Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2022/1001 E. 2023/3254 K. 08.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1001
KARAR NO: 2023/3254
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 20. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 24/12/2021
NUMARASI: 2020/391 Esas – 2021/925 Karar
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 08/11/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla HMK’ nın 353.maddesi gereğince dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; Tarım ve Orman Bakanlığı” nın 13/01/2020 tarihli kamuoyu duyurusunda müvekkili şirketin lahmacun iç harcında “…” tespit edildiğini belirterek müvekkili şirkete hileli gıdalar listesinde yer verildiğini, söz konusu raporda müvekkiline ait lahmacun iç harcında “…” tespit edildiğinin belirtildiği fakat söz konusu kanatlı etin hangi hayvana ait olduğu (tavuk, hindi vb.) ve ne oranda lahmacun iç harcında olduğunun belirtilmediğini, davalı şirket grubuna bağlı “… Gazetesi” nin 15.01.2020 tarihli, “…” in 16.01.2020 tarihli ve “…”ın 16.01.2020 tarihli haberleri ile müvekkili şirket aleyhine asılsız haberler yayınlandığını, davalı şirkete ait medya kuruluşlarının Basın Kanunu” na aykırı olarak haber paylaşımında bulunduklarını, Yargıtay Kararları gereğince davalı şirketin, müvekkili şirketin tüzel kişiliğinden kaynaklanan kişilik haklarını ihlal ettiğini, Müvekkili şirketin, davalı şirkete www…com.tr isimli internet sitesinde 16.01.2020 tarihinde yayımlanan haber içeriğine karşı cevap ve düzeltme hakkını kullandığını içerir ihtarname göndermesine rağmen davalı şirket tarafından ihtarnameye cevap verilmediğini ve hukuka aykırılıkların giderilmediğini, yine müvekkili şirketin, davalı şirkete Tekzip yazısı gönderdiğini ancak davalı şirketin tekzip yazısının dikkate alınmayıp, hukuka aykırı eylemine devam ettiğini, sonuç olarak, fazlaya ilişkin her türlü hak, talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, davalarının kabulüne, 50.000,00 TL manevi tazminatın ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak ve sonradan artırılmak kaydıyla şimdilik 2.000,00 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı şirketten tahsiline, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından, kendi sitelerinde, 13.01.2020 tarihinde kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş, değiştirilmiş ürünlere ait bilgilerin herkesin erişimine açık bir şekilde yayınlandığını, listede davacı tarafın lahmacun harcında kanatlı eti tespit edildiği bilgisinin yer aldığını, müvekkilinin haberlerinin dayanağının Tarım ve Orman Bakanlığı” nın kendi sitesinde yayınladığı, 13.01.2020 tarihli duyurusunda yer alan liste olduğunu, müvekkilinin haberlerinin, söz konusu listeyle birebir aynı olduğunu, dava konusu haberlerin davacı hakkında olmadığını, müvekkili Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yayınlanan hileli gıdalar listesi hakkında haber yaptığını, bu listede davacı da dahil olmak üzere birçok firma bulunduğunu, davacının, hakkındaki haberden yani dolayısıyla bakanlık tarafından yayınlanan listeden rahatsız olması durumunda bu durumun müvekkiline yüklenemeyeceğini, müvekkilinin görevinin gündemdeki gelişmeleri, ortaya çıkan iddiaları kamuoyuna ulaştırmak olduğunu, dava dilekçesinin 3. Sayfasında oldukça zorlama bir şekilde, haberlerde davacı hakkında yapılan tespitte davacının domuz eti kullandığından bahsedildiğinin görüldüğünü, bu iddianın gerçek dışı olduğunu, haberlerde davacının lahmacun harcında kanatlı eti tespit edildiği bilgisi dışında bir bilgiye yer verilmediğinin görüldüğünü, haberler, haber alma ve haber verme hakları kapsamında olan, basın ve ifade özgürlüğüne uygun şekilde yayınlanmış hukuka uygun yayınlar olduğunu, haberlerin, kamuoyunu güncel bir haber hakkında bilgilendirmek amacıyla ve bakanlığın kamuoyu duyurusunda yayınladığı şekilde yayınlandığından, davacının kişilik haklarını ihlal etmediğini, huzurdaki davada maddi ve manevi tazminat şartları oluşmamak ile beraber aksi kanaat halinde, davacı tarafından istenen tazminat miktarlarının fahiş olduğunu, 50.000,00 TL manevi tazminat miktarının, manevi tazminatın amacını oldukça aşan, üstelik olmayan bir zararın telafisi amacına hizmet eder nitelikte olduğundan, 2.000,00 TL maddi tazminat miktarının da ortada hukuka uygun olan, kişilik haklarını zedelemeyen tamamı ile mevzuatlar gereğini haiz haberler söz konusu olduğundan ve daha da önemlisi davacının iddia ettiği zararı ile dava konusu yayınlar arasında hiçbir şekilde illiyet bağı bulunmadığından, maddi bir zararın oluşmadığı ve maddi tazminata da hak kazanılmadığını, sonuç olarak, dava konusu yayınların tamamen hukuka uygun olduğundan haksız ve mesnetsiz davanın tümden reddine karar verilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “… Tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde davalı şirketin 13.01.2020 tarihli kamuoyu duyurusuna ilişkin yapmış olduğu haberlerden kaynaklandığının ispatlanamadığı anlaşıldığından davanın maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine …” karar verilmiştir. Verilen karara karşı davacı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili istinaf dilekçesinde; Manevi tazminatın reddi yönünde verilen kararın gerekçesi bulunmadığını, Basın Kanunu’na aykırı olarak haber paylaşımında bulunulduğunu, tazminat şartlarının oluştuğundan kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi gereğince istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; Basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; Toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum, halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın; Olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu sebeple ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması ve hukuki bir zorunluluktur. Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; Hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında; “…Sözleşme’nin 10/1.fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10/2. fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamayacağını …” belirtmiştir.İfade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda, davaya konu haberde yer alan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacı ile ilgili olarak kullanılan ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, kullanılan ifadelerin kişilik haklarına saldırı boyutuna varmadığı, davacının kişiliğinden ziyade kamuyu bilgilendirme mahiyetinde olduğu, doğrudan davacının kişilik haklarına saldırının hedeflenmediği sonucuna varılmış olup davacının maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi doğrudur. Bu sebeple davacı vekilinin istinaf istemi yerinde değildir. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 20. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 24/12/2021 tarih, 2020/391 Esas 2021/925 Karar sayılı kararına yönelik davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 269,85 TL maktu istinaf karar ve ilam harcının, peşin yatırılan 208,00 TL’nin mahsubuyla bakiye 61,85‬ TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına, 5- 6100 Sayılı HMK’nın 333. maddesi gereğince var ise kalan gider avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine, 6- Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk Derece Mahkemesince yerine getirilmesine, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 08/11/2023