Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2018/303 E. 2020/1998 K. 12.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/303 Esas
KARAR NO: 2020/1998
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/06/2017
NUMARASI: 2013/222 Esas, 2017/772 Karar
DAVA: ALACAK (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 12/11/2020
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesi uyarınca dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacılar vekili 26.03.2013 tarihli dava dilekçesinde, müvekkillerinin murisi … tarafından, … parsel … kat, … numaralı bağımsız bölümde mukim taşınmazı satın alabilmek amacıyla, … Bankası A.Ş Kocamustafapaşa Şubesi ile Konut kredisi sözleşmesi akdedildiğini ve banka lehine taşınmaz üzerine ipotek tesis edildiğini, lehdarı dain -i mürtehin banka şubesi olmak üzere kredi ödemeleri tamamlanıncaya kadar davalı sigorta şirketi ile Yıllık Hayat Sigorta Poliçesi düzenlendiğini, murisin 07.09.2012 tarihinde vefat etttiğini, vefat ile gerçekleşen riskin müsebbihinin “ kardio pulminer arresti olduğunun resmî makamdan alınan ölüm belgesi ile belgelendiğini, müvekkilinin eşinin vefatı üzerine, davalı sigorta şirketinden tazminatın yasal mirasçı olarak kendilerine veya dain- i mürtehine ödenmesi için başvuruda bulunulduğunu, davalının haksız ve dayanaktan yoksun olarak talebi reddettiğini, üniversiteden alınan 05.11.2012 tarihli raporla bilgilendirilmelerine rağmen davalı sigorta şirketinin cevap verme gereği dahi duymadığını, müvekkilinin konut kredisini ödeme güçlüğü içerisine girerek konutu 15.02.2013 tarihinde 3. kişiye satmak zorunda kaldığını, gerçekleşen satış neticesinde bankaya olan kredi borcunun ödenmek zorunda kalındığını ve taşınmaz üzerindeki ipotekin terkin edildiğini, müvekkiline veya bankaya yapılması gereken ve sigorta poliçesiyle teminat altına alınan 98.350,00 TL tazminatın ödemesi yapılmadığı için tüm borcu müvekkilinin ödediğini, ayrıca eşinden miras kalan evinden de mahrum kaldığını, davalının tazminat yükümlülüğünden kaçınmak maksadıyla kötüniyetli olarak müvekkilinin talebini reddettiğini iddia ederek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla, 98.350,00 TL sigorta teminat bedelinin temerrüt tarihi 05.11.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili, davacıların murisi ile 13.02.2012 başlangıç tarihli poliçe tanzim edildiğini, talebin haksız ve mesnetsiz olduğunu, murisin ölüm sebebinin 07.09.2012 tarihli ölü muayene tutanağında açıkça görüldüğü üzere “ kardio pulmoner arrest +ALS “ şeklinde olduğunu, Amyotrofik Lateral skleroz ( ALS), nin aynı zamanda motor nöron hastalığı olarakta anılan merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin ( nöronlar) kaybından ileri gelen bir hastalık olduğunu, kaslardaki zayıflığın, ellerde yada bacaklarda ağız- yutak bölgesinde ya da dilde başlayabileceği ve sürekli ilerleyerek yayılacağı, bu yayılmanın “ bulber “ alanındaki kasları da tutabileceği için konulma ve yutma güçlüğüne neden olabileceği, ALS hastalarının ortalama üç ile beşyıl yaşayabildikleri belirlenmişse de, daha uzun süre yaşayan kişilerde olduğunu, sigortalının ALS hastası olduğunu sigorta akdi tanzim edilirken sigorta şirketine bildirmediğini, Hayat Sigortaları Genel Şartları C.2.sözleşmenin yapılması sırasındaki beyan yükümlülüğünün 2.2 maddesi gereğince mevcut beyansız hastalıklar dolayısıyla gelişen vefat neticesinde sigorta tazminatı ödenmesinin hukuken mümkün olmadığını, poliçe üzerinde açıkça, başvuru formundaki sigorta ettirene ait bilgilerin tam ve doğru olduğu esas kabul edilerek bu poliçenin ayrılmaz bir parçası olan Hayat Sigortası Genel Şartlarına tabi olmak üzere tanzim edildiğini, başvuru formunda açıkça eksik ve hatalı bilgi verilmesinin TTK ve Hayat Sigortası Genel Şartlarınca tazminat taleplerinin reddine ve iptaline neden olduğununun belirtildiğini, murisin soruların hepsine “ hayır “ yanıtını verdiğinin görüldüğünü, murisin poliçe yapılırken ve son beş senede sağlıklı olduğunu ve hiçbir rahatsızlığının