Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2021/2625 E. 2023/2254 K. 12.07.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/2625
KARAR NO: 2023/2254
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 17/06/2021
NUMARASI: 2021/117 Esas – 2021/454 Karar
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 12/07/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla HMK’ nın 353.maddesi gereğince dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; 2019 yılının Aralık ayında Çin’de ortaya çıkan, salgın merkezinin Avrupa’ya kaymasıyla 11 Mart 2020 tarihi itibariyle Dünya Sağlık Örgütü’nce “PANDEMİ” (Dünya çapında bulaşıcı hastalık) olarak ilan edilen koronavirüs (Covid-19) ile mücadele kapsamında bünyesindeki 3 televizyon kanalı (… TV, … TV, … TV) ve Türkiye’nin en çok takip edilen internet sitelerinden www…com ile faaliyet gösteren müvekkil olduğu şirket tarafından pek çok önlem alındığı ve uygulandığını, 29 Mart 2020 tarihinde www…com internet sitesinde “ …” başlığı ile yayınlanan yazıda ise, müvekkil şirketin Taksim’deki binasında bir ulaştırma çalışanında koronavirüs (Covit 19) tespit edilmesi ile koronavirüs skandalının patladığını, birden fazla teyitli vak’a bulunduğunu, müvekkil şirketin hiçbir tedbir almadığı ve çalışanların buna tepki gösterdiğine dair bir haber yayınlandığın, 650 çalışan ve onlarca taşeron şirket çalışanının bulunduğu müvekkil şirket bünyesinde, ulaştırma hizmeti veren taşeron şirketin bir çalışanında koronavirüs tespit edildiğinin doğru olduğunu, ulaştırma hizmeti veren kişiye konulan teşhisin taşeron şirket tarafından haber verilmesinin ardından, temas ettiği tüm çalışanların evlerine gönderilerek testlerinin yaptırıldığını, gerekli tüm önlemlerin alındığını, tüm dünyada en üst düzeyde korunan kişilerin bile pandemiye yakalandığını, Türkiye’de alınan tüm önlemlere rağmen müvekkil şirkete ulaştırma hizmeti veren taşeron firmanın bir çalışanında da rastlanmasının koronavirüse yakalanmasının “…” olarak duyurulmasının ve “… iddiasının kötü niyet içerdiğinin açık olduğunu, doğru olmayan bilgilerle, sanki salgın müvekkil şirket binasında yayılmış, hiçbir önlem alınmamış ve salgından sadece müvekkil şirket etkilenmiş gibi “…” şeklinde haber verilmesinin bu dönemde bünyesindeki 3 televizyon kanalı (… TV, … TV, … TV) ve www…com internet sitesi ile önemli bir kamusal görev icra eden müvekkil şirketin çalışanlarını huzursuz ettiği gibi, çalışma düzenini de bozduğunu, koronavirüse ilişkin güvenlik tedbirlerinin alınmadığının da bütünüyle gerçek dışı olduğunu, yaşanan gelişmelere istinaden süreç içerisinde şirket çalışanlarının yurt dışı seyahat programlarının zorunlu olmadıkça ertelenmesinin istendiğini ve gelişmelere göre tüm yurt dışı seyahatlerin iptal edildiğini, yurt dışı seyahatlerinden dönen çalışanların ise 14 gün süreyle şirkete girmemeleri hususunda talepte bulunulduğu, 2- 5 Mart tarihinden itibaren danışma bölgesi giriş-çıkış turnikeleri üzerine el antiseptiklerinin yerleştirildiğini ve binaya her giriş ve çıkışlarda herkesin mutlaka kullanması yönünde dururular paylaşıldığını, iş yerlerinde her katta yer alan asansör ve lavaboların yanlarına el antiseptikleri yerleştirildiğini, asansör ve lavabolara her giriş ve çıkışlarda mutlaka kullanımın sağlanması yönünde bilgiler paylaşıldığını, temas yoğunluğu göz önünde bulundurularak danışma biriminde çalışan personel için maske ve eldiven temin edildiğini, 11/03/2020’den itibaren öncelikli olarak müvekkil şirkete ait Taksim binasının tüm katlarına dezenfektan uygulaması yaptırıldığını, sonrasında ise Taksim’le birlikte diğer bölgelerde Ankara ve Sefaköy de dahil olmak üzere dezenfekte çalışmalarının sürekli olarak yapıldığını, temasın azaltılabilmesi için tüm yöneticiler ile birlikte evden çalışabileceklerin tespit edildiğini ve çalışma sisteminin buna göre düzenlendiğini, risk grubunda yer alan 60 yaş üzerindekiler, kronik hastalıkları olanlar, kalp yetmezliği, akciğer, şeker, kanser, yüksek tansiyon hastalıkları… vb personelin tespitinin sağlandığını ve evlerinde olmalarının istendiğini, özellikle haber amaçlı yayınları gerçekleştiren kameraman ve muhabirlerin evlerinden işlere yönlendirildiğini ve yaptıkları haberleri iş yerine gelmeden iletmelerinin sağlandığını, 11/03/2020 tarihinden itibaren ulaştırma ve servis araçlarının dezenfekte edilmeye başlandığını ve periyodik olarak dezenfekte faaliyetlerinin sürdürüldüğünü, iş yerlerinde bulunan asansörlerin olduğu bölgelere farkındalığı arttırmak adına broşürler