, bu yeri kullandığını, kiraya verdiğini, kira bedellerini tahsil ettiğini, kira gelirinden vergisini ödediğini, buna ilişkin belgelerin, istinaf dilekçesi ekinde sunulduğunu; müvekkilinin, davalıların tüm işlerinin bilebilmesinin mümkün olmadığını, müvekkilinin bu taşınmazı, …’dan satın almadığını, davalı …’dan satın aldığını, taşınmazı banka kredisi ile satın aldığını, krediye uygunluk raporunun bulunduğunu, alım – satımın yapıldığı 01/04/2015 tarihinde taşınmazın tapu kaydında hiçbir sınırlayıcı işlem bulunmadığını, aidatlara bakıldığında, davalının eşi … adına sadece bir adet ödeme yapıldığının görüldüğünü, bu durumun da zaten hesap mahsuplaşması ve müvekkilinin yurt dışında bulunduğu zamanda, ödeme için …’dan yardım talebinde bulunmasından kaynaklandığını, bunu yargılama aşamasındaki dilekçelerde açıkladıklarını, …’ın davada taraf olmadığını; Kanun’a aykırı şekilde toplanan delillerin karara dayanak yapıldığını, Bankacılık Kanunu’nun 123. maddesinde düzenlenen, Fon’un bilgi ve belge isteme yetkisinin kötüye kullanıldığını, dava dışı …’in özel bilgilerinin dosyada yer almasının ve davada taraf olmayan …’ın müvekkili ile ilgili gibi gösterilmeye çalışılmasının kabul edilemez iddialar olduğunu, TMSF’nin, elindeki olağanüstü imkanlarla, herkes hakkında her türlü bilgiye, sorgu ve sualsiz denetime ve soruşturmaya tabi olmadan ulaştığını, böyle bir yetkinin ve kuralın eşitlik ilkesini bozduğunu, davacı tarafın sunduğu delillerin, HMK’nın 189/2. maddesine göre, hukuka aykırı şekilde elde edildiğini, bu hususun dikkate alınması gerektiğini, Yerel Mahkemece, TMSF’nin iddia ettiği alacağının ne miktar kaldığı veya ne miktar olduğu hususunda bir karara varılmadığını, diğer davalıların dosyaya sunduğu dilekçelerinde, dava konusu krediye yönelik tahsilatların olduğu, belki de tamamının ödendiğinin söz konusu olduğunu, ancak Mahkemece bu konuda hiçbir araştırma yapılmadığını, sadece tahsilatta mükerrer olmamak üzere denilerek karar verildiğini, bunun büyük bir eksiklik olduğunu belirtmiştir. HMK’nın 355. maddesi kapsamında istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda: Yukarıda da belirtildiği üzere dava ve uyuşmazlık; 6183 sayılı AATUHK’nın 24. ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. 6183 sayılı AATUHK’nın 24. ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da iyiniyet kurallarına aykırılık nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. Bu tür davaların görülebilmesi için de; borçlu hakkında 6183 sayılı yasaya göre bir takip yapılmış ve kesinleşmiş olması gerekir. Ancak aciz belgesine gerek olmayıp borçlunun borcunu ödeyememe durumunun gerçekleşmiş olması yeterlidir. Öte yandan 6183 sayılı Kanun’un 28/2. maddesine göre kendi verdiği malın akdin yapıldığı sıradaki değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler bağış niteliğinde olup iptali gerekmektedir. Yine aynı Kanun’un 30. maddesine göre de kamu alacaklarının bir kısmını veya tamamının tahsiline olanak bırakmamak amacı ile borçlu tarafından bir taraflı tasarruflar ile borçlunun maksadını bilen veya bilmesi gereken kimseler ile yaptığı tasarrufların tarihleri ne olursa olsun geçersiz olacağı hüküm altına alınmıştır. Somut uyuşmazlıkta; 22/06/2011 tarihli ödemeye çağrı mektubunun davalı (borçlu) …’a 23/06/2011 tarihinde tebliğ edildiği, borcun ödenmemesi üzerine 2003/04 Esaslı 6183 takip numaralı, 01/08/2011 tarihli ve 9759 sayılı, 23/07/2011 vadeli ve 5411 sayılı Kanun’a göre kesinleşen gecikme zammı hariç 20.587.683,45 TL miktarlı ödeme emrinin davalı (borçlu) …’a 03/08/2011 tarihinde tebliğ edildiği; ödeme emrinin iptali için davalı (borçlu) tarafından İdare Mahkemesine dava açıldığı, idari yargıdaki süreç sonucunda, ödeme emrinin usul ve yasaya uygun olduğunun Danıştay denetiminden geçerek 27/03/2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. Dosyada