Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2019/1915 E. 2022/1302 K. 03.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1915 Esas
KARAR NO: 2022/1302
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 28/02/2019
NUMARASI: 2015/894 Esas, 2019/302 Karar
DAVA: ALACAK
KARAR TARİHİ: 03/11/2022
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasında 25.02.2010 tarihinde lojistik, malzeme satış ve montaj sözleşmesi imzalandığını, sözleşme gereği müvekkilinin, sabit bir dijital telekomünikasyon şebekesi temin etmek, kurmak, test etmek, tamamlamak ve bu şebeke ile diğer hizmetleri sağlamayı üstlendiğini, davalı tarafından işlerin tam olarak yapıldığı kabul edilmekle işlerin karşılığı ücretin (artırım yapılmadan) düzenli olarak ödendiğini, sözleşmede “bir yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacaktır.” şeklinde hüküm yer almasına karşın davalı şirket tarafından müvekkiline bu artışın uygulanmadığını, müvekkilinin, sözleşmenin imzalanmasından 1 yıl sonra enflasyon oranının uygulanmasını beklerken normal ödemenin haricinde hiçbir şekilde artış yapılmadığını, sözleşmenin yaklaşık 4 yıl devam ettiğini, bu süreçte defaatle gerek mail yolu gerekse telefon görüşmeleri ile bu hususun dile getirilmesine rağmen davalı tarafından, fiyat artışı ile ilgili bir talepte bulunulmadığı ve ihtirazi kayıt öne sürülmediği için taleplerinin reddedildiğini, müvekkili tarafından birlikte Beşiktaş … Noterliğinin 02.07.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile “ödemelerin yapıldığında artışların ayrıca talep edilmediği ve bu şekilde kabul olunacağı, bu hususta hiçbir ödeme yapılmayacağı” şeklinde cevap verildiğini, davalının sözleşmeye aykırı davranarak müvekkilinin yıl sonu enflasyon artışını uygulamadığını, müvekkilinin 2011 yılında 2.739.634,32 TL, 2012 yılında 2.317.213 TL, 2013 yılında 56.640 TL, 2014 yılında ise 186.205,18 TL olmak üzere toplamda 5.299.692,50 TL cari hesabına her yıl için ayrı ayrı enflasyon oranında artış uygulanması gerektiğini, artış oranlarının sözleşmenin 25.02.2010 tarihinde imzalanmış olması nedeniyle her yıla ait Mart ayının artış oranlarının yıl sonu cari hesaba eklenmesi gerektiğini belirterek 2011-2015 yılları arasında müvekkilinin cari hesaplarına enflasyon artış oranlarının eklenmesini, yani sözleşmede kararlaştırıldığı gibi 1 yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılmasına ve şimdilik 10.000 TL enflasyon artışı alacağının avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının taleplerinin usul ve yasaya aykırı olduğu gibi taraflar arasında imzalanan sözleşmeye de aykırı olduğunu, sözleşme kapsamında tüm ödemelerin yapıldığını ve enflasyon oranında yıllık artış taleplerinin kabul edilemeyeceğinin kendilerine ihtarname ile bildirildiğini, davacının, dava dilekçesinde alacaklarının dayanağının sözleşmede bir hüküm olarak yer aldığını iddia ettiğini, ancak taraflar arasında imzalanan sözleşme incelendiğinde, enflasyon artışlarına ilişkin tek ibarenin, sadece Sorumlulukların Paylaşılmasını düzenleyen Ek-3’te muhatap firmanın bir öngörüsü olarak yer aldığını, sözleşme kapsamında davacıdan özel teklif alınarak gerçekleştirilmiş olan bazı işler incelendiğinde bazı mal ve hizmet kalemleri için davacı tarafından teklif edilen birim fiyatların sözleşmede kararlaştırılan birim fiyatlar ile aynı yada daha düşük olduğunun tespit edildiğini, sözleşme kapsamında fiyatların enflasyon oranında artırılmasına ilişkin kesin ve kararlaştırılmış bir madde olmadığını, fiyat artışının sadece davacı firmanın bir öngörüsü olarak sözleşmede yer aldığını ve sözleşme süresince bu konuda davacı tarafından herhangi bir talepte bulunulmayıp müvekkili tarafından düzenlenen sipariş emirleri