asıldığını, Taksim Merkez binasında giriş ve çıkışların kontrol edilmesi için termal kamera sisteminin kurulduğunu, binaya giriş ve çıkışlarda kişilerin vücut ısılarının ölçülerek takibinin sağlandığını, 37.8 ve üzerinde ateşi olanların tespiti halinde maske takılarak işyeri hekimine yönlendirilmesinin ve gerekli halde en yakın sağlık kuruluşuna sevkinin sağlanmasının takip edildiğini, Ankara ve Sefaköy tesislerinde ise el termal ateş ölçerler ile tüm personelin ateş ölçümünün gerçekleştirildiğini, Taksim ve Ankara bölgesi için 16/03/2020 itibariyle işyeri hekimlerine destek olmak için hemşireler görevlendirildiğini, görevlendirilen hemşireler ile birlikte gün içinde belirli periyotlarda tüm katlar gezilerek çalışanların ateşlerinin ölçüldüğünü ve gerekli takiplerin yapıldığını, Sefaköy tesislerinde de tesise giren herkesin ateşinin ölçüldüğünü ve gerekli süreçlerin aynı şekilde devam ettirildiğini, göreve giden muhabir, kameraman.. vb için FFP3 özellikli ventilli maskeye ilave olarak cerrahi maske, eldiven, dezenfektan kitleri oluşturulduğunu ve çalışanlarına teslim edildiğini, bu kitlere koruyucu tulum, gözlük, bone ve yüz siperliklerinin de eklendiğini, tüm yayın faaliyetlerini yürüten yöneticilere personele verilmek üzere cerrahi maske ve eldivenler temin edildiğini, gün içerisinde personelin talep etmesi halinde revirden maske ve eldiven temininin sağlandığını, iş yerlerinin tüm katlarının ve stüdyoların gün içinde belirli periyotlarda sık sık çamaşır suyu ile silinerek temizliğinin sağlandığını, özellikle el temasının olduğu bölgeler olan kapı kolları, asansör tuşları, masa vb. gibi bölgelerin temizliğine titizlikle dikkat edildiğini, toplu taşımayı kullanan personelin tespiti edilerek şirket araçları ile ulaşımlarının sağlandığını, 13/03/2020 tarihi itibariyle lavabo fanlarının 7/24 çalıştığını, bina ve stüdyolardaki klimaların dışarıdan havayı alıp içerideki havayı dışarı atacak şekilde dizayn edildiğini, yemekhanede sosyal mesafeyi sağlayabilmek için düzenlemeler yapıldığını, iş yerlerine dışarıdan gelebilecek misafirlerin girişinin kabul edilmediğini, asansör kullanımlarında 4 katı geçen iniş çıkışlarda asansörün kullanması gerektiği ve aksi takdirde asansörün kullanılmayacağının belirtildiğini, koronavirüs tedbirleri kapsamında düzenli aralıklarla şirket çalışanlarına uyarıcı e-mailler atıldığını ve alınan tedbirlerin sürekli olarak paylaşıldığını, www…com internet sitesinin internet haberciliği yaptığı iddiasında bulunan bir site olduğunu, yayıncılık iddiasında bulunan bu internet sitesinin, içinde bulunduğumuz bu olağanüstü dönemde, korku ve infial yaratan ifadelere yer vermesinin bütün şirket çalışanlarını paniğe sürükleyeceğini ve müvekkilinin habercilik faaliyetini sürdürmesine engel olacak şekilde çalışma huzurunu bozan, abartılı ve yanlış haberler vermesinin ahlak dışı olduğunu ve haksız rekabet teşkil eden bir durum oluştuğunu, bahsi geçen internet sitesinde kullanılan başlık, dil ve içerik göz önünde bulundurulduğunda, tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerinin yakınından bile geçemeyeceğini, bu yayın için basın özgürlüğünden ve haber verme hakkından bahsedilmesinin olanaksız olduğunu, dünya çapındaki bir salgın hastalığın, bir taşeron şirket çalışanında görülmesinin “…” olarak kamuoyuna duyurarak müvekkilinin hiçbir önlem almadığını iddia etmesinin yanlış, yanıltıcı veya gereksiz yere incitici açıklamalarla kötülemek şeklindeki tanımlamaya açıkça uyan bu yayın olduğunu beyan etmiş, bu nedenlerle www…..com internet sitesinde “…” başlığı ile yayınlanan ve müvekkilinin ticari faaliyetini haksız rekabet teşkil edecek şekilde, gerçek dışı iddialarla kötüleyen yazı nedeniyle yayın tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle birlikte 1.000.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; Davanın öncelikle müvekkilleri … ve … hakkında husumet yokluğundan davanın reddine, esas inceleme açısından ise, haberin basın hukukuna uygun olması sebebiyle haksız ve mesnetsiz davanın ve dava konusu tazminat talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “…Davaya konu https://www…..com/… yayınlanan “…, yönetim suskun, çalışanlar tepkili” başlıklı haber incelendiğinde, çalışanları binaya getirip götüren şoförlerin bir kaçında korona virüs çıkması nedeniyle yönetimin önlem almadığı, vakıalarla bilgilendirme yapmadığı, diğer şoförlerin çalıştırılmaya devam edildiği, yurtdışından gelen diğer çalışanların 14 gün kuralına uymadığı, önlem olarak sınırlı olarak bazı çalışanların evden çalışmasına izin verildiği tüm binanın diken üzerinde olduğunu, yöneticilerin emekçinin hakkına girdikleri, çalışanların şirket araç ve servisleri kullanmak istemediği yönünde haber yapıldığı, tespit edilmiştir. 