bulunan 18/05/2019 tarihli ve … yevmiye numaralı resmi senede göre; tasarrufun konusunu oluşturan tripleks villa niteliğindeki taşınmazın tamamı davalı borçlu … adına kayıtlı iken, 1/2’sinin oğlu davalı …’a, 1/2’sinin diğer oğlu …’a 134.000’er TL bedel ile devredildiği; 23/11/2010 tarihli ve … yevmiye numaralı resmi senede göre; aynı taşınmazın 1/2’si davalı … adına kayıtlı iken, 166.050 TL bedelle, kardeşi diğer davalı …’a devredildiği; 01/04/2015 tarihli ve … yevmiye numaralı resmi senede göre ise; tamamı davalı … adına kayıtlı olan aynı taşınmazın, 1.168.000 TL bedel ile dahili davalı …’e üzerindeki tüm takyidatlarla birlikte devredildiği ve taşınmazın halen bu davalı adına tabuda kayıtlı olduğu; 06/01/2017 tarihli bilirkişi raporunda; 18/05/2009 tasarruf tarihinde taşınmazın 1/2’şer hisse rayiç değerlerinin 650.000’er TL; 23/11/2010 tasarruf tarihinde taşınmazın 1/2 hisse değerinin 1.500.000 TL, 01/04/2015 tasarruf tarihinde taşınmazın tamamının değerinin ise 2.400.000 TL olduğunun mütalaa edildiği tespit edilmiştir. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler, tespitler, olgular (banka kayıtları, ödeme emri, Danıştay kararı, resmi senetler, tapu kayıtları, davalı borçlu ile davalılar … ve … arasındaki akrabalık (anne – oğul); davalı borçlu ile dahili davalı … arasındaki arkadaşlık ilişkileri, tasarruf konusu taşınmazın, dahili davalı … tarafından satın alındıktan sonra dahi, kredi taksitleri ile aidatlarının bir kısmının, davalı borçlunun eşi tarafından ödenmiş olması, davalı borçlunun eşi … ile dahili davalı …’in banka hesap hareketleri vs.), cevap dilekçeleri ile İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde; tasarruf konusu taşınmazın, kamu alacaklarının bir kısmının veya tamamının tahsiline olanak bırakmamak amacı ile davalı borçlu … tarafından, oğulları olan davalılar … ve …’a 1/2’şer oranında devredildiği, sonrasında … üzerine kayıtlı 1/2 oranındaki hissenin kardeşi diğer davalı …’a devredildiği; son olarak da taşınmazın dahili davalı …’e devredildiği; 3. kişi konumundaki davalılar ile 4. kişi konumundaki dahili davalının, davalı borçlunun amacını ve kastını bildikleri; başka bir deyişle, tüm davalıların birlikte hareket ettikleri, dolayısıyla 6183 sayılı Kanun’un 24. ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptaline karar verilebilmesi koşullarının somut uyuşmazlıkta oluştuğu kanısına varılmıştır. Bu nedenle, davalılar …, … ve … vekili ile davalı … vekilinin istinaf başvurularındaki itirazlar kabule şayan görülmemiştir. Davalıların ileri sürdükleri istinaf itirazlarıyla sınırlı olarak inceleme yapıldığından hükmün yargılama giderlerine ilişkin olan ve kamu düzeni kapsamında olmayan kısımları inceleme dışı bırakılarak aşağıdaki karara varılmıştır.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere: 1-Davalılar …, … ve davalı … vekili ile davalı … vekilinin istinaf başvurularının HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine, 2-İstinaf başvurusunda bulunan davalılar tarafından toplamda yatırılan 163.975,40 TL istinaf karar ve ilam harcının, Harçlar Kanunu’na göre alınması gereken 163.944 TL’den mahsup edilerek fazladan yatırılan 31,40‬ TL’nin istinaf başvurusunda bulunan davalılara iadesine, 3-Davalıların istinaf başvurusu nedeniyle sarf ettikleri yargılama giderinin üzerlerinde bırakılmasına, 4-İstinaf incelemesi duruşmalı yapılmadığından vekâlet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına, 5-İstinaf yargılama giderleri için yatırılan gider avansından artan kısmın yatıran tarafa iadesine, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliği tarihinden itibaren iki haftalık süre içerisinde, dairemize ya da bulunulan yer bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilecek dilekçeyle Yargıtayda temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.31/05/2022