Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi 2023/2226 E. 2023/1728 K. 28.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
18. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2023/2226
KARAR NO: 2023/1728
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 25/07/2023 ( Ara Karar )
NUMARASI: 2023/401 Esas
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali ( Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan )
KARAR TARİHİ: 28/09/2023
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasında; kararda yazılı nedenlerden dolayı ihtiyati tedbir isteminin reddine yönelik verilen karara karşı davacı ve davalı vekilleri tarafından süresinde istinaf yoluna başvurulduğundan, dosyanın tevdi edildiği Dairemiz Üye Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra, yapılan müzakerede de ön inceleme ve usule ilişkin eksikliğin bulunmadığının anlaşılması üzerine, işin esasına geçilmek suretiyle dosya üzerinden heyetçe yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin ödünç sözleşmesi gereği borçlulardan … Dış Ticaret A.Ş’ye ticari hayatını sürdürebilmesi için ödünç para verdiğini, Müvekkilinin, iş bu borca karşılık keşidecisi … A.Ş olan, lehtar … (ayrıca … A.Ş’nin sahibi) adına düzenlenen, 2.250.000 TL bedelli, düzenleme tarihi 28.12.2022 olan, avali … olan çeki ciro yolu ile devraldığını, Müvekkilinin borçlu ve borçlunun eşi olan aval ile samimi dostlukları olduğu ve borçlu …’un ticari hayatı sekteye uğramaması saiki ile çeki süresinde bankaya ibraz etmediğini, borçluların ödemesini beklediğini, Borçlu ve aval olan borçlunun eşi müvekkilini oyalayıp zaman kazandığını, böylece ibraz süresinin kaçırılmasını sağladığını, borçlu ve aval ödeme yapmayınca İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. Numarası ile ilamsız icra takibi başlatıldığını, daha sonrasında her iki borçlu da takibe itiraz etiklerini, davalıların haksız ve kötü niyetli itirazlarının davaya konu borcu geciktirmek ve ödememek adına yaptığından, davalıların mal kaçırma ihtimaline binaen müvekkilinin dava sonunda alacağına kavuşamaması son derece yüksek olduğunu belirterek davalıların taşınır ve taşınmaz malları üzerine asıl alacak miktarı kadar Teminat karşılığı ihtiyati haciz konulmasını, mümkün olmaması durumunda ”davalıdır” şerhi işlenmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; dava görevsiz mahkemede açılmış olduğunu, görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğunu, davaya konu edilen alacağın varlığına itiraz ettiklerini aynı zamanda alacak zamanaşımına uğradığını, süresinde ibraz edilmeyen çek kambiyo senedi vasfını yitirmiş olduğunu, avaliste başvuru hakkı bulunmadığını, müvekkil’in davacıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davaya ve icra takibine konu olan belgenin kambiyo senedi vasfı bulunmadığını, taraflar arasındaki temel ilişkinin mevcudiyetini ve bu temel ilişkiden dolayı alacaklı olduğunu, davacı ispat yükü altında olduğunu, davacı taraf, işbu hukuki ilişkiyi ispat edebilecek herhangi bir belgeyi dosyaya ibraz edemediğini, senetle ispat kuralını aşan nitelikteki taleplerini herhangi bir yazılı belgeye dayandıramadığını, davacı, davaya konu icra takibinde kambiyo senedi vasfına haiz olmayan senetten kaynaklanan alacak olarak 2.250.000-tl’yi takibe koyduğunu, öncelikle davacı ile müvekkili arasında herhangi bir temel ilişki mevcut bulunmadığını, davacının, diğer davalı şirket’e 2.250.000-tl ödünç para vermiş olduğunu ve senedin temelde ödünç sözleşmesine dayandığına ilişkin iddiası gerçek dışı olduğunu, davacı birine ödünç para vermişse bu kişinin … olması gerektiğini, ödünç veren olduğunu iddia eden davacı, belgenin emrine düzenlendiği lehtar da olmadığını, belge bedeli kadar diğer davalı şirket’in davacıdan ödünç aldığı iddiası gerçek dışı olduğunu, diğer davalı şirket ile … arasında ticari ilişki mevcut olduğunu, müvekkilinin hamile yönelik herhangi bir ödeme yükümlülüğü bulunmadığını, dava dışı …, tapuda kendi adına kayıtlı olan istanbul ili, beylikdüzü ilçesi, … mahallesi, … ada … parselde kayıtlı taşınmaz üzerindeki … numaralı bağımsız bölümünü davacıya tapuda düşük bir satış bedeli göstermek suretiyle devrettiğini, bu taşınmazın mevcut piyasa değerinin yaklaşık 3.000.000-tl olduğunu, gerek diğer davalı şirket’e iletilen ödemeler, gerekse de …’a iletilen ödemelerin tümünün karşılığı olarak bu taşınmaz devredildiğini ve davacı’nın hiçbir alacağı kalmadığını, buna mukabil elindeki belgeyi