Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi 2018/2952 E. 2021/679 K. 30.03.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
18. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/2952
KARAR NO: 2021/679
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 11/07/2018
NUMARASI: 2014/93 Esas, 2018/703 Karar
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali
KARAR TARİHİ: 30/03/2021
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasında; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik verilen karara karşı davacı ve davalı vekili tarafından süresinde istinaf yoluna başvurulduğundan, dosya içeriğine göre incelemenin duruşmalı yapılmasına gerek görülmediğinden, dosyanın tevdi edildiği Dairemiz Üye Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra, yapılan müzakerede de ön inceleme ve usule ilişkin eksikliğin bulunmadığının anlaşılması üzerine, işin esasına geçilmek suretiyle dosya üzerinden heyetçe yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili bankanın faaliyetini devam ettirdiği dönemde Ataköy Şubesi’nden tüketici kredisi kullanan … ve müteselsil kefil davalı aleyhine başlatılan icra takibinde davalı tarafından itiraz edildiğini, takibin durduğunu, itirazının haksız olduğunu zira bir kısım bilgilerin sözleşmeye aykırı doldurulduğu yönündeki itirazın geçersiz olduğunu, borcunun bulunmadığını iddia etmesine rağmen zamanaşımı iddiasında bulunarak borcun varlığını kabul ettiğini, faize itirazının da yerinde olmadığını ayrıca 5411 sayılı yasa gereği zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğunu belirterek itirazın iptali ile takibin devamına davalının %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; mahkemenin görevli olmadığını Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğunu, takibin 5411 sayılı aysa kapsamında girmediğini, 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olup alacağın zamanaşımına uğradığını, davacının asıl borçlu aleyhine alacak davası açıp, itiraz ve defilerini sunma hakkı vermeden icra takibi yoluna girdiğini, asıl davalıya dava açmadan kefile karşı dava açılamayacağını belirterek davanın reddini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; davanın bireysel kredi sözleşmesi kapsamında ödenmeyen borcun asıl borçlu ve davalı kefilden başlatılan takibe davalı kefil tarafından itiraz edilmesi üzerine itirazın iptali talebi olduğu, 4077 sayılı yasa m.10/a bendi ile 10/3 maddesi uyarınca “tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde kredi veren asıl borçluya başvurmadan kefilden borcun ifasını isteyemeyeceği” hükmünü içerdiğini, davacının asıl borçludan alacağını talep etmeli ve tüm yasal yolları tükettikten sonra davalı kefile başvurması gerektiği davacının müracaat hakkını sonlandırmadan davalıdan taleple bulunamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, karar süresinde davalı ve davacı vekilince istinaf edilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; dosya kapsamı itibari ile kefil ve asıl borçlu aynı zamanda temerrüde düştüğünü, 4077 sayılı yasa 10/b maddesi 06/03/2007 tarihinde yürürlüğe girdiğini, gerek 6502 gerekse 40777 sayılı yasada yapılan değişiklikler ile getirilen düzenlemelerin geçmişe yürütüleceği yönünde bir düzenleme olmadığı gibi değişiklikten sonra akdedilmiş sözleşmelere uygunlanması gerektiğini, kefaletin adi kefalet olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 05/06/2008 tarihinde kararı ile bu hususun açıklandığını, yine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin aynı yönde kararları da bulunduğunu, hukuki ilişkinin tesisinden sonra yaklaşık 10 yıl sonra yürürlüğe girmiş olan bir düzenleme ile uyuşmazlığı çözmeye çalışmanın hukuk mantığı ile uyuşmadığını, bilirkişi raporunda belirtildiği üzere hukukun temel ilkeleri ve kanunların geriye yürümeyeceği ilkesi ki; Tüketici Kanunu ile ilgili düzenlemelerin yürürlük tarihinde önce akdedilen sözleşmelere de uygulanacağı yönünde bir düzenleme de mevcut olmadığını belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın reddine karar verildiğini ancak müvekkili lehine icra inkar tazminatına hükmedilmediğini, karara katılmadıklarını her ne kadar cevap dilekçesinde icra inkar tazminatı talep etmemiş ise de; ileriki duruşmada icra inkar tazminat talep ettiğini buna davacının itiraz etmediğini ve lehine icra inkar tazminat verilmesi gerektiğini belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Dava, tüketici kredi sözleşmesi nedeni ile alacağın tahsili için kefil aleyhinde başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali talebine ilişkindir. İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile davacı alacaklı tarafından borçlular dava dışı … ve davalı aleyhinde 21/01/2013 tarihinde bireysel kredi sözleşmesi nedeni ile ilamsız takip başlatıldığı, ödeme emrinin davalıya ve dava dışı asıl borçluya tebliğ edildiği ve süresinde davalının borca itiraz ettiği ve takibin durduğu anlaşılmıştır. Dava itirazın iptali olup İİK m. 67/1 gereğince 1 yıllık yasal süre içinde açıldığı anlaşılmıştır. Dava dışı … ile davacı banka arasında 09/11/2000 tarihinde tüketici kredi sözleşmesi imzalandığı, davalının müteselsil kefil sıfatı ile sözleşmeye kefil olduğu anlaşılmıştır. Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 4077 sayılı yasa m.10/2. fıkrasının son cümlesinde; “Tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren, asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez.” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda; dava dışı asıl kredi borçlusu ve kefil aleyhinde başlatılan icra takibinde dava dışı asıl borçluya ödeme emri tebliğ edildikten sonra borcun tahsili için işlemlerin devam etmesi gerekirken bu aşamada kefil hakkında itirazın iptali davası açıldığı anlaşılmıştır. Kredi sözleşmesine şahsi olarak kefil olan davalı için borca itiraz nedeni ile iş bu itirazın iptali davası açılmış ise de; ancak asıl borçlu yönünden sonuna kadar borcun tahsili yoluna gidilmeden kefilden borcun ifası istenemeyeceği için mahkemesince bu gerekçe ile davanın reddine karar verilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Davacı istinaf talebinde haklı değildir. Davalının istinaf talebine gelince; her ne kadar icra inkar tazminat talebinde bulunmuş ise de; itirazın iptali davasında borçlunun borca itirazında haksız olması halinde alacaklı lehine icra inkar tazminatına hükmedileceğinden davalı açısından icra inkar tazminat şartları oluşmadığından davalı istinaf talebinde haklı değildir. Bu değerlendirmeler ile dava konusu uyuşmazlığa ilişkin yasal düzenlemeler doğrultusunda, tüm dosya kapsamında toplanan delillere göre; davalının ve davacının istinaf başvurularının istinaf nedenleri ile sınırlı olarak yapılan istinaf inceleme sonucuna göre HMK m.353/1-b-1 uyarınca oybirliğiyle esastan reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılmakla aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere ; 1.HMK m.353/1-b-1 gereğince davalının ve davacının istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan REDDİNE, 2.İstinaf incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle AAÜT 2/2 hükmü uyarınca taraflar lehine ücreti vekalet taktirine yer olmadığına, 3.Alınması gereken 59,30 TL istinaf karar harcından peşin yatırılan 35,90 TL’nin mahsubu ile bakiye 24,40 TL’nin davalıdan alınarak Hazineye irat kaydına, 4.Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 5.İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin HMK’nın 360 ıncı maddesi yollamasıyla, madde 323 uyarınca istinafı talep eden üzerinde bırakılmasına, 6.Dosyanın ilk derece mahkemesine iadesine, Dair, HMK m. 361 uyarınca, kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde temyiz yolu açık olmak üzere, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 30/03/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.