Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2019/2698 E. 2020/1123 K. 23.06.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2698 Esas
KARAR NO: 2020/1123
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 08/11/2018
NUMARASI: 2018/308 Esas, 2018/1111 Karar
DAVANIN KONUSU: Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 23/06/2020
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesi uyarınca dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile Ulaştırma Bakanlığı arasında 27/04/1998 tarihinde ” GSM Pan Avrupa Mobil Telefon Sitemlerinin Kurulması ve işletilmesi ile İlgili Lisans Verilmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi” imzalandığını, 24/05/2006 tarihinde TMSF tarafından yapılan cebri satış ile lisans sözleşmesinin … A.Ş,’ne geçişine kadar, müvekkili şirketin mobil telefon sisteminin kurulması ve işletilme konularında lisans hakkına sahip olduğunu, lisans sözleşmesi gereğince 24/05/2006 tarihine kadar, müvekkiline tahsis edilen … arasındaki alan kodları ile cep telefonu servis sağlayıcılığı hizmeti verildiğini, davalının da aynı şekilde kendisine tahsisi edilen alan kodları ile cep telefonu servis sağlayıcılığı hizmeti verdiğini, her iki şirketin imtiyaz sözleşmeleri gereğince faaliyet göstermekte iken, aralarında öncelikle 04/10/1999 tarihli “Şebekeler Arası İrtibat ve İşbirliği Sözleşmesini “imzaladıklarını, daha sonra 23/05/2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ‘‘Erişim ve Ara Bağlantı Yönetmeliği” nin geçici 1. Maddesi uyarınca, 04/10/1999 tarihinde imzaladıkları “Şebekeler Arası İrtibat Ve İşbirliği Sözleşmesi” nin yenilenmesi amacıyla, öncelikle 09/10/2003 tarihinde “EK PROTOKOL” düzenlendiğini, hemen akabinde de Telekomünikasyon Kurumu’nun 13/10/2003 tarih ve 19670-8507 sayılı yazısı ile bildirilen 23/09/2003 tarih 2003/383 ve 11/10/2003 tarih, 2003/437 sayılı kararları gereğince de 21/11/2003 tarihinde “EK PROTOKOL’e EK PROTOKOL” ‘ün amza altına alındığını, karşılıklı olarak imzalanan işbu sözleşme ve ek protokoller kapsamında tarafların, birbirlerinin abonelerinin karşılıklı konuşma trafiği nedeniyle, kendi santrallerinde sonlanan çağrı sonlanması (konuşma sonlanması) ve SMS sonlanması (kısa mesaj sonlanması) nedeniyle, aylık ara bağlantı ücreti faturalarını düzenleyerek karşılıklı olarak birbirlerine göndererek mahsuplaşma yaptıklarını, her ay sonunda oluşan tahakkuk nedeniyle iki şirketten hangisi alacaklı ise alacak miktarı kadar mahsup yapıldığını ve aylık olarak yapılan mahsuplaşmada … A.Ş. abonelerinin fazlalığı nedeniyle müvekkili şirket nezdinde sonlanan … A.Ş. abonesi Çağrı ve SMS’lerinin çok daha fazla olması nedeniyle, genelde müvekkili şirketin davalıdan alacaklı gözüktüğünü, GSM operatörleri arasındakiiş ve işlemlerde düzenleyici kurum olan Telekomünikasyon Kurumu tarafından alınan Kurul kararları nedeniyle, … A.Ş.’de başlayıp, … A.Ş.’de sonlanan SMS sonlandırmalarına ilişkin, … A.Ş. tarafından 2004 ve 2005 yıllarında düzenlenerek gönderilen ve müvekkili şirket tarafından hiçbiri kabul edilmeyip muhasebe kayıtlarına alınmayan ve iade edilen “SMS sonlandırma” bedellerine İlişkin” faturalar olduğunu, davalı ile aralarında çıkan ihtilafın nedeninin davalının çoğu 2004 yılında olmak Üzere, piyasanın bir diğer operatörü olan … A.Ş.’ne kendisinde sonlanan SMS sonlanmalan ile ilgili olarak herhangi bir fatura düzenlemezken, davacıya aynı dönemde fatura düzenlemesinden kaynaklandığını, taraflar arasındaki sözleşme ve ek protokoller ve gerekse, kurul kararları dolayısıyla, müvekkilinin … A.Ş.’den 11.351.782,97 TL’lik hesap alacağının oluştuğunu, müvekkili Şirketin TMSF Fon Kurulunun 13/02/2004 tarih 13 sayılı kararı ile İmar Bankası Soruşturması kapsamında, TMSF’ye devredildiğini, 13/12/2005 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile … A.