Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2018/244 E. 2018/414 K. 14.03.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2018/244 Esas
KARAR NO : 2018/414
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/10/2017
NUMARASI : 2017/247 2017/890
DAVANIN KONUSU : TAZMİNAT (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 14/03/2018
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Rekabet Kurulu tarafından 12 bankanın 8 Mart 2013 tarihinde kredi ve kredi kartı konularında birlikte fiyat tespit etmek amacıyla kartel oluşturduğunun tespit edildiğini, tespit sonucu verilen para cezası kararının Danıştay tarafından da onandığını, söz konusu 12 bankanın içinde davalı bankanın da bulunduğunu, müvekkilinin davalı bankadan 26/08/2011 tarihinde kredi kullanmış olup, kartel faizi sebebiyle zarara uğradığını, söz konusu fiil olmasaydı kredi maliyetinin daha az olabileceğini, 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 57. maddesinde, “Her kim bu kanuna aykırı olan eylem, karar, sözleşme veya anlaşma ile rekabeti engeller, bozar ya da kısıtlarsa yahut belirli bir mal veya hizmet piyasasındaki hakim durumunu kötüye kullanırsa, bundan zarar görenlerin her türlü zararını tazmine mecburdur” ifadesi yer aldığını, yine aynı kanunun 58. maddesinde ise “Rekabetin engellenmesi, bozulması veya kısıtlanması sonucu bundan zarar görenler, ödedikleri bedelle, rekabet sınırlanmasaydı ödemekte olacakları bedel arasındaki farkı zarar olarak talep edebilir. Rekabetin sınırlanmasından etkilenen rakip teşebbüsler, bütün zararlarının tazminini rekabeti sınırlayan teşebbüs ya da teşebbüslerden talep edebileceğini, zararın belirlenmesinde, zarar gören teşebbüslerin elde etmeyi umdukları bütün kârların, geçmiş yıllara ait bilançolar da dikkate alınarak hesaplandığını, ortaya çıkan zararın, tarafların anlaşması ya da kararı veya ağır ihmalinin olduğu hallerden kaynaklanmaktaysa, hâkim, zarar görenlerin talebi üzerine, uğranılan maddi zararın ya da zarara neden olanların elde ettiği veya elde etmesi muhtemel olan kârların üç katı oranında tazminata hükmedebilir.” Maddeleri gereği ihlal döneminde müvekkilinin satın almış olduğu taşınmaz bedelinin bir kısmı için davalı Bankadan kredi kullandığı ve söz konusu ihlal nedeniyle serbest rekabet ortamında ödeyeceğinden daha yüksek faizler ödemek zorunda kalarak zarara uğratıldığını, davalının ihlali gerçekleştirdiği Rekabet Kurulu kararı ile sabit olduğundan, müvekkilinin uğramış olduğu zararın üç katındaki tutarı, zarar başlangıcından itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan işbu maddi tazminat davası ile tazminine hükmedilmesini sonuç olarak, davalı Bankanın 21 Ağustos 2007 ve 22 Eylül 2011 arasında kartel faizi uygulamak suretiyle müvekkiline vermiş olduğu zararın 3 katının fazlaya dair haklarım saklı kalmak kaydıyla şimdilik 4.500TL’sinin tarafımıza ödetilmesine; vekalet ücretinin ve yargılama giderlerinin davalının üzerine bırakılmasına karar verilmesine talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; bankacılık sektöründe faaliyet gösteren on iki teşebbüsün; mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri konularında uyumlu eylem içerisinde bulunmak suretiyle 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesini ihlal ettikleri iddiası ile Rekabet Kurulu tarafından başlatılan inceleme neticesinde, on iki Bankaya değişen oranlarda idari para cezası tahakkuk ettirildiğini, kurul kararının iptali için müvekkil bankaca gerekli yasal müracaatlar yapıldığını, henüz idari yargı kanun yolu aşaması tamamlanmadığını, dolayısıyla işbu dava tarihi itibarıyla, Rekabet Kurulu’nun idari para cezası tahakkukuna ilişkin idari işlemi, hukuken kesinleşmediğini, henüz hukuken kesinleşmemiş bir idari işleme dayanılarak açılan işbu davanın; öncelikle usule ilişkin hükümler nedeniyle, esas yönünden reddine, huzurdaki davanın esasını oluşturan tazminat istemi, Rekabet Kurulu tarafından müvekkili bankanın da içerisinde bulunduğu bazı bankalar aleyhine idari para cezası tahakkuk ettirilmiş olmasına dayandığını, davacının isteminin haksız fiil iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkin olduğunu, o halde zaman aşımının da haksız fiile