Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2021/179 E. 2021/316 K. 04.03.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/179 Esas
KARAR NO: 2021/316
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 10/05/2018
NUMARASI: 2015/982 Esas, 2018/613 Karar
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali (Haksız Eylemden Kaynaklanan Zarar Nedeniyle)
KARAR TARİHİ: 04/03/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesi uyarınca dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin sözleşme gereğince davalıya profesyonel fotoğrafçılık hizmeti verdiğini, müvekkil şirket ile davalı/ borçlu şirketin uzun süreler boyunca birlikte çalıştığını, bu kapsamda toplam 543 adet fatura tanzim edildiğini ve her bir faturanın davalıya iletildiğini, davalı borçlu şirket tarafından işbu faturaların hiçbirine itiraz edilmediğini, hatta davalı borçlu şirket tarafından işbu faturalara ilişkin bir miktar ödeme yapıldığını ancak borcun tamamının ödenmemesi üzerine davalı şirket hakkında İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyasından takip başlattıklarını, müvekkili şirketin davalı borçlu şirketen bakiye 342.611,74 TL alacağının olduğunu, icra takibine borçlunun haksız ve mesnetsiz itirazı sebebiyle takibin durduğunu belirterek itirazın iptali ile takibin devamına, davalının alacak miktarının %20’sinden az olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; sözleşmenin eser sözleşmesi niteliğinde olduğu, 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacının 543 adet faturanın müvekkili şirkete iletildiği ve bunların hiç birine itiraz edilmediği iddiasının tek taraflı bir iddia olduğunu, davacının öncelikle faturaları ilettiğini ispatlamasının gerektiğini, kabul anlamında olmamak kaydı ile bir faturaya 8 gün içinde itiraz edilmemiş olması halinde, sadece faturada belirtilen verilerin, fiyat ve sayı yönünden içeriğinin kabulü ile bunlara itiraz edilemeyeceği anlamını taşıdığını, faturanın verilmesine neden olan iş veya hizmetin de yapılmış olduğunun kabulü anlamını taşımayacağını, davacı taraf, ticari defter kayıtlarına ilişkin herhangi bir veriye ne icra takibinde ne de dava dilekçesinde yer vermediğini, icra dosyasına sunulmuş fatura fotokopilerinin tek başına bir alacak dayanağı olmasının mümkün olmadığını, icra dosyasına sunulan davacının hazırladığı ekstre niteliğinde ki alacak çizelgesinin de ve yine dava dilekçesinin “Deliller” bahsinde ifade edildiği gibi cari hesap ekstresi gibi kabul edilir bir geçerliliği bulunmadığı gibi delil olma vasfının da olmadığını, taraflar arasında herhangi bir “cari hesap sözleşmesi” olmadığını, davacı tarafça müvekkili şirkete daha evvel fotoğraf çekim işi yapıldığını, ancak davacı tarafın davaya dayanak icra takibi ve açmış olduğu davada iddia olunduğu gibi 342.611,74 TL alacağının olmadığını, davacının müvekkilinin yaptığı ödemelerin bir çoğunu yok sayarak kayıtlarına bildirmediğini, icra takip dosyasına dayanak yaptığı gayri resmi alacak listesi ve muavin kayıtlarının uyuşmadığını, nitekim, davacı tarafın kendi kendine gayri resmi bir excel dosyası oluşturduğunu, 2002 yılından itibaren bir borç-alacak listesi oluşturarak bunu icra dosyasına dayanak yaptığını, ancak muavin defter listesinin ise sadece 2011 yılından sonrasını icra dosyasına sunduğunu, bununla da eksik ödeme girişi ya da mükerrer kayıt ile muavin kayıtlarında alacak tutarını yükseltmeye gayret ettiğinin anlaşıldığını, davacının bağlı bulunduğu vergi dairesinden alacak iddiasında bulunulan tüm yıllara ilişkin beyan ettiği kurumlar vergi beyannamesinin celbini talep ettiklerini, bu kayıtlardan davacının alacak miktarının kolayca tespit edilebileceğini, bu işlerin yapıldığı dönemlerde bir müddet için de davacının davalının işyerinde onun kısmi kiracısı olarak bulunduğunu, bu dönemlere ilişkin kira borçlarının da mahsubuna yanaşmadığını, bu hususta tanık dinletmek istediklerini, taraflar arasındaki ihtilaflara ilişkin haller için davalı …ne (…) ait defter, evrak ve kayıtların münhasır delil kabul