Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi 2021/1492 E. 2021/1644 K. 23.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
18. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1492
KARAR NO: 2021/1644
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 15/12/2020
NUMARASI: 2014/1741 Esas, 2020/892 Karar
DAVANIN KONUSU: Tazminat
KARAR TARİHİ: 23/09/2021
Taraflar arasındaki tazminat davasında; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik verilen karara karşı davalı … A.Ş. vekili tarafından süresinde istinaf yoluna başvurulduğundan, dosya içeriğine göre incelemenin duruşmalı yapılmasına gerek görülmediğinden, dosyanın tevdi edildiği Dairemiz Üye Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra, yapılan müzakerede de ön inceleme ve usule ilişkin eksikliğin bulunmadığının anlaşılması üzerine, işin esasına geçilmek suretiyle dosya üzerinden heyetçe yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalılardan …’un Dr. ruhsatı ve çalışma izni olmadan kaçak olarak geceleri çocuk uzmanı olarak çalıştırıldığı diğer davalı … A.Ş hastanesinde, diğer davalı Prof. Dr. …’in bilgisi dahilinde çalışma odasını ve doktor kaşesini kullanmak suretiyle uyguladığı hatalı ve yanlış tedavi sonucu müvekkillerin küçük çocukları …’in ölümüne sebep olduklarını, tüp bebek yöntemiyle doğan çocuklarının 5 aylık oluncaya kadar sürekli olarak davalı hastaneye gündüz saatlerinde gidip düzenli sağlık kontrollerini yaptırılmış ve herhangi bir olumsuzlukla karşılaşılmadığını, ancak 12/10/2009 tarihinde çocukların rutin olarak yapılan karma aşılarını 11:00 sularında Aydınevler Sağlık ocağında yaptıran müvekkillerinin çocuklarını alıp eve döndüklerinde gece vaktinde müteveffa çocuğun aşırı derecede öksürdüğünü fark ettiklerini akabinde acil olarak davalı hastaneye gittiklerini, burada gece nöbetçi olarak kalan sözde çocuk hastalıkları uzmanı olduğu belirtilen ancak önceden hiç görmedikleri adının … olduğunu öğrendikleri ve aksanı bozuk konuşan doktorun hemşirelere çocuğa 2 adet iğne yapılmasını söylediğini, müvekkillerinin anılan doktora sabah saatlerinde çocuğa aşı yapıldığını iğnenin yapılmaması gerektiğini söylemelerine rağmen kişinin kendisinin doktur olduğunu ve kendisinin işi bildiğini beyan ederek tedaviyi uyguladığını, tedavi sonucunda çocuğun iyileştiğini söyleyerek müvekkillerini evine göndermiş olduğunu bu esnada verilen reçetenin üzerinde çocuğu muayene eden … isimli doktorun değil Prof. Dr. …’in kaşesinin basılmış olduğunu, iyileştiği söylenen çocuğun sabaha karşı kontrol edildiğinde hareketsiz yattığının görüldüğünü ve hemen aynı hastaneye götürülmüş ise de boğazındaki balgamın nefes borusunu tıkaması sonucu öldüğünün söylendiğini, yapılan şikayet üzerine Kartal Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığını, yaşanan olayda davalı hastanenin doğrudan mesul olduğunu, yine olayda başhekim …’in şahsen sorumlu olduğunu, olayda kaşesini kullandırılan davalı …’in doğrudan kusurlu olduğunu belirterek; maddi tazminat açısından fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; baba … için 5.000,00 TL, anne … için 5.000,00 TL, kardeşi … için 2.500,00 TL, diğer kardeşi … için 2.500,00 TL olmak üzere toplam 15.000,00 TL maddi tazminat ile manevi tazminat davası açısından ; baba … için 75.000,00 TL, anne … için 75.000,00 TL, kardeşi … için 25.000,00 TL, diğer kardeşi … için 25.000,00 TL olmak üzere toplam 200.000,00 TL manevi tazminatın …’in ölüm tarihi olan 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davalılara tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; ilk olarak davanın hem yetki yönünden hem de görev yönünden reddi gerekmekte olduğunu, diğer davalıların kusurları bulunduğunu kabul anlamına gelmemek kaydıyla müvekkili şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, Özel Hastaneler Kanunu ve Tebabet Kanun hükümlerine göre hastane ile doktor arasındaki ilişki ile hasta ve doktor/hasta ile hemşire arasındaki hukuki ilişkinin mahiyeti sebebiyle müvekkili şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, davacının taleplerinin zaman aşımına uğramış olduğunu, huzurdaki davanın ATK raporundaki yanlış bir değerlendirmeye istinaden açıldığını, söz konusu raporu sunan heyette çocuk uzmanı bilirkişinin yer almadığını, bu hususta yeniden rapor alınması gerektiğini, dava dilekçesinden ve itham edilen hususlardan anlaşıldığı üzere hafif bronşit olan hastanın yatarak tedavi edilmemesi ile ölüm arasında