Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2022/875 E. 2023/420 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2022/875
KARAR NO: 2023/420
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 30/11/2021
NUMARASI: 2020/975 E – 2021/940 K
DAVANIN KONUSU: Alacak (Satım Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 09/02/2023
Yukarıda tarafları ve konusu yazılı bulunan dava ile ilgili olarak, ilk derece mahkemesince verilen kararın istinaf edilmesi sebebiyle , dava dosyası üzerinde yapılan inceleme sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı şirket arasında 30/06/2020 tarihinde adi yazılı biçimde gayrimenkul alım satım protokolü imzalandığını, bu protokolün imzalanmasının amacının davalının mülkiyetinde bulunan Kocaeli Gebze İlçesi … Mevkii .. Pafta … parselde yer alan arsa ve fabrika binasının müvekkilim tarafından satın alınması için gerekli koşulları düzenlemeye yönelik olduğunu, taraflar arasındaki protokol öncesi görüşmelerde ve protokolde görüneceği üzere 1.000.000 TL’lik bedelinin satıcı durumunda olan davalıya ödeneceğinin kararlaştırıldığını, müvekkili tarafından bu para, güven ilişkisi çerçevesinde davalının göstermiş olduğu davalı şirket yetkilisi …’ın,… Bankası Nişantaşı Özel Bankacılık Şubesi TR …(…) adlı hesabına 01/07/2020 tarihinde ödendiğini, müvekkili tarafından bu paranın ödenmesinin, tamamiyle ticari hayatın gereklerine uygun biçimde güven ilişkisine dayanılarak gerçekleştiğini, ancak davalı tarafın protokolde de yazılı olan ve onun öncesinde müvekkili ile şifaen yapmış oldukları görüşmelerde de müvekkiline ilettiği üzere şuyulandırma sonrası maliye hazinesine ait hisse payının alım hakkının kendilerinde olduğunu, satım sonrası ön alım hakkının müvekkiline geçeceğini ve fabrika arazisinin tek malikinin müvekkilinin kendisi olacağının bildirildiğini, müvekkilinin ticari olarak avantajlı gördüğü için ve davalı taraf ile yapmış olduğu görüşmeler sonucu onlara güvendiği için iyi niyetle gayrimenkul satım protokolünü imzaladığını ve onun ardından davalıya parayı nakden (hesaba) ödediğini, bu paranın davalının göstermiş olduğu hesaba yatırılmasından sonra Vakıfbank ile yapılan görüşmeler sonucunda 30.000.000,00 TL tutarında kredinin onaylandığı ve 3.000.000,00 TL tutarında çekin hazırlanacağı; satım için çekilen kredi parasının ve davalının şahsı adına düzenlenmiş olan çekin davalıya ödeneceğinin bildirildiğini, 23/07/2020 tarihinde kredi ve çek ödemelerinin davalıya ödeneceğinin davalıya bildirilmesinin ardından müvekkili ve davalı tarafın resmi satış ve devir tescil işlemleri için tapuya gittiğini, tapuya gidildiğinde konuyla alakalı olarak şu an ki tapular üzerinde satış işleminin gerçekleştirilemeyeceği yeni tapu senetlerinin düzenlenmesinden sonra satış işleminin gerçekleştirilebileceğinin taraflara bildirildiğini, yeni tapu senetlerinin düzenlenmesiyle birlikte tapu müdürlüğüne gidildiğinde davalıya ait ve arazi üzerinde diğer hisselerin sahibi Maliye Hazinesine ait hisseler üzerindeki kayıtların müvekkili tarafından incelendiğini, yapılan inceleme sonucunda davalının satım işlemleri için yapılan görüşmelerde belirttiğinin ve vaadettiğinin aksine Maliye Hazinesine ayrılan taşınmaz hisse payları üzerinde kullanım / öncelikli alım hakkının … adında üçüncü bir kişiye ait olduğu, davalının kullanım/öncelikle alım hakkının sahibinin olmadığının görüldüğünü, satış olmadığı için müvekkilinin davalıyla şifaen ve yazılı olarak iletişim kurduğunu, kapora olarak vermiş olduğu 1.000.000,00 