Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2021/1656 E. 2023/621 K. 01.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1656
KARAR NO: 2023/621
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/11/2020
NUMARASI: 2018/96 Esas – 2020/515 Karar
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 01/03/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla HMK’ nın 353.maddesi gereğince dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; Davalıların sahibi, yönetim kurulu başkanı ve eser sahibi oldukları … Gazetesinin 10/05/2016 tarihli nüshasında 1.sayfasında manşet bölümünde “…” başlığı altında “…”, devamında davalılardan …’nun 13.sayfasındaki köşe yazısında “…” başlıklı yayın ile yine … Gazetesinin 11/05/2016 tarihli nüshasındaki “…” şeklindeki yayında yer alan ve müvekkili … Bankası A.Ş.’nin itibarına, saygınlığına, servet ve şöhretine zarar verecek nitelikteki gerçek dışı ve tahkir içeren ifadeler nedeniyle her bir yayın için yayın tarihinden başlamak üzere 250.000 TL’den, 500.000 TL olmak üzere davalıların tamamından müştereken ve müteselsilen, davalılardan …’nun 11/05/2016 tarihinde … Tv’de yayınlanan “…” isimli programda “…” şeklindeki müvekkili şirketin itibarına, saygınlığına, servet ve şöhretine zarar verecek nitelikteki gerçek dışı ve tahkir içeren ifadeler nedeniyle 200.000 TL’nin davalı …’ndan, yine davalılardan …’nun mikro paylaşım sitesi twitter üzerinden paylaştığı “…”, “…” …” şeklindeki paylaşımların müvekkil şirketin itibarına, saygınlığına, servet ve şöhretine zarar verecek nitelikteki gerçek dışı ve tahkir içeren söylemleri nedeniyle 300.000,00 TL’nin davalı …’ndan olmak üzere toplam 1.000.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline ve müvekkili bankaya ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.Davalılar vekili cevap dilekçesinde; Basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat talebinin doğrudan saldırıya maruz kalana tanınan bir hak olduğunu, haberlerin davacı banka ile ilgisinin olmadığını, isminin de zikredilmediğini, davacı bankadan kredi alan …’ın akçeli işlerinde bazı kuşkular olduğu ve bu nedenle hakkında bazı şüpheler bulunduğunu, bu nedenle hakkında soruşturma yapıldığını, davacıyı doğrudan hedeflemeyen haberin öncesinde devlet televizyonu ve ajanslarıyla, devlet yetkililerinin söylemleriyle, yargıya intikal eden gerçeklere dayalı haberleri kişilik haklarına saldırı diye nitelendirilmesinin söz konusu olamayacağını, bu nedenle davanın aktif husumet yokluğundan reddi gerektiğini, davacının aynı haber hakkında İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/232 Esas sayılı dosyası ile tespit davası açtığını, maddi olaylar, hukuksal neden ve yasal dayanaklar karşısında kanun ve usul hükümlerine aykırı olarak açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; “… Dosyadaki bilgi ve belgelerden; 10/05/2016 tarihli … gazetesinde manşetten; “…” başlıklı haber içeriğinde “…” şeklinde, 11/05/2016 tarihli … gazetesinde manşetten; “…” başlıklı haber içeriğinde “…” şeklinde, Davalı …’nun 10/05/2016 tarihinde Twitter hesabından; “…”, “…”, “…”, “…” şeklinde, 11/05/2016 Tarihinde … TV’de …’nun ülkenin manşetleri isimli programda, “Krediyi neyin karşılığında aldığına falan dair çok ciddi bilgiler var elimde (…) 4.000.000,00 TL’yi faizsiz alıyorsun şeklinde, İfade, haber ve yorumlara yer verildiği, bu yayınlardan 10/05/2016 ve 11/05/2016 tarihli … gazetesinde yer alan ve Davalı …’nun 10/05/2016 tarihinde Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde; yapılan yayın ve haberlerin toplumun bilgi edinme, gerçekleri öğrenme ve basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı kabul edilmelidir. Ancak yukarıda değinilen diğer ilkeler dikkate alındığında; basın görevini yerine getirirken özellikle yayının gerçek olmasını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. Haberlerin veriliş tarzı değerlendirildiğinde; savcık makamınca dava dışı …’ın kullandığı kredi nedeniyle davacı bankanın da soruşturulduğu gibi bir sonuç çıkmakta ise de, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunun cevabi yazısına göre davacı banka hakkında bir soruşturmanın yürütülmediği, yine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumuna yazılan tezkereye verilen 16.12.2019 tarihli cevapta …’a kullandırılan kredinin Banka ürünleri arasında yer aldığı ve bankacılık mevzuatına aykırı olmadığının anlaşıldığı, kredinin 14.05.2013 tarihinde kullandırıldığı, dava