ve ödenen ücretler herhangi bir ihtirazı kayıt öne sürülmeksizin kabul edildiğinden ve aksine bazı kalemler için davacı tarafından daha düşük ücret teklifi yapıldığından sözleşme sona erdikten yaklaşık bir yıl sonra davacı tarafından öne sürülen fiyat artışı talebinin haklı ve iyi niyetten uzak bir talepten ibaret olduğunu, sözleşmenin “fiyatlar ve ödeme şartları” başlığı altında düzenlenen 9. maddesi ile “taahhüt ve sipariş prosedürü” başlıklı 3. maddesinde yer alan düzenlemelere göre davacının enflasyon artışı adı altında bir bedeli talep etmesinin sözleşme hükümlerine aykırılık teşkil ettiğini beliterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEME KARARI: İlk derece mahkemesince; taraflar arasındaki sözleşme, bilirkişi rapor ve ek raporu, düzenlenen faturalar ve ödemeler göz önüne alındığında bu sözleşmenin ekindeki sayfa 5-5’te bulunan “sorumluluk matrisi iş kapsamı, taşeron sorumluluk öngörüleri” başlıklı belgede tedarikçi öngörüleri bölümünde “bir yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacaktır.” hükmü nedeniyle davacının enflasyon oranında artış yapılmasını talep edebileceği, davacıya 2012-2014 yılları arasında düzenlediği faturalara karşılık yapılan 5.300.874,68 TL için 430.884,70 TL enflasyon artışının yapılması gerektiği ve davacının bu miktar alacaklı olduğu belirtilerek davanın kabulü ile, 430.884,70 TL’nin temerrüt tarihi olan 16.06.2015 tarihinden itibaren hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine dair karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ: Karar yasal süresinde davalı vekili tarafından istinaf edilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde; taraflar arasındaki sözleşmenin 9. maddesine göre taraflar arasında yapılacak işler için sabit birim fiyat düzenlendiğini, geriye dönük dört yıllık hizmet ve bedel ödemeleri itirazsız kabul edilip sözleşme bittikten bir yıl sonra enflasyon farkı talep etmenin sözleşmeye aykırı olduğunu, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde asıl olanın sözleşmenin doğru şekilde yorumlanması olduğunu, yorum yapılırken güven teorisinin esas alınması gerektiğini, “Bir yılın sonunda” ifadesinden, güven teorisine göre anlaşılması gerekenin dört yıl devam eden sözleşme süresince her yılın sonunda bir önceki yıla göre oluşan enflasyon oranında fiyatlara zam yapılabileceği olduğunu, bu talebin her yeni yılın içinde ileri sürülebilecek bir talep olduğunu, ancak davacının, sözleşme süresi olan 4 yıl boyunca, her yeni yılda enflasyon farkı talep etmeyerek yıl sonuna kadar itirazsız olarak siparişleri kabul ettiğini, devam eden yıllarda sözleşmede belirtilen birim fiyatlara göre daha düşük indirimli fiyat ve ödemeleri dahi kabul ederek sözleşme kapsamındaki edimlerini ifa ettiğini ve enflasyona göre fark isteme hakkını sözleşme dönemi içerisinde hiçbir suretle kullanmadığını, bu nedenle davacının talebinin kötüniyetli olduğunu, hiçbir şekilde ne güven ilkesi ne de hakkaniyet ve dürüstlük kuralları ile bağdaşmadığını, sözleşmenin 3. maddesi ile davacı yüklenicinin, siparişi aldıktan sonra 3 iş günü içinde siparişi kabul veya sözleşme şartlarına uygun olmadığını belirterek reddetmekle yükümlü olduğunu, ancak davacının her bir sipariş kendisine bildirildiğinde 3 iş günü içerisinde bu hakkını öne sürebilecekken bundan imtina ettiğini ve ilgili siparişleri kabul ederek sözleşme kapsamındaki edimlerini ifa etmesi sebebiyle sözleşme bittikten sonraki dönemde önceki dönem için enflasyon farkı talep etmesinin kabul edilemeyeceğini, TBK m. 486 hükümlerine tabi eser sözleşmelerinde kuralın, tereddüt halinde yüklenici aleyhine iş sahibi lehine yorum yapılması olduğunu, kabul anlamına gelmemekle birlikte, sözleşmenin bütün hükümleri