Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2020/405 E. 2020/1361 K. 05.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2020/405
KARAR NO: 2020/1361
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 12/09/2019
NUMARASI: 2019/37 E – 2019/2 K
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit
KARAR TARİHİ: 05/11/2020
Yukarıda tarafları ve konusu yazılı bulunan dava ile ilgili olarak, ilk derece mahkemesince verilen kararın istinaf edilmesi sebebiyle , dava dosyası üzerinde yapılan inceleme sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı dava dilekçesinde özetle; davacı yaklaşık 1.5 yıl Cezayir de bir Türk inşaat firmasından arkadaşı … ile inşaat taşeronluk işini aldığını, işin yapılabilmesi için sermaye getirebilecek bir ortağa ihtiyacı olduğunu, … isimli şahsın bu işe sermaye ortağı olarak katıldığını, Cezayir de … inşaat adında bir firma kurulduğunu, ana firma ile sözleşme imzalanıp işe başlanıldığını, … ile Cezayir de 4 ay beraber süreçten sonra inşaat işinden ilk hakedişlerini aldıklarını, bundan sonra olayların daha kötüye gittiğini, ilk hakedişte gelen paranın yaklaşık 33.000,00-TL’sini Türkiye’ye havale ettiğini, bunun da malzemecilere borçlanmalarına sebep olduğunu, Cezayirli %51 firma ortağı üzerilerinde kurmaya çalıştığını, biriken devlet borçlarını yasa olarak zora soktuğunu, …’ın Cezayir’e dönmemesi ve sorumluluktan uzak kalması sonucu Cezayirli firma ortağı onu hukuksal yollara başvurarak firmadan çıkardığını, ve İstanbul’a döndüğünde … ile bir araya geldiğini, burada …’ın senet imzalatmak istediğini, imzalamazsa tefecileri çağıracağı tehdit dilini kullandığını, davacının senetleri imzalamaya mecbur kaldığını, borcu olmadığı halde baskı altında imzaladığı senetlerle ilgili Mahkeme sonuçlanıncaya kadar icra takibinin yapılmamasına karar verilmesini, senet tarihlerinin 15/09/2019 ve 15/10/2019 olduğunu, her birinin 50.000,00-TL bedelli olduğunu, davalının kötü niyetli olması nedeniyle %40’tan aşağı olmamak üzere tazminata hükmedilmesini, mahkeme masraflarının davalıya yükletilmesine hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda karar verildiğinden davalı tarafça dosyaya cevap dilekçesi sunulmamıştır. İlk Derece Mahkemesi tarafından dosya üzerine yapılan inceleme sonunda tensiben; “menfi tespite konu olan asıl uyuşmazlığın temeli bir miktar para alacağına ilişkin anlaşmazlığa dayanmaktadır. 6102 Sayılı TTK’nin 5. maddesine eklenen 5/A maddesi de arabuluculuğa tabi ticari davaların bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davaları olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle, bu davaların türü itibariyle arabuluculuğa gidilmesi zorunludur. Bunu göre dava açılmadan önce zorunlu arabuluculuğa başvurulmuş olması 7155 sayılı Kanun’un 20. Maddesiyle TTK’ye eklenen 5/A ve HMK’nın 114/2. Maddeleri uyarınca dava şartıdır. 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesinin 2. Bendinin son cümlesi uyarınca davacının İİK’nin 72/3. Maddesi gereği istediği ihtiyati tedbir kararı bu aşamada verilemeyeceğinden davanın, dava şartı yokluğu nedeniyle bir an önce sonlandırılması davacı tarafın da lehine olduğu ” gerekçesiyle TTK’nin 5/A, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesinin 2. bendinin son cümlesi, HMK’nin 114/(2) ve 115. maddeleri uyarınca arabulucuya başvurulmadan dava açılmasına ilişkin dava şartı noksanlığından usulden reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı istinaf başvurusunda özetle; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi’nin 21/03/2019 tarih, 2019/521 Esas, 2019/423 Karar sayılı ilâmında “ticari dava niteliğindeki menfi tespit davalarının açılabilmesi için arabulucuya başvurma zorunluluğu bulunmadığı” emsal kararı nedeniyle kararın kaldırılmasını istemiştir. Dava, borcu olmadığı halde baskı altında ve tehditle imzalatılan senetler nedeniyle menfi tespit istemine ilişkindir. Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır. Menfi tespit davası İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir. Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir. Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır. Borçlu belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Bu halde borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır. Arabuluculuk hükümleri yönünden yapılan değerlendirmede ise; 06/12/2018 tarih ve 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle TTK’ya eklenen 5/A maddesi uyarınca, “(1) Bu Kanunun 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi uyarınca; “(1) İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır. (2)Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” Somut davadaki gibi, tacirler arasındaki, bir miktar para borcundan, borçlu olmadığına dair, ticari dava niteliğindeki menfi tespit davalarında, 7155 sayılı Kanun ile TTK’ya eklenen 5/A madde uyarınca, kanunun amaçsal yorumuna göre, parasal bir uyuşmazlık söz konusu olduğundan, gerek iş davalarındaki zorunlu arabuluculuk düzenlemesindeki kanun gerekçelerindeki benzerlikler, gerekse kanun koyucunun, bu tür parasal uyuşmazlığa dair ticari nitelikteki menfi tespit davalarını da kapsama alma arzusunda olduğuna ilişkin doktrin görüşleri karşısında, ticari dava türündeki menfi tespit davasının zorunlu arabuluculuğa tabi olduğu kabul edilmelidir. Kaldı ki, aksinin kabulü halinde, dava şartına tabi olmadığı düşünülerek açılan Menfi Tespit davası sırasında, para borcu ödenmek zorunda kalınırsa, davanın kendiliğinden istirdat davasına dönüşebileceği de düşünüldüğünde, o takdirde, yasa koyucunun düzenlemesindeki gibi bir para alacağı söz konusu olacak, ancak, dava şartı arabuluculuğa tabi olmaksızın sonuçlandırılması hali gündeme gelecektir ki yasa koyucunun amacının bu olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yasal düzenlemede, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında arabuluculuk zorunlu hale getirilirken, dava tipi olarak bir sınırlandırma yapılmadığı, taleplerden söz edildiği de dikkate alındığında Ticari Menfi Tesbit davasının da zorunlu arabuluculuk kapsamında olduğu kabul edilmelidir. Yüksek Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 10/02/2020 tarih ve 2019/3048 Esas – 2020/1093 Karar sayılı ilamında da menfi tespit davasında dava konusunun bir miktar alacağa ilişkin olduğu açık olup 7155 sayılı Yasa’nın 20. maddesi ile TTK’nrn 5. maddesine eklenen 5/A maddesi kapsamında menfi tespit davasında arabulucuya başvurmanın dava şartı olduğu vurgulanmıştır. O halde; izah edilen nedenler ve mahkemenin gerekçesine göre de, arabulucuya başvurmak dava şartı olarak kabul edildiğinden TTK’nın 5/A ve 6325 SK’nun 18/A maddesi 2.bendi son cümlesi uyarınca, arabulucuya başvurulmadan dava açılamayacağından dava şartı yokluğundan davanın reddine ilişkin kararda isabetsizlik görülmemiştir. Bu itibarla, ilk derece mahkemesince verilen kararın mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesi bakımından usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmamasına göre, davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmiştir.
K A R A R: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddine, Alınması gereken 54,40 TL karar ve ilam harcından, peşin alınan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 10,00 TL’nin istinaf eden davacıdan alınarak hazineye irat kaydına, İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK 362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi. İstinaf sebebiyle yatırılan gider avansı bakiyesi varsa karar kesinleştiğinde istinaf edene ilk derece mahkemesince iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.05/11/2020