Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2018/3111 E. 2020/1965 K. 22.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2018/3111
KARAR NO : 2020/1965
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27/06/2018
NUMARASI : 2015/742 E – 2018/652 K
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali
KARAR TARİHİ: 22/12/2020
Yukarıda tarafları ve konusu yazılı bulunan dava ile ilgili olarak, ilk derece mahkemesince verilen kararın istinaf edilmesi sebebiyle, dava dosyası üzerinde yapılan inceleme sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesi ile , tarafların aralarında , davalının sahibi olduğu … adlı iş yeri üzerinde ortaklık kurulmasına ilişkin 01.04.2013 tarihinde sözleşme yaptıklarını, bu sözleşmeye göre müvekkilinin adı geçen işyerinde 41.000,00 TL sermaye koyarak kar ortaklığı ile başlayacağının belirlendiği, bu sözleşme hükümlerine göre ortakların maaşları, işyerinde bulunan aletlerin arızalanması halinde sorumluluk, sosyal güvenliğe ilişkin şartlar, sözleşme süresi ve karın paylaşılmasına ilişkin usullerin düzenlendiği ve davacının iş yerinde 1.500,00 TL ücret ile çalışmaya başladığını, 6-7 aylık süreçte müvekkilinin davalıdan maaşlarına mahsuben 2.435,00 TL alabildiğini, bunun 285,00 TL’sinin iş yerinde masraf olarak kullanıldığını, ancak davalı ile ortaklıklarının maaşların da ödenmemesi üzerine sonlandığını, kendisinin iş yerinden kovulduğunu, Gaziosmanpaşa …. İcra Müd. … sayılı dosyası ile takip başlatıldığını, takibe borçlu tarafından haksız olarak itiraz edildiğini beyanla , itirazın iptaline, takibin devamına, %20 icra inkar tazminatına karar verilmesi talep ve dava olunmuştur.Davalı vekili cevabında, davacının ortaklığa koyduğu sermayesini geri istediğini, davacının bu miktarı hiçbir zaman müvekkiline teslim etmediğini, elinde ödeme makbuzu olmadığını ve bu kadar parasının olmasının da mümkün bulunmadığını zira 10.000,00 TL ödeyeceğini daha önce ifade ettiği iş yerine 4 gün gibi kısa bir süre geldiğini ve çalışmayıp işi sahiplenmediği, bu nedenle ortaklığın da yürümediğini, geçerliliği olmayan imzalanmamış belgeleri kabul etmediklerini beyanla, davanın reddine karar verilmesi istenilmiştir.Mahkemece, taraflar arasında adi sözleşmenin bulunduğu ortaklık sözleşmesinin tacirler yönünden yazılı olarak usulüne uygun kayıtlara işlenecek şekilde yapılması gerektiği, ancak davacının bu yönden bir dayanağının bulunmayıp takibe konu bedeli davalıya ödediğine dair de herhangi bir dayanağın yer almadığı, delilin bulunmadığı, alacağının tahsili için herhangi bir ihtar ya da ihbarının dosyada yer almadığı, yazılı bir belge sunamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Kararı istinaf eden davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın reddine ilişkin verilen mahkeme kararının gerekçesinde taraflar arasında adi sözleşmenin bulunduğu kabul edildiği, fakat talep edilen alacağın teslim edildiğine dair bir kayıt sunamadıklarından bahisle davanın reddedildiği, ancak, uyuşmazlığın çözümünde asıl belge niteliği taşıyan 01.04.2013 tarihli sözleşme başlıklı metin incelenmeksizin ve okunmaksızın karar verildiği, oysa taraflar arasında imzalanan 01.04.2013 tarihli sözleşmenin başlangıç kısmında “Kâr ortağı olarak … 1 Nisan 2013 tarih itibariyle adı geçen işyerine 41.000,00 TL sermaye koyarak kâr ortağı olarak işe başlamıştır” şeklinde bir maddenin bulunduğu,dosyaya sunulan bilirkişi raporunun aksine karar verilirken neden rapora itibar edilmediğinin gerekçeli kararda belirtilmediği, dosyaya sunulan sözleşmede davalı tarafından 41.000,00 TL alındığı açıkça beyan edilmesine rağmen bu paranın nasıl temin edildiğinin hiçbir öneminin de bulunmadığı ileri sürülmüştür….nun 355. maddesi uyarınca, ileri sürülen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda; Adi ortaklık sözleşmesinin yazılı olarak yapılma zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, ispatının yasıl deliller ile yapılması gereklidir. Davacı taraf dosyaya 01.04.2013 tarihli sözleşme başlıklı metin ibraz etmiştir.İncelendiğinde, altında davacı ve davalı isim ve imzalarının bulunduğu görülmüştür. Bu belge altındaki imza, davalı tarafça inkar edilmemektedir.Sözkonusu belgede ,”Kâr ortağı olarak … 1 Nisan 2013 tarih itibariyle adı geçen işyerine 41.000,00 TL sermaye koyarak kâr ortağı olarak işe başlamıştır” şeklindeki maddeye göre, davacının ortaklığa giriş sermayesini ödediği anlaşılmaktadır.Davalı vekili cevap dilekçesinde ,…” müvekkil ile davacı taraf arasında yapılan sözleşme uyarınca davacı ortaklığa 41.000TL sermaye koyacaktır. Fakat davacı bu miktarı hiçbir zaman getirip müvekkile teslim etmemiştir. Elinde makbuz veya banka ödemesi de yoktur.” şeklinde beyanda bulunmuştur.Sözleşmedeki imzaya itiraz edilmemiştir.Bu durumda, mahkemenin ” taraflar arasında adi ortaklık sözleşmenin bulunduğu ortaklık sözleşmesinin tacirler yönünden yazılı olarak usulüne uygun kayıtlara işlenecek şekilde yapılması gerektiği, ancak davacının bu yönden bir dayanağının bulunmayıp” şeklindeki gerekçesi dayanaksızdır.Dosyadaki bilgi ve belgelere göre ,taraflar arasında bir adi ortaklık kurulduğu ve bir süre devam ettiği anlaşılmaktadır. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi tarafından yerleşik uygulamasına göre; bir ortak tarafından adi ortaklığa ilişkin olan sermaye payının istenmesi aynı zamanda ortaklığın fesih ve tasfiyesini de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır.Bu durumda, mahkemece; 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, Türk Borçlar Kanununun 642.madde ve devamı hükümlerine göre tasfiye işlemi gerçekleştirilmelidir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir. Adi ortaklık ilişkisi, TBK’nun 639.maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer. Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir. Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla, tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilanço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır.Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; “Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri gözönünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır. Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.”Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise ” Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır. Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.” hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır. (Türk Borçlar Kanunun 642. maddesi)Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623.maddesine göre de; “Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir. Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder. Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.” hükmünü ihtiva etmektedir.Mahkemece, yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak re’sen atamak olmalıdır.Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi (TMK’nın 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallr mevcut değilse değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK’nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır. O halde mahkemece; uyuşmazlığın yukarıda açıklanan ve maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözümlenmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygu değildir.Açıklanan nedenlerle; davalının istinaf başvurusunun kabulü ile kararın HMK 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
K A R A R : Yukarıda açıklanan nedenlerle;Davacının istinaf başvurusunun kabulü ile, kararın, HMK 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasıyla, yeniden yargılama yapılıp bir karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine,Peşin alınan istinaf karar harcının istinaf edene isteği halinde iadesine,İstinaf sebebiyle yatırılan gider avansı bakiyesi varsa karar kesin olmakla istinaf edene ilk derece mahkemesince iadesine,Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 22/12/2020