iade etmeyen davacının, onu da icraya koymak suretiyle kötüniyetli ve sebepsiz zenginleşme gayesi ile hareket ettiğini, davacı hem kambiyo senedi vasfına haiz olmayan çeke karşılık taşınmazın kendisine devrini kabul ettiğini, hem de diğer davalı şirket’in ısrarlı taleplerine rağmen senedi iade etmediğini ve bedelsiz senedi takibe koyarak mükerrer tahsilat yollarına giriştiğini, müvekkilinin davacıya herhangi bir borcu bulunmadığını, dava dışı …, tapuda kendi adına kayıtlı olan istanbul ili, beylikdüzü ilçesi, … mahallesi, … ada … parselde kayıtlı taşınmaz üzerindeki … numaralı bağımsız bölümünü diğer davalı şirket’e iletilen ödemelerin karşılığı olarak davacıya devrettiğini, taşınmaz halihazırda davacı … adına kayıtlı olduğunu, ancak davacının taşınmazı üçüncü kişilere devretmeye çalıştığını, dava süresince taşınmazın üçüncü kişilere devredilmesi halinde işbu huzurdaki uyuşmazlığın çözümünün engelleyeceğini, taşınmazın dava süresince el değiştirmesi halinde müvekkili yönünden telafisi güç zararlar doğacağını belirterek dava kesinleşinceye kadar dava konusu edilen taşınmazın üçüncü kişiye devrini önler nitelikte teminatsız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Davalı … Dış Ticaret AŞ vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın görevsiz mahkemede açılmış olduğunu, görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğunu, icra takibi ve dava yetkisiz mahkemede açılmış olduğunu, yetkili yer İstanbul bakırköy adliyesi olduğunu, icra takibine konu edilen belgenin, kambiyo senedi vasfı bulunmadığını, taraflar arasında hukuki bir ilişki olduğu davacı tarafından ispat edilemediğini, müvekkili şirketin davacıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davacı, davaya konu icra takibinde kambiyo senedi vasfına haiz olmayan senetten kaynaklanan alacak olarak 2.250.000-tl’yi takibe koyduğunu ancak davacının müvekkili şirket’e 2.250.000-tl ödünç para vermiş olduğunu ve senedin temelde ödünç sözleşmesine dayandığına ilişkin iddiasının gerçek dışı olduğunu, ciro silsilesi uyarınca eğer davacı birine ödünç para vermişse bu kişinin … olması gerektiğini, ayrıca ödünç veren olduğunu iddia eden davacı, belgenin emrine düzenlendiği lehtar da olmadığını, belge bedeli kadar müvekkili şirket’in davacıdan ödünç aldığı iddiası gerçek dışı olduğunu, müvekkili şirket ile … arasında ticari ilişki mevcut olduğunu, müvekkili şirket’in hamile yönelik herhangi bir ödeme yükümlülüğü bulunmadığını, dava dışı … tapuda kendi adına kayıtlı olan istanbul ili, beylikdüzü ilçesi, … mahallesi, … ada … parselde kayıtlı taşınmaz üzerindeki … numaralı bağımsız bölümünü davacıya tapuda düşük bir satış bedeli göstermek suretiyle devrettiğini, bu taşınmazın mevcut piyasa değerinin yaklaşık 3.000.000-tl olduğunu, gerek müvekkili şirket’e iletilen ödemeler, gerekse de …’a iletilen ödemelerin tümünün karşılığı olarak bu taşınmaz devredildiğini, ve davacı’nın hiçbir alacağı kalmadığını, buna mukabil elindeki belgeyi iade etmeyen davacının icraya koymak suretiyle kötüniyetli ve sebepsiz zenginleşme gayesi ile hareket ettiğini, dava dışı …, tapuda kendi adına kayıtlı olan istanbul ili, beylikdüzü ilçesi, … mahallesi, … ada … parselde kayıtlı taşınmaz üzerindeki … numaralı bağımsız bölümünü müvekkili şirket’e iletilen ödemelerin karşılığı olarak davacıya devrettiğini, taşınmaz halihazırda davacı … adına kayıtlı olmakla davacı taşınmazı üçüncü kişilere devretmeye çalıştığını, taşınmazın dava süresince el değiştirmesi halinde müvekkili şirket yönünden telafisi güç zararlar doğacağını belirterek dava kesinleşinceye kadar dava konusu edilen taşınmazın üçüncü kişiye devrini önler nitelikte teminatsız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; ” ..Davacı vekilinin ihtiyati haciz talebi ile, Davalılar … ve … Dış Ticaret Aş’nin ihtiyati tedbir isteminin reddine,.. ” karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekili ve davalılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesindeki savunmalarını tekrarla, davaya konu çekin bankaya ibrazının gerçekleşmemiş olması ihtiyati haciz kararı verilmesine engel olmadığını, kaldı ki davalılardan …’in, ihtiyati haciz red kararından sonra iki taşınmazını kardeşine devrettiği durumu karşısında; mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Davalılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesindeki savunmalarını tekrarla, görev itirazı ile kendileri tarafından talep edilen ihtiyati tedbir taleplerinin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına ilişkin istinaf talebinde bulunmuştur.Dava; kambiyo senedi vasfını yitiren çekle ilgili ihtiyati haciz istemine ilişkin olup, mahkemece ihtiyati haciz talebinin ve davalıların ihtiyati tedbir taleplerinin reddine karar verilmiş, talepte bulunan vekillerince karara karşı süresinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. 