illiyet bağı kurulmaya çalışıldığını, halbuki ölümün sebebinin bu olmadığını, ölüm gününde sağlık ocağında çocuğa aşı yapıldığını ve akabinde çocuğun ateşinin artması sonucu hastaneye getirildiğini, yani davalı doktorun çalışma izin olsa dahi böyle bir sonucun yine gerçekleşebileceğini, tedavi ve teşhiste bulunan doktorun hiçbir zaman kendi isimini ve kimliğini saklamamış olduğunu, diğer çocuk doktoru olan ve davalılar arasında yer alan Prof. Dr. …’in davaya konu bebeği 22/06/2009 ve 10/07/2009 tarihlerinde muayene ettiğini, bu durumun protokol kayıtları ile sabit olduğunu, Dr. …’un başkaca hastanelerde de nöbet tutuğu için o hastanelerden verilen referanslar ile çalıştırıldığını, reçetelerde kimin isminin yazıldığından ziyade yazılan ilaçların mahiyeti ve tedaviye ve teşhise yönelik olup olmadığının önemli olduğunu, yoksa hastanın ilaç almasını teminen kaşenin basılması davaya konu olayın vuku bulmasının illetinden olmadığını, dava dilekçesinde olayın farklı mecralara çekilmekte olduğunu ve asıl meselenin gözden kaçırıldığını, tüm hastanelerde kadro kısıtlaması bulunduğunu, sağlık bakanlığının kadro kısıtlaması sebebiyle bu yönde nöbetçi doktor istihdamı cihetine gidildiğini, özel hastanelerde uygulamanın yayın olarak bu şekilde olduğunu, maddi gerçeğin ortaya çıkması bakımından tıbbi yanlış uygulama ile komplikasyon ayrımının da doğru yapılması gerektiğini, manevi tazminat taleplerinin çok fahiş olduğunu ve dilekçesinde belirttiği diğer nedenlerle; davanın sigorta … sigorta şirketine ihbarına, davanın reddine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davacılara yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … cevap dilekçesinde özetle; ilk olarak davanın hem yetki yönünden hem de görev yönünden reddi gerekmekte olduğunu, dava konusu olayla doğrudan veya dolaylı olarak bir ilgisinin bulunmadığını, şahsına yapılan afaki yorumlarla kusur ihdası suretiyle husumet tevcih edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, diğer davalılarla olaya ilişkin fiili ve hukuki bir bağlantısının olmadığını, sadece ve sadece bilgisi ve rızası dışında bir reçeteye adını yazan bir kaşenin basılması olayı söz konusu olduğunu, bunun dışında davaya konu olayda ve taraflarla bir bağının bulunmadığını, çocuk hastalıkları ve sağlığı profesörü olduğu için geceleri çalışmadığını ve nöbet tutmadığını, söz konusu olayın da gece saatlerinde gerçekleştiğini, reçetede yazılan ilaçlar o hekimin takdiri olduğunu, ölüm olayının diğer boyutlarının incelenmediğini, asıl etkenlerin göz ardı edildiğini ve ve dilekçesinde belirttiği diğer nedenlerle; davanın … sigorta şirketine ihbarına, davanın reddine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davacılara yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Diğer davalılar … (… ) … ve …’e yapılan usulüne uygun tebliğe rağmen davaya yanıt dilekçesi sunmadıkları anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesince; “1.Davalılar … ve … aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat talepli davaların reddine, 2-Davacılar … ve … yönünden açılan maddi tazminat istemli davaların reddine, 3-Davacı …’in maddi tazminat istemli davasının dava bedel arttırım dilekçeleri doğrultusunda kabulü ile 105.940,36 TL’nin 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … A.Ş ile …’dan müteselsilen tahsil edilerek anılan davacıya verilmesine, 4-Davacı …’in maddi tazminat istemli davasının dava bedel arttırım dilekçeleri doğrultusunda kabulü ile 71.526,51 TL’nin 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … A.Ş ile …’dan müteselsilen tahsil edilerek anılan davacıya verilmesine, 5-Davacı …’in manevi tazminat istemli davasının kısmen kabulü ile 40.000,00 TL’nin 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … A.Ş ile …’dan müteselsilen tahsil edilerek anılan davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 6-Davacı …’in manevi tazminat istemli davasının kısmen kabulü ile 40.000,00 TL’nin 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … A.Ş ile …’dan müteselsilen tahsil edilerek anılan davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 7-Davacı …’in manevi tazminat istemli davasının kısmen kabulü ile 15.000,00 TL’nin 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … A.Ş ile …’dan müteselsilen tahsil edilerek anılan davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 8-Davacı …’in manevi tazminat istemli davasının kısmen kabulü ile 15.000,00 TL’nin 13/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … A.