Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2019/617 E. 2019/1577 K. 19.09.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/617 Esas
KARAR NO : 2019/1577
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2015/907 Esas
KARAR NO : 2018/739
KARAR TARİHİ: 19/09/2018
DAVA : İFLAS (İflasın Açılması)
KARAR TARİHİ: 19/09//2019
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesi ile; Müvekkil ile davalılar arasında 01/03/2013 tarihinde garanti sözleşmeleri imzalandığını, garantî sözleşmesi ile davalı şirketler; davacı banka ile Rusya da kurulu dava dışı … Limited Şirketi (kredi alan) arasında imzalanan kredi sözleşmesi tahtında kredi alana verilen 185.435.091,48 ABD Doları değerindeki kredinin teminat altına alındığını, garanti sözleşmesi uyarınca muaccel olan alacak, talebe rağmen ödenmediğini, davalı şirketlerin önemli maddi sıkıntılar içinde bulunduğunun tesbit edildiğini, şirketlerin ödemelerini tatil ettiğini, bankanın alacağının ödenemeyeceği anlaşıldığını, IİK m. 177 de hükmolunarı şartların gerçekleşmiş olması nedeniyle davanın kabulüne ve davalı şirketlerin iflasına, mahkemece gerekli görüldüğü takdirde, İİK. m. 159 uyarınca müvekkil bankanın alacağının miktarı ve durumu dikkate alınarak bir teminata hükmedilmeden gerekli muhafaza tedbirlerinin alınmasına, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle:” Her bir müvekkil şirket hakkında iflas taleplerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini, şirketlerin iki farklı tüzel kişiliğe haiz olduğunu, bu şirketlerin aynı borçlu lehine farklı garanti sözleşmeleriyle garanti vermeleri iflas davalarının birIikte açılmasına gerekçe yapılamayacağını, dava bakımından muhafaza tedbiri alınmasına gerek olmadığını, muhafaza tedbiri alınması gerektiği kanaatinde olunması halinde, teminat istenmesinin zaruri olduğunu, ayrıca “Ödemelerin tatil edilmesi sebebine dayalı olarak iflas talepli dava ikamesi için aranan ön koşul davacının alacaklı olması gerektiğini, bankanın müvekkil şirketlerden alacaklı olduğu iddiasının tek dayanağı garanti sözleşmeleri olduğuna göre öncelikle davacı bankanın bu sözleşmeler uyarınca müvekkil şirketlerden alacaklı bulunmasının hukuken mümkün olup olmadığı hususunun değerlendirilmesi gerektiğini, davacı bankanın müvekkil şirketlerden alacaklı olduğu iddiasını dayandırdığı garanti sözleşmesi, kefalet sözleşmesi mahiyetinde olduğu ve bu sözleşmelerin amacı kefalete yönelik olup müvekkil şirketlerin iradesi kefalet amacına yönelik olup sözleşmelerdeki taahhütleri kefalet olduğunu, geçerli bir kefalet sözleşmesi kurulmadığından davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yana tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İflası istenen davalı şirketlerden …. A. Ş hakkında açılan davanın 02/11/2017 tarihili ara kararla tefrik edilerek mahkemenin ayrı esasına kaydedilmiştir.
