Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2018/3283 E. 2021/463 K. 01.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/3283 Esas
KARAR NO : 2021/463
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 21/02/2018
NUMARASI: 2014/1659 Esas, 2018/146 Karar
DAVANIN KONUSU: Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 01/04/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesi uyarınca dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket bünyesinde daha önce SGK’lı olarak çalışan davalı … ile 28.01.2014 tarihli niyet sözleşmesi imzalandığını, müvekkilinin sözleşmede belirlenen İş 1 ve İş 2 diye nitelenen işleri davalıya devrederek üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirdiğini, davalı …’ın %80 hissedarı olan diğer davalı şirketin sözleşmede yer alan işleri devam ettirip hakkedişlerini aldığını, müvekkiline ait işçilerin davalı şirket bünyesinde çalışmaya başladıklarını, davalı …’ın teminat olarak diğer davalı şirket tarafından keşide edilen 900.000,00 TL bedelli çeki keşide ederek müvekkiline verdiğini, buna karşılık, davalı …’in, Niyet Sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, teminat olarak verilen çekin takibe konulduğunu, davalı şirketin çekin teminat çeki olduğunu belirterek itiraz ettiğini, İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinin 22.10.2014 tarihli kararıyla icra takibinin İptal edildiğini belirterek 28.01.2014 tarihli niyet sözleşmesi hükümlerine göre müvekkilinin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin tespitine, müvekkilinin yükümlülüklerini yerine getirmiş olduğunun tespiti halinde davalılardan sözleşme hükümleri ve teminat çeki kapsamında müvekkiline ödemeleri gereken meblağın tespiti ile fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulması kaydı ile 5.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; sözleşme gereğince davacının talep sonucunun belirlenebilir olduğunu, kısmi dava açmasının mümkün olmadığını, davacı ile müvekkili arasında 28.01.2014 tarihinde bir niyet sözleşmesi akdedildiğini, sözleşmede devri kararlaştırılan İş 1 – Siirt, Şirvan, Madenköy adresinde HES tünel yapım işinin müvekkiline devri yapılmadan 05.02.2014 tarihinde işveren … Sanayi ve Tic. A.Ş. Tarafından haklı olarak fesih edildiğini, feshin ardından işveren … ile müvekkilleri arasında bir sözleşme imzalanmadığını, davacının, işletmede çalışan işçilerin maaşlarını ödeyemediğini, İşçilerin maaşlarını alamadıkları için çalışmak istemediklerini, müvekkilinin sözleşmeyi devir alacağını düşündüğü için işçilerle görüşerek maaş almadıkları halde çalışmaya devam etmelerini sağladığını, davacının yükümlülüklerini yerine getirmediğini, sözleşmeye konu her iki işte işveren şirketlerin hisse senetlerinin borsada işlem gördüğünü, her iki şirketinde bağımsız denetçiler tarafından denetlendiğini, her iki şirkete de davaya konu yerlerle ilgili olarak hangi tarihler arasına hangi şirketlerle sözleşme imzalandığının sorulması durumunda, huzurda ki davanın kötü niyetli olarak açıldığı ve hukuki dayanağının olmadığının ortaya çıkacağını, sözleşme uyarınca, müvekkilinin işleri devralmadığı halde davacıya 275.618,00 TL ödeme yaptığını, müvekkilinin sözleşmeleri devir aldıktan sonra borçları yapılandırarak ödemeyi taahhüt ettiğini, bu borçlarla ilgili olarak karşı tarafa 900.000,00 TL miktarlı teminat çeki verildiğini, sözleşmede 31.12.2013 tarihi itibariyle işlerin müvekkiline devrinin kararlaştırıldığını, davacının bu tarihten önce çeki takibe koyduğunu, davacı tarafından 31.12.2013 tarihi itibariyle müvekkiline devir etmeyi taahhüt ettiği Alkim şirketine ait yerle ilgili olarak Alkim şirketi aleyhine İstanbul … İcra müdürlüğünün … E. sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlattığını, icra