ilişkin yasal düzenlemeler çerçevesinde tespit edilmesi ve haksız fiilin meydana geldiği iddia edilen tarihteki Borçlar Kanunu hükümlerinin, somut olaya tatbik edilmesi gerektiğini, Borçlar Kanunu’nun 60/1. maddesinde; haksız fiile ilişkin tazminat taleplerinin, zararın ve failin öğrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıllık sürenin geçmesi ile zamanaşımına uğrayacağının düzenlendiğini, somut olayda Davacı, Rekabet Kurulu’nun 02.11.2011 tarih ve 11-55/1438-M sayılı soruşturmasını ve bu soruşturma kapsamındaki bankaların isimlerini, Rekabet Kurulu’nun kamuoyunu bilgilendirme amacıyla yayınladığı 21.11.2011 tarihli duyuru ile öğrendiğini, soruşturma kapsamındaki Banka isimlerinin kamuoyu ile paylaşıldığı tarih olan 21.11.2011’den başlayan 1 yıllık zaman aşımı süresi 21.11.2012’de sona ermiş olup; huzurda açılan işbu davanın zamanaşımı nedeni ile reddinin gerektiğini, Rekabet Kurulu Kararının iptali için idari yargıda açılan davanın, bekletici mesele yapılmasını, ikame edilen huzurdaki dava ile aynı konuyu haiz olan ve İstanbul 5. Tüketici Mahkemesi’nde 2016/1083 E. Sayı ile görülmekte olan davanın 23.01.17 tarihli ilk duruşmasında mahkeme, 3 numaralı ara kararı ile Rekabet Kurulu Kararı’nın Danıştay’daki incelemesini bekletici mesele olarak kabul ettiğini ve bu nedenle duruşmayı ertelediğini, dava dilekçesinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 194. maddesinde öngörülen koşulları taşımadığını, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. Maddesine göre; alacağın miktarının ya da değerinin tam tespit edilemediği belirsiz alacak davalarında dahi, hukuki ilişkinin belirtilmesinin zorunlu kılındığını, davacının muğlak ifadelerinden; bankaya karşı belirsiz alacak davası açmış olduğunun anlaşıldığını,belirsiz alacak davalarının açılmasının ancak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde kabul edildiğini, davacının belirsiz alacak davası açabilmesi için dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olması gerektiğini, davacı iddialarını kabul anlamına gelmemekle birlikte, davacı dava açılmadan önce alacaklı olduğunu iddia ettiği tutarın miktarını açıkça bilebilecek durumda olduğunu, dava açılmadan önce alacağının varlığını ve miktarını açıkça bilen ya da bilebilecek durumda bulunan, davacı yönünden belirli bulunan dava konusunun dava açılmakla (doğal olarak) çekişmeli ve tartışmalı hale gelmesi ya da ispat sorunu ile karşılaşılması da iş bu davanın belirsiz ya da kısmi dava olarak açılmasına haklı gerekçe yapılamayacağını, kabul anlamına gelmemek üzere; rekabet kurallarının ihlalinden doğan sorumluluk, zarar verenin kusurlu olmasına bağlanmış bir haksız fiil sorumluluğu olduğunu, Ancak bilindiği üzere haksız fiilden doğan sorumluluğun söz konusu olabilmesi için bazı şartların gerçekleşmiş olmasının zorunlu olduğunu, tazminat davalarında ispat yüküne ilişkin genel hukuk kurallarının geçerli olduğunu, herkesin iddiasını ispatlamakla yükümlü olduğunu, huzurdaki davanın hukuka aykırı fiil, zarar, kusur ve illiyet bağı şartlarının gerçekleştiğinin davacı tarafından ispat edilmesi gerekmekte ise de, davacının bu şartlar konusunda herhangi bir açıklama yapmamış, hangi finansal ürün nedeniyle, hangi haksız fiile maruz kaldığını ve bunun ne şekilde bir zarara yol açtığını ispatlayamadığını, dava dilekçesinden, müvekkili bankanın hangi finansal ürün bakımından, hangi hukuka aykırı fiili gerçekleştirdiği ve davacının bundan ne şekilde zarar gördüğünün anlaşılamadığını, davacının dayandığı Rekabet Kurulu kararının, müvekkil Banka ile birlikte 12 Bankanın belirli bir dönemdeki faaliyetlerini konu edindiğini, bu dönem içerisinde davacıya kullandırılan herhangi bir ürün olup olmadığı dava dilekçesinden anlaşılamadığını, davacının bahse konu dönemde bir finansal ürün kullanmış olsa dahi; o ürünün kullanıldığı tarihte, o ürün bakımından müvekkili bankanın tespit edilen bir rekabet ihlalinin olup olmadığının Mahkemece incelenmesi gerektiğini, davacının, rekabet hukukuna aykırı bir fiil nedeniyle zarara uğradığını, zararın miktarını ispat etmesi gerektiğini, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 57 ve devamı maddelerinde istenebilecek zararların neler