değerlendirildiğinde tereddüt olsa bile enflasyon oranında fiyat artışının davalı iş sahibi lehine yorumlanması gerektiğini, Mahkemenin 22/11/2016 tarihli bilirkişi ara kararı gereği, tarafların iddiaları, deliller, taraf defter ve kayıtları üzerinde, varsa alacağın miktarı ve davalı yanın sorumlu olup olmadığının belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiğini, müvekkili şirketin defter ve kayıtlarının talimat yoluyla incelendiğini ve müvekkilinin, davacıya bir borcunun bulunmadığının tespit edildiğini, mahkemenin ara kararı gereği, davacının da defter ve kayıtları incelenerek sözleşme kapsamında bir alacağın olup olmadığı yönünde önceki ara karar gereği bir inceleme yaptırılması gerekirken bunun yapılmadığını, yetersiz bilirkişi raporuna göre acele bir şekilde karar verildiğini, dava ile ilgili zamanaşımı yönünden yapılan itirazlara ilişkin olarak mahkeme tarafından bir değerlendirme yapılmadığını, eser sözleşmesine dayanan alacaklarda TBK’nun 147/7 maddesi uyarınca, yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, beş yıllık zamanaşımı uygulandığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla davacının talep ettiği 192.816,36 TL ve 216.080,22 TL’nin talep tarihlerinin 16/03/2011 ve 22/01/2013 tarihleri olması sebebiyle zamanaşımına uğramış olduklarını, 2011 ve 2012 yıllarına ilişkin talep edilen miktar açısından ıslah tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolduğunu, davanın zamanaşımı yönünden de reddi gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep ve istinaf etmiştir. Davalı vekilinin istinaf dilekçesi ekinde İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. … tarafından hazırlanan 11/03/2019 tarihli hukuki mütalaayı sunduğu görülmüştür. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE: Dava, taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklı alacak talebine ilişkindir. Mahkemenin 04/10/2016 tarihli celse ara kararı ile ara kararlar ikmal edildikten ve gerekli süreler tamamlandıktan sonra talep halinde bilirkişi hususunun karar altına alınmasına karar verilmesi üzerine 22/11/2016 tarihli ara karar ile tarafların iddiaları, toplanan, deliller, taraf defter ve kayıtları üzerinde, varsa alacağın miktarı ve davalı yanın sorumlu olup olmadığının belrlenmesi için taraf defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına, bilirkişi olarak … Yard. Doc. …’ın görevlendirildiği, incelemenin 23/12/2016 saat 14:00’da yapılmasına karar verildiği, 16/12/2016 tarihli ara karar ile davalı vekilinin, müvekkiline ait defterlerin Gebze’de olduğunu bildirmesi sebebiyle davalı defterleri üzerinde bir mali müşavir aracılığı ile inceleme yapılması için Gebze Asliye Ticaret Mahkemesine talimat yazılmasına karar verildiği, davacı vekilinin 23/12/2016 tarihli dilekçesi ile müvekkiline ait defterlerin yerinde inceleme yapılmak üzere Ankara Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine talimat yazılmasını talep ettiği, Gebze Asliye Ticaret Mahkemesinden ek rapor alınması için oluşturulan 30/05/2017 tarihli ara kararda ek rapor alındıktan sonra davacı tarafın defterleri üzerinde inceleme yapılması için Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine talimat yazılmasına karar verildiği, ancak davacıya ait ticari defterlerin incelenmesi ile ilgili bir işlemin yapılmadığı görülmüştür. Mali müşavir bilirkişi … tarafından sunulan 20/04/2017 tarihli raporda; davalı şirketin ticari defterlerinin açılış ve kapanış tasdiklerinin yasal sürelerinde yapıldığını ve kayıtların tek düzen hesap planı genel tebliğine uygun olarak kayıt edildiğini, taraflar arasında düzenlenen 25.02.2010 tarihli sözleşmenin “Fiyatlandırma ve ödeme şartları” başlıklı 9. Maddesinde işlerin