Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2022/700 E. 2023/3559 K. 29.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/700
KARAR NO: 2023/3559
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 28/09/2021
NUMARASI: 2020/245 Esas – 2021/771 Karar
DAVANIN KONUSU: İstirdat (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 29/11/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla 6100 Sayılı HMK’ nın 353.maddesi gereğince dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; Davalı alacaklı tarafça, borçlusu … Tic. Ltd. Şti aleyhine başlatılan Eskişehir … İcra Müdürlüğünün … talimat sayılı dosyası üzerinden, davacı şirketin adresinde usül ve yasaya aykırı gerçekleşen icra işlemleri sonucu 25/10/2019 tarihli menkul haczi sebebiyle cebr-i icra tehdidi altında davacı şirket tarafından ödeme yapılmak zorunda kalındığını, davacının … San. ve Tic. Ltd. Şti ünvanı altında faaliyet gösterdiğini, isim benzerliğinden dolayı müvekkili şirkete hacze gelinmiş olduğunu, icra dosyası ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını belirterek Eskişehir … İcra Müdürlüğünün … talimat (İstanbul … İcra Müdürlüğünün … esas) sayılı dosyası üzerinden haksız olarak alınan 37.498,47 TL’nin istirdatına ve belirtilen meblağa reddiyat tarihi olan 25/10/2019 tarihinden itibaren reeskont faizi yürütülmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; Davalı müvekkili şirketin adresinin Şişli/İstanbul olması sebebiyle yetkili ve görevli mahkemenin İstanbul Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğunu, öte yandan dava dilekçesinde müvekkili şirketin şubesinin taraf olarak gösterildiğini, tebligatların şubeye yapıldığını, taraf sıfatı yokluğundan davanın usülden reddinin gerektiğini, ayrıca davanın konusu itibari ile istihkak davası olduğunu, istihkak davalarına bakmakla görevli mahkemelerin icra mahkemeleri olduğunu, davacının aktif dava ehliyetinin bulunmadığını, davacının haciz baskısı altında ödeme yaptığı iddialarının yersiz olduğunu, borçluya 28/08/2019 tarihinde ilk olarak hacze gidildiğini, borçlu ile 3. şahıs arasında davacının iddiasının aksine çok açık bir şekilde organik bağ bulunduğunu, borçlu şirket ile istihkak iddiasında bulunan şirketin unvanlarının büyük oranda benzerlik gösterdiğini, borçlunun haciz mahalinde ticari faaliyette bulunduğunun çevre esnafının beyanı ile de sabit olduğunu, borçlu ile istihkak iddia edenin aynı işkolunda faaliyet gösterdiğini belirterek, öncelikle mahkemenin yetkisizliğine karar verilmesini, aktif husumet yokluğundan davanın reddine, mahkeme aksi kanaatteyse davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “… Dosya kapsamında mevcut ticaret sicil kayıtlarından, abonelik bilgilerinden, SGK kayıtlarından; dava dışı borçlu şirket ile davacı şirketin ortaklarının farklı olduğu, ticaret sicilinde kayıtlı adreslerin hiç bir dönemde aynı olmadığı, aboneliklerin farklı olduğu, çalışanların aynı olmadığı, sadece şirket isimlerinin benzer olduğu, bu bağlamda; borçlu ile davacı şirket arasında organik bağ bulunmadığı, davacının alacaklıya borcu bulunmadığı halde haciz baskısı altında ihtirazi kayıtla ödeme yaptığı, davalının sebepsiz zenginleştiği anlaşıldığından; davanın kabulüne ilişkin aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan gerekçeler ışığında; Davanın KABULÜ ile, 1-37.498,47 TL’nin ödeme tarihi olan 25/10/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, …” karar verilmiştir. Verilen karara karşı davalı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davalı vekili istinaf dilekçesinde; Davacı tarafın istirdat talebinde bulunduğunu, ilk derece mahkemesi hakimin taleple bağlılık ilkesini ihlal ederek son aşamada dava dosyasının hukuki niteliğini değiştirerek usul ve yasaya aykırı hareket ettiğini ve sebepsiz zenginleşme olarak değerlendirme yaptığını, istihkak davasının açılabileceği durumlarda sebepsiz zenginleşme davası açılmasının hukuka aykırı olduğunu, davacının aktif dava ehliyeti bulunmadığını, ilk derece mahkemesince göz ardı edilmiş olsa da davanın istihkak davası olduğunu ve görevli mahkemenin icra mahkemesi olduğunu,dava konusunun davacı tarafın açtığı gibi istirdat davası olduğunun kabulü