olduğunun belirtildiğini, malvarlığı veya şahıs varlığında, haksız fiil nedeniyle yaşanan eksilme, “zarar” olarak adlandırıldığını, zarar fark teorisine göre belirlenmekte, bu bağlamda haksız fiilin işlenmemiş olması durumu ile mevcut durum arasındaki fark, haksız fiil nedeni ile oluşan zararı ifade edildiğini, davacının , müvekkil bankanın rekabet hukukuna aykırılık taşıdığı iddia edilen eylemleri nedeniyle herhangi bir zarara uğramış ise, davacının kullandığı ürün nedeniyle elde ettiği tüm menfaatlerin de bu zarardan mahsup edilmesi gerektiğini, Rekabet Kurulu’nun tesis ettiği idari işlemin talebi ile ikame edilen dava dosyası kapsamında yer alan müvekkili banka beyanlarında da belirtildiği üzere, ekonomik sistemin verimli bir şekilde çalışması, bankaların etkin ve sağlam bir yapıya sahip olması ile mümkünken, buna paralel olarak ekonomik yapıda ortaya çıkabilecek her bir dalgalanma, bankacılık sektörü üzerinde çok hızlı ve doğrudan etki doğurduğunu, bankacılık sektörü ile ekonomik yapı arasındaki bu doğrudan etkileşim nedeniyle, Kurul Kararı ile inceleme konusu yapılan bankacılık faaliyetleri ve mevduat bankaları tarafından uygulanan faiz oranlarının, ilgili faaliyetlerin gerçekleştiği 2007-2011 yılları arasındaki dönemin ekonomik yapısı içerisinde irdelenmesi gerektiğini, davacının iddia edilen hukuka aykırı fiil olmasaydı, malvarlığında bir çoğalmanın olacağını iddia ediyor ise, böyle bir çoğalmaya uygun ekonomik koşulların, davaya konu ettiği dönemde mevcut olduğunu da ayrıca ispat etmesi gerektiğini, gerçekleşen zarar ile sorumluluğun bağlandığı davranış arasındaki sebep-sonuç ilişkisi olarak nitelenen illiyet bağı, sorumluluğun temel şartını oluşturduğunu, bu bağın bulunmadığı durumda, esasen bir zarar gerçekleştiği varsayılsa dahi, karşı taraf bu zarardan sorumlu tutulamayacağını, dolayısıyla isnat edilen fiil ile iddia edilen zarar arasında uygun ve mantıklı illiyet bağı da bulunmadığını, müvekkil banka’nın kusuru bulunmadığını, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi gereğince, haksız fiil sorumluluğunda kural olarak “kusur prensibi” (subjektif sorumluluk prensibi) benimsendiğini, haksız fiil ile bir başkasına zarar veren kimse, ancak kusurlu ise bu zararı tazmin ile yükümlü olduğunu, davacının kabulü ile gerçekleştirilen işlemlere kusur sonucu bağlanması, Borçlar Hukuku’na hakim olan “irade serbestisi” kavramı ile bağdaşmadığını, davacının taraf olduğu sözleşmelerde kararlaştırılan hükümlerin müvekkili Banka için kusur göstergesi olarak değerlendirilmesinin açıkça çelişkili davranış teşkil edeceğinden, hakkın kötüye kullanılması niteliğini taşıdığını, fazlaya ilişkin hakları ve sair tüm talep ve dava hakları saklı kalmak üzere;Rekabet Kurulu kararına karşı İdari Yargı’da açılmış olan ve henüz kesinleşmemiş iptal davasının bekletici mesele yapılmasına,ispatlanamayan davanın, gerek zamanaşımı ve esasa ilişkin yaptıkları savunmalar nedeni ile reddine,yargılama gideri ve avukatlık ücretinin karşı tarafa yüklenmesine, karar verimesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Taraflar arasındaki tüketici konut kredisi sözleşmesinden kaynaklandığı davacı tüketicinin bankadan kullanmış olduğu konut kredisi ile ilgili olarak zarar iddiası mevcut olup, tüketici ile banka arasındaki bankacılık işleminden kaynaklanan uyuşmazlıkta görevli mahkeme Tüketici Mahkemesi olduğundan mahkememizin görevsiz olması nedeniyle dava şartı noksanlığından davanın usulden reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı … Bankası A.Ş. vekili istinaf taleplerinde;
Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 57 ve 58. maddelerine dayanılarak tazminat isteminde bulunulduğu anlaşılan işbu dava yönünden, Tüketici Mahkemeleri görevli olmadığını, bir davanın Tüketici Mahkemelerinde görülebilmesinin ön koşulunun, davanın konusunun, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümlerine ilişkin olması gerektiğini, davacı her ne kadar “tüketici” sıfatı ile işbu davayı ikame ettiğini belirtmekte ise de; davada ileri sürülen tazminat isteminin, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda değil, Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda düzenlendiğini, kaldı ki haksız