edileceği ve taraflar arasındaki husumetlerde bunun delil anlaşması niteliği taşıyacağının da sözleşme ile kabul edildiğini, bu nedenlerle haksız ve yersiz olarak açılan davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacı ile davalı arasında ticari ilişki olduğu, bu kapsamda davacı şirket tarafından davalı şirkete faturalar düzenlendiği, davalı tarafça taraflar arasındaki ticari ilişkinin reddedilmediği, davalı tarafça zamanaşımı itirazında bulunulduğu, taraflar arasındaki ihtilaflarda davalıya ait defter evrak ve kayıtların münhasır delil kabul edileceğinin belirtildiği, bu durumda davacı ve davalının ticari defterlerinin usulüne uygun tutulmadığı, davacıya ilişkin vergi beyannamelerinin incelendiği, davalının ilişkiyi inkar etmediği ancak borcu ödediğini iddia ettiği ve bu durumda ispat yükünün davalıya geçtiği, davalının ödeme savunmasının ispatlayacak delilleri dosyaya sunmadığı, davalının zamanaşımı itirazının da genel hükümlere göre 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesi ile davanın kabulü ile, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyasındaki davalının itirazının iptaline, takibin aynı şartlarla devamına, Asıl alacağın %20 si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili istinaf dilekçesinde; kök bilirkişi raporundaki tespitlere göre davacının alacağını ispatlayamadığını, davcı vekilinin rapora itiraz beyanında, HMK 220/3 son hükmünün işletilmesini ve tarafların bağlı bulunduğu vergi dairesinden KDV indirimine ilişkin beyanların celbini talep ettiğini, mahkemece 13.04.2017 tarihli celse 1 nolu ara kararı ile taraflara ait dava konusu alacaklarla ilgili olarak 2002 yılından dava tarihine kadar tarafların kayıtlı olduğun vergi dairelerinden beyan ettikleri Kurumlar Vergi Beyannamelerinin ve İndirilmiş KDV listelerinin celbine karar verdiğini, aynı celse taraflara ticari defter ve kayıtları ibraz konusunda bir aylık kesin süre verildiğini, davacı kayıtlarının eksik geldiğini, 2002 ila 2009 yılları için nakil geldiği MASLAK vergi dairesinden istenilmesi gerektiğinin bildirilmesine rağmen, mahkemece bu kayıtlar istenilmeden dosyanın ek rapora gönderildiğini, davacının 1 aylık kesin süre içerisinde kayıtlarını ibraz etmediğini, mahkemenin usule aykırı şekilde 25.12.2017 tarihinde tesis ettiği ara kararla defterler için davacı tarafa yeniden süre verdiğini, itiraza rağmen davacının ticari defter ve belgelerinin incelendiğini, 09.02.2018 tarihli ek raporun dosyaya ibraz edildiğini, ek rapora göre de davacının alacağının ispat edemediğinin tespit edildiğini, davacı tarafın davasını ispat edemediğinin farkına varması ile beyanlarının çarpıtılarak ödeme savunmasında bulunduğumuz gibi haksız bir iddiayı ileri sürdüğünü, bunun doğru olmadığını, icra takibine yönelik itirazda açıkça ” müvekkil şirketin takip alacaklısına ödeme emrinde bahsedildiği gibi bir borcu bulunmamaktadır” cevap dilekçesinde de ” davacının 543 adet faturayı müvekkilime ilettiği ve itiraz edilmediği iddiası tek taraflı bir iddiadır. Davacı faturaları ilettiğini ispatla yükümlüdür” şeklinde beyanda bulunduklarını, ödeme beyanının davacının dava dilekçesindeki kısmi ödeme iddiasını açıklamaya ilişkin olduğunu, davacının dava konusu ettiği faturaların top yekûn kabul edilmiş beyan bulunmadığını, ispat yükünün davacıda olduğunu, mahkemenin 03.11.2016 tarihli Ön İnceleme duruşmasında taraflar arasındaki ihtilafın “davacının davalıya hizmet verip vermediği, alacaklı olup olmadığı, kira ilişkisinden dolayı mahsup gerekip gerekmeyeceği, ticari ilişkinin olup olmadığı, davacının vergi dairesine beyanda bulunup bulunmadığı” şeklinde belirlendiğini, mahkemenin ispat yükünü yer değiştirerek tesis ettiği kararda ” hüküm kurmaya yeterli bilirkişi raporu” denmek suretiyle hükme dayanak gösterilmesinin çelişkili olduğunu, davacının defterlerinde tasdik bulunmamasına rağmen hükmün gerekçesinde davacının yevmiye defterlerinin kapanış tasdiki varmış gibi yazıldığını, mahkemece ticari defter ve belgelerin delil olma özelliğini yanlış