Ş ile …’dan müteselsilen tahsil edilerek anılan davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,” karar verilmiş, bu karar karşı davalı … A.Ş vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davalı … A.Ş. Vekili istinaf dilekçesinde özetle; dava konusunun özel hastaneler ile tıbbi hizmet satın alan müşterileri arasındaki ihtilafdan kaynaklandığını, Asliye Hukuk Mahkemesi‘nin görevli olduğunu, mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerektiğini, dosyada hazırlanan adli tıp kurumu heyetlerinde çocuk göğüs hastalıkları uzmanının bulunmadığını, bebeğin ölüm sebebinin komplikasyon olduğunu, ölümü sadece “bebeğin hastanede yatışı yapılmadan ayakta tedavi edilmesi, eve gönderilmesi” nedenine bağlanmasının doğru olmadığını, hastanede yatarak yapılan bir tedavi sürecinde de ölüm kaçınılmaz sonuç olacak idiyse bu durumda doktora isnat edilecek kusurun olmadığını, bebeğin akut bronşit tanısıyla ayakta tedavi edildiğini, epikriz raporunda aileye kesinlikle sırtüstü yatırılmaması gerektiğinin izah edildiğini, Adli tıp kurumu raporunda bebeğin o günün sabahında aile sağlığı merkezinde aşı olduğu ve bu sebeple aşının yan etkisi ile ateşinin yükselmiş olabileceği veyahut hastanın izinsiz kullanılan farklı ilaçlarla etkileşime geçerek başka sebeplerle komplikasyon gelişmiş olması ve bu olayların ölüme sebebiyet vermesi ihtimalinin mahkemece değerlendirilmediğini, bebeğe yapılan Otopside “bebek kanında Phenobartinal“ değerine rastlanıldığının belirtildiğini, hastanede çalışan doktorun bu maddeyi içeren bir ilaç kullanmadığını, aşıda veya aile tarafından hekimden izinsiz kullanılan bir ilaçta bu etken maddenin olabileceğinin düşünülmesi gerektiğini, bebeğin çok küçük yaşta olduğunu, akut bronşit hastalığının bulunduğunu ve yapılan aşının olası yan etkilerinin de bu olayda ne orada olabileceğinin araştırılmadığını, doktorun yabancı olması ve Türkiye’de diploma denkliğinin bulunmaması doktorluk mesleğini gereği gibi yerine getirmediği anlamına gelmediğini, bebeğin ölümüne sebep olan “komplikasyon” ile “ölüm” arasında illiyet bağı kurulamadığını, destekten yoksun kalmaya ilişkin yapılan hesaplamaların hakkaniyete aykırı olduğunu, yapılan hesaplamada babaya yapılan yüzde beşlik asgari ücret indiriminin anneye de yapılması gerektiğini, bu nedenlerle ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Davacılar vekili istinaf dilekçesine karşı cevap dilekçesinde özetle; davalının görev itirazının yerinde olmadığını, davalı hastanenin tacir sıfatıyla davalı durumda bulunduğunu, yapılan işin hastane için ticari nitelikte olduğunu, kesinleşen ceza mahkemesi kararı ile kusurun sabit olduğunu, müvekkilinin çocuğunu muayene eden kişinin Türk vatandaşı olmayıp, Türkiye’de doktorluk yapmaya yeterli diploması, yetki belgesi, İl Sağlık Müdürlüğü kaydının bulunmadığını, bu nedenle hasta tedavi edemeyeceğini, davalı tarafın kusura dair yaptığı itirazların hukuki değer ve anlam taşımadığını, ölüm ile doktorun eylemi arasında illiyet bağı kurulduğunu, bu nedenlerle istinaf talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir. Dava, Davacıların çocuğu …’in davalı hastane ve doktordan aldığı hizmet sonucu ölmesi nedeniyle kusura dayalı tazminat davasıdır. Davanın yasal dayanakları,olay tarihi 13.10.2009 tarihi itibariyle 818 s.B.K.41-47.m.lerinde ( 6098 s.TBK.nun 49-56.m.lerinde) düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemelere göre,”Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler. Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür.Bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini gözönünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” Olay tarihi 13.10.2009 tarihi olduğu için,bu tarih itibariyle yürürlükte olan mülga 818 sayılı BK.53. maddesine göre, “Hakim kusur bulunup bulunmadığına veya haksız eylemi işleyenin ayırtım gücüne sahip olup olmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluk kurallarıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesince verilen aklama (beraat) kararıyla da bağlı değildir. Bundan başka, ceza mahkemesinin kararı, kusurun değerlendirilmesi ve zarar tutarının saptanması konularında da hukuk hakimini bağlamaz.” 