takibinin konusunun davacı tarafın devir etmeyi taahhüt ettiği işle ilgili olarak 2014 yılında yaptığını iddia ettiği işlerin ödemesine ilişkin olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEME KARARI: Mahkemece, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacı şirketin yüklenimindeki iş1 ve iş2’den kaynaklı işleri davalı …’e ve bu davalının ortağı olduğu davalı şirkete, davacı tarafından devrinin örtülü irade açıklamasıyla fiilen [de facto] gerçekleştirildiği; davalı şirket tarafından, iş1 ve iş2’den kaynaklı işlerin dava dışı 3. kişi konumundaki firmalara karşı yerine getirilmeye devam edildiği; yine, davacı şirket ile davalı … arasında sözleşme kapsamında, davacının, 20.05.2017 tarihli duruşmada açık beyanı ile davalılardan 10.01.2014 tarihinden başlamak üzere 28.02.2014 tarihine kadar toplam 275.618,01 TL ödeme aldığını kabul edildiği; davalı bu tutarın üzerinde başkaca bir ödeme yaptığına dair beyanının bulunmadığı; taraflar [davacı şirket ve davalı …] arasındaki niyet sözleşmesinin IV. maddesine göre davalının ödemeyi taahhüt ettiği tutarın iş1’den kaynaklanan piyasa borcu 600.865,00 TL (+) iş2’den kaynaklanan piyasa borcu 300.900,00 TL, …. Bankası’na olan ticari kredi borcu 200.320,00 TL, … Bankası’na olan ETH kredi borcu 200.000,00 TL, … Bankası’na olan kredi borcu 146.236,98 TL, birikmiş vergi borcu 140.000,00 TL ve birikmiş SGK prim borcu 680.000,00 TL olmak üzere toplam 2.268.321,98 TL olarak hesaplandığı; bu tutardan, davalının ödediği ve davacının da kabulünde olan 275.618,01 TL ödeme mahsup edildiğinde; davacı şirketin, davalı …’den 1.992.703,97 TL bakiye alacağının bulunduğu, davalının savunmasının aksine; taraflar arasındaki sözleşme kapsamında; alacağın, karşı tarafın/davalının yargılama sırasında verdiği bilgi/ belgeler sonucu belirlenebileceğinden davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunduğu; diğer davalı şirketin sözleşmenin tarafı olmadığı, niyet sözleşmesi kapsamında, davalı şirketin davalı … adına bir kısım ödemede bulunmasının davalı şirketi sözleşmenin tarafı konumuna da getirmediği; davalı şirkete husumetin düşmediği gerekçesi ile davalı … Ticaret Limited Şirketi aleyhine açılan davanın reddine, davalı … aleyhine açılan kabulü ile, 1.992.703,97 TL’nin, dava tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ: Karar yasal süresi içerisinde davacı vekili ile davalı … tarafından istinaf edilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde; davalı şirket yönünden davanın husumet yönünden reddine karar verilmesine rağmen müvekkili aleyhine 80.090,56 TL tutarında nisbi vekalet ücretine hükmedildiğini, sözleşmenin IV. ÖDEMELER bölümünün 1.nci maddesinde, İş-1 den kaynaklanmış olan toplam 600.865,00 TL tutarındaki piyasa borçları ile İş-2’den kaynaklanmış olan toplam 300.900,00 TL tutarındaki piyasa borçlarının ödenmesinin teminatı olarak …’in müvekkili emrine 901.765,00 TL tutarındaki çeki tanzim edeceğinin kararlaştırıldığını, bu hüküm gereğince …’in büyük (%80) hissedarı ve yetkilisi bulunduğu davalı … şirketi tarafından müvekkili emrine tanzim edilen …Bankası Cebeci Şubesinin 03.04.2014 keşide tarihli ve 900.000,00 TL meblağlı çekin müvekkiline verildiğini, çekin ön yüzünde ” Teminat çekidir ciro edilemez” kaydı ve arka yüzünde “Bu çek … A.