değerlendirdiğini, eser sözleşmesi gereğince alacağın zamanaşımına uğradığını, bilirkişi kök raporunun 7. Maddesinde 54.332 TL daha fazla ödeme yapıldığının ifade edildiğini, bir kısım ödemelere dair beyanın ve davacı kayıtlarına işlenmemiş olabileceği savunmanon da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini, tanıklarının dinlenmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini, zaman aşımı itirazı yerinde görülmeyecekse bile yapılan incelemeye göre davalı ticari defter kayıtlarında davacıya borç görünen 40.919,29 TL nin kabul edilmesinin gerekebileceği ve fazlaya ilişkin istemin reddi yönünde karar tesisini talep ve istinaf etmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesine cevap dilekçesinde; zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğunu, davalı tarafın yargılama sürecinde borcu ödediklerini iddia ettiklerini, ispat yükünün davalıda olduğunu, mahkemece tesis edilen kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığını belirterek başvurunun reddine karar verilmesini istemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE HUKUKİ NİTELENDİRME: Dava, davacının faturadan kaynaklı alacağın tahsili amacı ile davalı aleyhinde başlattığı takibe karşı davalı itirazının iptali istemine ilişkindir. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyasında, davacı alacaklı tarafından davalı borçlu aleyhine 31/03/2015 tarihinde muavin defter kayıtları, cari hesap ekstresi, fatura listesi ve 543 adet fatura ve cari hesap alacağı ekstresinden kaynaklı olarak 342.611,74 TL asıl alacağın borçludan tahsili talepli takip yapıldığı, takibe borçlunun itiraz ettiği, itiraz üzerine takibin durduğu, itirazın iptali davasının yasal bir yıllık süresinde açıldığı anlaşılmıştır. Sözleşme ilişkisi yanlar arasında çekişmesizdir. uyuşmazlık, takip tarihi itibari ile davacının davalıdan alacaklı olup olmadığı noktasında toplanmıştır. Öncelikle, davalının ispat yükünü kendi üzerine alıp almadığı hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir. 721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesi: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. ” 6100 sayılı HMK’nın “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesi: “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.). İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar. Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır. Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise HMK 188/1. (HUMK’nın 236/1.) maddesi uyarınca kesin delil niteliğindedir. İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir. Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz. Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Davacının dayandığı asıl vakıa ile davalının hukuki niteliğini değiştirip ekleme yaparak ikrar ettiği vakıa arasında bağ vardır, bu eklenen vakıa, asıl vakıa ile aynı anda ya da daha önce doğar. Daha sonra doğmuşsa ve hukuki niteleme aynı kalmışsa bağlantılı ya da bağlantısız bileşik ikrardan söz edilir. Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte; iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir. Bağlantılı bileşik ikrar, vasıflı ikrara benzemektedir. Çünkü, her ikisinde de ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile asıl (ikrar edilen) vakıa arasında bir bağlantı vardır. Yalnız, vasıflı ikrara eklenen vakıa asıl vakıa ile aynı andaki veya ondan önceki bir vakıa olduğu halde, bileşik ikrara eklenen vakıa asıl vakıadan sonra tarihte doğmuş (ortaya çıkmış) olan bir vakıadır. Bu benzerlik nedeniyle de, vasıflı ikrar gibi, bağlantılı bileşik ikrarın da bölünememesi gerekir. Bağlantısız bileşik ikrarda, ikrara eklenen vakıa, ikrar edilen vakıa olmadan da mevcuttur. Asıl ve karşı alacak arası bağ yoktur, başka hukuki ilişkinin varlığını bunu iddia eden kanıtlamalıdır. Bu nedenle, ispat yükü ikrar edene geçer. (Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt 2, 2001, İstanbul, Sh 2061 vd.) (Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 2014/1934 E. 2014/6903 K. Sayılı ilamı) Somut