TL ‘nin kendisine iade edilmesini istediğini, davalı taraf taşınmazın başkasına satılacağını ve 1.000.000,00 TL’nin müvekkiline iade edileceğini söylediğini, ancak daha sonra bundan cayarak müvekkilinin kendilerini zarara uğrattığını iddia ederek 500.000 TL’yi iade edeceklerini kalan 500.000 TL’nin kendilerinde kalacaklarını söylediğini, müvekkilinin davalının yalan beyanlarını görüp, satış işleminin gerçekleşmemesi ve akabinde davalının hal ve tavırları karşısında alacağını tahsil edememe psikolojisiyle korktuğu için anlaşmayı imzaladığını, gelinen noktada davalı arsa hisseleri hakkında sözleşmenin asli unsuru sayılan bir konu hakkında yalan söylemiş ve ardından müvekkilini suçlayan ve kusurun müvekkilinde olduğunu belirten ifadelerle müvekkilini sindirmek istediğini, yapılan arabuluculuk görüşmelerinde de sonuçsuz kaldığını beyanla, davanın kabulüne, mevcut delillerle birlikte müvekkilin işbu davayı açmasında haklı olduğu bu aşamada yaklaşık olarak ispat edildiğinden dava neticesinde müvekkili lehine hükmedilecek muhtemel alacağı teminat altına almak amacıyla davalı taraf adına kayıtlı taşınır ya da taşınmazlara teminat olmaksızın tedbir konulmasın karar verilmesini; Müvekkilin hukuken geçerli bir sebebe dayanmayarak ödemiş olduğu ve geri alamadığı para alacağına ilişkin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin sebepsiz zenginleşme teşkil etmesinden ötürü ilgili düzenlemeler uyarınca davalı tarafından 30/09/2020 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsili ile müvekkiline verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının talebinin 500.000,00 TL’nın müvekkilinden alınıp davalıya iadesi olduğunu, protokol uyarınca kendisine ödenmeyen miktar net ve talep edilebilir olduğunu, davacı yanınca, dava fazlaya ilişkin talebin saklı kalması şartıyla belirsiz alacak davası olarak ikame edildiğini, huzurdaki davanın hukuka aykırı şekilde ikame edilmesi sebebiyle reddedilmesi gerektiğini, mahkeme aksi kanaatteyse dahi talep edilebilir alacak miktarı belirlenebilir ve net olduğu için davacının yatırdığı harcın 500.000,00 TL üzerinden tamamlatılması için kendisine kesin süre verilmesini aksi takdirde davanın reddolunmasını talep ettiklerini, davacının iddiaları gerçeğe aykırı ve ispat kabiliyetinin bulunmadığını, müvekkilinin hazineye ait paylarda kullanım – ön alım hakkının bulunduğuna ilişkin sözleşme de veyahut taraflar arasında yapılan görüşmelerde her hangi bir beyanı bulunmadığını, davacının bu iddiasını ispata yönelik sunduğu belgelerin ise kendisine ait whatsapp konuşmaları ve mail yazışmaları olduğunu, bunlar dışında müvekkilinin iradesine ilişkin herhangi bir delil ibraz edemeyen davacı bu iddiasını ispat edemediğini, taraflar arasındaki sözleşme incelendiği takdirde davacının beyanlarının aksine hazineye ait payların kullanım ve ön alımına ait sorumluluğun da davacının üzerinde bırakıldığının anlaşılacağını, ayrıca davacı bu konuda müvekkilden herhangi bir talepte bulunmayacağını taahhüt ettiğini, müvekkilinin sözleşmeye ve ibranameye uygun hareket ettiğini ve davacıya borcunun bulunmadığını, buna rağmen müvekkilinin taraflar arasındaki olumlu ticari ilişkinin bozulmaması adına davalıya ödediği kapora bedelinin yarısını iade ettiğini ve bakiye kısım için ibraname alındığını beyanla, hukuka aykırı şekilde belirsiz alacak davası olarak açılmış davanın reddine, davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi tarafından; “.. davacı ve davalı arasında 30/06/2020 tarihinde adi yazılı