olmadığını beyan etttiğini, muris sigortalının, poliçe ve şartlarını ve teminatın kapsamını bilerek ve kabul ederek müvekkili şirketle sözleşme imzaladığını, murisin, sahip olduğu hastalıkları, kasıtlı olarak müvekkili şirketten sakladığının aşikar olduğunu, sigortalının okur yazar biri olarak poliçe tanzim edilirken tüm sözleşme şartlarını incelediğini ve kabul ederek sözleşmeyi imzaladığını, gerek poliçede yer alan özel şart ve gerekse Hayat Sigortası Genel Şartlarının C.2.2. maddesi gereğince kasten aykırı beyanda bulunan sigortalıya karşı tazminat ödeme yükümlülüğün doğmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İSTANBUL 16. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNİN 2013/156 ESAS, 2013/186 KARAR ve 02.04.2013 TARİHLİ KARARI; Görevli mahkemenin Asliye Ticaret Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
İLK DERECE MAHKEME KARARI; Mahkemece, sigorta sözleşmesinin tanzim tarihi dikkate alındığında, poliçeye 6762 sayılı mülga TTK ‘nın uygulanması gerektiği, davacıların murisinin, kardiyopulmoner arrest sebebiyle öldüğü, yani kalp ve akciğer durmasından öldüğü, murisin 2010 yılında ALS hastalığına yakalandığı ve ALS tanısı konulduğu, yine aynı tarihlerde uyku abnesi hastalığı teşhisinin konulduğu, bilirkişi incelemeleri sonucunda ALS hastalığının ani öldürücü bir hastalık olmadığı, kalp yada solunum durması gibi ani ölüm oluşturabilecek bir etkisinin bulunmadığı, ancak ilerleyen düzeylerde ALS ‘ye bağlı komplikasyonların gelişmesi halinde ölüme neden olabileceği, ancak ALS hastalığı yönünden davacıların murisinin yatağa bağlı ileri döneme ulaşamadığı bu nedenle müteveffanın ölüm nedeninin ALS hastalığı olmayacağı, ancak müteveffada bulunan uyku apnesi sendromunun ani kalp durması ve ani ölüme yol açabileceği, ölüm nedeninin tam olarak uyku apnesinden kaynaklandığı söylenemese de müteveffada bulunan uyku apnesi hastalığının müteveffanın ölümüne etken olabileceğinin düşünüldüğü, bu bağlamda davacıların murisinin 6762 sayılı TTK ‘nın 1363. maddesi uyarınca bildirim yükümlülüğünü ihlal etmiş gibi gözükebileceği ancak davalı tarafça TTK 1368 madde gereğince 1 haftalık süre içerisinde sözleşmeden caydığına dair dosyaya bir delil sunulmadığı, bu itibarla davalı tarafça poliçede süresi içinde cayıldığının ispatlamaması dikkate alındığında, poliçe kapsamında kalan zararın davalı sigorta tarafından davacılara ödenmesi gerektiği gerekçesiyle, davanın kabulüne, 98.350,00 TL ‘nin 05.11.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline davacıların miras payları oranında verilmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ: Karar, yasal süre içerisinde davalı vekili tarafından istinaf edilmiştir. Davalı vekili, istinaf nedenleri olarak, savunmaları tekrar ederek, poliçenin 13.02.2012 tarihinde düzenlendiği, murisin ise 07.09.2012 tarihinde vefat ettiğini, doğrudan ölüme sebep olan hastalık ve durum kardiyo pulmoner arrest olarak tespit edilmiş ise de önceki nedenler kısmında ALS olduğunun ifade edildiğini, davacıların murisinin son beş senede sağlıklı olduğunu ve hiçbir rahatsızlığının bulunmadığını beyan ettiğini, müteveffanın raporda belirtilen şekilde poliçe yapılırken cihaz kullanacak kadar ileri düzeyde uyku apne sendromu ve obez olduğunu müvekkili şirketten sakladığını, gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu, ALS hastası olduğunu kastan gizlediğini, sigortalı tarafından beyan yükümlülüğün yerine getirilmediği iddialarını teyit etttiğini, TTK 1439. maddede düzenlendiği, olayda riziko gerçekleştikten sonra beyan yükümlülüğüne aykırılık öğrenildiğini bu nedenle 2. fıkrada belirlenen esasların dikkate alınması gerektiğini, kararda belirtildiği şekilde cayma hakkının kullanılmamasından olmadığını, mahkemece bu hususun dikkate alınmadığını, 02.03.2017 tarihli bilirkişi raporunda muhalefet şerhi olduğunu, kararın, hukuka, usule, yasaya aykırı olduğunu, TTK 1439 maddesi ve Hayat Sigortası Genel Şartları C.2. maddesi gereğince Sözleşmenin yapılması sırasındaki beyan yükümlülüğünün kasten saklanan mevcut hastalıklar dolayısıyla gelişen vefat neticesinde sigorta tazminatının ödenmesinin mümkün olmadığını, poliçe genel ve özel şartlarına aykırı olarak kurulan kararın kaldırılması ve davanın reddine karar verilmesi gerektiğini iddia etmiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE: Dava, “ Yıllık Hayat Poliçesi “ kapsamında vefat tazminat bedellinin tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasında, davacıların murisi … ile dava dışı … Bankası A.