olayda, davalı vekili cevap dilekçesinde “…daha evvel fotoğraf çekim işi yapıldığını, ancak davacı tarafın davaya dayanak icra takibi ve açmış olduğu davada iddia olunduğu gibi 342.611,74 TL alacağının olmadığını, davacının müvekkilinin yaptığı ödemelerin bir çoğunu yok sayarak kayıtlarına bildirmediğini, icra takip dosyasına dayanak yaptığı gayri resmi alacak listesi ve muavin kayıtlarının uyuşmadığını, …faturaların tebliğ edilmediğini…” savunmuştur. Davalı savunması ile sözleşme kapsamında bir kısım hizmetleri aldığını, bedelini de ödediğini, varsa bile talep ettiği bedelleri ödediğini, (kira yada başka bir şekilde) davacının ödemeleri defterine kaydetmediğini iddia etmiştir. Davalının savunması bağlantılı bileşik ikrar niteliğinde olup, davacı taraf faturalar gereğince hizmet verdiğini, faturaların davalıya tebliğ edildiğini usulüne uygun delillerle ispatla yükümlüdür. Mahkemece tarafların ticari defter ve belgelerinde inceleme yapılmasına karar verilmiş, bilirkişi raporu alınmıştır. 02.02.2017 tarihli bilirkişi raporunda; davaya konu faturaların başlangıcının 09.01.2002 tarihi olup, son fatura tarihinin 19.11.2012’ tarihi oluğu, davacının 2003 ve 2004 yıllarına ait yevmiye defteri ile defteri kebirlerinin 2002, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007, 2008 ve 2009 yılları Envanter defterlerinin bulunmadığı, eksik tutulan veya hiç tutulmayan ticari defterler ile dava konusu alacağın varlığının ve miktarının incelenmesi ve tespit edilmesinin mümkün olmadığı, davalı tarafın 2008 yılı öncesi yevmiye, defteri kebir, envanter defteri ile 2008 yılı yevmiye, defteri kebiri ibraz edilmediğinden 2008 yılı öncesindeki borç/alacak durumunun tespit edilebilmesinin mümkün olmadığı, davacı tarafın mevcut ticari defter kayıtları ile dosyaya sunduğu davaya konu alacak listesindeki tutarların birbirinden farklı olduğu, davacı tarafın 2008 yılı Yevmiye Defterinde davalı tarafın, 372.161,76 TL borçlu iken, davalı tarafın 2008 yılı Envanter Defterinde davacı taraf, 79.721,49 TL alacaklı olarak yer aldığı, iki taraf arasında 2008 yılı sonu itibariyle 292.440,27 TL fark bulunduğu, dava konusu alacak tutarı her iki tarafta farklı iken, davanın açıldığı 2015 yılına kadar karşılıklı hesap mutabakatı yapılmadığı, davalı tarafın 2008 yılı ve öncesi ticari defterleri ibraz edilmediğinden, 2008 yılı ve öncesinden kaynaklanan dava konusu alacaklara ait faturaların davalıya iletildiği ve davalı tarafından kabul edildiğine ilişkin bir tespit yapılamadığı, davalının ticari defterlerine göre 31.12.2014 tarihi itibariyle davacı tarafa 40.919,29 TL borçlu gözüktüğü, davacı tarafın defterlerinde ise aynı tarih itibariyle 347.520,20 TL alacak yer aldığı, ancak davacının 2003 ve 2004 yıllarına ait ticari defterleri ibraz edilmediğinden bu alacağın doğrulanmasının mümkün olmadığı, davalının zamanaşımı talebinin kabul edilmesi halinde 01.04.2009 tarihinden dava tarihine kadar (davacının alacak listesine göre; 19.03.2009 tarihindeki alacak 396.943,14 TL iken, 07.05.2014 tarihindeki alacak 342.611,14 TL’ye inmiştir.) borçlandığı tutardan 54.332 TL daha fazla ödeme yaptığı, bu tarihten itibaren yeni bir borcunun oluşmadığının tespit edildiği belirtilmiştir.09.02.2018 tarihli tarihli ek raporda; İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığımın 08.052017 tarihli yazısı ekinde yer alan davacıya ait beyannamelerin incelenmesinde, 2010 yılı için davacının defterlerine göre davalıdan 449.705,59 TL alacağı gözükürken Maliye Bakanlığına verdiği kurumlar vergisi beyannamesinde alacaklarının toplamının (yalnızca davalıdan olan değil, tüm müşterilerinden olan alacak toplamı) yalnızca 100.595,00 TL olduğu, 2011 yılı için davacının defterlerine göre davalıdan 412.174,73 TL alacağı gözükürken Maliye Bakanlığına verdiği kurumlar vergisi beyannamesinde Alacaklarının toplamının (yalnızca davalıdan olan değil, tüm müşterilerinden olan alacak toplamı) yalnızca 183.357,93 TL olduğu, 2012 yılı için davacının defterlerine göre davalıdan 393.833,65 TL alacağı gözükürken