karşılığı ücret için her yıl için ayrı ayrı enflasyon oranında artış uygulanması ile ilgili bir maddeye rastlanılmadığını, davalının ticari defterleri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda davacının düzenlediği toplam fatura bedellerinin 6.958.127,88 TL olduğunu, davalının yaptığı toplam ödemenin ise 6.958.127,88 TL olduğundan fatura bedellerinin ödendiğini, ödenmeyen borç miktarının bulunmadığının tespit edildiğini bildirmiştir. Mali müşavir bilirkişi … tarafından sunulan 08/11/2017 tarihli raporda; taraflar arasındaki sözleşmenin sayfa 5-5’de “Tedarikçi öngörüleri” başlığı altında “Bir yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacaktır” düzenlemesine göre enflasyon hesaplaması yapıldığını, buna göre 2011-2012-2013-2014 yılları için toplam fatura tutarı olan 5.300.874,68 TL bakımından 430.884,70 TL enflasyon hesaplaması yapıldığını bildirmiştir. Davacı vekili 14/11/2017 tarihli ıslah dilekçesi ile, toplam brüt 430.884,70 TL alacağın; 192.816,36 TL’sinin 16.03.2011 tarihinden, 216.080,22 TL’sinin 05.01.2012 tarihinden, 2.715,89TL’sinin 22.01.2013 tarihinden, 19.272,24 TL’sinin 10.01.2014 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili 12/12/2017 tarihli ıslaha karşı cevap dilekçesinde, taraflar arasındaki sözleşmenin eser sözleşmesi mahiyetinde olduğunu, eser sözleşmesine dayanan alacaklarda BK.’nun 147/7 maddesi uyarınca, yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında beş yıllık zamanaşımı uygulandığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla davacının talep ettiği 192.816,36 TL ve 216.080.22 TL’nin, talep tarihlerinin 16.03.2011 ve 22.01.2013 tarihleri olmaları itibariyle zamanaşımına uğradığını, 2011 ve 2012 yıllarına ilişkin talep edilen miktar açısından ıslah tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu sebeple davanın hem alacağın zamanaşımına uğraması sebebiyle usulden hem de esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı, taraflar arasında imzalanan sözleşmede kararlaştırılan “1 yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacaktır” düzenlemesine rağmen davalı tarafından ödemelerin buna göre yapılmaması sebebiyle enflasyon oranındaki artışa dayalı alacağın tahsili talep etmiş olup buna karşı davalı ise, davacının sözleşme süresi olan 4 yıl boyunca enflasyona göre fark isteme hakkını sözleşme dönemi içerisinde kullanmadığını, yine sözleşme süresi içerisinde enflasyon artış talebini sözleşmenin 3. maddesi uyarınca öne sürmediğini, yani ihtirazı kayıt ile bu talebini saklı tutmadığını savunmuştur. Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının, enflasyon oranında artış yapılacağına ilişkin sözleşmede yer alan düzenleme sebebiyle davalıdan talepte bulunup bulunamayacağı, sözleşme süresince davacının bu düzenleme sebebiyle talepte bulunmamasının yahut ihtirazi kayıt ileri sürmemesinin bu düzenlemenin bahşettiği talep hakkını ortadan kaldırıp kaldırmayacağı noktalarında toplanmaktadır. Taraflar arasındaki sözleşmenin akdedildiği 25/02/2010 tarihinde 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükte olup bu kanun 04/02/2011 tarihli ve 27836 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 11/01/2011 tarihinde kabul edilen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 647. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ise 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun “Geçmişe etkili olmama kuralı” başlıklı 1. maddesi “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu durumda somut olayda sözleşme tarihine göre 818 sayılı Borçlar Kanununun uygulanması gerekmektedir. Sözleşmeler ile ilgili 818 sayılı Borçlar Kanununun 1. maddesinde “İki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde, akit tamam olur. Rızanın beyanı sarih olabileceği gibi zımni dahi olabilir.”, 2. maddesinde “İki taraf akdin esaslı noktalarında uyuşurlar ise ikinci derecedeki noktalar sükütla geçilmiş olsa bile akde münakit olmuş nazariyle bakılır. İkinci derecedeki noktalar hakkında uyuşulamadığı takdirde hakim, işin mahiyetine bakarak onları tayin eyler.”, 18. maddesinde “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.” düzenlemeleri yer almaktadır. Somut olayda taraflar arasında sözleşme ilişkisinin bulunduğu ihtilafsız olup tarafların hak ve yükümlülükleri bu sözleşme kapsamına göre belirlenmelidir. Sözleşmede açık hüküm olmayan hallerde ise yasada yer alan tamamlayıcı kurallardan yararlanılmalıdır. Az önce belirtildiği üzere sözleşme ilişkisinin varlığı taraflar arasında ihtilafsız olsada davalı, söz konusu sözleşmede kararlaştırılan “1 yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacaktır” düzenlemesinin güven teorisi kapsamında yorumlanması gerektiğini ileri sürmektedir. Yani davalı, davacının sözleşme süresi olan 4 yıl boyunca bazen sözleşmede belirlenen birim fiyatın dahi altında ödemeleri kabul etmekle birlikte gerek sözleşme süresince gerekse sözleşmeden belli bir süre sonrasına kadar enflasyona göre fark istemediğini belirterek kendisinde yarattığı güvene aykırı olarak davrandığını iddia etmektedir. Öyleyse bu düzenlemenin, güven teorisi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olup olmadığının da taraflar arasında belirlenen uyuşmazlık konuları ile birlikte açıklığa kavuşturulması gerekir. Güven teorisi, her iki tarafın menfaatleri arasında denge kurmayı amaçlar ve kaynağını dürüstlük kuralından alır. Kendine özgü mahiyet arz eden güven sorumluluğu bir kişinin veya kuruluşun davranışlarıyla başkalarında yarattığı haklı beklentiler nedeniyle oluşan güven ilişkisinden kaynaklanır. Temeli Alman Borçlar Kanunu’nda yer alan, borçlar hukuku mevzuatımızda düzenlemesi bulunmamakla birlikte gerek Türk hukukunda gerekse İsviçre hukukunda kendisine uygulama yeri bulan bu teori bir kimsenin kendi yarattığı dış görünüşün meydana getirdiği sonuçlara kendisinin katlanmasının gerekliliği, aksi yönde bir düşüncenin iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil edeceği kabulüne dayanır. Bu kapsamda yorum sırasında güven teorisinin uygulanması TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesinin gereğidir. Kanunun getirdiği güvenin korunmasına ilişkin hükümler yanında, tarafların sözlü veya yazılı davranışları bu güven ortamını sağlayabilir. Sağlanan güvenin, güven sorumluluğu kapsamında, hukuken korunması gerekir. Güven sorumluluğunda taraflar birbirlerinden bekledikleri güveni boşa çıkarmamalıdır. Bu itibarla güven teorisi hukuki güven, istikrar ve hakkaniyet düşüncesini esas alır. Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle gerekse devletle olan ilişkilerde güven ve sürekliliği sağlamaktır. Yasaya aykırı sakat bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiyi de yararlandırmak zorundadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/(21)10-1602 Esas 2020/711 Karar sayılı ilamı). Somut olayda taraflar arasında 25/02/2010 tarihli hizmet sözleşmesi imzalandığı, sözleşmenin Ek-3 maddesinde yer alan “Sorumlulukların Paylaşılması” başlıklı düzenleme kapsamında yine ekte bulunan sayfa 1-5’te “… Projesi R/L Montaj ve Devreye Alma Saha Aktiviteleri Sorumluluk Matrisi” başlığı altında devam eden sayfalarda sözleşme taraflarının sorumluluklarının belirlendiği düzenlemelerin yer aldığı, sayfa 5-5’te “sorumluluk matrisi iş kapsamı, taşeron sorumluluk öngörüleri” ile ilgili düzenlemelerin altında “Tedarikçi Öngörüleri” kısmında “Bir yılın sonunda fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacaktır.” yönünde