Ş Kocamustafapaşa Şubesi arasında 17.03.2008 tarihli Konut kredisi Sözleşmesi imzalandığı, 29.04.2009 tarihli kurumsal hayat sigortası katılım sertifikası düzenlendiği, sigortacının … Emeklilik A.Ş olduğu. başlangıç tarihi 13.02.2012, bitiş tarihi 13.02.2013, 1 yıl süreli, olan davalı sigorta şirketi ile Yıllık Hayat Poliçesi düzenlendiği, vefat teminat tutarının 98.530,00 TL, lehtarın dava dışı Kocamustafapaşa ( … Bankası A.Ş ) ( dain – mürtehin) olduğu, sigortalının 07.09.2012 tarihinde vefat ettiği, ölüm belgesinde, doğrudan ölüm sebebi olan hastalık durum kısmında kardio pulmoner arrest, önceki nedenler karşısında, ALS yazılı olduğu, poliçenin sigortalı beyan kısmında ki sorular karşılığının hayır şeklinde olduğu, yine 13.02.2012 tarihli ve imzalı hayat sigortaları başvuru formunda, sağlık beyan formunda soruların hayır şeklinde işaretlendiği, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Prof. Dr…. tarafından ilgili makama başlığı ile düzenlenen yazıda, … isimli hastayı “ Motor Nöron Hastalığı “ tanısıyla, izlediği, kollarında ve bacaklarında güçsüzlük olmasına rağmen, konuşma, yutma ve solunumu etkilenmemiş olan hastanın 07.09.2012 tarihinde ex olduğu, bu ani ölümün kardiyak nedenle olması olasılığının çok yüksek olduğu, motor nöron hastalığında bulber fonksiyonlar etkilenmeden ani ölümün beklenen bir durum olmadığının belirtildiği, davacının tazminat talebinin davalı sigorta şirketi tarafından 05.11.2012 tarihinde, geçmişe dönük kaydı araştırıldığında 15.02.2010 tarihinde motor nöron hastalığı tanısının konmuş olduğu, imzalı hayat sigortası başvuru formunda ilgili hastalığın beyan edilmemiş olduğu, başvuru formunda beyan edilmemiş rahatsızlıklar sebebiyle vefat halinde tazminat ödenmesinin mümkün olmadığının beyan edildiği, taşınmazın 15.02.2013 tarihinde dava dışı 3. kişiye satılarak tapuda devredildiği ve davacıların iş bu davayı açtığı konularında herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, poliçe düzenleme tarihinde beyan yükümlülüğe aykırılığın söz konusu olup olmadığı, vefat nedeninin poliçe teminatı altında olup olmadığı, kararın usul ile yasaya uygun olup olmadığıdır. Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 25 Şubat 2015 tarihli raporunda, sonuç olarak 1970 doğumlu … hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan, kişinin 2010 yılından beri motor nöron hastalığı tanısı ile İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji birimi tarafından takip edildiği, 28.05.2010 tarihinde yapılan değerlendirmede, obez, sigara 30, horlama, apne ve boğularak uyanma yakınmaları olması üzerine uyku çalışmasının yapıldığı ve ağır şiddette obstrüktif uyku apne sendromu saptandığı, 10.03.2012 tarihinde değerlendirmede kollarını kaldıramadığı, ellerini sadece kapatabildiği, tek başına ayakta duramadığı ve yürüyemediği ve 07.09.2012 tarihinde evinde öldüğü, ölüm anına ait tıbbi belge olmadığı, zamanında otopsi yapılarak dokulara makroskopik, histopatolojik ve toksikolojik analizlerin yapılmamış olması nedeniyle kişinin ölüm sebebi ve mekanizmasının bilinmediği belirtilmiştir. 