Maliye Bakanlığına verdiği kurumlar vergisi beyannamesinde Alacaklarının toplamının (yalnızca davalıdan olan değil, tüm müşterilerinden olan alacak toplamı) 485.857,44 TL olduğu, 2013 yılı için davacının defterlerine güre davalıdan 354.882,89 TL alacağı gözükürken Maliye Bakanlığına verdiği kurumlar vergisi beyannamesinde Alacaklarının toplamının (yalnızca davalıdan olan değil, tüm müşterilerinden olan alacak toplamı) 410.807,59 TL olduğu, 2014 yılı için davacının defterlerine göre davalıdan 347.520,20 TL alacağı gözükürken Maliye Bakanlığına verdiği kurumlar vergisi beyannamesinde Alacaklarının toplamının (yalnızca davalıdan olan değil, tüm müşterilerinden olan alacak toplamı) 463.274,50 TL olduğu, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015, 2016 yılı KDV Beyannameleri Listelerinin incelenmesinde, Vergi dairesinden alınan listelerde toplam KDV’lerin yer aldığından bu listelerden dava konusu alacağa ilişkin bir bilgi elde edilemediği, davalıya ait beyannamelerin incelenmesinde; 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015 ve 2016 yıllarına ilişkin kurumlar vergisi beyannamelerinde yer alan bilançolarda şirketin toplam borçlarının yer aldığı, bilançolarda borçların hangi firmalara olduğuna ilişkin detay bilgi bulunmadığı, Kurumlar vergisi beyannamelerinde yer alan bilançolarla herhangi bir taraftan alacağı ve herhangi bir tarafa borcu ispat etmek muhasebe tekniği açısından mümkün olmadığı, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015, 2016 ve 2017 yıllarına ilişkin aylar itibarıyla KDV beyannamelerinde şirketin, o KDV dönemindeki satışlarından hesapladığı KDV’ler ve o dönemdeki alışlar ve giderlerden kaynaklanan indirilecek KDV’lerin yer aldığı, KDV beyannamelerinde hangi firmadan ne kadar mal ve hizmei alındığında ilişkin ayrıntılı bilgi bulunmadığı, bu nedenle KDV beyannamelerinde yer alan bilgiler ile herhangi bir taraftan alacağı ve herhangi bir tarafa borcu ispat etmek muhasebe tekniği açısından mümkün bulunmadığı bildirilmiştir. Davacı dava dilekçesinde, ticarî defterlerine delil olarak dayanmış olup bu ticarî defter kavramı içerisinde BA-BS formları da girmektedir. (Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2018/3083 E. 2019/4860 K. Sayılı ilamı) Buradan hareketle davacı vekilince 03.11.2017 tarihli dilekçe ile vergi dairesine müzekkere yazılmak suretiyle BA-BS formlarının istenilmesi talep edilmiş, mahkemece belgeler getirtilmeden karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca davalının zamanaşımı def’i de gerekçeli kararda tartışılmamıştır. Tüm dosya kapsamına göre, somut uyuşmazlıkta ispat yükünün davacıda olduğu, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olmadığı, uyuşmazlığa konu fatura tarihleri gözönüne alınarak tarafların BA/BS formlarının ilgili idarelerden celbi ile tarafların ticari defter ve kayıtları ile karşılaştırarak sonucu gidilmesi, takibin dayanağı faturalar gereğince zamanaşımı def’inin buna göre değerlendirilmesi gerekirken ispat yükünde hatalı değerlendirme ile davanın kabulü isabetli bulunmadığından istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere; 1-Davalı tarafın istinaf başvurusunun KABULÜNE, 2-İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2015/982 Esas, 2018/613 Karar, 10/05/2018 tarihli kararının HMK 353/1a-6 maddesi gereğince KALDIRILMASINA, 3-Dosyanın, Dairemiz kararına uygun şekilde yargılama yapılamak ve yeniden bir karar verilmek üzere mahal Mahkemesine İADESİNE, 4-İstinaf yargılaması aşamasında duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, 5-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 91,10 TL başvuru harcı + 162,10 TL istinaf kanun yolu başvuru harcı ile toplam 253,20 TL harcın, davalı tarafından peşin yatırılan 5.850,96 TL harçtan mahsubu ile fazla alınan 5.597,76 TL harcın davalıya iadesine, 6-Davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına, Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1a-6 bendi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi.04/03/2021