Mahkemece; ” davalı şirketin -643.687.874,43 TL öz sermayesinin olduğu ve şirketin borca batık olduğu, sunulan raporda tespit edilmiş itirazlara istinaden mahkemece yapılan yargılamada taraflardan sorulmuş her ne kadar feri müdahilin indirim yapacağını beyan etmesine rağmen herhangi bir anlaşma beyanı bulunmadığından ve rayiç değerleri tespit edilemediğinden yeniden rapor alınması istenilmişse de bu talebin davacının borca batıklığı dava yargılaması esnasındaki 3 senelik sürede düzelmediği ve herhangi bir ilerleme kaydetmediği için söz konusu rapordaki rakamın tüm özvarlıklar satılsa dahi bu borcun ortadan kalkmayacağından son celse rayiç bilanço incelemesi yapılsa da durumun değişmeyeceği, mahkemece de şirketin iyiye gitmediği ve batıklığın gitgide arttığı yapılan konkordato talebinin ise kötü niyetli olduğu duruşmadan bir gün önce açılan davadan ortaya konulduğu, zira açılan dava İzmir 1 ATM 2011/1081 dosyası bir gün önce açılmış olduğu bu saate kadar konkordato davasının bekletici mesele yapılmasının samimiyet göstergesi olmadığı, mahkemece bu yönde kanaat oluşması nedeniyle ve ayrıca şirket merkezininde İzmir’e nakledilerek davanın burda açılmış olması da konkordato talebininde kötü niyetli olduğunu ortaya koymakla mahkemece bunun son celse karar aşamasında sunularak ve duruşmada hakimin reddedileceği konkordato açıldığı gibi sebeplerle karar verilmesine engel olmaya çalıştığı göz önünde bulundurularak ne iflasta ne konkordatoda düzelme çabası olmadığı ortaya çıktığı, bu sebeple bilirkişi raporuda mahkeme heyetinin kanaatiyle uyumlu olduğu” gerekçesiyle davanın kabulüne davalı şirketin iflasına karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı vekilinin yasal süresi içinde sunduğu istinaf dilekçesinde; mahkemenin hüküm gerekçesinde iddiaların tartışmasına yer vermeyen hüküm ile savunma hakkının kısıtlandığını, davacının davasına dayandırdığı garanti sözleşmesi olduğunu iddia ettiği sözleşmelere dayalı olarak doğrudan iflas isteyebilmesi için gerekli olan ” alacaklı” sıfatının bulunup bulunmadığı hususunda bir değerlendirme yapılmadığını, müvekkilinin sorumluluğunun dayanağı olan sözleşmenin garanti değil kefalet olduğu yönünde alınan hukuki görüşlere rağmen, mahkemece bu konuda bir inceleme yapılmaksızın ve gerekçeli kararda bir kelime bile kanaat açıklanmaksızın hüküm kurulması hatalı olduğunu, iflasın diğer koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği bilirkişi raporlarıyla net biçimde tespit edilmeden yani güncel değerlendirme raporu alınmaksızın hüküm kurulduğu, müvekkilin en büyük borçlusu olan şirketle anlaşma yapıp bilançosunu düzeltme imkanı varken alelacele hüküm tesis edildiği, ilk derece mahkemesinin iflas yargılaması devam ederken yapılan konkordato başvurusunun iflasa göre daha lehe olabileceğini gözetmeden verdiği karar açıkça hukuk aykırı olduğu, bu nedenle ilk derece mahkemesi kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep ve istinaf etmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesine cevap dilekçesi sunmuştur.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE
Dava, İİK 177. maddesi 2. bendi gereğince davalı şirketin ödemelerini tatil etmesi nedenine dayalı doğrudan doğruya iflas davasıdır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 2004 sayılı İİK ‘nun 177.maddesinde , “ Doğrudan Doğruya İflas Halleri “ üst başlığı altında, “Evvelce takibe hacet kalmaksızın İflas”, “Alacaklının talebi” düzenlenmiştir. 