23.10.2015 tarihli sigorta bilirkişi raporunda sonuç olarak, müteveffanın Kredi Hayat Sigortası yapıldıktan yaklaşık 7 ay sonra vefat etttiği, müteveffanın ölüm nedeni olarak önceki nedenler arasında “ALS” belirtildiği ve müteveffanın bu hastalığını sigorta başlangıç tarihinde başvuru formunda sigorta şirketine bildirmemesi nedeniyle, sözleşmenin yapılması sırasındaki beyan yükümlülüğünün ihlal edilmesinden tazminatın reddi gerektiği belirtilmiştir. Davacı vekili rapora itiraz ederek, cevapların matbu olarak hayır şeklinde yer aldığının görüldüğünü, sigortalıya okutulmadığı şüphesinin doğduğunu, biran için vefat sebebinin ALS olduğu ihtimalinde dahi sigorta şirketinin beyan almakta kusurlu olması nedeniyle sigortalının beyan yükümlülüğünü kasıtlı olarak ihlal ettiğinden bahsedilemeyeceğini belirterek, nöroloji alanında ve sigorta hukuku alanında yeni bir bilirkişiden rapor alınmasını talep etmiştir. 10.03.2016 tarihli bilirkişi heyet raporunda, sonuç olarak, poliçe düzenlenmesi sırasında, kendisinde var olan ALS hastalığını gizleyerek Hayat Sigortası Genel Şartları C.2.2 madde hükümlerine aykırı davrandığı, yaklaşık 7 ay sonra evinde vefat etttiği, ölüm belgesinde vefat sebebinin “ Kardio Pulmoner Arrest “ olarak yazıldığı, ALS rahatsızlığından ise önceki nedenler kısmında söz edildiği, kendisini sürekli takip eden Prof.Dr. …’in yeminli ifadesinde, motor nöron hastalığında bulber fonksiyonlar etkilenmeden ani ölüm beklenen bir durum değildir ifadesini çürütecek somut bulgulara rastlanmadığı, murisin poliçenin tanzim tarihinden önceki mevcut olan ve sigortacıdan gizlenen ALS hastalığı ile ani ölümü arasında bir illiyet bağı kurmak için delillerin yeterli seviyede olmadığı, bu nedenle müteveffanın varislerinin poliçe gereği talep ettikleri 98.350 TL tutarındaki sigorta tazminatına hak kazanacakları belirtilmiştir. 02.03.2017 tarihli, kardiyoloji ve nöroloji uzman bilirkişilerininde yer aldığı bilirkişi heyet raporunda, 6102 sayılı TTK ‘nın 01.07.2012 günü yürürlüğe girdiği, poliçe tanzim tarihinin 13.02.2012 olduğundan iş bu uyuşmazlığa mülga 6762 sayılı TTK kapsamında olduğu, 6762 sayılı yasanın TTK 1363. maddesinde, gerek kendisi ve gerekse başkası hesabına sigorta ettiren kimsenin mukavelenin yapıldığı sırada kendisince bilinen ve sigortacının üzerine alacağı rizikonun takdiri için olan önemine binaen mukaveleyi yapıp yapmamanın veya aynı şartlar altında yapmak hususundaki kararına müessir olabilecek mahiyette olan bütün halleri bildirmekle mükellef olduğunun belirtildiği, 1365. maddede, önemli bir halin 1363 ve 1364. madde hükümlerine muhalif olarak bildirilmemiş olursa, sigortacının mukaveleden cayabileceğine dair olduğu, Hayat Sigortası Genel Şartlarının C.2.2.2. maddesinin “ Gerek sigorta ettiren gerekse sigortalı ve temsilci, sigorta sözleşmesinin yapılması sırasında kendisince bilinen ve sigortacının sözleşmeyi yapmamasını veya daha ağır şartlarla yapmasını gerektirecek bütün halleri bildirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğün ihlali halinde sigortacı durumu öğrendiği tarihten itibaren bir ay içinde sözleşmeden cayabilir veya sözleşmeyi yürürlükte tutarak sekiz gün içinde prim farkını talep edebilir. Ancak sigortacının bildirilmemiş, eksik veya yanlış bildirilmiş olan hususları bilmesi veya ihbar etmemesinin ya da yanlış ihbar etmenin kusura dayanmaması halinde cayma caiz değildir “hükmüne haiz olduğu, 18.08.2010 tarihinde yapılan tetkikte sigortalının ileri düzey uyku abne sendromu olduğu, aynı zamanda OBEZ olan sigortalının tavsiye edilen ve uykuda hastanın hava yolunun kapanmasını buna bağlı olarak oksijenin düşmesini basınç ile engelleyen CPAP cihazını kullanmayı red ettiğinin tespit edildiği, bu halde sigortalının poliçe tanzim tarihinde üst düzey uyku apne sendromu olduğunu bildiği, ancak sigortalının, Hayat Sigortası Başvuru Formundaki, şu an tedavi gerektiren bir rahatsızlığınız var mı, şu ana kadar herhangi bir sağlık probleminiz oldu mu, sorularına hayır kutucuğunu işaretlediği, sonuç olarak, sigortalının ölüm nedeninin ALS hastalığı olmayıp, uyku apne sendromuna bağlı gece gelişen ani kalp durması olduğu, ölüm nedeninin ALS olmayıp ileri düzey uyku apnesi olduğu, mürisin genel şartların C.2.2.2 aykırı davrandığı, ancak davalı sigortacının ret yazısında sadece ALS hastalığını beyan etmesinin ret sebebi olarak gösterdiği, ileri derece uyku apnesini red nedeni olarak