Ş. (…)’ne ihale edildiğini, söz konusu el koyma ve TMSF haciz işlemleri sırasında, müvekkili şirketin davalıdan olan Hesap Alacağının da Fon Kurulunun 26/07/2007 Tarih, 2007/356 Savılı Kararı gereğince TMSF tarafından devir ve temlik alındığını, TMSF’nin davalı aleyhinde 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip başlatıldığını, davalıya ödemeye çağrı mektubu gönderildiğini, borçlu … A.Ş. tarafından, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre gönderilen ödemeye çağrı mektubunun ve buna mesnet Fon Kurulu Kararının iptali için İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 2007/1678 E. sayılı dosyasında dava açtığını mahkemece, 2010/533 K. sayılı kararı ile ödemeye çağrı mektubunun ve işlemin dayanağı olan Fon Kurulu Kararının iptaline karar verildiğini, bu karara ilişkin temyiz talebinin Danıştay tarafından reddedildiğini, TMSF tarafından söz konusu alacağın yeniden müvekkili şirkete devretme kararı aldığını,TMSF ile müvekkili şirket arasında son olarak 12/01/2018 tarihli temlik sözleşmesi imzalanarak alacağın geri temlik alındığını belirterek fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla 11.351.782,97 TL’lik hesap alacağının TMSF’nin ödemeye çağrı mektubu tarihi olan 10/09/2007 tarihinden itibaren ticari reeskont faizi birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının zarar talebi iddiasının 2004 ve 2005 yıllarına ilişkin olduğunu, davanın açıldığı 2018 yılına kadar hiçbir hukuki yola başvurmadığını, taraflar arasındaki sözleşmeler kapsamında müvekkili şirketin arabağlantı kullanım bedellerine ilişkin faturaları, tahakkuka ait ayı takip ay içerisinde davacıya ilettiğini, böylece davacının bir önceki aya ilişkin arabağlantı kullanım bedelini müvekkili şirket tarafından her ay gönderilen faturalar ile öğrendiğini, dolayısıyla 2004 yılı Ocak ayı faturasının davacı tarafından 2004 yılı Şubat ayında öğrenildiğini, 2004 yılı Ocak ayı faturasına ilişkin tutarın öğrenme tarihinden itibaren bir yılın sonunda yani 2005 yılı Şubat ayı itibariyle de zamanaşımına uğradığını, her ne kadar, davacının TMSF’nin müvekkili şirkete yönelttiği tahsilat işlemlerinden bahsedilse de, anılan TMSF işlemlerinin mahkemeler tarafından iptal edildiğini, bu şekilde işlemlerin hiç tesis edilmemişçesine ortadan kaldırıldığını, kaldı ki, iddia edilen alacağın TMSF tarafından temlik alındığı iddia olunan 26/07/2007 tarihinden önce zamanaşımına uğradığını, her halükarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin de geçmiş olduğunu, TMSF (nin açıkça zamanaşımına uğradığı ortada olan tutarı sanki zamanaşımına uğramamış gibi davacıya temlik ettiğini, hukuki güvenlik ilkesinin zedelendiğini, davanın öncelikle zamanaşımı/yetki/tahkim şartı nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, TMSF’nin 10/09/2007 tarihli işlemi ile aynı konuda alacak talebinde bulunduğunu, müvekkili şirketin, davacıya hiçbir borcu bulunmadığı için TMSF’nin ödemeye çağrı mektubu ile TMSF Kurul kararının iptali talepli olarak müvekkil şirket tarafından dava açıldığını, verilen iptal kararının kesinleştiğini, aynı kapsamda TMSF tarafından düzenlenen 11/10/2007 tarihli ödeme emrine karşı müvekkili şirket tarafından açılan davanında reddedilerek kesinleştiğini, davacının müvekkil şirketin taraflar arasındaki sözleşme hükümleri kapsamında uyguladığı çağrı sonlandırma ücretleri nedeniyle zarara uğradığı iddiası ile açtığı bir başka davanında İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 06/04/2006 tarihli E. 2005/291 K. 2006/159 sayılı kararı ile