şekilde taşınmaz satış vaadi sözleşmesi imzalanığı, sözleşmenin yasanın aradığı şekil şartlarını taşımadığı, dolayısıyla geçersiz olduğu, davalının ifa ettiği edimini davacıdan talep edebileceği görülmektedir. Davalının davacıya ödediği bedel ve davalının davacıya iade ettiği bedel noktasında ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak protokol imzalandıktan sonra taraflar arasında bakiye kısım için ibra sözleşmesi imzalanmıştır. Davacının ibra sözleşmesindeki imzaya yönelik de bir itirazı bulunmamaktadır. Davacı yan ibra sözleşmesini alacağının tamamını alamama korkusu ile imzaladığını, iradesinin fesada uğradığını iddia etmektedir. Uyuşmazlık konusu ibranın imzalanması için davalının davacıya yönelik korkutma şeklinde somut bir eylemi, yahut aldatma, hile, aşırı yaralanma şeklinde somut bir eylemi tespit edilemediği, davacının aldatma yahut korkutmaya veya hile, aşırı yaralanmaya yönelik irade fesadı iddiasını ispatlayamadığı, ispat külfeti kendisinde olan davacının, dava dilekçesinin deliller bölümünde açıkça yemin deliline dayanmış olduğu gözetilerek tarafın akidine yönelteceği son çare olarak yemin delili davacıya usulüne uygun olarak hatırlatılmasına rağmen yemin metni sunulmadığı, ibranın imzalanmasında irade fesadı iddiasını davacının ispat edemediği dolayısıyla ibranın geçerli olduğu” gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili istinaf başvurusunda özetle; müvekkilinin davalının yalan beyanlarını görüp, satış işleminin gerçekleşmemesi ve akabinde davalının hal ve tavırları karşısında alacağını tahsil edememe psikolojisiyle korktuğu için anlaşmayı imzaladığını, gelinen noktada davalı arsa hisseleri hakkında sözleşmenin asli unsuru sayılan bir konu hakkında yalan söylemiş ve ardından müvekkilini suçlayan ve kusurun müvekkilinde olduğunu belirten ifadelerle müvekkilini sindirmek istediğini, günümüz hukuk ve ekonomi işleyişindeki aksaklık ve yavaşlık da göz önüne alındığında müvekkilinin; alabileceğimi alayım psikolojisiyle, iradesinin parasını alamama korkusuyla bozulmuş biçimde bu anlaşmaya imza attığını, İbra sözleşmesinin geçerli bir borç ve alacağa ilişkin olarak tasarruf işlemi niteliği taşımadığını, ibra sözleşmesinin geçersiz sayılması gerektiğini, İbra sözleşmesine konu edilmiş borç temelde görünen gayrimenkul satım protokolünden kaynaklanan bir borç olmadığını, en nihayetinde resmi şekil şartı eksikliğiyle ve esaslı unsurlarda yanılma sebebiyle geçersiz olan taşınmaz satış vaadi sözleşmesi olduğunu, bu sebeple müvekkili ile davalı arasında geçerli bir sözleşme olmadığı için sözleşmeden dolayı tarafların karşılıklı ifa ettikleri edimlerin iadesi gerektiğini, uyuşmazlık konusu paranın hukuken geçersiz ve sonuç doğurmamış bir sözleşmeye dayanılarak müvekkili tarafından davalıya verilmesi sebebiyle bu paranın, ibra sözleşmesine konu edilemeyeceğini, sözleşmenin taşınmaz satımına ilişkin olması, ödenen meblağın büyüklüğü ve diğer hususlar göz önüne alındığında ibra sözleşmesine konu edilen borcun temeline inilmesi gerektiğini, taşınmaz satışı Türk hukukunda illi biçimde yapıldığından bu kıyasın ibra sözleşmesine de uygulanması gerektiğini, temelindeki işlem; borç kaynağı geçersiz olduğu için o borcun ibra sözleşmesine konu edilmemesi, ibra sözleşmesinin geçersiz sayılmasını gerektirdiğini, İlk derece mahkemesi davalı tarafın müvekkiline yönelik aşırı yararlanma şeklinde somut bir eylemi tespit edilemediği şeklinde tespiti olmuşsa da müvekkilinin taraflar arasındaki sözleşmenin ifa