göstermediği, sigortalının rahatsızlığını mülga 6762 sayılı TTK 1368 maddede belirtilen şekilde bir hafta içinde veya daha sonra cayma tasarrufuna konu yapmadığı davalının TTK 1281. madde gereğince riskin poliçe dışında olduğuna dair ispat yükünü yerine getirmediği, tanzim edilen poliçenin azalan poliçe olmadığından poliçe teminatı olan 98.350 TL‘nin tamamının ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Kardiyoloji Uzmanı Prof.Dr.Mehmet … rapora muhalif kalarak, ölüm belgesindeki yer alan, kardiyopulmoner arrestin anlamının, kalp – akciğer durması ya da dolaşım – solunum durması olduğu bu durumun her ölen kişide vuku bulacağı göz önüne alındığında esas ölüm sebebini belirten bir teşhis olmadığı, öldüğü tarih olan 07.09.2012 saat 02.40 anına ait herhangi bir tıbbi belge bulunmadığı, otopsi yapılarak ölüm sebebi araştırılmadığından kişinin ölüm sebebi ve mekanizması bilinemeyeceğinden ölüm nedeninin, uyku apne sendromuna bağlı gece gelişen ani kalp durması görüşüne katılmadığını belirtmiştir. Davacılar vekili, raporun çelişkiyi giderdiğini davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili tarafından bilirkişi raporuna karşı beyan dilekçesine dosyada rastlanmamıştır. Sigorta Sözleşmesi, 6102 sayılı TTK. nun 1401. maddesinde, sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun meydana gelmesi halinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır.Tüm sigorta sözleşmelerinin gerçekleştirilmesinin ana amacı, kişinin can veya mal varlığına gelebilecek tehlikelere yani rizikolara karşı güvence sağlayabilmektir. Sigorta akti hiçbir şekle bağlı değildir. Somut davada sigorta poliçe tarihi 13.02.2012 tarihi olduğundan iş bu uyuşmazlıkta, 01.07.2012 tarihinde 6102 sayılı TTK ‘nın yürürlüğe girmesi ile yürürlükten kaldırılan 6762 sayılı mülga TTK hükümleri uygulanacaktır. Sigorta sözleşmesi tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir. Bu anlamda, tarafların borç ve yükümlülükleri 6762 sayılı Kanunun 1282 vd maddelerinde düzenlenmiştir. 6762 sayılı Kanunun 1290. maddesinde ( 6102 sayılı TTK 1435 m),sigorta ettirenin mükellefiyeti ve borçları, üst başlığı, ihbar mükellefiyeti başlığı ve mukavele yapılırken başlığı ile sigorta ettiren kimsenin, sigortacının mukavele yapılırken hakiki vaziyetleri bildirdiği takdirde mukaveleyi yapmamasını veya daha ağır şartlarla yapmasını mucip olacak bütün hususları sigortacıya bildirmeye mecbur olduğu, sigorta ettiren kimsenin, sorulduğu halde susmuş veya noksan yahut hakikate muhalif beyanlarda bulunmuş ise hakikate vakıf olmayan sigortacının mukaveleden cayabileceği, sigortacının hakikatı öğrendiği tarihten itibaren bir ay içinde cayma hakkını kullanmamış ise bu hakkın düşeceği, sigorta ettiren kimsenin kötü niyetinin anlaşıldığı takdirde sigortacının prime hak kazanacağı, sigorta mukavelesinin yapılması sorasında sigorta ettirene doldurması teklif olunan listede yazılı sorular dışında hiçbir mesuliyet teveccüh etmeyeceği, 1365/2. fıkrada, sigortacının bildirilmemiş olan durumu bilmesi veya ihbar etmemiş olmanın kusura dayanmaması halinde caymanın caiz olmadığı, mülga 6762 sayılı TTK ‘nın 1365 ( 6102 sayılı TTK ‘nın 1439 m) de ise, mükellefiyetin yerine getirilmemesi halinde, önemli bir hal 1363 ve 1364.madde hükümlerine muhalif olarak bildirilmemiş olursa, sigortacının mukaveleden cayabileceği, 1369. maddede ise, ihbar mükellefiyeti gereği gibi yerine getirilmemiş olup da bu hususta diğer tarafa insad edilebilecek bir kusurun bulunmamasından dolayı sigortacının cayma hakkına haiz değilse ve rizikonun kabul edildiğinden daha yüksek olması sebebiyle daha fazla bir prim verilmek lazım geliyorsa sigortacının bunu isteyebileceği, mukavelenin yapıldığı sırada sigortacının rizikoyu üzerine alması bakımından önemli olan bir durumun diğer tarafça bilinmediği için sigortacıya bildirilmemiş olması halinde dahi hükmün aynı olduğu, sigortacının kararlaştırılan primden yüksek prim istemek hakkının ihbar mükellefiyetinin ihlal edildiği veya önemli bir halin bildirilmediğini