düzenleme bulunduğu, hem bu düzenlemenin yer aldığı belge hem de sözleşme ve eklerinin taraflarca imzalandığı görülmüştür. Sözleşmenin 2. maddesinde, sözleşmenin kapsamının düzenlendiği, 2.3 maddede belirtilen eklerin, sözleşmenin ayrılmaz bir parçası olacağının ve tarafların bu dokümanlarda belirtilen hükümlerin kendileri için bağlayıcı olacağını kabul ettiğinin kararlaştırıldığı, bu ekler arasında Ek-3’de yer alan sorumlulukların paylaşılmasına ilişkin kısmın da gösterildiği dikkate alındığında bu kısımda düzenlenen ve kararlaştırılan, fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacağı hususu ile diğer hususların taraflar için bağlayıcı olduğuna şüphe yoktur. Fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacağına ilişkin hüküm, “tedarikçi öngörüleri” başlığı altında düzenmiştir. Aynı zamanda “tedarikçi öngörüleri” başlığı altında başka hususların da kararlaştırıldığı, yine bundan ayrı “sorumluluk matrisi iş kapsamı, taşeron sorumluluk öngörüleri” ile ilgili düzenlemelerin de bulunduğu, Ek-3 sayfa 5-5’te yer alan tüm bu hususların taraflarca görüşülüp müzakere edilerek imza altına alındığı dikkate alındığında “tedarikçi öngörüleri” başlığı altında düzenlenmiş olması bu hükmün taraflar için bağlayıcı olması sonucunu değiştirmeyecektir. Bu belirlemeden sonra davalı tarafın, davacının bu düzenlemeye dayalı bir talepte bulunamayacağına yönelik sözleşmenin 3 ve 9 maddeleri bağlamında yaptığı itirazları değerlendirmek gerekir. Sözleşmenin 9. maddesinde fiyatlandırma ve ödemenin düzenlendiği, 9.1 maddede sözleşme bedeli ve işlerle ilgili birim hizmet fiyatlarının Ek-1’de belirtildiği, 9.2 maddede Ek-1’de belirtilen fiyatın herşeyi kapsayan ve alıcının (davalı) ödeyeceği maksimum fiyat olduğu, işlerin yürütülmesi sırasında gerçekleştirilen ilave işler için herhangi bir ek ödeme yapılmayacağı, ayrıca genel niteliğe halel gelmeksizin söz konusu fiyatın Ek-2 (İşlerin Kapsamı) ve Ek-3’de (Sorumlulukların Paylaşılması) ve işbu sözleşmede yer alan başka herhangi bir bölümde belirtilen tüm işleri tam olarak kapsadığının açıkça belirtildiği, 9.3. maddede İşlerin kapsamında yapılacak değişiklik sonucunda gerekli görülen işler ve/veya ürünlerin tarafların mutabakatıyla belirleneceği ve 6. madde (değişiklikler) doğrultusunda fiyatlandırılacağı, hizmet sağlayıcısının (davacı), işbu sözleşme ile alıcıdan (davalı) ilave ödeme ya da başka bir tazminat talep etme hakkından açıkça feragat ettiği düzenlenmiştir. Söz konusu madde ile fiyatlandırma ve işlerin yürütülmesi sırasında gerçekleştirilen ilave işler için herhangi bir ek ödeme yapılmayacağı kararlaştırılmış olup fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacağına ilişkin hüküm ise, davacıya ilave işler sebebiyle talep hakkı vermekten ziyade zaten sözleşme kapsamında yapılan işlerin fiyatlarının, enflasyon oranında artmasından ötürü davacıya, davalıdan talep hakkı veren bir hükümdür. Yani içeriğinde düzenlenen konu itibariyle sözleşmenin 9. maddesi uyarınca davacının, fiyatlara enflasyon oranında artış yapılması talebinde bulunamayacağı söylenemeyecektir. İkisi de birbiri ile bağlantılı değil, birbirinden bağımsız düzenlemelerdir. Sözleşmenin 3. maddesinde, taahhüt ve sipariş prosedürünün düzenlendiği, 3.3 maddede hizmet sağlayıcısının (davacı), bir siparişi aldıktan sonra derhal ve her halükarda 3 iş gününden daha geç olmamak kaydıyla alıcıya (davalı) siparişi kabul ettiğini yazılı olarak teyit edecek yada siparişin işbu sözleşmenin şartlarına uymadığını belirten bir ret ihbarı göndereceği, alıcı söz konusu teyit yada ret ihbarını belirtilen süre içerisinde almadığı taktirde söz konusu siparişin, alıcının takdir yetkisine bağlı olarak kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiş olarak addedileceği, 3.7 maddede hizmet sağlayıcısı olan davacının Ek-2 (İşlerin Kapsamı), Ek-3 (Sorumlulukların Paylaşılması) ve işbu sözleşmenin herhangi bir başka bölümünde belirtilen işleri, Ek-1’de (Fiyatlandırma) yer alan fiyatlar üzerinden ve daima işbu sözleşmenin kayıt ve şartları uyarınca gerçekleştireceği düzenlenmiştir. Bu maddenin de fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacağına ilişkin hüküm ile bağlantılı olduğu söylenemez. Şöyle ki madde ile davacı tarafından, gelen siparişin kabul ve reddine ilişkin prosedür düzenlenmiş olup bu prosedürde davacı, gelen siparişin sözleşme şartlarına uyup uymadığını değerlendirerek kabul yada ret beyanında bulunacaktır. Bu değerlendirme siparişin sözleşme şartlarına uygun olup olmadığına ilişkin olduğundan enflasyon ile ilgili bir değerlendirme söz konusu değildir. Zaten davacı, reddetmediği sipariş için ücrete yine hak kazanacak olup bu ücrete ilişkin enflasyon oranına göre artış talep etmesi daha sonra gelen bir talep hakkıdır. Kaldı ki taraflar arasında ki sözleşmenin nihai hükümler başlığı altında düzenlenen 32.3 maddesinde taraflardan birinin işbu sözleşme tahtındaki herhangi bir hakkını uygulamaması ya da hukuki yollara başvurmaması ya da bunları uygulamakta gecikmesinin, bu haklardan feragat edildiği şeklinde yorumlanamayacağı ve bu hak ya da yollardan bir tanesinin uygulanması ya da bunların kısmi olarak uygulanmasını, bu hakların daha sonra uygulanmasını ya da diğer uygulamalarını veya başka bir hak ya da yolun uygulanmasını engellemeyeceği kararlaştırılmış olup davalının iddia ettiği üzere sözleşmenin 3. maddesi uyarınca davacının 3 iş günü içerisinde siparişe itiraz etmemesi fiyatlara enflasyon oranında artış yapılmasına yönelik hakkını kullanmasına bir etkisi yoktur. Diğer taraftan davalı, davacının sözleşme süresi olan 4 yıl boyunca bazen sözleşmede belirlenen birim fiyatın dahi altında ödemeleri kabul etmekle birlikte gerek sözleşme süresince gerekse sözleşmeden belli bir süre sonrasına kadar enflasyona göre fark istemeyerek kendisinde yaratılan güvene aykırı davrandığını iddia etmiş ise de az önce değinilen sözleşmenin 32.3 maddesi ile de belirlendiği üzere davacının sözleşme ile kararlaştırılan fiyatlara enflasyon oranında artış yapılması hakkını uygulamaması ya da hukuki yollara başvurmaması ya da bunları uygulamakta gecikmesi, bu haklardan feragat edildiği şeklinde yorumlanamayacaktır. Dolayısıyla sözleşmenin 32.3 maddesi açık olup güven teorisi kapsamında yorum yapılmasına da ihtiyaç bulunmamaktadır. Tarafların serbest iradeleri ile düzenlemiş oldukları sözleşme hükümleri kendilerini bağlayacağından fiyatlara enflasyon oranında artış yapılacağına ilişkin düzenleme sebebiyle davacının talepte bulunması gerek sözleşme hükümleri gerek güven teorisi gerekse de dürüstlük kuralına aykırı olmadığından davalının buna yönelik istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Davalı taraf, davacının ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı itirazında bulunmuş olup aynı zamanda bunu istinaf sebebi olarak ileri sürmüştür. Zamanaşımının başladığı tarihte somut olayda sözleşmenin imzalandığı tarih itibariyle uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlüktedir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun “Hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri” başlıklı 5. maddesi “(1)Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak Türk Borçlar Kanununda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.