117/1.fıkrada, aşağıdaki hallerde alacaklının evvelce takibe hacet kalmaksızın iflasa tabi borçlunun iflasını isteyebileceği ifade edilmiştir. Yasada belirtilen “4” bent ise sırasıyla ,”1- Borçlunun malum yerleşim yeri olmaz, taahhütlerinden kurtulmak maksadıyla kaçar, alacaklıların haklarını ihlal eden hileli muamelelerde bulunur veya bunlara teşebbüs eder yahut haciz yoluyla yapılan takip sırasında mallarını saklarsa; 2-Borçlu ödemelerini tatil eylemiş bulunursa; 3-308 inci maddede ki hal varsa; 4-İlama müstenit alacak icra emriyle istenildiği halde ödenmemişse,..” şeklinde sayılmıştır.Davacı taraf, İİK’nın 179. maddesine dayanarak davalı şirketin borca batık olması sebebine dayalı iflas talebinde bulunmadığına göre borca batıklık durumunun araştırılmasına da gerek olmadığı yalnızca davalı şirketin ödemelerini tatil edip etmediği hususların değerlendirilmesi gerekmektedir.Uyuşmazlık; taraflar arasındaki sözleşmenin hukuki niteliği belirlenerek davacı şirketin alacaklı sıfatının var olup olmadığı, davalı şirketin ödemelerini tatil edip etmediği ve iflas yargılaması devam ederken yapılan konkordato başvurusunun bekletici mesele yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplamaktadır.Davalı vekili, taraflar arasında yapılan sözleşmenin her ne kadar garanti sözleşmesi adı altında yapılmış ise de sözleşme hükümleri itibari ile kefalet sözleşmesi niteliğinde olduğunu iddia etmiştir. Her iki tarafın kabul ve beyan ettiği gibi taraflar tüzel kişi tacir olup, sözleşmedeki her cümlenin anlamını kavrayabilecek bilgi birikimine sahip olduğu dikkate alarak akdedilen sözleşmeyi garanti sözleşmesi olarak düzenlemişlerdir. Nitekim; sözleşmenin 2.1 maddesi ” garantör işbu sözleşme ile koşulsuz ve gayrikabil rücu olarak… asıl borç, faiz ve diğer ödemeleri… Lehtarın talebi üzerine usulüne uygun, zamanında ve gayrikabili rücu olarak ödeyeceğini lehtara garanti eder”, 2.2 maddesi ise ” kredi alanın… temerrüde düşmesi durumunda garantör öncelikli ve bağımsız bir borç olarak, lehtarın yazılı talebinden itibaren 5 iş günü içeresinde, koşulsuz olarak, lehtara asıl borçluymuş gibi temerrüde düşülen miktarı ödeyecektir” şeklinde düzenlenmiş olmakla garanti verenlerin borçlarının ”bağımsız bir borç ” olduğu vurgulanmıştır. Yine sözleşmenin 2.5. Maddesindeki ” kredi alanın garanti edilen sözleşme tahtındaki tüm veya bazı borçları… Herhangi bir nedenden geçersiz, icra edilemez, hukuka aykırı veya hükümsüz olsa bile işbu sözleşme yürürlükte kalacaktır.”, 2.9.maddesindeki ” garanti edilen sözleşme tahtında ödeneceği ifade edilen miktarlara herhangi biri kredi alan üzerindeki herhangi bir yasal sınırlama, kısıtlama veya kredi alanın ehliyetsizliği yada başka herhangi bir olay veya durum… Sebebiyle tahsis edilemezse… Garantör bunları tek ve asıl borçlusuymuş gibi garantörden tahsil edilir ve talep üzerine garantörü tarafından ödenir.” hükümleri garanti verenlerin kefaletteki gibi ferdi değil aksine tam anlamıyla asli ve bağımsız bir taahhüt altına girdikleri görülmüştür. Oysa kefalet sözlemelerinde, kredi alanın ehliyetsizliği, kredi sözleşmesinin geçersiz olması sonucuna göre geçersiz sözleşmeden hiçbir borç doğmaz ve fer’ i bir taahhüt altında bulunan kefilde hiçbir şekilde sorumlu tutulamazken teminat verenler bu halde dahi sorumlu olmayı üstlendiklerine göre taahhüdün garanti sözleşmesi niteliği taşıdığı kabul edilmiştir.Garanti sözleşmesi 2.2 de davalı şirketin sorumlunun asıl borçlunun borcunu ifada temerrüde düşmesine bağlamış olması ve def’i ve itirazlarda peşinen feragat edilmesi bu sözleşmenin kefalet sözleşmesi olması sonucunu doğurmayacağı bilakis alacaklıya karşı temel borç ilişkisinden kaynaklan tüm def’i ve itirazları ileri sürmekten tümüyle ve peşinen feragat edilmiş olması, taahhüdün asli nitelik taşıdığı yolunda güçlü bir delil niteliğinde olduğundan verilen taahhüdün garanti olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Bu