öğrendiği tarihten itibaren bir hafta içinde sigortacı tarafından ileri sürülmediği takdirde düşeceği belirtilmiştir. İş bu davada, sigortalının sözleşme yapılırken, ileri düzey uyku apnesi rahatsızlığını, ALS rahatsızlığını sigorta şirketine bildirmemiş olmakla birlikte, davalı sigorta şirketi tazminat ret sebebi olarak ALS hastalığını göstermiş, ölüm nedeni olarak heyet raporunda tespit edilen ileri düzey uyku apnesi ile ilgili herhangi bir ret sebebi ileri sürmediği gibi durumun öğrenildiği tarihten itibaren uygulanması gereken mülga 6762 sayılı TTK 1368. maddesi gereğince, sigortacı tarafından ihbar mükellefiyetinin ihlal edildiğinin öğrendiği tarihten itibaren bir hafta içinde sözleşmeden cayılmamıştır. Açıklanan nedenlerle ve özellikle uygulanması gereken mülga 6762 sayılı TTK hükümleri, sigorta poliçesi genel şartları, birbirini teyit eden bilirkişi raporları, davalı sigorta şirketinin tazminatı ödememe ret gerekçesi, ret gerekçesinde belirtilen ve beyan edilmeyen ALS hastalığı ile sigortalı müteveffanın ölümü arasında illiyet bağını ortaya koymaya yeterli delilin olmaması, davalı sigorta şirketinin, mülga 6762 sayılı TTK 1281. madde ( 6102 sayılı 1409 m) gereğince, mevcut hasarın istisna edilen rizikolardan doğduğunu ispat edememiş olması ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 357/1. fıkrası gereğince, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemeyeceğinden davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine dair karar verilmesi gerekmekle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/222 Esas, 2017/772 Karar ve 05.06.2017 tarihli kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 353/1-b/1 bendi gereğince esastan REDDİNE, 2- Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 83,50 TL başvuru harcı ile istinaf kanun yolu başvuru harcı ( nispi ) 6.628,78 TL olmak üzere toplam 6.718,28 TL harcın davalının peşin olarak yatırmış olduğu 1.764,70 TL harçtan mahsubu ile bakiye 4.953,58 TL harcın davalıdan tahsili ile HAZİNEYE İRAT KAYDINA, 3- Davalı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına, 4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti hakkında karar verilmesine yer olmadığına, Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 361/1. fıkrası gereğince kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay nezdinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere Hakim …’ın karşı oyu ve oy çokluğu ile karar verildi.12/11/2020
KARŞI OY Yargı harçlarına, 02.07.1964 tarihinde kabul edilen 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 1/1-1.bendinde yer verilmiştir. Yasanın birinci kısmı “ Yargı Harçları “ üst başlığını taşımaktadır. ”2”. maddenin 1. fıkrasında, yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı olan tarifede yazılı olanların yargı harçlarına tabi olacağı belirtilmiştir. Mükellef üst başlığı ile 11. maddede, genel olarak yargı harçlarını, davayı açan veya harca mevzuu olan işlemin yapılmasını isteyen kişilerin ödemekle yükümlü olacağına yer verilmiştir. Harç alma ölçüleri ve nispetleri üçüncü bölümde 15. vd maddelerde düzenlenmiştir. Değer esası üst başlığı ile 16. maddede, değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerlerin esas alınacağı, 21. maddede yargı harçlarının (1) sayılı tarifede yazılı nispetler üzerinden alınacağı, 28. maddede, nisbi karar ve ilam harçlarının dörtte birinin peşin geri kalanın, kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ödeneceği, bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olmasının, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmeyeceği belirtilmiştir. 