(2) Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibarıyla bu süre dolmuşsa, hak sahipleri Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak, bu ek süre, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu durumda somut olayda zamanaşımı ile ilgili 818 sayılı Borçlar Kanununun uygulanması gerekmektedir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” şeklinde düzenlenmiş olup 126. maddede ise 5 yıllık zamanaşımına tabi alacak veya davalar sayılmıştır. Somut olayda uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklı olup taraflar arasında imzalandığı ihtilafsız olan sözleşme tacirler arası hizmet alım sözleşmesi niteliğinde olduğundan ve 818 sayılı Borçlar Kanununda bu sözleşme türü için zamanaşımı süresini düzenleyen ayrık bir hüküm de bulunmadığından kanunun 125. maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Bu nedenle davalı vekilinin bu yöndeki istinaf talepleri yerinde görülmemiştir. Davalı, Mahkemenin kendi ara kararı doğrultusunda davacı ticari defterleri üzerinde inceleme yapmadan yetersiz bilirkişi raporuna göre karar verildiğini istinaf sebebi olarak ileri sürmüş ise de taraflar arasında imzalanan sözleşme uyarınca her iki tarafın edimini yerine getirdiği noktasında taraflar arasında bir ihtilaf yoktur. Yani davacı sözleşme ile üstlendiği hizmeti yerine getirmiş olup davalı da bunun karşılığında hizmet bedelini ödemiştir. Bu hususlar ihtilafsız olduğundan davacıya ait ticari defterlerin incelenmesi sonucu etkili olmayacaktır. Zira davalıya ait incelenen ticari defterlerde yapılan ödemeler belli olup davacının da buna bir itirazı bulunmadığından bu miktarlar üzerinden talep doğrultusunda enflasyona göre hesaplama yapılması yönünden bilirkişiden rapor almak yeterlidir. Bu doğrultuda bilirkişiden alınan ek raporda belirtildiği şekilde hesaplama yapılarak karar verilmesinde bir yanlışlık görülmemiştir. Davalı istinaf başvurusunda İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. … tarafından hazırlanan 11/03/2019 tarihli hukuki mütalaayı sunmuş ise de mütalaanın ilk derece mahkemesindeki yargılama sırasında alınmadığı ve mahkemece karar verildikten sonraki bir tarihte alınarak istinaf aşamasında ileri sürüldüğü anlaşılmış olup HMK’nun 357/1 maddesinin, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmaların dinlenemeyeceği ve yeni delillere dayanılamayacağına yönelik hükmü sebebiyle ilk derece mahkemesindeki yargılama sırasında alınıp ileri sürülmeyen mütalaanın dikkate alınması mümkün görülmemiştir. Kaldı ki davalı tarafça sunulan mütalaa taraflar arasındaki sözleşme ve sözleşme maddelerinin ne şekilde anlaşılıp yorumlanacağına ilişkin hukuki tespitler içermekte olup esasen hukuki bir nitelik arzeden ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan somut uyuşmazlık konusu ile ilgili sunulan mütalaanın dikkate alınması bu sebeple de mümkün görülmemiştir. Bu sebeple ilk derece mahkemesince tesis edilen kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M:Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere, 1-İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2015/894 Esas, 2019/302 Karar ve 28/02/2019 tarihli kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1b-1 bendi gereğince REDDİNE, 2-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanuna bağlı tarife gereğince alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcının davalı tarafından peşin olarak yatırılan 7.360,00 TL harçtan mahsubu ile bakiye 7.279,30 TL harcın hüküm kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya İADESİNE, 3- İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 4-İstinaf aşamasında davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353/1-b/1 bendi ile aynı kanunun 361/1 maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta süre içerisinde Temyiz Kanun Yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.03/11/2022