durumunda da görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğunu, dava, ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında belirlendiği gibi sebepsiz zenginleşme davası olarak kabul edildiğinde dahi her halükarda görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olacağını ve borçlu ile 3. şahıs arasında davacının iddiasının aksine çok açık bir şekilde organik bağ bulunduğunu belirterek kararın kaldırılmasın av edavanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi gereğince istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; Davacının borçlu olmadığı bedeli, haciz tehdidi altında davalı alacaklıya ödediği iddiasına dayalı sebepsiz zenginleşmeden kaynaklı alacağın tahsili talebine ilişkindir. 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 72/1. maddesi “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir” hükmünü içermektedir. Aynı maddenin 7. fıkrasında ise “Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir” düzenlemesi mevcuttur. İstirdat davası, esasen sebepsiz zenginleşme iddiasına dayanan bir eda davası olup, bununla icra takibi sırasında sebepsiz olarak ödenmiş olduğu iddia edilen bir paranın geri verilmesi istenir. Yalnız, davanın şartı icra hukukuna dayanmaktadır: Borçlunun, borcu bulunmadığı bir parayı icra takibinin kesinleşmesi sebebiyle cebri icra tehdidi altında ödemek zorunda kalmış olmasıdır (Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Taşpınar Ayvaz, Sema/ Hanağası, Emel: İcra İflas Hukuku, Ankara 2018, 4. Baskı, s. 228). Borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşme, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 61 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Benzer hükümler 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 77 ve devamı maddelerinde de yer almaktadır. BK’nın 61. maddesi; “Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisabeden kimse, onu iadeye mecburdur. Hususiyle muteber olmayan veya tahakkuk etmemiş bulunan bir sebebe yahut vücudu nihayet bulmuş olan bir sebebe müsteniden ahzolunan şeyin, iadesi lazımdır” hükmünü haizdir. Haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından ya da emeğinden zenginleşen kimse bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür (TBK 77). Bu yükümlülük özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan ya da gerçekleşmemiş veya sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur. Zamanaşımına uğramış bir borcun ifasından veya ahlakî bir ödevin yerine getirilmiş olmasından kaynaklanan zenginleşmeler geri istenemez. Hukuka ya da ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez (Türk Hukuk Lûgatı, s. 962). Buna göre borcun kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun sebepsellik (illiyet) bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli haklı bir sebebe dayalı olmaması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilmesi için diğer şartların yanında en önemlisi zenginleşenin mal varlığında meydana gelen artışın haklı bir sebebe dayanmamasıdır. Zira zenginleşmeyi doğuran sebep, kazandırma veya zenginleşenin müdahalesi ya da umulmayan bir olay olabilir. Nitekim BK’nın 61. maddesinde özellikle “haklı bir sebep olmaksızın” ifadesine yer verilmiş ve haklı olmayan sebep teşkil edecek hususlar örnek olarak sayılmıştır. Bu durumda kazandırmaya (edime) dayanan sebepsiz zenginleşme; “geçerli olmayan sebebe” veya “gerçekleşmemiş sebebe” veyahut “sona ermiş sebebe” dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme hâlinde zenginleşen ve fakirleşen arasında kanun gereği bir borç ilişkisi doğmakta olup, bu borcun konusu mal varlığında meydana gelen fazlalığın geri verilmesidir. Sebepsiz zenginleşmede sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur. Görüldüğü gibi, sebepsiz zenginleşme, ikincil (talî) niteliktedir ve mal varlığındaki azalmanın başka aslî nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Başka bir anlatımla aynı olayda, aynî haktan (istihkak davası), zilyetlikten, sözleşmeden, sözleşme benzeri hukukî ilişkiden veya haksız fiilden kaynaklanan bir talebin ileri sürülmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulama alanı bulamayacaktır Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2021 tarihli ve 2017/(23)6-868 E., 2021/1646 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Davalı şirketin alacaklı sıfatıyla dava dışı borçlu … Tic.