6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile değişik TTK’nın 5/1. maddesinde, aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın, asliye ticaret mahkemesinin tüm ticarî davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olduğu belirtilmiştir. Buna göre, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki hukuki ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil görev ilişkisidir. Bu nedenle, asliye ticaret mahkemesinin bakması gereken davalarda, asliye hukuk mahkemesi görevli sayılamaz. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınır. Bu kuralın tek istisnası, 6335 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı TTK’nun 5/4. maddesinde düzenlenmiş olup yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez.6102 sayılı TTK m. 4 hükmünde, bir davanın ticarî dava niteliğinde olup olmadığının tespiti bakımından üç ayrı kıstas kabul edilmiştir: (i) Bunlardan ilki, tarafların sıfatına ve işin ticarî işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ve başka hiçbir şart aranmaksızın TTK veya diğer kanunlarda ticarî sayılan davalardır (mutlak ticarî davalar). Mutlak ticarî davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticarî niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalardan olup; TTK m. 4/1 hükmünde (a) ilâ (f) bentlerinde sayılmıştır. (ii) İkincisi ise, yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalardır. TTK m. 4/1-son cümle hükmü uyarınca ikinci grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia (saklama) sözleşmesi ile fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalardır. Bu nevi davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da gerekli ve yeterli görülmüştür. (iii) Üçüncü grup ise, nispî ticarî davalar olup, TTK m. 4/1 hükmü uyarınca her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi, hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir. TTK m. 19/2 hükmü uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş niteliğindeki bir sözleşmenin diğer taraf için de ticarî sayılması, davanın niteliğini ticarî hale getirmeyecektir. Zira TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı “ticarî iş” esasına göre değil, “ticarî işletme” esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticarî nitelikte olması tek başına davayı ticarî dava haline getirmez. Öte yandan, 507 sayılı Kanun’un 2. maddesinde ”İster gezici olsun ister bir dükkan veya bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar ticari sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer ve gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen, ayni niteliğe (sermaye unsuru olsun olmasına) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve ihtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve küçük sanat sahipleriyle bunların yanında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin 1. maddede belirtilen amaçlarla kuracakları dernekler bu kanun hükümlerine tabidir” denilmektedir. 507 sayılı Kanun, 21/06/2005 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5362 Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 76. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve maddenin 2. cümlesi ile diğer yasaların 507 sayılı Yasaya yaptıkları atıfların 5362 sayılı yasaya yapılmış sayılacağı belirtilmiştir. Yeni yasal düzenlemede esnaf ve sanatkar tanımı değiştirilmiş olup Yasa’nın 3. maddesine göre esnaf ve sanatkar, ister gezici ister sabit bir mekanda bulunsun, Esnaf ve Sanatkar ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkar meslek kollarına dahil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseleri olarak belirtilmiştir. Diğer yandan, TTK’nın 12. maddesinde “Bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir. Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimse, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır. Bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olur.” hükmü ile anılan Yasa’nın 11. maddesinde “Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak kararnamede gösterilir.” düzenlemesi yine TTK’nin 15. maddesinde de “İster gezici olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri 11. maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişi esnaftır.