Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2021/3026 E. 2022/212 K. 31.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/3026
KARAR NO: 2022/212
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 16/02/2021
NUMARASI: 2018/499 – 2021/87
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 31/01/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla HMK’ nın 353.maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının sektörde tanınmış bir inşaat firması olduğunu, davalı … İşletmeciliği …’nin sahibi olduğu televizyon kanalında 07/09/2016 tarihinde yayınlanan ana haber programında gerçek dışı haberlere yer verildiğini, bu nedenle davacının ticari itibarının sarsıldığını, maddi ve manevi zarara uğradığını, belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 10.000,00-TL maddi, 100.000,00-TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin kamuoyuna yansıyan herhangi bir beyanı olmadığını, muhtemelen kendisine benzetilen başka bir kişi yerine geçmiş dönem kişilikli siyasi duruşu dikkate alınarak davalı olarak seçildiğini savunarak müvekkili hakkındaki davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … şirketi vekili cevap dilekçesinde; davanın pasif husumet yokluğu nedeni ile reddi gerektiğini, manevi tazminat talebine konu olan haberin resmi kaynaklardan edinilen bilgiler doğrultusunda hazırlandığını, yayının objektif habercilik anlayışı ile görünün gerçekliğe uygun olarak ve basın özgürlüğü sınırları içerisinde hazırlandığını, ÇED raporu alınmadan inşaat başlandığı için projenin sahibi davacı … AŞ’ye İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından 7.9 milyon TL ceza kesildiğini, adli makamlara da yansıyan olayların kamuoyuna görünen gerçeklikler kapsamında sunulduğunu, davacının manevi haklarına halel getirecek herhangi bir ifadeye yer verilmediğini, maddi tazminat talebinin dayanaksız olduğunu, talep edilen tazminat miktarının fahiş olduğunu beyanla davanın reddini talep etmiştir.Davalı … vekili cevabında; davacının üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirdiği hususunun doğru olmadığını, ÇED Gerekli Değildir kararını aldığı hususunun doğru olmadığını, karar alınmadan inşaat faaliyetine başlanmış olduğu ve … A.Ş’ye 7.900.000 TL idari para cezası uygulandığını beyanla davanın reddini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “davaya konu haberin içeriğinde inşaatın davacı şirket tarafından yapıldığı ve proje adı belirtilmemekle birlikte, haberde Beylikdüzü’nde bir milyon metrekarelik alanda 1000 dairelik toplu konut inşaatında Çevresel Etki Değerlendirme raporu olmadan projeye başlanması sebebiyle belediye ve şirkete yaklaşık 8 milyon lira ceza kesildiği ve inşaatın yıkılma ihtimalinin bulunduğu ifadelerine yer verildiği, ayrıca Beylikdüzü halkı olarak bir kısım vatandaş ile röportaj yapıldığı görülmekle, davalılardan …, … ve …’ın röportaj yapılan kişiler olduğundan bahisle davalı olarak gösterildiği, davalılardan …’nun haberde görüntüsü bulunmadığından bahisle davanın reddini talep ettiği, dosya kapsamına yansıyan belgeler ve dökümü yapılan haber içeriğinden anlaşıldığı üzere haberde konuşmasına yer verilen gözlüklü kadın ile … Platformu’na ilişkin internet sayfasındaki …’na ait fotoğraf arasında benzerlik olmadığı gibi haber içeriğinde konuşan kişinin isminin verilmediği, dolayısı ile davalı …’nin röportajdaki kişi olduğu hususunun davacı yanca ispatlanamadığı, bu nedenle bu davalıya yöneltilen husumetin yerinde olmadığı anlaşıldığından davalı … yönünden açılan davanın HMK’nun 114/1-d ve 115/2. maddeleri gereğince pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verildiği, davalılardan …’nın haberde adının geçtiği, davalı …’ın ise haberin röportajına katıldığını inkar etmediği gibi …’na ilişkin internet sayfasındaki fotoğrafı ile haber röportajındaki kişinin aynı kişi olduğunun anlaşıldığı, bu kapsamda davalı yayın sahibi şirket ile davalı diğer gerçek kişiler yönünden yapılan esastan incelemede; İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından davalı şirkete 20/05/2016 tarihinde idari yaptırım kararı uygulandığı, anılı idari yaptırım kararında ÇED gerekli değildir kararı olmadan inşaat faaliyetine başlamak kabahati işlendiğinden bahisle 7 miyon 900 bin TL ceza kesildiği, kabahatin işlendiği tarihler olarak 09/08/2015, 17/08/2015, 19/08/2015,11/09/2015 ve 14/09/2015 tarihlerinin gösterildiği, 16/09/2015 tarihli ilk ÇED gerekli değildir kararı alınmadan önce projenin …, …, ve …, bloklarında temel atıldığı ve … bloğun inşaatına başlanması sebebiyle idari yaptırım kararının uygulandığı, 