492 sayılı Harçlar Kanunun 2. maddesinde ifade edilen (1) sayılı tarife “ Yargı Harçları “ dır. Tarifede, yargı harçları, “ Mahkeme Harçları “ üst başlığı ile, 1- Başvurma harcı, 2- Celse harcı, 3-Karar ve ilam harcı olarak, karar ve ilam harcı ise nisbi ve maktu harç olarak ayrı ayrı düzenlenmiştir. Başvurma harcı bölümünde, alınması gereken harç tutarları, derece ve yüksek mahkemeler ayrı ayrı belirtilerek, karar ve ilam harcı kısmında ki maktu harç bölümünde ise yine derece ve yüksek mahkemeler ayrı ayrı gösterilmiştir, karar ve ilam harçlarından nisbi harç bölümünde, “a” bendinde, konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden şeklindeki genel açıklamadan sonra, özellik arzeden uyuşmazlıklarda ki harç oranlarına yer verilmiş, “e” bendinde “ …Yukarıdaki nispetler Bölge Adliye Mahkemeleri, Bölge İdare Mahkemeleri, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Yargıtay’ın tasdik veya işin esasının hüküm altına aldığı kararlar için de aynen uygulanır “ hükmüne yer verilmiştir. Çoğunluk görüşü, söz konusu bu düzenleme kapsamında, davalı taraftan, Bölge Adliye Mahkemesi’ne başvurusu halinde, Harçlar Kanunu düzenlemesi kapsamında, nisbi harca tabi davalarda, bu nispette harç alınması gerektiği kabul edilerek bu nispetler üzerinden harç alınmakta, işlemler yapılarak, hüküm tesis edilmektedir. Devletin gördüğü kamu hizmeti, kural olarak parasızdır. Fakat, davada kişilere özel hukuk alanındaki haklarına ( alacaklarına ) kavuşmaları için yardım edildiğinden, yapılan giderin bir kısmının mahkemelerin hizmetinden yararlanılanından alınması uygun görülmüştür ki, kişilerden makbuz karşılığı alınan paraya yargılama harcı denir. (Prof.Dr.Baki Kuru, İstinaf Sistemine göre yazılmış Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, sayfa, 583,Ağustos 2017). Hukuk yargılamalarında uygulanan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da geçen “ kaybeden öder “ ilkesi, tarafların yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine ilişkin düzenlemeleri ifade eder ( Anayasa Mahkemesi’nin 2013/1793 Esas,18.04.2014 tarihli kararı). Bu açıklamalar doğrultusunda, bir uyuşmazlıkta, kaç defa harç alınması gerektiği ve Bölge Adliye Mahkemeleri’ne dair Harçlar Kanununa bağlı tarifenin “e” bendinde ki düzenlemenin ne şekilde yorumlanması gerektiği üzerinde durulması gerekecektir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 323. maddesinde yargılama giderleri düzenlenmiş, maddenin 1-a ) bendinde, celse, karar ve ilam harçları başta olmak üzere yargılama giderlerine yer verilmiştir. Aynı yasanın 326/1. fıkrasında, kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir. Yani kabul edilen miktar üzerinden hesaplanan, nisbi karar ve ilam harcından davalı taraf sorumlu olacaktır. Bu durumda, ilk derece mahkemesi tarafından, tarife üzerinden hesaplanan gerekli nisbi harcın davalıdan tahsiline ve davacının peşin olarak karşılamış olduğu harcın ise yine kabul ve red oranına göre, mahkeme masraflarının davalıdan alınmasına karar verilmesi yasanın emredici düzenlemesidir. Davalı tarafça karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması halinde yine aynı tarife üzerinden harç alınmaktadır. Bu durumda, davalının istinaf başvurusunun reddi ve Yargıtay nezdinde temyiz kanun yoluna başvurusu halinde bir kez daha aynı nispette harç ödemek zorunda kalması kaçınılmaz olacaktır. Nisbi tarifeye tabi davalarda, istinaf kanun yoluna başvuran davalı taraftan nisbi harcın alınmasının öncelikle, 492 sayılı Harçlar Kanununun 28. maddesinde ki düzenlemeye uygun olduğunun kabulü mümkün görülmemektedir. Söz konusu yasada ki, bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olmasının, kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmeyeceği düzenlemesi karşısında ve sonuç olarak ilk derece mahkemesi tarafından belirlenen harcı ödemeden kanun yoluna başvuru hakkı tanınan tarafa, bu kez aynı veya yakın oranda harç yatırması ediminin yüklenmesi, yasal düzenlemenin bir anlamda işlevsiz hale getirilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bu husus, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2011/4159 Esas, 2011/8902 Karar ve 16.06.2011 tarihli ilamında (özetle )” Davanın niteliği gereği nisbi harca tabi davalardan olduğu gerekçesiyle, davacının dava açılırken, yargılamanın sonunda davanın redle sonuçlanması durumunda yükümlü tutulacağı maktu harçtan daha fazla tutardaki harcı