Şti. aleyhine haciz yolu ile icra takibi başlattığı, alınan haciz kararı üzerine haciz işlemi için borçluya ait olduğu iddiasıyla davacı şirketin adresine gelindiği, haciz tehdidi altında davacı şirket tarafından ödeme yapıldığı, davacı şirketle borçlu firma arasında organik bağ bulunduğu iddiasının ispat edilemediği anlaşılmaktadır. Dosya kapsamına göre, bu durumun aksi ispat olunmadığından davacı şirketin icra dosyasına, kendisiyle ilgisi bulunmayan asıl borçlu şirketin borcunu ödemiş olduğu açıktır. Gelinen noktada, icra takibinin davacı şirket adına yapılmamış olması, başka bir deyişle davacının icra dosyasının borçlusu konumunda bulunmaması davanın istirdat davası olmaması yönünden ayırıcıdır. Çünkü yukarıda da izah edildiği üzere, istirdat davalarında icra takibinin borçlusu, borçlu olmadığını düşündüğü bir parayı cebri icra tehdidi altında ödemek zorunda kalmış olmaktadır. Kaldı ki, dosya kapsamı itibariyle, hacze gelinen adresin dahi asıl borçlu şirkete ait olmadığı görülmektedir. Tüm bunlara rağmen, asıl borçluyla ilgisi bulunmayan davacının adresine gelinerek malları haczedilmeye çalışılmış, bunun üzerine davacı tarafça haciz baskısı altında ödeme yapmak durumunda kalınmıştır. O hâlde, eldeki davanın sebepsiz zenginleşme hukuksal sebebine dayalı olduğu kabul edilmelidir. Davacının icra dosyasına haciz tehdidi altında yatırmış olduğu parayla kim menfaat temin ediyorsa onun sebepsiz zenginleşme davasının muhatabı olacağı hususunda kuşku bulunmamaktadır. İİK’nın 12. maddesine göre icra dairesi takip edilen para alacağına mahsuben üçüncü şahıs tarafından ödenen paraları kabule mecburdur. Bununla borçlu bu miktar kadar borcundan kurtulur. Somut olayda da davacı, yatırdığı parayı asıl borçlunun borcundan kurtulması amacıyla kendiliğinden değil, haciz tehdidinden korunmak amacıyla yatırmıştır. Yatırılan para davalı alacaklının mal varlığına dâhil olmuştur. Davacının istemi, kendisinden haksız şekilde tahsil edilerek davalının mal varlığına giren paranın iadesi olduğuna göre muhatap da davalı olmalıdır. Aksinin kabulü, davacıyı muhatabı olmayan, borcu ödeme kabiliyetinin olup olmadığı belirsiz dava dışı borçluya yönelmeye zorlayacaktır ki, bu tür bir riskin davacıya yüklenmesi adil olmaz. Öyle ise, dava konusu olayda sebepsiz zenginleşenin davalı olduğunun kabulü gerekir (Aynı doğrultuda HGK’nın 2022/3-80 E.-2022/107 K. Sayılı ilamı). Bu kapsamda davacının aktif dava ehliyeti mevcuttur. Her iki taraf tacir olup ihtilaf tarafların ticari işletmeleriyle ilgili olduğundan görevli mahkeme 6102 sayılı TTK’nın 4. Maddesi gereğince ticaret mahkemesidir. 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, maddi olayları açıklamak taraflara; ileri sürülen olayları hukuken nitelemek, uygulanacak Kanun hükümlerini tesbit etmek ve uygulamak görevi hakime aittir. Nitekim 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesinde hâkimin, Türk Hukuku’nu resen uygulayacağı belirtilmiştir. Bu ilke gereği açılan davayı nitelemek ve açılmış bir dava hakkında doğru hukuk kurallarını bulup uygulamak hâkime düşen bir görevdir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; İlk derece mahkemesince davanın sebepsiz zenginleşme olarak nitelendirilerek kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Dosyadakiz belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davalı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 28/09/2021 tarih, 2020/245 Esas 2021/771 Karar sayılı kararına yönelik davalı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 2.561,52 TL nispi istinaf karar ve ilam harcı peşin alındığından ayrıca harç alınmasına yer olmadığına, 3- Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına,5- 6100 Sayılı HMK’nın 333. maddesi gereğince var ise kalan gider avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine, 6- Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk Derece Mahkemesince yerine getirilmesine, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 29/11/2023