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bir kimsenin Vergi Usul Kanunu’na göre esnaf sayılması, TTK yönünden de esnaf kabul edilmesini gerektirmez. Ticaret siciline ya da Oda’ya kayıtlı olmamak da tacir olmamanın kesin bir kanıtı olmadığı gibi, vergi mükellefi olup olmamak da tacir ve esnaf ayrımında kesin bir ölçüt olarak kabul edilemez.Mülga 6762 sayılı TTK’nın 1463. maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 18/06/2007 tarihinde kararlaştırılıp, 21/07/2007 tarih ve 26589 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 2007/12362 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında esnaf-tacir ayırımının nasıl yapılacağı belirlenmiştir. 6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10. maddesinde ticari işletmeler hakkında 6102 sayılı TTK’nın 11/2 madde ve fıkrasında öngörülen Bakanlar Kurulu kararı çıkarılıncaya kadar yürürlükte bulunan düzenlemelerin uygulanacağı belirtildiğinden Bakanlar Kurulu kararının uygulanmasına devam edilerek esnaf ve tacir ayrımının anılan kararda belirtilen kıstasların değerlendirilmesi suretiyle yapılması gerekecektir.Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece, davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla bakılarak, yargılamanın bu sıfatla sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Süresinde bankaya ibraz edilmemesi nedeniyle çekin kambiyo senedi vasfını yitirmesi durumunda hâmil, 6102 sayılı TTK m. 732 (mülga 6762 sayılı TTK m. 644) hükmüne dayalı olarak ya hakkında sebepsiz zenginleşme nedeniyle keşideci aleyhine ya da temel ilişkiye dayalı olarak kendi cirantası aleyhine alacak davası açabilir. Somut olayda ciranta olan davacı tarafça davalılar arasında temel ilişki söz konusu olup, davacı taraf aradaki temel ilişkiye dayalı olarak (kambiyo vasfını kaybeden çek) keşideci ve aval olan davalılar aleyhine takip yapma ve dava açma yolunu tercih etmiştir. Takip dayanağı belgelerden olan çekin yasal süre içinde muhatap bankaya ibraz edilmemesi nedeniyle kıymetli evrak vasfını kaybettiği, bu nedenle medeni usul hukuku anlamında yazılı delil başlangıcı niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümünde hakim kambiyo senetlerine ilişkin kuralları tartışmayacak, ibraz edilmediği için kambiyo senedi vasfını kaybetmiş belgeyi taraflar arasındaki sözleşmenin delili değerlendirerek bir sonuca varacaktır. Bu belirlemeye göre uyuşmazlığın münhasıran kıymetli evraka dayanmadığı ve davanın mutlak ticarî dava sayılamayacağı sonucuna varılmalıdır. Dava konusu uyuşmazlık, 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinde tahdidi olarak sayılan mutlak ticari davalardan değildir.Açıklanan nedenler göz önüne alınarak,ilk derece mahkemesince ihtiyati tedbir talebinin reddine ve ihtiyati haciz talebinin reddine ilişkin ara kararları usul ve yasaya uygun olduğundan davacı tarafın ve davalı tarafın istinaf istemi yerinde edğildir.ancak dava konusu uyuşmazlığın mahiyeti itibariyle Asliye Hukuk Mahkemesi görevli olabileceğinden ilk derece mahkemesince Asliye ticaret mahkemesinin görevli olup olmadığı değerlendirip görev kamu düzenine ilişkin olduğundan resen görevsizlik kararı verilmesinin gerekip gerekmediği hususunda karar verilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirmeler ile dava konusu uyuşmazlığa ilişkin yasal düzenlemeler doğrultusunda; dosyanın bulunduğu aşama itibariyle ihtiyati tedbir talep eden ve ihtiyati haciz talep eden tarafların istinaf başvurusunun HMK m.353/1-b-1 uyarınca esastan reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılmıştır.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1.HMK m. 353/1-b-1 gereğince davalı ve davacı vekillerinin istinaf başvurusunun ayrı ayrı esastan REDDİNE, 2.İstinaf incelemesinin duruşmasız yapılması nedeni ile AAÜT m. 2/2 hükmü uyarınca davalı lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 3.Alınması gereken harçlar peşin olarak yatırıldığından yeniden alınmasına yer olmadığına, 4.İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin HMK’nın 360 ıncı maddesi yollamasıyla, madde 323 uyarınca istinafı talep edenler üzerinde bırakılmasına, 5.Dosyanın ilk derece mahkemesine iadesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 28/09/2023 tarihinde, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.