itibarla taraflar arasındaki sözleşmenin geçerli garanti sözleşmesi olduğu ve davacının alacaklı sıfatı bulunduğu kabul edilmiştir.Mahkemece hükme esas alınan 12/03/2018 tarihli SMM bilirkişi raporunda ”2017 yılı zararı sebebiyle davalı şirketin 31/12/2017 tarihindeki kayıtlı öz sermayesinin (-) 643.687.874,43 TL olduğu ve şirketin borca batık olduğu” sonucuna varılmıştır. Davalı şirkete ait taşınmazların rayiç değerinin tespiti için talimat mahkemesi kanalı ile yapılan keşifte alınan bilirkişi raporunda taşınmazların toplam değerinin 113.491.548,10 TL olarak tespit edildiği, rapor ile davalı şirketin borca batıklık durumuna ilişkin değişiklik oluşturmadığı aksine taşınmazların rayiç değerinin bilançodaki değerinden dahi daha düşük olduğu tespit edildiği, davalı şirket hakkında çok sayıda icra takibi başlatılarak tüm taşınmazlarına haciz konulduğu, yargılama devam ederken davalı şirkete ait ve üzerinde… Palace Antalya’nın bulunduğu taşınmaz cebri icra yoluyla 3. bir şahsa satıldığı ve bundan sonra davalı şirketin gelir getiren faaliyetinin kalmadığı, ayrıca davalı şirketin konkordato talepli açmış olduğu ve izmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesine sunduğu ” 31 Ağustos 2018 tarihli İşletme Devamlılığı Esasına Göre Hazırlanmış Son Bilanço” ya göre davalı şirketin aktiflerinin değerinin 2.100,00 TL, buna karşılık pasiflerinin toplamı 2.682.176.578,60 TL olduğu dikkate alındığında davalı şirketin mevcutları ile alacakları toplamının borçlarının karşılamadığı, ödemelerini tatil ettiği mali tablolardan anlaşılmaktadır.Davalı vekili yapılan konkordato talebinin bekletici mesele yapılmasını talep etmiş ise de 3 yıllık yargılama sürecinde hükmün tefhim edildiği 19/09/2018 tarihli celseden 2 gün önce 17/09/2017 tarihinde davalı şirket, merkezini İzmir’e taşıdığı, karar duruşmasından bir gün önce İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinde açmış olduğu davada konkordato talebinde bulunmuştur. Davalı şirketin borca batıklık durumunda 3 senelik süre içerisinde herhangi bir değişlik olmadığı gibi zararın artmaya devam ettiği, gelir getiren faaliyetin kalmadığı ve davalının mali durumu iyice bozulduktan sonra karar duruşmasından iki gün önce şirket merkezini İzmir’e taşıyarak mahkemeden konkordato talep etmesi yargılamayı uzatmaya yönelik olup mahkeme sonucuna tesir etmeyeceği kanaatine varıldığından bekletici mesele yapılmasına gerek görülmemiştir. Kaldı ki İİK’nın 309 Maddesi gereği, iflastan sonrada konkordato talep edilmesi mümkündür.
Sonuç olarak yukarıda yapılan açıklamalar ışığında ilk derece mahkemesinin kararında usul veya esas yönünde hukuka aykırılık bulunmadığından istinaf başvurusunun esastan reddi gerektiğine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;
1-Dosya kapsamı ve delil durumuna göre İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğundan HMK’ nın 353/1.b.1 maddesi gereğince davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,
2- Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 68,20 TL başvuru harcı ile istinaf kanun yolu başvuru harcı 121,30 TL olmak üzere toplam 189,50 TL harçtan davacının peşin olarak yatırdığı 134,00 TL harcın mahsubu ile bakiye 55,50 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-Davalı tarafın yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerine bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma yapılmadığından istinaf vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353/ 1.b.2 bendi ile İİK’nın 293/son fıkrası yollaması ile İ.İ.K 164 Maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 10 gün içinde Yargıtay Temyiz Yolu Açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.19/09/2019