reddedildiğini, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, davacı iddialarının yerinde olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İlk derece mahkemesi iddia, savunma, dava dışı TMSF tarafından davacının davalıdan olan alacağının tahsili için 6183 sayılı yasa uyarınca düzenlenmiş olan 11/10/2007 tarihli ödeme emrinin iptali için açılan davada İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 2007/1678 Esas, 2010/533 Karar sayılı ilamı ile iptal kararı verildiği verilen kararın Danıştay 13. Dairesinin 26/10/2015 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiş olduğu, her ne kadar TMSF tarafından ödeme emrinin gönderilmesi ile zamanaşımı süresi kesilmiş ise de, ödeme emrinin gönderilmesine ilişkin işlemin iptaline yönelik açılmış olan İstanbul 6. İdare Mahkemesinde yapılan yargılamada ödeme emrinin dayanağını oluşturan fon kurulu kararının iptaline karar verildiği gerekçesi ile tesis edilen ödeme emrinde hukuka uyarlılık bulunmadığı şeklinde hüküm oluşturulduğu, verilen bu hükmün Danıştay 13. Dairesinin 26/10/2015 tarihili kararı ile onandığı, zamanaşımı süresinin kesilmesine sebep olan işlemin ortadan kalktığı, davacının 2004-2005 yıllarında doğan 11.351.782,97 TL’lik cari hesap alacağını talep ettiği, alacağın bu tarihlerde muaccel hale geldiği, davanın açıldığı 03/04/2018 tarihi itibari ile 10 yılık zamanaşımı süresinin dolmuş olduğu, TBK’nun 158. maddeye göre de zamanaşımını kesen ödeme emrinin iptaline yönelik davada verilen kararın kesinleşmesinden itibaren 60 günlük ek süre içinde bile davacı tarafından alacak davasının açılmamış olduğu anlaşıldığından bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde; alacağın 26/07/2007 tarihinde TMSF’ye geçtiğini, temlik işleminden sonra TMSF’nin 11/10/2007 tarihinde davalı hakkında 6183 sayılı yasa uyarınca takibe geçerek davalıya ödeme emri gönderdiğini, davalının ödeme emrinin iptali talebi ile İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 2007/1678 E. sayılı dosyasında dava açtığını, İstanbul 6. İdare Mahkemesi 29/03/2010 tarih 2007/1678 E. 20010/533 K. sayılı kararı ile TMSF tarafından gönderilen ödeme emrini iptal ettiğini, kararın temyiz edildiğini, Danıştay 13. Daire Başkanlığı’nın 26/10/2015 tarih, 2010/2772 E. 2015/3698 K. sayılı ilamı ile kararın onandığını, TMSF tarafından, alacağın bu şekilde tahsil edilmesi imkanı kalmayınca, son olarak 28/12/2017 tarih, 2017/340 sayılı TMSF Fon Kurulu kararıyla, alacağın yeniden müvekkili şirkete geri temlik edilmesine karar verildiğini, 12/01/2018 tarihli temlik sözleşmesi ile alacağın yeniden müvekkili şirket tarafından temlik alındığını, davalı aleyhine 04/04/2018 tarihli eldeki davanın açıldığını, gerek müvekkili şirket gerekse TMSF tarafından, davalı şirket aleyhine yapılan söz konusu işlemlerin zamanaşımını kestiğini, TMSF tarafından borçlu/davalıya ödemeye çağrı mektubu ve ödeme emri gönderilmesinin TBK uyarınca 154. maddesi uyarınca zamanaşımını kesen sebepler arasında olduğunu belirterek ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasını talep ve istinaf etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE HUKUKİ NİTELENDİRME: Dava, sözleşmeden kaynaklı alacak istemine ilişkindir. Dosya kapsamına göre; davacının 2003-2004-2005-2006 yıllarına ilişkin hesap alacağı doğduğundan bahisle alacak isteminde bulunduğu, alacağın 26/07/2007 tarihinde TMSF’ye geçtiği, TMSF’nin temlik alınan alacağın 6183 sayılı yasa uyarınca takibe konulması hakkında 26/07/2007 tarih ve 2007/356 sayılı kararı gereğince davalıya 10/09/2007 tarih 20890 sayılı ödemeye çağrı mektubu gönderdiği, davalının çağrı mektubu ile dayanağı TMSF’nin 26/07/2007 tarih ve 2007/356 sayılı kararının iptali istemi ile İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 2007/1678 E. sayılı dosyasında dava açtığı, İstanbul 6. İdare Mahkemesi 29/03/2010 tarih 2007/1678 E. 20010/533 K. sayılı kararı ile dava konusu ödeme emrinin dayanağını teşkil eden ödemeye çağrı mektubu ve fon kurulu kararının iptali istemiyle Danıştay 13. Dairesine açılan davada Dairenin 19/01/2010 gün, E: 2007/12417, K: 2010/385 sayılı kararı ile dava konusu 10/09/2007 tarih ve 20890 sayılı ödemeye çağrı mektubu ve bu işlemin dayanağını oluşturan 26/07/2007 tarih ve 2007/356 sayılı fon kurulu kararın iptaline karar verildiğinden bahisle TMSF tarafından gönderilen ödeme emrine ilişkin işlemin iptaline karar verildiği, kararın temyiz edildiği, Danıştay 13. Daire Başkanlığı’nın 26/10/2015 tarih, 2010/2772 E. 2015/3698 K. sayılı ilamı ile kararın onandığı, alacağın TMS tarafından 12/01/2018 tarihinde yeniden davacı şirkete temlik edildiği, davacının 04/04/2018 tarihinde eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. İstanbul 6. İdare Mahkemesi 29/03/2010 tarih 2007/1678 E. 20010/533 K. sayılı kararına gerekçe yaptığı Danıştay 13. Dairesinin 2007/12417 Esas sayılı ilamı incelendiğinde; davalının 10/09/2007 tarih ve 20890 sayılı ödemeye çağrı mektubu ile bu işlemin dayanağını oluşturan 26/07/2007 tarih ve 2007/356 sayılı (Fon alacağının tahsili bakımından yarar görüldüğünden, … A.Ş.’nin muhasebe kayıtlarına göre … A.Ş.’den olan 11.351.782,97 TL tutarındaki cari hesap alacağının, söz konusu alacağın tahsil edildiği tarihte grup borçlarına mahsup edilmek üzere teminat temliki olarak Fon tarafından temlik alınmasına, temlik alınan, alacağın 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilmesine ilişkin) Fon Kurulu kararının iptali istemiyle açtığı, Dairenin 19/01/2010 gün, E:2007/12417, K:2010/385 sayılı kararı ile “…4389 sayılı Yasanın 15/7-a maddesiyle Fon’a verilmiş yetkiler arasında, devranılmış şirketlerin üçüncü kişilerden olan alacaklarının Fon tarafından temlik altına alınarak, daha sonra 6183 sayılı Yasa kapsamında takip ve tahsilatına ilişkin olarak tanınan herhangi bir yetki bulunmadığından ve davacı hakkında 6183 sayılı Yasa uyarınca yapılan takibatın konusunun bu borcun Yasanın 15/7-b ve 15/3. maddesinde belirtilen alacaklar kapsamında olmadığı anlaşıldığından, iki ayrı tüzel kişiliği haiz şirket arasındaki sözleşmeden kaynaklanan ve ihtilaflı olan alacağın; Fon tarafından temlik alınarak 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsili mümkün olan alacaklardan değildir. Bu durumda, dava konusu 10/09/2007 günlü ve B.02.2.TMS.0.25.01-250-20890 sayılı işlemle, bu işlemin dayanağı olan 26/07/2007 tarih ve 2007/356 sayılı Fon Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır…” gerekçesi ile dava konusu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun 10/09/2007 tarih ve B.02.2.TMS.0.25.01-250-20890 sayılı ödemeye çağrı mektubunun ve bu işlemin dayanağını oluşturan 26/07/2007 tarih ve 2007/356 sayılı Fon Kurulu kararının iptaline, karar verildiği, kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 06/02/2014 tarih 2010/883 E. 2014/276 K. sayılı kararı ile onandığı anlaşılmıştır. 6098 sayılı TBK’nun yürülüğe girmesinden önce işlemeye başlayan hak düşümü süreleri ile zamanaşımı sürelerinin eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam edeceği öngörüldüğünden dava konusu alacak hakkında 818 sayılı BK. hükümlerinin geçerli olacaktır.Bir alacağın zamanaşımına uğraması yani alacağın “dava edilebilme” niteliğini kaybetmesi için, “zamanaşımı süresi”nin geçmesi gerekir. BK’nun 125. maddesi: “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” Hükmünü içermektedir. BK m. 125’de öngörülen zamanaşımı süresi genel bir süre olup, maddede