Ş ile … arasında 28.01.2014 tarihinde imzalanan niyet sözlemesine istinaden teminat çeki olarak verilmiş olup ciro edilemez “kaydının bulunduğunu, davalının edimini yerine getirmemesi üzerine çekin takibe konulduğunu ancak davalı şirketin İcra Hukuk Mahkemesine müracaat ettiğini, takibin iptal edildiğini, her ne kadar Sözleşmenin tarafı olmasa da, davalı …’ın davalı … şirketinin %80 hissesinin sahibi ve yetkilisi olduğunu, Sözleşmeye konu İş-1 ve İş-2’nin İnovasyon tarafından fiilen devralındığını, sözleşmede …’in ödemeyi üstlendiği bir kısım paraların davacı şirkete … yerine İnovasyon şirketi tarafından ödendiğinin defter kayıtları ile bilirkişi tarafından ortaya konulduğunu, bu durumun sözleşmenin diğer tarafı olan …’in aslında bu sözleşmeyi hem kendi adına hem de yetkilisi ve büyük hissedarı bulunduğu İnovasyon şirketi adına imzalamış olduğunun kabulü anlamına geldiğini, davalı şirketin en azından verdiği çek bedeli kadar sorumlu tutulması gerektiğini, davalıların borçtan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını, dava dilekçemizin sonuç ve istem bölümünün 1 nci maddesinde davalıların sözleşme hükümleri ve teminat çeki kapsamında davacıya ödemeleri gereken meblağın tespit edilerek dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davacıya ödemelerine karar verilmesinin talep edildiğini, ancak mahkemece teminat çeki kapsamında bir inceleme yapılmadığını, karar gerekçesinde teminat çekinden bahsedilmediğini belirterek ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasını talep ve istinaf etmiştir. Davalı … istinaf dilekçesinde; davacının, davasını “belirsiz alacak davası” olarak açtığını, alacağın kaynağı olarak gösterilen ‘”Niyet Sözleşmesinin “IV. Ödemeler” altbaşlığı altında alacak miktarının tam ve kesin olarak davacı tarafından belirlenebilir olduğunu, davacı vekilinin hem dava dilekçesinde hem de dosyaya sunmuş olduğu 10.11.2017 tarihli tamamlama dilekçesinde açılan davanın HMK m. 107 hükümlerine uygun olarak açılmış olan ”belirsiz, alacak davası’ olduğunu beyan ettiğini, zorlama bir yorum ile davanın ancak kısmi alacak davası olarak değerlendirilmesi halinde ise, ıslah dilekçesinin tebliğ edildiği 14.11.2017 tarihli duruşmada “zamanaşımı itirazının” duruşma zaptına işlendiğini, davanın usulden reddi gerektiğini, sözleşmenin “TAAHHÜTLER” alt başlığını içeren madde hükmünde, davacı şirketin niyet sözleşmesine konu iki adet işin devrini gerçekleştireceği; bunun için gerekli kararlan alacağı, vekalet vereceği, gerekli ise yetkili mercilere müracaat edeceği, kısaca devir, temlik ve satış işlemlerinin sonlandırılması için lazım olan tüm muameleyi gerçekleştireceği ve … ile tam bir işbirliği içinde hareket edeceğinin belirlendiğini, müvekkilinin niyet sözleşmesinin davacı şirkete yüklediği yükümlülükleri yerine getirmesi ve devir işleminin tamamlanması hususunda davacı şirketin yetkilisi Bertan Berkpınar ile sürekli mail üzerinden yazıştığını, dosya kapsamında bulunan yazışma içeriklerine göre davacının edimini yerine getirmediğinin açık olduğunu, devirlerin gerçekleşmediğini, adı geçen şirketlerle sözleşmede imalamadıklarını, sözleşmenin “IV. Ödemeler” alt baslığında müvekkiline 14 aylık süre tanınmasına rağmen davacının devirleri yapmadığı gibi teminat olarak verilen çekide takibe koyduğunu, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasını talep ve istinaf etmiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE: Dava, sözleşmeden kaynaklı alacak istemine ilişkindir.Uyuşmazlık, davacı ile davalı … arasında akdedilen “Niyet Sözleşmesi” gereğince tarafların edimlerini yerine getirip getirmedikleri, davacının sözleşmeden kaynaklı alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmıştır.Öncelikle davacının eldeki davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir. 28.01.2014 tarihli “Niyet Sözleşmesi”‘ne göre; … A. Ş.’nin Siirt Şirvan HES Tüneli Yapım işi ve Beypazarı Çayırhan’daki Maden İşletmesi işininin taşoronluğunu … veya göstereceği şirkete devretmeyi üstlendiği, buna karşılık …’in bu işlerden kaynaklı piyasa borçlarını,… Bankası ve … Bankasına olan birtakım kredi borçlarını, birikmiş Vergi ve SGK borçlarını ödemeyi üstlendiği, Niyet Sözleşmesinin IV/1. Maddesinde yazılı İş 1‘den kaynaklanmış olan 600.865,00 TL ve İş 2’den kaynaklanmış 300.900,00 TL tutarında olmak üzere toplam 901.765,00 TL tutarındaki piyasa borçlarını 14 ay içerisinde ödemeyi ve bu ödemelerin teminatı olarak aynı tutarda teminat çeki vermeyi, yine sözleşmesinin IV/1. Maddesinde yazılı 14.000,00 TL tutarında birikmiş Vergi borcu ile 680.000,00 TL tutarında birikmiş SGK borçlarının ödemesinin teminatı olarak teminat çeki vermeyi taahhüt ettiği, ayrıca davalı … 31.12.2013 tarihi itibariyle birikmiş borçları da ödemeyi taahhüt ettiği, bu tarihten sonra bu döneme ait ispatlı başkaca borç çıkması durumunda bu borçları da ödemeyi üstlendiği anlaşılmaktadır. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesinde yer alan;”1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin; 1-Davacının kendisinden beklenememesi, 2-Bunun olanaksız olması, 3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir. Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E.-2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E.-2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E.-2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E.-2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E.-2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E.-2018/479 K. ile 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E.-2018/559 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 E., 2019/460 K.,02.07.2019 tarihli ve 2016/22-1610 E., 2019/841 K.;16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K.; 19.12.2019 tarihli ve 2018/22-1122 E., 2019/1413 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; “Niyet Sözleşmesi” hükümlerine göre davalını …’ın üstlendiği ödeme yükümlülüğünün açıkça belli olduğu, diğer masrafların ise dava konusu alacakların miktarını belirleyebilmesi için uhdesinde gerekli veri ve bilgilerin bulunduğu sabittir. Hâl böyle olunca dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olmadığı açıktır.
Bu alacakların belirsiz alacak olmadığı kabul edildikten sonra, uyuşmazlık konusu alacakların belirli olduğu hâlde belirsiz alacak davasına konu edilmesi karşısında, davacının bu şekilde dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı ve davanın kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılmasının mümkün olup olmadığı hususu tartışılmıştır.Bu hususların değerlendirilmesi için kısmi dava, dava şartları, dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar, hukuki yarar, hâkimin davayı aydınlatma ödevi, hâkimin Türk hukukunu resen uygulama ödevi, usul ekonomisi ve mahkemeye erişim hakkı kavramları üzerinde kısaca durmak gerekir.Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1000). 1086 sayılı HMUK’da açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı HMK’nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir. 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik 6100 sayılı HMK’nın 107. ve 109. maddeleri aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:“Belirsiz alacak davası MADDE 107– (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.) Kısmi dava MADDE 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir. 6100 sayılı HMK’nın 114. Maddesinde; “Dava şartları şunlardır:a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.b) Yargı yolunun caiz olması.c) Mahkemenin görevli olması. ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.e) Dava takip yetkisine sahip olunması.f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi. h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hükme göre, dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır. HMK’nın 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. 