Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO 2019/690 Esas
KARAR NO : 2019/2172
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2016/729 Esas
KARAR NO : 2018/937
KARAR TARİHİ: 30/10/2018
DAVA : İTİRAZIN İPTALİ (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 28/11/2019
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; Davalı şirket, müvekkili şirketin 2005 yılı ve öncesinden 2009 yılı mart ayına kadar gümrük işlemleri gerçekleştirdiğini, müvekkil tarafından bu gümrük hizmetleri karşılığında ödemeler yapıldığını, ancak davaya konu miktar kadar yapılmış bir harcama olduğuna dair belge ibraz etmediğini, bu nedenle yapılan fazla avanslardan dolayı müvekkilin bakiye alacağı kaldığını, davalıdan bu bakiyenin kapatılması, 2019 yılı mart ayından itibaren talep edildiğini, davalı şirket bu güne kadar bu borcunu ödemediği için İstanbul Anadolu …. İcra Müdürlüğü’nün… Esas sayılı dosyasıyla icra takibi başlattıklarını, davalının takibe haksız ve kötü niyetli olarak itiraz ettiğini belirtmiş olup, davanın kabulü ile, davalının itirazının iptaline ve takibin devamına, davalının %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevabında; müvekkili şirket adresinin Trabzon olduğunu, yetkili mahkeme ve icra airelerinin Trabzon Mahkemeleri olduğunu, davacı ile müvekkili şirket arasında gümrük müşavirliği sözleşmesi yapıldığını, davacının gümrükleme işlemlerinin müvekkili şirket tarafından takip edileceğini, davacının da bu hizmetler karşılığı belli bir ücret ödeyeceğini, davacının müvekkilinden hiçbir alacağının bulunmadığını, davacı şirketin, müvekkili şirketin gönderdiği gider makbuzları ve davacı şirkete kestiği faturaları cari hesabına işlemediğini, gümrükleme işleminin üzerinden 8 yıla yakın bir süre geçtiğini, davacı tarafından iddia olunan alacağın zamanaşımına uğradığını belirtmiş olup, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece; taraflar arasındaki ticari ilişkinin vekalet ilişkisinden kaynaklandığı, 6098 sayılı TBK’nın “beş yıllık zamanaşımı” başlıklı 147. Maddesinde “vekalet, komisyon ve acentalık sözleşmelerinden doğan alacaklar” demek suretiyle vekalet ilişkisinden kaynaklı alacakların 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu, son işlem tarihinin davacının defterlerinde tespit edildiği üzere 31/03/2009 yılı olması, hukuki işlemin bu tarihte sonlanması ve işlemin son bulduğu tarih itibariyle taraflar arasında bir uyuşmazlık ve ihtilafın bulunmaması nedeniyle bu ilişkiden kaynaklanan alacağı talep süresinin 31/03/2014 tarihi itibariyle son bulduğunu, oysaki davanın 13/06/2016 tarihinde açıldığını, davalının süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğunu, dolayısıyla talebin zamanaşımına uğradığından davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde; ilk derece mahkemesi 16.08.2016 tarihli ara kararında davalı vekilinin cevap verme süresini “iki haftalık cevap verme süresinin sona erdiği tarihten itibaren 1 ay” şeklinde uzattığını, buna göre davalı tarafın iki haftalık cevap verme süresinin sona erdiği tarih 10.08.2016 olduğuna göre 1 aylık süre 10.09.2016 tarihinde sona erdiğini, davalı taraf cevap dilekçesini 16.09.2016 tarihinde sunduğunu, mahkeme tarafından verilen süre uzatım kararına rağmen davalının cevap verme süresini kaçırdığını, dolayısıyla davalı tarafın dayandığı hukuki sebepleri ve delilleri ön inceleme aşaması sona erdikten sonra ibraz etmesi iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı kapsamına girdiğini, bu nedenle davalının kanunda öngörülen süreler dahilinde zamanaşımı itirazında bulunmadığından davalı taraf savunmanın genişletilmesi yasağına aykırı hareket etmesi ve ilk derece mahkemesinin bu vakıayı göz ardı ederek aleyhine karar vermesi hukuka ve kanuna aykırı olduğunu, ayrıca usulüne uygun olarak cevap dilekçesi sunulmayan bir davada ıslah yoluyla zamanaşımı itirazında bulunulamayacağı konusunda 2017 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı bulunduğunu, ayrıca her ne kadar davalı taraf hukuka aykırı yollarla alacağın vekalet sözleşmesinden kaynaklandığını belirtse de alacak vekalet sözleşmesinden değil taraflar arası ticari ilişkiden kaynaklandığını, 2009 senesinde doğan işbu alacak, TBK 146. madde hükmü doğrultusunda genel zamanaşımı süresi olan 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu belirterek yerel mahkeme tarafından usule ve esasa aykırı olarak verilen hükmün kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE Dava, davalı şirketin 2005 yılı ve öncesinde başlayıp 2009 yılı mart ayına kadar davacı adına gümrük işlemlerini gerçekleştirmesinden kaynaklı fazla ödenen bedelin iadesi amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.Uyuşmazlık, alacağın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı, davalının süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunup bulunmadığı ve davacı tarafça yapılmış fazla bir ödeme olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Tarafların beyanlarından anlaşıldığı üzere, davalı şirketin, davacının gümrük iş ve işlemlerini yürütmekle yetkilendirildiği görülmüştür. Hatta bu hususta vekalet sözleşmesi düzenlenmiştir. Her ne kadar davacı, dosyaya sunulan vekalet sözleşmesinin süresi içerisinde ibraz edilmediği iddiasında bulunmuş ise de vekalet sözleşmesinin içeriğine itiraz etmemiştir. TBK’nın 502. maddesi ” vekalet sözleşmesi, vekilinin vekalet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde düzenlenmiştir. Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere, bir tarafın, diğer tarafın işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmeler vekalet sözleşmesi olarak kabul edilmiştir. Davalı şirket de davacının gümrük iş ve işlemlerini yapmayı üstlendiğinden taraflar arasındaki ticari ilişki vekalet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.6098 sayılı TBK’nın 147. maddesinde, vekalet, komisyon ve acentelik sözleşmesinden doğan alacaklar için beş yıllık zamanaşımı uygulanacağı kararlaştırılmıştır. Bu sebeple TBK’nın 147. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden kaynaklanan tüm hak ve alacakların beş yıllık süre içerisinde talep edilmesi gerekmektedir. Davacının iddiaları ve ticari defterleri üzerinde yapılan incelemede son işlem tarihi 31/03/2009 yılı olması, taraflar arasındaki ticari ve hukuki ilişki bu tarihte sonlanması ve işlemin son bulduğu tarih itibariyle taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmaması nedeniyle beş yıllık zamanaşamı süresi 31/03/2019 tarihi itibariyle başladığı gözetilerek davanın beş yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 13/06/2016 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır.6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı ilamı). Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, s.1761; Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.).Maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun’da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Genel olarak davada, zamanaşımı def-inin ileri sürülmesi esasa cevap süresi içinde verilen cevap dilekçesi ile yapılmalıdır. Ancak Zamanaşımı, HMK 116. maddesinde sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değilken buna karşın, esasa cevap süresi geçirilse bile zamanaşımı def’i ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma aracı olan zamanaşımı def’inin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’ine davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı def’i geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def’ine davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def’i dikkate alınmaz. Öte yandan, davanın mahiyeti itibariyle dava dilekçesinde bildirilen cevap süresi içinde HMK’nun 127 nci maddesine göre davalı taraf cevap süresinin uzatılmasını isteyebilir. Anılan kanunun 127. maddesinde, cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve şartlara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir, düzenlemesine yer verilmiştir.Ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 104. maddesi “Adli tatile tabi olan dava ve işlerde, bu Kanun’un tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır” hükmünü içermektedir. HMK’nın 104. maddesine göre bitmesi adli tatile rastlayan sürelerin 7 gün daha uzatılmış sayılması, sadece adli tatilde bakılamayacak olan iş ve davalara ilişkin olup, HMK’nın tayin ettiği süreler içindir. 6100 sayılı HMK’nın adli tatili düzenleyen 102. maddesinde “Adli tatil her yıl 20 Temmuzda başlar. 31 Ağustos’ta sona erer. Yeni adli yıl 1 Eylül’de başlar.” düzenlemesi yer almaktadır Öğretide bir haftalık sürenin tatilin bittiği günden itibaren hesaplanacağı ve uzamış sürenin son gününün 7 Eylül tarihi olduğu görüşü bulunmaktadır. (Prof. Dr. L. Şanal Görgün/Yrd. Doç. Dr. Levent Börü/Yrd. Doç. Dr. Barış Toraman/Dr. Mehmet Kodakoğlu-Medeni Usul Hukuku 6. baskı sf. 215 Yetkin 2017). Yargıtay uygulamasında da sürenin son gününün 7 Eylül olduğunu kabul eden kararlar mevcuttur. (Örnek: 2. HD. 2016/365 E. 2017/654 K. 3. HD. 2015/15249 E 2015/16810 K, 4. HD. 2015/14837 E. 2017/5939 K, 15. HD.2016/6210 E. 2016/5175 K, 11. HD. 2015/11749 E 2016/8966 K, 14. HD. 2016/5439 E 2016/9213 K, 19. HD. 2015/17494 E 2016 7567 K )Belirtilen yasal düzenlemeler ve açıklamalar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesi davalıya 27.07.2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve davalı vekili 10.08.2016 tarihinde, iki haftalık kanuni süre içerisinde mahkemeye başvurarak cevap süresinin uzatılması talebinde bulunmuştur. Mahkemece, 2 haftalık cevap verme süresinin sona erdiği tarihten itibaren cevap süresinin 1 ay uzatılmasına karar verilmiştir. Davanın, niteliği gereği HMK’nın 103. Maddesinde yer alan adli tatilde görülebilecek dava ve işlerden olmayıp dava dilekçesinin davalıya tebliğ tarihi adli tatil zamanına rastladığından cevap verme süresi adli tatilin bittiği günden itibaren 1 hafta uzadığı, ayrıca cevap süresinin bitiminden itibaren mahkemece HMK 127. maddesi uyarınca 1aylık ek süre verildiği, bu sebeple davanın cevap verme süresi 07/10/2019 tarihine kadar uzatılmış olduğu, davalının yasal süresi içinde 16/09/2016 tarihinde sunmuş olduğu cevap dilekçesi ile usulüne uygun zamanaşımı def’ini ileri sürmesi nedeniyle davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi yerinde görülmüştür. Sonuç olarak mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan davacı vekilin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;1-Dosya kapsamı ve delil durumuna göre İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğundan HMK’ nın 353/1.b.1 Maddesi gereğince davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,4-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Kanunu’na bağlı tarife gereğince alınması gereken 68,20 TL başvuru harcı ile istinaf kanun yolu başvuru harcı 121,30 TL olmak üzere toplam 189,50 TL harcın davacı tarafça peşin olarak yatırılmış olan toplam 165,70 TL’ den mahsubu ile bakiye kalan 23,80 TL harcın davacıdan alınarak hazineye irat kaydına 3-Davacı tarafın yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerine bırakılmasına,4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma yapılmadığından istinaf vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/1 bendi ile 362/1.a Maddesi gereğince kesin olarak oybirliği ile karar verildi.28/11/2019