de ifade edildiği üzere aksine bir hüküm bulunmadığı hallerde bütün alacaklar için geçerlidir. BK m. 128’a göre, sözleşmeden doğan alacaklarda “Müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar”. Borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile birlikte alacak “muaccel” olur (BK m. 74; TBK m. 90) ve borcun doğumu ile birlikte zamanaşımı işlemeye başlar”. Sözleşmeden doğan borçlarda zamanaşımının işlenmeye başlaması için alacağın muaccel (istenebilir) olması yeterlidir. Alacaklı, alacağının varlığından haberdar olmasa dahi, alacağın muaccel olmasıyla birlikte, zamanaşımı süresi işler. Borcun ifası bir süreye bağlanmışsa, alacak, sürenin dolması ile, ifa gününün gelmesiyle muaccel olur ve o günden itibaren zamanaşımı işler. Bir borç ilişkisinden (örneğin kira sözleşmesinden) muacceliyet tarihleri farklı, aynı nitelikte birden çok borç doğmuşsa, zamanaşımı her alacak için o alacağın istenebileceği tarihten itibaren işlemeye başlar. Alacağın muacceliyeti, alacaklının bir bildirimine (ihbarına) bağlı ise, zamanaşımı bu bildirimin yapılabileceği günden itibaren işler (BK m. 128; TBK m. 149/2). Taliki (erteleyici) şarta bağlı borçlarda zamanaşımı, şartın gerçekleştiği, bu suretle alacaklının borcun ifasını isteyebileceği tarihten itibaren işlemeye başlar. Buna karşılık, infisahi (bozucu) şarta bağlı borçlarda, şarta rağmen zamanaşımı işler. Zamanaşımı süresi işlemeye başladıktan sonra borçlunun bazı eylemleri, borçla ilişkisinin devam ettiğini ve bu ilişkiyi devam ettirdiğini, alacaklının bazı eylemleri ise alacakla ilişkisinin devam ettiği ve hakkının peşinde olduğunu ortaya koyabilir. Bu eylemlere rağmen, zamanaşımı süresinin işlemeye devam ettiğini ve borcu sona erdirdiğini kabul etmek güçtür. Bunun dışında bazı alacakların nitelikleri ya da alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin özel niteliği zamanaşımı süresinin işlemesini haklı göstermeyebilir. Bu mantıktan hareket eden Türk Borçlar Kanunu’nda, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplere yer vermiştir
Zamanaşımının durması demek, o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı süresinin işlediği noktada durması, buna yol açan sebebin ortadan kalktığı andan itibaren kaldığı yerden işlemeye devam etmesi demektir. Daha önce işlemeye başlamış bulunan zamanaşımı durmuşsa, sebep ortadan kalkınca, zamanaşımı kaldığı yerden işlemesini sürdürür. Diğer bir deyişle, işlemiş bulunan süreler dikkate alınır, geri kalan süre için zamanaşımı yeniden işlemeye devam eder (BK m. 132; TBK m. 153). Zamanaşımının kesilmesi (kat’ı) ise, borçlunun veya alacaklının veya hakimin belli fiillerinin sonucu olarak, işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımının kesilmesi için, zamanaşımının işlemekte olması gerekir. Zamanaşımı süresi dolmuşsa, zamanaşımının kesilmesi söz konusu olmaz. Zamanaşımını kesen sebepler BK m.133 ve 136’da (TBK m.154 ve 157’de) gösterilmiştir. Bu maddelere göre zamanaşımı: borçlunun bir fiili ile; alacaklının bir fiili ile; yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle; yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir. BK m. 133/1 (TBK 154/1)’e göre borçlunun borcunu kabul ettiğini gösteren, borcun kısmen ödenmesi, güvence verilmesi gibi fiiller bizzat borçlu tarafından veya onun onayı ile üçüncü şahıs tarafından yapıldığı takdirde zamanaşımı kesilir. Üçüncü şahsın, borçlunun bilgisi dışında alacaklıya ödemede bulunması zamanaşımını kesmez. BK 133/2 (TBK m. 154/2) ‘ye göre, “alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa veya icra takibinde bulunmuşsa veya iflas masasına başvurmuşsa” zamanaşımı kesilir. Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış olur (HMK m. 118). Alacaklı alacağının bir kısmı için (diğer kısma ilişkin isteğini saklı tutarak) dava açmışsa, veya alacağının bir kısmı için icra takibinde bulunmuş ise, zamanaşımı sadece dava veya takip edilen kısım için kesilir. BK m. 136/1 (TBK m. 157/1)’ e göre, bir dava veya def’i ile kesilmiş bulunan zamanaşımı, dava süresince iki tarafın yargılama ile ilgili her işleminden veya yargıcın her kararından sonra (kesilir ve) yeniden işlemeye başlar. Dava veya def’i reddedilirse zamanaşımı kesilmiş olmaz. Ancak dava esastan reddedilmemişse, davanın yeniden açılması mümkünse, fakat davanın açıldığı (def’in ileri sürüldüğü) gün ile reddedildiği tarih arasında geçen zaman içinde zamanaşımı süresi dolmuşsa, TBK m. 158’de (BK m. 137’de), belli haller için alacaklı yararına (reddin kesinleştiği tarihten itibaren işleyecek) bir ek süre öngörülmüştür. TBK m. 158’e göre, dava veya def’i, mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek bir süre içinde haklarını kullanabilir. BK m. 136/2 (TBK m. 157/2)’ ye göre, zamanaşımı, icra takibi ile (kovuşturulması ile) kesilmişse alacağın takibine ilişkin her işlemden sonra yeniden işlemeye başlar.Zamanaşımı kesilince, kesilmeden itibaren yeni bir süre işlemeye başlar (BK m. 135/1). Zamanaşımının kesilmesinden sonra işleyecek yeni zamanaşımı süresi, eski (kesilen) zamanaşımının aynıdır. Örneğin, beş yıllık bir zamanaşımı süresi kesilmişse, yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımı süresi de beş yıldır. Bu genel kurala, BK m. 135/2’de (TBK m. 156/2’de) iki istisna getirilmiştir: “Borç bir senetle tanınmış” veya “kesinleşmiş, mahkeme veya hakem kararı ile sabit olmuşsa” kesilen süre daha kısa olsa bile, yeni zamanaşımı süresi daima on yıldır.(YARGITAY Hukuk Genel Kurulunun 2013/15-169 E. 2013/1365 K. Sayılı ilamı) Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu 2003-2004-2005-2006 yıllarına ilişkin alacağın, sözleşmeden kaynaklanmakta olup BK’nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, davacının alacağını Fona temlik ettiği, 4389 sayılı Yasanın 15/7-a maddesiyle Fon’a verilmiş yetkiler arasında, devredilen şirketlerin üçüncü kişilerden olan alacaklarının Fon tarafından temlik altına alınarak, daha sonra 6183 sayılı Yasa kapsamında takip ve tahsilatına ilişkin olarak tanınan herhangi bir yetki baulunmadığı, alacağın Yasanın 15/7-b ve 15/3. maddesinde belirtilen alacaklar kapsamında olmadığı, bu sebeple fonun 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsilinin mümkün bulunmadığı, dolayısı ile fon tarafından apılan işlemlerin zamanaşımını kesmeyeceği, davacı alacaklı tarafından zamanaşımını kesecek başka bir işleminin bulunmadığı, dava tarihi itibari ile 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere; 1-Dosya kapsamı ve delil durumuna göre mahkemece tesis edilen kararın usul ve hukuka uygun olduğundan HMK’nın 353/1.b.1 Maddesi gereğince davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE, 2-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 83,50TL başvuru harcı ile istinaf kanun yolu başvuru harcı 148,60 TL olmak üzere toplam 232,10 TL harçtan davacının peşin olarak yatırmış olduğu 165,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 66,40 TL harsına davacıdan tahsili ile HAZİNEYE İRAT KAYDINA, 3-Davacı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına, 4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma yapılmadığından istinaf vekalet ücreti taktirine yer olmadığına, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/1 bendi ile aynı kanunun 361.1 maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta süre içerisinde Temyiz Kanun Yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 23/06/2020