6098 sayılı TBK.74.maddesine göre de:”Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz. “şeklinde düzenlemeler yapılmıştır. Mülga BK m.53 ve TBK m.74’de yapılan düzenleme uyarınca, hakim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi ceza hakiminin kusurun değerlendirilmesine ve ve beraat kararıyla da bağlı değildir. Bu nedenle hukuk hakimi, ceza hakiminin hem mahkumiyet, hem de beraat kararıyla bağlı olmaksızın, haksız fiilin bütün unsurlarını, sorumluluk hukuku yönünden, yeniden inceleyebilir. Bu taktirde hukuk hakimi, ceza kararını ve orada yer alan değerlendirmeleri serbestçe göz önünde tutabilir. Onlardan yararlanır ve hatta karardaki görüşe katılabilir. Ancak hukuk hakimi, görmekte olduğu dosyanın bir parçası haline gelmiş bulunan ceza hakimi kararından herhangi bir sebeple ayrılmak istediği zaman, bunun gerekçesini göstermek zorundadır. (Geniş açıklama için bkz. Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara, 2017, s.849 vd.). Taraflar arasında kusurun aidiyeti ve oranı noktasında uyuşmazlık bulunduğu anlaşılmaktadır. Olay tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanun’unun 53. maddesi gerekse de yargılama sırasında yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’unun 74.maddesi hükmü gereğince, hukuk hakimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza Mahkemesi kendisine has usulü olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiili hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vaka konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli, diğer bir değişle maddi vakanın kabulü konusunda hukuk hakimini bağlar. Ancak gerek öğretide gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusuyla hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer anlatımla, maddi olaylar ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27/04/2011 tarih, 2011/17-50 esas, 2011/231 Karar sayılı ilamı). Davalılardan … hakkında İstanbul Anadolu 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2017/55 Esas, 2017/480 Karar sayılı dosyasında, davalının kusurlu eylemi ile taksirle bir kişinin ölümü suçundan dolayı cezalandırılmasına karar verildiği, kararın Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 2018/1842 Esas, 2019/2439 Karar sayılı ilamı ile düzeltilerek onandığı anlaşılmıştır.Ceza davasının dayanak yaptığı Adli Tıp Kurumu raporunda, “muayene edilen çocuğun vital bulgularının kayıt altına alınmaması (ateş, nabız, solunum,) akciğer grafisinin çekilmemiş olması, hastanın pramatür doğuşu, yaşı, sık enfeksiyon geçirmesi ve konulan tanı dikkate alındığında, hastaneye yatışının yapılarak takip ve tedavisinin yapılması gerektiği halde ayakta tedavi edilmesi nedeniyle, çocuğu muayene eden hekimin kusurlu olduğu, kusurlu eylem ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu” tespit edilmiştir. Kesinleşmiş maddi vakıalar hukuk hakimini de bağlayacağından, davalı doktorun hastayı vekalet ilişkisine dayalı olarak takip ettiği, vekalet ilişkisinde verilen hizmet sırasında kusurlu davrandığı sabit olup, bu nedenle haksız fiilden dolayı davalının tazminatla sorumlu tutulması usul ve yasaya uygundur. Davalı istinaf dilekçesinde asgari geçim indiriminin uygulanmadığını beyan etmiş ise de, davacı anne ev hanımı olduğundan geliri bulunmadığı anlaşılmakla, asgari geçim indiriminin yapılamayacağı göz önüne alındığında, davalının bu konudaki istinaf talebinin de reddi gerekir. Dosyada mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince verilen karar usul ve yasaya uygundur. O nedenle davalı … A.Ş. istinaf talebinde haklı değildir. Bu değerlendirmeler ile dava konusu uyuşmazlığa ilişkin yasal düzenlemeler doğrultusunda; davalı … A.Ş.’nin istinaf başvurusunun HMK m.353/1-b-1 uyarınca oybirliğiyle esastan reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılmakla aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1.HMK m.353/1-b-1 gereğince davalı … A.Ş.’nin istinaf başvurusunun esastan REDDİNE, 2.İstinaf incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle AAÜT 2/2 hükmü uyarınca davacılar lehine ücreti vekalet taktirine yer olmadığına, 3.Alınması gereken 19.636,86TL harçtan peşin olarak yatırılan 4.909,30TL’nin mahsubu ile bakiye 14.727,56 TL’nin davalı … A.Ş.’den tahsili ile hazineye irad kaydına, 4.İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin HMK’nın 360 ıncı maddesi yollamasıyla, madde 323 uyarınca istinafı talep eden üzerinde bırakılmasına, Dair, HMK m. 361 uyarınca, kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde temyiz yolu açık olmak üzere, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 23/09/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.