5651 sayılı kanunun 4. Maddesi, davalıların … internet sitesinin www…. kaydına göre ….com internet sitesinin sahibinin davalılar olması, davalılardan …’un Şişli CBS’na ait 2010/33025 Sor nolu dosyada vermiş olduğu ifadeye göre içerik sahibi olduğu anlaşılmıştır. Yapılan haberin içeriği itibariyle tüm dünyada yer alan covid-19 pandemisiyle ilgili haber niteliğinde olduğu, TTK 55 ve TTK 56/1-e maddelerine göre haksız rekabet teşkil etmediği, davacı tarafın kişilik haklarını zedelemediği, başlıktaki … kelimesinin hedef kitlesinin dikkatini çekerek haberi okumaları amacını güttüğü anlaşılmakla davacının davasının reddine….” karar verilmiştir.Verilen karara karşı davacı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili istinaf dilekçesinde;Dava dilekçesindeki beyanlarını tekrarla,Yerel Mahkeme kararının gerekçesiz olduğunu, açmış oldukları davada tazminat koşullarının oluştuğunu,haberin haksız rekabet teşkil ettiğini beyanla Yerel Mahkeme kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesi gereğince istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava; Basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. İlk Derece Mahkemesi hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğinin, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun aradığı şartlara uygun şekilde ayrıntılı olarak açıklandığı,Bölge Adliye Mahkemesi ile Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini detaylarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunduğu anlaşılmakla davacı vekilinin bu yöne değinen istinaf başvurusu yerinde değildir. Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur. Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası ise; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir. Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “…” olmaz (Handyside, parag. .., başvuru no: …, 07.12.1976). AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: …, 22 Şubat 2005). İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: …; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: …, …, …, …, …, …, …, … ve…, 20 Ekim 2009). 2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu: Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232). 3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu: AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: … Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: …, başvuru no: …, …). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside/Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: …, …, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: …, …). Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki, basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K., 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K.sayılı kararları). Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir. Öte yandan haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkan sağlar. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması 818 sayılı Borçlar Kanununun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında dava konusu yayın ve ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde,yayın tarihi itibariyle konunun güncel olduğu ve kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik bulunduğu,demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen sözlerle değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerli olduğu, buna göre, yayında kullanılan ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı,davacı tüzel kişiliğin kamuya mal olmuş, bilinir kişilerden olması dikkate alındığında, diğer kişilere göre bu tür eleştirilere daha fazla katlanma yükümlülüğünün bulunduğu, yazının davacının kişilik haklarına saldırı boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, İlk Derece Mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/117 Esas ve 2021/454 Karar sayılı kararına yönelik davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 269,80 TL maktu istinaf karar ve ilam harcının peşin yatırılan 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 210,50 TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine,6-Harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk Derece Mahkemesince yerine getirilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 12/07/2023