konusu yayınların ise bundan üç yıl sonra 10/05/2016 tarihinde gerçekleştiği dikkate alındığında haberin güncelliğinden söz edilemeyeceği, bir an güncelliğini koruduğu kabul edilse bile, ısrarla davacı bankanın bir siyasi parti tarafından desteklendiğinin vurgulandığı, kredinin faizsiz olarak verildiğinin ifade edildiği ve yine gezi kalkışmasında aktif bir rol üstlenmesi için dava dışı …’a bu kredi yolu ile finansman sağlandığının, diğer bir anlatımla dava dışı siyasi parti ile davacı bankanın gezi olaylarını desteklediklerinin ima edildiği, bu yönü ile biçim ile öz arasındaki dengenin davacı yararına bozulduğu, davacı bankanın yapmış olduğu basın açıklama ve bilgilendirmelerine haberlerde yer verilmeyerek basının objektif yayın yapma ödevi konusunda özenli davranılmadığı, davacının Bankacılık Kanunu kapsamında faaliyet gösteren bir kuruluş olup, bankaların BDDK’nın tebliğ ve duyurularına göre bir güven ve itibar kuruluşu olarak nitelendirildiği, davalıların yaptığı yayınların hukuka aykırı olup basın ve ifade özgürlüğü kapsamında korunamayacağı, davacının isim, şöhret ve ekonomik itibarını zedeleyecek nitelikte olduğu kabul edilmiş, günün ekonomik koşulları, paranın alma gücü, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile manevi tazminat tutarının bir tarafın sebepsiz zenginleşmesine, diğer tarafın fakirleşmesine neden olmaması gerektiğine ilişkin yerleşik uygulama da nazara alınarak davanın kısmen kabulüne yönelik aşağıdaki gibi karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.Öte yandan, 11/05/2016 Tarihinde … TV’de yayınlanan …’nun ülkenin manşetleri isimli program içeriğinde yer alan ifade ve yorumlar yukarıda sayılan ilkeler ışığında değerlendirildiğinde demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte olduğu ve ifade özgürlüğüne getirilmesi gereken bir sınırlamanın gerekli olmadığı anlaşıldığından bu haber yönünden manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği… ….Davanın KISMEN KABULÜNE, 10/05/2016 tarihli … gazetesinde yayınlanan habere ilişkin manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 15.000-TL manevi tazminatın yayın tarihi olan 10/05/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, Fazlaya ilişkin talebin REDDİNE, 11/05/2016 tarihli … gazetesinde yayınlanan habere ilişkin manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 15.000-TL manevi tazminatın yayın tarihi olan 11/05/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE, Davalı …’nun 10/05/2016 tarihinde Twitter hesabından yaptığı paylaşımlara ilişkin manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 15.000-TL manevi tazminatın 10/05/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’ndan tahsili ile davacıya verilmesine,Fazlaya ilişkin talebin REDDİNE, 11/05/2016 Tarihinde … TV’de yayınlanan yayına ilişkin tazminat talebinin REDDİNE, …. ” karar verilmiştir. Verilen karara karşı davalılar vekilince ve katılma yoluyla davacı vekilince istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili katılma yoluyla vermiş olduğu istinaf dilekçesinde; Dava dilekçesindeki beyanlarını tekrarla, davalılardan …’nun … TV ‘deki ifade ve söylemlerinin ifade özgürlüğü sınırları içerisinde değerlendirilmesinin hatalı olduğunu, hükmedilen manevi tazminat miktarının düşük olduğunu beyanla Yerel Mahkeme kararının kaldırılarak davanın tümden kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.Davalılar vekili istinaf dilekçesinde; Cevap dilekçesindeki beyanlarını tekrarla, davaya konu haberlerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, hükmedilen manevi tazminat miktarının yüksek olduğunu beyanla Yerel Mahkeme kararının kaldırılarak davanın tümden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi gereğince istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır.Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası ise; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir. Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (…/Fransa, başvuru no: …; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: …, …, …, …, …, …, …, … ve …, 20 Ekim 2009).2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu: Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli /Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232). 3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu: AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside/Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131). Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki, basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K., 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K.sayılı kararları). Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir. Öte yandan haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkan sağlar. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması 818 sayılı Borçlar Kanununun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında dava konusu paylaşım ve haberler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, …nin ismine yer verilmediği gibi, dosyada mevcut bilgi ve belgelerden davacı banka tarafından dava dışı …’a konut alımı için 4.000.000,00-TL kredinin cari hesap şeklinde işleyen değişken faizli kredi tahsis edilmek suretiyle kullandırılmış olduğu, buna göre davaya konu paylaşımlarda geçen ana konu olan …’a cari hesap usulüyle kredi kullandırılmış olması olayının doğru olduğu, kredinin faizsiz kullandırıldığına dair paylaşım ve haberler doğru değil ise de haberin mevcut haliyle ilk anda görünür gerçekliğe uygun olduğu, davacı banka tarafından …’a verilen kredinin veriliş şeklinin faizli olup olmadığının, neye dayanılarak verildiğinin ilk anda davalılar tarafından bilinmesinin kendisinden beklenemeyeceği, verilen krediye ilişkin olarak yapılan haberlerin toplumu ilgilendirdiği, haberin yapılmasında kamusal yararın bulunduğu, demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen sözlerle değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerli olduğu, bu durumda yukarıdaki açıklamalarda göz önünde bulundurulduğunda, yayında kullanılan ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, paylaşım ve haberlerin davacının kişilik haklarına saldırı boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır (Dairemizin 2018/624 Esas – 2019/124 Karar sayılı emsal ilamı). Bu sebeplerle davalılar vekilinin istinaf talebinin kabulüne karar verilmesi gerekmiştir. Davalılar vekilinin istinaf talebinin kabul edilmiş olması sebebiyle davacı vekilinin istinaf talebinin incelenmesine hukuken gerek duyulmamıştır. Yukarıda açıklanan hususlar gereğince şartları oluşmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde karar verilmiş olması doğru olmadığı anlaşıldığından davalılar vekilinin istinaf talebinin kabulüyle ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b-2. maddesi gereğince kaldırılmasına ancak bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden davanın reddine yönelik yeniden hüküm kurulması gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davacı vekilinin istinaf talebinin incelenmesine hukuken yer olmadığına, 2-Davalılar vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2018/96 Esas – 2020/515 Karar sayılı kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b-2. maddesi gereğince KALDIRILMASINA, ancak belirtilen hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden bu kapsamda; 3-Davacı tarafından davalılar aleyhine açılan manevi tazminat davasının REDDİNE, 4-İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama giderleri ve harca ilişkin; 4/a-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90 TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 17.077,50 TL’den mahsubuyla fazla alınan 16.897,60 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine, 4/b-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4/c-Davalı tarafça yapılan 182,70 TL yargılama giderinin davacıdan tahsiliyle davalı tarafa verilmesine, 4/d-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine 10/(3) maddesine göre 9.200,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsiliyle davalı tarafa verilmesine, 5-İstinaf aşamasında yapılan yargılama giderleri ve harca ilişkin; 5/a-Davacının istinaf talebi incelenmediğinden peşin alınan 59,30 TL istinaf harcının karar kesinleştiğinde ve talebi halinde kendisine verilmesine, 5/b-Davalıların istinaf talebi kabul edildiğinden davalı tarafça yatırılan istinaf harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde iadesine, 5/c-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, 5/d-Davalılar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama gideri bulunmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, 5/e-İstinaf incelemesi duruşmasız yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 6-6100 Sayılı HMK’nın 333. maddesi gereğince var ise bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 01/03/2023