115. maddenin üçüncü fıkrasına göre ise, “Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez”.Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK’nın 119. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda maddenin birinci fıkrasının 1. bendi uyarınca dava dilekçesinde;a) Mahkemenin adı.b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.g) Dayanılan hukuki sebepler.ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası bulunması gerekir.Bu unsurların bir kısmı dava dilekçesinde mutlaka bulunması gereken zorunlu unsurlardır. Bazıları ise dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan, ihtiyari niteliktedir. Zorunlu unsurlar davanın temelini oluşturur; bunlar hukuki güvenlik ve açıklığı sağladığından kamu yararı amacı taşır. Hâkimin tarafların talebine ve uyuşmazlığın esasına uygun inceleme yaparak karar vermesini temin etmesi yanında davalının da etkili savunma yapmasına hizmet etmek sureti ile onun menfaatini korur.Öte yandan 119. maddenin 2. fıkrası uyarınca ” Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır”. Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukuki sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. 6100 sayılı Kanun’un sözü edilen maddesinin gerekçesinde de “…Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir…” yönünde açıklamalar yer verilmiştir.Öte yandan bu yararın “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135). Hukuki yarar dava şartlarından olup 6100 sayılı HMK’nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s. 19-21).Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, s.946-949). Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 tarihli ve 1982/7-1874 E.-1982/914 K.; 05.06.1996 tarihli ve 1996/18-337 E.-1996/542 K.; 10.11.1999 tarihli ve 1999/1-937 E.-1999/946 K.; 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. ve 01.02.2012 tarihli 2011/10-642 E.-38 K. sayılı kararları ve yukarıda emsal olarak gösterilen diğer kararlarda da benimsenmiştir. Uyuşmazlığın çözümü için usul ekonomisine de değinmek gerekmektedir. Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir. Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir.6100 sayılı HMK’nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra, anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlal edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, s. 32).Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, E., Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s.243). Usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır (HGK’nın 10.4.1991 tarihli ve 1991/15 E.-1991/202 K. sayılı kararı).6100 sayılı HMK’nın “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez, H./ Atalay, O. / Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd).Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu resen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukuki sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukuki sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür. Yine Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2013/8896, 23.02.2016 tarihli Mohammed Aynosah,kararından, § 33).38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar …konusunda karar verecek olan,…bir mahkeme tarafından davasının …görülmesini istemek hakkına sahiptir…” yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir.Anayasa Mahkemesinin başka bir kararında da “…Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir (Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarihli ve 2012/791 B.N. kararı, § 52)” şeklinde tespitlere yer verilmiştir.Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak. belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir. Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda, mahkemece, açılmış olan dava, doğrudan bir ara kararıyla bir kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır. Somut olayda davacı vekili 5.000,00 TL harca esas değer üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de, alacaklarının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir. Alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin HMK’nın 109. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından, yeni düzenleme ile dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılmasında, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceğinin belirtilmiş olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, mahkemece dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara kararı ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Bu yöndeki kabulün Anayasa’nın 141. ve 6100 sayılı HMK’nın 30. maddelerinde düzenlenen davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını öngören “usul ekonomisi” ilkesine de uygun olacağı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak arama özgürlüğüne ve mahkemeye erişim hakkına da hizmet edeceği açıktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2019/17-853 Esas 2020/907 Karar sayılı ilamı )Somut olayda, mahkemece, ara karar tesis edilmese de davacının bedel arttırım dilekçesi ile yargılamaya devam etmesi ve hüküm tesis etmesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.Mahkemece uyuşmazlık konularında bilirkişi raporu alınmıştır.05.02.2016 tarihli bilirkişi heyet raporunda;Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin 13 Şubat 2014 tarih ve … sayısına göre, 07.02,2014 tarihinde davalı …’in diğer davalı … Ltd. Şti. nin paylarının büyük bölümünü devraldığı, davalı … Ltd. Şti. nin işleri gerçekten devraldığının ve yürüttüğünün tespiti halinde davalı …’in anılan sözleşme gereği sorumluluğuna gidilebileceği, davalı şirketin defter ve kayıtlarına ulaşılamadığından ve dosyada bu konuda somut bir delil bulunmadığından bir değerlendirme yapılamadığı, mahkemece davalı şirketten ilgili bilgi, belge ve defter kayıtlarının istenmesi durumunda değerlendirme yapılabileceği belirtilmiştir.Davalı şirketin ticari defter ve belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmış, bilirkişi 17.05.2016 tarihli raporunda; davalı şirkete ait 2013 ve 2014 yılları ticari defter ve kayıtlarına göre davalı şirketin davacı ile 2013 öncesi dönemde başlayan Şubat 2014 dönemine kadar devam eden ticari ilişkinin olduğu, davalı Şirketin, dava dışı … A.Ş. ile 2014 yılı içerisinde ticari ilişkisi olduğu ve adı geçen şirket adına fatura düzenleyerek Hakediş elde ettiği, davalı şirketin, dava dışı … A.Ş. ile 2014 yılı içerisinde ticari ilişkisi olduğu ve adı geçen şirket adına fatura düzenleyerek Hakediş elde ettiği, dava konusunun 28.01.2014 tarihli Niyet Sözleşmesi olduğu ve bu sözleşmede belirtilen İş 1 ve İş 2 olarak anılan işlerin asıl işverenlerinin dava dışı … A.Ş. ve dava dışı … A.Ş. Olduğu ifade edilmiştir.İlk raporu tanzim eden heyet 23.03.2017 tarihli ek raporlarında; davalı … San. Tic. Ltd. Şti’nden 2014 yılı ile ilgili belgelerde davacı adına Sosyal Güvenlik Kurumuna 1007321 sicil numaralı işverenin alt taşeron dosyası için 28.723,51 TL, davacının AVANS açıklaması ile 228.894,50 TL EFT’ler yaptığı ve 1669 nl 18.000,00 TL 07.03.2014 tarihli çek keşide ettiği, yapılan ödemelerin toplam tutarının 275.618,01 TL Olduğu, davacının, dava konusu işlerin davalı …’e devrini gerçekleştirdiğini ve bu işlerin davalı … Ltd. Şti. tarafından yürütülmekte olduğunu iddia ettiğini, ayrıca, bu şirketin hakim ortağının da diğer davalı … olduğunu öne sürdüğünü, yapılan incelemelerin de bu iddialarla örtüşür olduğu, Ticaret Sicili Gazetesinde yapılan