edilemeyeceği noktasında görüşmelerden sonra kendisine ödenen kaporanın önce iade edileceği ifade edilmiş, sonraki aşamada ise davalı taraf zarara uğradıkları iddiası ile ve yine hukuki ayıplı söz konusu taşınmazı başka kişiye satamadıklarından kaporayı müvekkiline iade etmekten kaçındıklarını, müvekkilinin 500.000,00-TL tutarında alacağını ibra etme gibi bir niyeti ve iradesi bulunmadığını, davalı yetkilisi ile ibra sözleşmesini imzalamadan önce mail ile uyuşmazlık konusu olaya ilişkin iradesini ortaya koyduğunu, davalı yanın işbu maili kabul etmediklerine dair itiraz ve savunmaları bulunmadığını, müvekkiline yapılan kısmi ödemenin esasen davalının kötüniyetli bir davranışı olduğunu, mahkemece hukuki argümanlarının yeterince değerlendirilmediğini, somut olayın irdelenmediğini, müvekkilinin davalı tarafa ilettiği ve davalı tarafça da inkar edilmeyen mailinde kaporanın kendisine tam iadesinin istendiği belirtilmesine karşın ortada makul sebep olmamasına rağmen 500.000,00-TL’den neden vazgeçmiş olacağının tartışılmadığını, davalı tarafın 500.000,00-TL’yi kabul etmediği takdirde eline hiçbir şey geçmeyeceği noktasında baskı yaptığını, kapora bedeli olan 1.000.000,00-TL’nin elinde olmasından kaynaklı psikolojik olarak müvekkilini sindirdiğini, müvekkilinin bu durumundan yararlanan davalının müvekkili aleyhine sebepsiz ve aşırı zenginleştiğini ileri sürerek kararın kaldırılmasını talep ve istinaf etmiştir. Dava, geçersiz sözleşme sonucu verilen bakiye kaparo bedelinin iadesi talebine ilişkindir. Harici taşınmaz sözleşmesi nedeniyle geçersiz sözleşme gereği davacının ödediği kapora bedelini geri alma hakkı bulunmakta isede; somut olayda taraflar arasında taşınmazın satışı konusunda adi sözleşme yapıldığı ,sözleşme gereği davacı tarafından 1.000.000,00 TL ödeme yapıldığı, sözleşmede ” herhangi bir sebepten ötürü anlaşma sağlanamaz ise ilgili tutar satıcı hesaplarına gelir kaydedilecektir” şeklinde düzenleme olduğu, tapu devrinin yapılmadığı, taraflar arasında 28.09.2020 tarihinde “anlaşma” başlıklı sunulan belgede “Her ne kadar taraflar arasındaki Gayrimenkul Alım Satım Protokolünün 3.maddesinde “Herhangi bir sebepten ötürü anlaşma sağlanamaz ise ilgili tutar satıcı hesaplarına gelir kaydedilecektir.” denilmişse de taraflar, alıcı tarafından satıcıya ödenen 1.000.000TL kaporanın 500.000TL ‘sinin satıcıda kalması, 500.000,00 TL’sinin alıcıya iade edilmesi konusunda” anlaşmaya varıldığı görülmekle,taraflarca imzalanan ve karşılıklı ibra beyanlarını belirten bu anlaşma gereğince 500.000 TL konusunda tarafların ibralaştıkları kabul edilmelidir. İbraname Borçlar Hukukunda borçların sukutu sebeplerinden biri olup davacı ve davalı arasında imzalanan ve davacının imzasını inkar etmediği 28/09/2020 tarihli sözleşmede belirtildiği üzere ,alıcı tarafından satıcıya ödenen 1.000.000,00TL kaporanın 500.000,00TL ‘sinin satıcıda kalması, 500.000,00 TL’sinin alıcıya iade edilmesi konusunda” anlaşmaya varılması sebebiyle ,davaya konu 500.000,00 sebebiyle tarafların birbirlerinden herhangi bir hak ve alacağı kalmadığı,bu beyanın aynı zamanda bir ibraname niteliğinde olduğu, taraflar arasındaki 500.000,00 TL tutar yönünden borcu sona erdiren bir işlem olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Bu itibarla, ilk derece mahkemesince verilen kararın mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesi bakımından usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmamasına göre, davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmiştir.