yatırmakla yükümlü tutulması ve ödendiği takdirde dava sonunda alınması gereken maktu karar ve ilam harcının bu miktardan mahsup edilerek kalanının isteği durumunda kendisine geri verilmesi veya yargılamanın sürdürülebilirliğinin bu miktarın ödenmesi ön koşuluna bağlanması, belirtilen 28” inci madde lafzı ve ruhu İle çeliştiği gibi Anayasa’nın “ Hak arama hürriyeti “ başlığını taşıyan 36’ncı maddesinde yer alan “ Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içinde ki davaya bakmaktan kaçamaz “ hükmünün de ihlali niteliğindedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 03.11.2010 gün ve 2010/10-550 Esas, 2010/561 Karar sayılı ilamında da aynı görüş yaklaşım benimsenmiştir “ ifadeleri ile açıklanmıştır. Adil yargılanma hakkı başlıklı, İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi’nin (AİHS)6. Maddesi, adil yargılanma hakkına İlişkin belli güvenceler tanınmıştır. Bu güvencelerden biri de bir yargı yerine başvuru hakkıdır. Buna göre kişinin bir hakkına ilişkin olarak bir yargı yerine başvurma hakkının güvence altına alınması gerekmektedir. Mahkeme önünde hak arama yolunun fiilen ya da hukuken geçici de olsa kapatılması veya bu hakkın fiilen ya da hukuken geçici de olsa kapatılması veya bu hakkın kullanılmasının imkansız kılacak şekilde bir takım şartlarla sınırlandırılması AİHS’nin 6.maddesinin ihlali anlamına gelebilecektir. ( AİHM ‘nin 26 Haziran 2007 tarihli 25321 /02 başvuru No ‘lu Ülger / Türkiye kararı; TBB Dergisi, sayı 86, 2009). HMK ‘nın sekizinci kısmında “ Kanun Yolları “ düzenlenmiş, birinci bölümde “ İstinaf “ kanun yoluna yer verilmiştir. Yasanın 341. maddesinde ise istinaf yoluna başvurulabilen kararlar belirtilmiştir. 344. maddede, istinaf dilekçesi verilirken, istinaf kanun yoluna başvuru için gerekli harçlar ve tebliğ giderleri de dahil olmak üzere tüm giderlerin ödeneceğine yer verilmiştir. Ne şekilde ve hangi oranda harcın alınması gerektiği, 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince tespit edilecektir. 5235 sayılı “ Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun “ nun 3. maddesinde “ Adli yargı ikinci derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleridir “ düzenlemesine yer verilmiştir. Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, tarifenin 1/ e bendinde ki işin esasının hüküm altına aldığı kararlar içinde aynen uygulanacağı şeklinde ki kararlardan anlaşılması gereken, kararı ilk derece mahkemesi yerine geçerek vermesi ve icrai kabiliyeti söz konusu olan kararlar olduğunun kabulü isabetli olacaktır. Çünkü buna dair hüküm verilmeden önce, ilk derece mahkeme kararı kaldırılmakta ve sonuç olarak ikinci, derece mahkemesi olarak verilen yeni bir hüküm oluşmaktadır. İlk Derece Mahkeme kararlarına dair istinaf başvurusunun esastan red kararları ( Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2018/4601 Esas, 2019/6115 Karar ve 02.10.2019 tarihli, 2018/1356 Esas, 2019/6937 Karar ve 07.11.2019 tarihli ilamlarında, Bölge Adliye Mahkemelerinde alınan harçlara ilişkin karşı oy görüşünde ayrıntılı şekilde her yönü ile açıklandığı üzere) icra edilebilir karar niteliğinde değildir.İlk derece mahkeme kararı geçerliliğini devam ettirmektedir. İstinaf başvurusunun reddine ilişkin karar temyiz incelemesi olmadığı için onama kararı da değildir ( Pekcanıtez -Atalay – Özekes sh.583, Konuralp, Uluslarası Toplantı sh.260,100 soruda istinaf ve temyiz sh 99 ) Bölge Adliye Mahkemesinde, istinaf başvurusunun esastan reddinde, işin esası hakkında yeni bir karar verilmemektedir.Açıklanan nedenlerle ve özellikle Harçlar Kanunu ile bağlı tarife hükümleri, 5235 sayılı Kanun ve ilgili tüm yasal mevzuat, ulusal ve uluslararası yargı kararları kapsamında, ilk derece mahkeme kararı kaldırılarak esas hakkında karar verilmedikçe Bölge Adliye Mahkemelerinde nisbi değil maktu karar ve ilam harcı alınması gerektiği kanaati nedeniyle, çoğunluğun nisbi harç alınmasına dair görüşüne katılmadığımı ve hükmün ilgili bentlerine muhalif kaldığıma dair görüşümü bildiririm.