07/09/2016 haber tarihi itibarıyla 16/09/2015 ÇED gerekli değildir kararı öncesine ilişkin dönemde yapılan ihlaller nedeniyle 20/05/2016 tarihinde idari yaptırım kararının uygulanmış olduğu, böylece haber içeriğinde ÇED kararı alınmadan inşaata başlanması nedeniyle yaklaşık 8 milyon lira ceza kesildiğine ilişkin ibarenin doğru olduğu, Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde ÇED kararı alınmadan inşaata başlanamayacağı, aynı yasanın 20. maddesinde ÇED sürecine başlamadan ve süreci tamamlamadan inşaata başlayanlara proje bedelinin %2’si oranında idari para cezası verileceği ve cezaya konu durumlarda yatırımcının faaliyet alanını eski hale getirmekle yükümlü olduğu hususları düzenlenmekle haber içeriğinde geçen inşaatın yıkılabileceğine ilişkin ifadelerin yasal sonuca olduğu, davalı gerçek kişilerin davalı yayın sahibi şirket ile ortak hareket ettiği hususu ispatlanamadığı gibi haber içeriğinin haber tarihi itibarıyla görünür gerçeğe uygun ve güncel olduğu, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, özle biçim arasındaki dengenin korunmuş olduğu, her ne kadar bilirkişi ek raporunda yayın tarihi itibarıyla yapı ruhsatının alınmış olduğu ifade edilerek yayının TTK’nun 55/1-a-1 kapsamında haksız rekabet teşkil edebileceğine ilişkin değerlendirmede bulunulmuş ise de yukarıda açıklandığı üzere, anılı ÇED gerekli değildir kararı öncesine ilişkin dönemde ÇED kararı alınmaksızın inşaata başlanmak suretiyle ihlalde bulunulduğu sabit olduğundan ve haberin konusu bu ihlal sonucu davacı şirket aleyhine idari yaptırım kararı uygulanmasına ilişkin olduğundan mahkememizce benimsenen gerekçe ile yayının TTK’nun 54. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız rekabet fiilini de teşkil etmediği kanaatinin edinildiği, bu nedenlerle davacı yanın anılı haber nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığından da bahsedilemeyeceği, maddi zarar kapsamında alıcıların fesih yazıları gönderdiği beyan edilerek bu belgeler dosya kapsamına sunulmakla, bir an için anılı haber nedeniyle davacı yanın zarara uğradığı düşünülse dahi fesih yazılarının tetkikinde bir kısmının haberin yayınlandığı tarihten önce olduğu bir kısmının ise haberin etkisinin ortadan kalktığı tarihten sonra gönderildiği anlaşıldığından zararın ispatı noktasında da yeterli olmamakla açıklanan gerekçelerde diğer davalılar yönünden açılan davanın esastan reddine, davalı … yönünden açılan davanın HMK’nun 114/1-d ve 115/2. maddeleri gereğince pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle usulden reddine” karar verilmiştir. Verilen karara karşı davacı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili istinaf dilekçesinde; bilirkişi raporlarında açıkça haksız fiilin varlığı tespit edilmişken yerel mahkemenin haksız fiili kanaat ile yok saymasının kabul edilemez olduğunu, davacı şirketin ÇED kararı almış olup ilk ÇED kararı mahkeme tarafından iptal edilince ikincisini almış olup söz konusu iki kararı da ekte sunduklarını, bunun dışında müvekkil şirketin ÇED kararı olmasaydı projenin ruhsat ve iskanını alamayacağı da sabit olup, ekteki iskan belgelerinin de mahkeme ilamını çürütecek nitelikte olduğunu, kaldı ki yerel mahkeme her ne kadar çed kararı alınmadan inşaat yapıldığı için idari para cezası kesildiğini belirtip karara gerekçe yapmışsa da ilgili para cezasının iptali için davacı şirket tarafından açılan davanın İstanbul 5. İdare Mahkemesinin 2020/ 1381 Esas dosyası ile derdest olup, cezanın henüz kesinleşmediğini, yerel mahkemenin kesinleşmemiş cezaya göre hüküm kurmasının da yasal olmadığını, yerel mahkeme hükmü haberin sadece ÇED ile ilgili kısmına dayandırdığını ancak dava konusu olan haberde yer alan zeminin sağlam olmadığı, dere yatağı olduğu inşaatın zemininin sağlamlığına ilişkin belge olmadığı yönündeki haberin dava konusu olmasına rağmen bu haksız fiil kısmının gerekçeli kararda hiç yer almadığını, bu nedenle yerel mahkemenin eksik değerlendirme ile hüküm kurduğunu, dava konusu haberde inşaat alanının kritik bir alana sahip olduğu, dere geçtiği, zemininin sağlam olmadığı bu nedenle de güvenli olup olmadığının belgelenmesi gerektiği, belgelenmediği şeklinde gerçek dışı beyanlara da yer verildiğini, yerel mahkemenin dava dilekçesinde de yer alan bu haksız fiile hiç değinmeden sadece ÇED ile ilgili kısma dayanarak eksik ve haksız hüküm kurduğunu iddia ederek kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir,