incelemeyle, 07.02.2014 tarihinde davalı …’in sözkonusu … Ltd. Şti. nin paylarının büyük bölümünü devraldığının anlaşıldığı, 28.01.2014 tarihli iyi niyet sözleşmesinden ve Ticaret Sicili Gazetesinde yapılan incelemeyle, 07.02.2014 tarihinde davalı …’in sözkonusu İnovasyon Ltd. Şti. nin paylarının büyük bölümünü devraldığı tarihten sonra dava dışı işverenlere davalı … San. Tic. Ltd. Şti. tarafından faturalar düzenlendiğinin tespit edildiği, davalı … ödemeyi taahhüt ettiği kredi borçları, vergi borçları ve SGK borçları için yapılandırma talebinde bulunup bulunmadığı; bu borçlara ilişkin ödeme yapıp yapmadığının dosya kapsamından anlaşılamadığı, davacı alacağının kesin olarak belirlenebilmesi için anılan borçların akıbetinin bilinmesi gerektiği belirtilmiştir.Mahkemece farklı bir mali müşavir bilirkişiden rapor alınmış, bilirkişi 11.08.2017 tarihli raporunda; dosya kapsamında yapılan inceleme ve önceki bilirkişi raporlarından da görüleceği üzere her 2 işinde davacı tarafından davalıya veya onun göstereceği firmaya devredilmediğini, ancak davacının devrin yapılmamasının sorumlusunun davalının olduğunu iddia ettiğini, İş 1’in sahibi …. San. ve Tic. A.Ş. ile İş 2’nin sahibi … A.Ş. ‘nin davacı ile olan sözleşmeleri feshettiklerini, davalı …’in PTT yolu ile davacı şirket göndermiş olduğu 31.03.2014 tarihli yazısında “uzun süredir düzenli maaş alamamasını” sebep göstererek iş sözleşmesini 31.03.2014 tarihi itibariyle İş Kanunumun ilgili hükümlerindeki hakkını kullanarak feshettiğini, davalı …’in davalı …San. Tic. Ltd. Şti.’nin 1000 paya ayrılmış 50.000,00 TL. sermayesinin 800 payına tekabül eden 40.000,00 TL. hissesini 07.0.,2014 tarihinde şirket ortağı …i’den devir aldığını, davacının 02.02.2015 tarihli dilekçe ekinde sunduğu Ek-4 belgesinde: davalı … Ltd. Şti.’nin 24.03.2014 tarihli dilekçe ile İş 2’nin sahibi … A.Ş.’ne iş sahasında çalışmak istediklerini beyan ettiğini, … A.Ş.’nin 27.03.2014-241 sayılı yazısında davalı … Ltd, Şti.’nin sahada taşeron olarak çalışmasına müsaade ettiğini ve daha sonra taşeronluk sözleşmesinin imzalanacağının bildirildiğini, bu yazılarda ise imza ve kaşe bulunmadığını, taraflar arasındaki Niyet Sözleşmesinin IV. Mad. göre davalının ödemeyi taahhüt ettiği toplam tutarın 2.263.321,98 TL olduğunu, davalının ödediği ve davacının kabulünde olan 275,618,00 TL mahsup edildiğinde davacının davalıdan 1.992.703,97 TL. alacaklı olduğunu bildirmiştir.Tüm dosya kapsamına göre, davacı ile davalı … arasında 28.01.2014 tarihli “Niyet Sözleşmesi”‘ imzalandığı, sözleşme gereğince davacının Siirt Şirvan HES Tüneli Yapım işi ve Beypazarı Çayırhan’daki Maden İşletmesi işinin taşoronluğunu … veya göstereceği şirkete devretmeyi üstlendiği, buna karşılık …’in bu işlerden kaynaklı davacının piyasa borçlarını, … Bankası ve … Bankasına olan birtakım kredi borçlarını, birikmiş Vergi ve SGK borçlarını ödemeyi üstlendiği, Niyet Sözleşmesinin IV/1. Maddesinde yazılı İş 1‘den kaynaklanmış olan 600.865,00 TL ve İş 2’den kaynaklanmış 300.900,00 TL tutarında olmak üzere toplam 901.765,00 TL tutarındaki piyasa borçlarını 14 ay içerisinde ödemeyi ve bu ödemelerin teminatı olarak aynı tutarda teminat çeki vermeyi, yine sözleşmesinin IV/1. Maddesinde yazılı 14.000,00 TL tutarında birikmiş Vergi borcu ile 680.000,00 TL tutarında birikmiş SGK borçlarının ödemesinin teminatı olarak teminat çeki vermeyi taahhüt ettiği, her ne kadar iş 1’in sahibi … San. ve Tic. A.Ş. ile İş 2’nin sahibi … A.