K A R A R: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddine, Alınması gereken 179,90 TL karar ve ilam harcından, peşin alınan 80,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 99,20 TL’nin davacıdan alınarak hazineye irat kaydına, İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, İstinaf sebebiyle yatırılan gider avansı bakiyesi varsa karar kesin olmakla istinaf edene ilk derece mahkemesince iadesine, Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK 362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 09/02/2023
KARŞI OY Dava, geçersiz sözleşme sonucu verilen kaparo bedelinin iadesi talebine ilişkindir. İstinafa gelen uyuşmazlık ise taraflar arasında yapılan ibra sözleşmesinin geçerli olup olmadığı noktasındadır. Somut olayda taraflar arasında adi yazılı şekilde taşınmazı satışı konusunda sözleşme yapıldığı sözleşme gereği davacı tarafından 1.000.000,00 TL ödeme yapıldığı, sözleşmede ” herhangi bir sebepten ötürü anlaşma sağlanamaz ise ilgili tutar satıcı hesaplarına gelir kaydedilecektir” şeklinde düzenleme olduğu, tapu devrinin yapılmadığı, taraflar arasında 28.09.2020 tarihinde “anlaşma” başlıklı sunulan belgede “Her ne kadar taraflar arasındaki Gayrimenkul Alım Satım Protokolü’nün3.maddesinde “Herhangi bir sebepten ötürü anlaşma sağlanamaz ise ilgili tutar satıcı hesaplarına gelir kaydedilecektir.” denilmişse de taraflar, alıcı tarafından satıcıya ödenen 1.000.000TL kaporanın 500.000TL ‘sinin satıcıda kalması, 500.000,00 TL’sinin alıcıya iade edilmesi konusunda” anlaşmaya varıldığı hususlarında ihtilaf yoktur. Yasa koyucu, borç doğuran akitlerin kapsamını belirlemede sözleşme serbestisi ilkesini benimsemekle birlikte, bunun sınırlarını emredici kurallara, ahlaka (adaba) ya da kamu düzenine veya kişisel haklara aykırı bulunmama olarak belirlemiştir. Aynı zamanda, TBK’nın 27 (BK 20). Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu, sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olmasının, diğerlerinin geçerliliğini etkilemeyeceği, ancak bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamının kesin olarak hükümsüz olacağı belirtilmiştir. Gerçekten, hükümsüz olup, geçerli hale getirilemeyen işlemler batıl olup; resen nazara alınır. Yenilik doğurucu bir dava biçiminde butlan davası açmak zorunlu değildir. Butlanı dermeyan eden kişi davacının o konuda bir hakkının mevcut olduğunu kabul etmiyor demektir. Butlan niteliği itibariyle mutlak sonuç doğurur. Keza butlan, akdin bir bölümüne ilişkin de olabilir. Emredici hukuk kuralları, uyulması zorunlu kurallardır. Yasaya aykırılık durumu, özellikle cezayı gerektiriyorsa, borçlu tarafından taahhüt edilen hareket tarzı batıl olur. Ahlak ve adaba aykırılıkta amaçlanan sosyal ve ekonomik ahlaktır. Hatta ahlak ve adaba aykırı sonuç doğuran ya da kolaylaştıran borçlandırıcı akitler de batıl sayılmalıdır. Ayrıca kişisel veya ekonomik hürriyeti kabul edilmez derecede ya da olağanüstü bir biçimde sınırlayan sözleşmeler ahlak ve adaba aykırı düşer. Sözleşmeye bağlanan sınırlamalar, borçlunun kişilik ve bekası için zorunlu olan koşulları olağanüstü şekilde tehlikeye düşürmemeli, onun için katlanılamaz ve çökertici bir düzeye gelmemelidir. Yoksa kişi ekonomik özgürlüğünü yitirir ve alacaklının mutlak iradesine tabi duruma gelir. Onun için yasa birçok özel hükümle borçlunun tahammül edilemeyecek borçlarını tenzil ve refedilmesine izin vermiştir.(YARGITAY 11. Hukuk Dairesi 2016/2200 E- 2017/4078) Davacı, davalının yalan beyanlarını görüp, satış işleminin gerçekleşmemesi ve akabinde davalının hal ve tavırları karşısında alacağını tahsil edememe psikolojisiyle korktuğu için ibraya ilişkin anlaşmayı imzaladığını ileri sürmektedir. Taraflarca yapılan ilk sözleşmenin tapulu taşınmaz satışına ilişkin olup geçersiz olduğu açıktır. Geçersiz sözleşmelerdeki cezai şarta ilişkin hükümler de geçersizdir. Somut olayda ilk sözleşmede satışın herhangi bir nedenle gerçekleşmemesi halinde ödenen satış bedelinin davalı-satıcı lehine gelir kaydedileceğine ilişkin düzenleme bulunduğu, davalı tarafça sureti dosyaya sunulan ve içeriğine itiraz edilmeyen yazışma örneğinden tarafların ibraya ilişkin sözleşme öncesinde davalı satıcının zarara uğradığı iddiası ve sözleşme hükmü nedeniyle ödenen kaparonunu iade edilmeyeceğine inandırılması sonucu ibra sözleşmesinin imzalandığı, davacının iadesini talep edebileceği tutar ile ibrada anlaşılan tutar arasında aşırı nispetsizlik bulunduğu, edimler arasında aşırı nispetsizlik bulunan sözleşmelerin ahlaka ve dürüstlük kuralına aykırı olduğu gözetildiğinde mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun değildir. Açıklanan nedenlerle, davacının istinaf isteminin kabulüyle HMK’nın 353/1-b.2 maddesi gereğince kararın kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği hukuki ve vicdani kanaatinde olmam nedeniyle sayın çoğunluğun gerekçe ve görüşüne katılmamaktayım. 09/02/2023