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: İstinaf sebepleri ile bağlı kalınarak yapılan incelemede; Dava; davalı şirketin televizyon kanalında 07.09.2016 tarihinde yapılan ana haber yayınında davacı şirketin … isimli inşaat projesi hakkında gerçeğe aykırı ve kamuyu yanıltıcı haber yapıldığı ile diğer davalıların yayında söz alarak onların da davacı şirket aleyhine yapılan habere katılmasının sağlandığı iddiası ile açılan maddi ve manevi tazminat davasıdır. Dosya içinde mevcut İl Çevre Şehircilik Müdürlüğü yazısında, davacı şirkete ‘ÇED gerekli değildir’ kararı olmadan inşaata başladığı için 07/04/2015 tarihli tutanağa istinaden idari para cezası uygulandığı belirtilmiştir. Davacı şirketin projesinin iptali için açılan davada İstanbul 12. İdare Mahkemesinin 2015/1368 Esas,2017/853 Karar sayılı kararıyla iptal kararı verildiği ancak itiraz üzerine kararın eksik inceleme nedeniyle Danıştay kararıyla bozulduğu ve yeniden yapılan yargılamada davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da zorunluluktur. Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır. İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir. İfade özgürlüğü; aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. Ancak belirtmek gerekir ki ifade açıklama özgürlüğü sınırsız değildir. İfade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa’nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Bu itibarla, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şeref ve itibarının korunmasıdır. Davalının dava konusu açıklamasında davacı hakkında sarf ettiği söz ve ifadelerin, ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığını tespit ederken mahkemece ortaya konulan gerekçenin, bu özgürlüğü sınırlamak için yeterli ve ilgili olmasının yanında, ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik, ölçülü, orantılı ve istisnai nitelikte olması gerekir. Buna göre, ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değil ise demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez. İfade özgürlüğünün sınırı, kişilerin şeref ve itibarının korunması hakkıdır. Çatışan bu iki hak arasında dengeleme yapılırken öncelikle dava konusu yayının davacıya ilişkin bölümünün, kamuoyunu ilgilendiren ve kamunun yararına ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığına bakılmalıdır. Somut olaya gelince; davaya konu haberde Beylikdüzü’nde bir milyon metrekarelik alanda 1000 dairelik toplu konut inşaatında Çevresel Etki Değerlendirme raporu olmadan projeye başlanması sebebiyle belediye ve şirkete yaklaşık 8 milyon lira ceza kesildiği ve inşaatın yıkılma ihtimalinin bulunduğu ifadelerine yer verildiği ayrıca Beylikdüzü halkı olarak bir kısım vatandaş ile röportaj yapıldığı görülmüştür. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda, davaya konu yayın bir bütün olarak değerlendirildiğinde; dava konusu yayında kullanılan ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, ifade özgürlüğünün, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu, bu durumun demokratik toplumun gereği olduğu, halkın, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olma hakkının olduğu, basının da bu doğrultuda olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve sorumlu olduğu, haberin de bu ilke kapsamında yapıldığı, basının haber verme hakkı, toplumun da haber alma hakkının bulunduğu, haberin yayın tarihi itibari ile kamu yararının ve toplumsal ilginin bulunduğu, o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından basının sorumlu tutulmayacağı, eylemin doğrudan kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda davanın reddi gerekmektedir. Ayrıca yayında konuşan kişinin davalı … olduğu ispat edilemediğinden bu davalı yönünden davanın pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi doğrudur. Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin istinaf isteminin HMk 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilerek, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 16/02/2021 tarih, 2018/499 Esas – 2021/87 Karar sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun HMK 353/1/b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gerekli 80,70-TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 59,30-TL maktu istinaf karar ve ilam harcın mahsubu ile kalan 21,40-TL harcın davacıdan alınarak Hazineye gelir kaydına, 3-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına, 4-Yasa yoluna başvuran tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, 5-HMK’nın 359. Maddesinin 4. fıkrası gereği kararın taraflara tebliği işleminin Dairemiz tarafından yerine getirilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın değişik 361/1 maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 31/01/2022