Ş. ‘nin davacı ile olan sözleşmeleri feshettikleri ve bu işlerin davalı … ya da gösterdiği şirkete devredildiği konusunda yazılı bir belge olmasa da, niyet sözleşmesinden sonra bu sahalarda davalı …’ın %80 hissedarı olduğu diğer davalı şirketin faaliyet göstermeye başladığı, iş sahiplerine iş karşılığı faturalar düzenlediğinin davalı şirketin ticari defterlerinden anlaşıldığı, ayrıca davacı şirketin teminat olarak davalı şirket tarafından keşide edilen 900.000,00 TL bedelli çeki davacı şirkete verdiği, davalı şirketin sözleşmeden sonra kendi ticari defterlerine göre davacı adına 275,618,00 TL ödemede bulunduğu, niyet sözleşmesinin fiilen uygulandığı, sözleşmenin IV. Mad. göre davalı …’ın ödemeyi taahhüt ettiği toplam tutarın 2.263.321,98 TL olduğu, davalı şirketin ödediği ve davacının kabulünde olan 275,618,00 TL’nin mahsup edilmesinden sonra davacının davalı …’tan 1.992.703,97 TL alacaklı olduğu, davalı şirketin sözleşmenin tarafı olmadığı, mahkemece tesis edilen kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı ancak davalı şirket yönünden husumetten ret kararı verilmesine rağmen Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesine göre davalı şirket lehine maktu vekalet ücreti taktiri gerekirken nisbi vekalet ücretine hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, hükmün bu yönü itibari ile düzeltilmesi gerektiği anlaşılmakla ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-Dosya kapsamı ve delil durumuna göre İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğundan HMK’ nın 353/1.b.1 maddesi gereğince davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,2-Davacının istinaf başvurusunun KABULU İLE, HMK’nun 353/1b-2 maddesi uyarınca İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 21/02/2018 gün ve 2014/1659 Esas, 2018/146 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA ve YENİDEN HÜKÜM TESİSİNE, 3-Davalı … Ticaret Limited Şirketi yönünden açılan davanın husumet nedeni ile REDDİNE, 4-Davalı … yönünden açılan davanın kabulü ile, 1.992.703,97 TL’nin, 03/11/2014 dava tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine, 5-Hüküm altına alınan miktar üzerinden hesaplanan 136.121,61 TL karar ve ilam harcından 85,40 TL peşin harç ile 33.946,00 TL tamamlama harcının mahsubu ile bakiye 102.090,21 TL karar harcının davalı …’den tahsili ile HAZİNEYE İRAT KAYDINA, 6-Davacı davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanan 80.090,56 TL nisbi vekalet ücretinin davalı …’den tahsili ile davacıya verilmesine, 7-Davalı şirket davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesine göre hesaplanan 4.080,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı şirkete verilmesine, 8-Davacı tarafından yatırılan 25,20 TL başvuru harcı ve 85,40 TL peşin harç 33.946,00 TL tamamlama harcı toplamı: 34.056,60 TL ile aşağıda dökümü yazılı 7.795,00 TL yargılama giderinin davalı …’den tahsili ile davacıya verilmesine, 9-Davalıların yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,10-Davacı tarafından yatırılan gider avansından artan kısmın HMK. 333.maddesi gereğince talep halinde karar kesinleştikten sonra yatırana iadesine,İstinaf Giderleri Yönünden;1-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 136.121,61 TL harçtan davalı … tarafından peşin olarak yatırılmış olan 34.030,40 TL harçtan mahsubu ile bakiye 102.091,21 TL harcın davalı …’den alınarak HAZİNEYE İRAT KAYDINA, 2-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 91,10 TL başvuru harcı + 162,10 TL istinaf kanun yolu başvuru harcı ile toplam 253,20 TL harcın, davacı tarafından peşin yatırılan 193,10 TL harçtan mahsubu ile bakiye 60,10 TL harcın davalı … den tahsili ile HAZİNEYE İRAT KAYDINA, 3-Davacı tarafından yatırılan 193,10 TL harcın davalı …’den alınarak davacıya verilmesine,4-Davalı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 361/1. fıkrası uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay nezdinde Temyiz Kanun Yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.01/04/2021