fiile dayalı tazminat istemlerinin ne şekilde karara bağlanacağının da Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlendiğini, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarının; her ne kadar Tüketici ile Banka arasındaki işlem ve eylemlere dayanıyor olsa da; “ tüketici işlemi ”olarak kabul edilemeyeceğini, Tüketici Mahkemelerinde değil genel mahkemelerde görülmesi gerektiği hususunda birçok Yargıtay içtihadı mevcut olup, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 2015/12834 E. 2015/11500 K. sayılı kararının da bu yönde olduğunu, Türk Ticaret Kanunu madde 4/f ve 5/1. Maddesi gereğince de huzurdaki davanın Ticaret Mahkemelerinde görülmesi gerektiğini, İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından davanın usulden reddine yönelik verilen kararın, istinaf incelemesi ile kaldırılmasına, müvekkili banka aleyhine ikame edilen davanın görevli Asliye Ticaret Mahkeme’sinde görülmeye devam edilmesine karar verilmesini talep ve istinaf etmiş; İstinaf dilekçesi davacı vekiline 22/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, istinaf talebine cevap verilmemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE HUKUKİ NİTELENDİRME:
İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararının davalı vekili tarafından yasal süre içinde istinaf edildiği anlaşılmakla;
Dava, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki kanun gereğince tazminat İstemi’ne ilişkindir.
Uyuşmazlık, 4054 sayılı yasa kapsamında açılan tazminat davalarında hangi mahkemenin görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 3. maddesine göre tüketici; ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, tüketici işlemi; mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileride dahil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına veya hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet, bankacılık ve benzeri sözleşmelerde dahil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.
6502 sayılı yasanın 73. maddesi bu Kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür. Bir hukuki işlemin sadece 6502 sayılı yasada düzenlenmiş olması tek başına o işlemden kaynaklanan uyuşmazlığı tüketici mahkemesinde görülmesini gerektirmez. Bir hukuki işlemin 6502 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için taraflardan birinin tüketici olması gerekir. 6502 sayılı yasanın 83/2. fıkrasında “Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez.” düzenlemesine yer verilmiştir, ilgili yasa maddesi ile görev konusunun tartışılmasının önüne geçilmiştir.
Somut uyuşmazlık, taraflar arasındaki Konut Kredi sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Açıklanan yasal düzenlemer kapsamında uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığından davaya bakmaya tüketici mahkemesi görevlidir. Davalı vekilinin istinaf dilekçesinde belirttiği Yargıtay kararına konu davanın açıldığı tarihin 6502 sayılı yasanın yürürlüğünden önceye ait olması karşısında ilk derece mahkemesinin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu nedenle davalı vekilinin genel (Ticaret) mahkemelerin görevli olduğuna dair istinaf nedenleri yerinde görülmediğinden reddine karar vermek gerekmektedir.
Sonuç olarak yukarıda yapılan açıklamalar ışığında ilk derece mahkemesinin kararında usul veya esas yönünde hukuka aykırılık bulunmadığından 6100. Sayılı HMK’nun 354/1. Maddesi gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nun 353/1b.1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş olup, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;
1-Dosya kapsamı ve delil durumuna göre İlk Derece Mahkemesi kararında esas ve usul yönünden herhangi bir hata görülmediğinden HMK ‘ nın 353/1.b.1 Maddesi gereğince davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,
2-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 55,20 TL başvuru harcından peşin olarak yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 23,8 TL başvuru harcı ile yine istinaf kanun yolu başvuru harcı olarak alınması gereken 98,10 TL harçtan peşin olarak yatırılan 85,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 12,4 TL olmak üzere toplam 36,2 TL harcın davalıdan tahsili ile HAZİNEYE İRAT KAYDINA,
3-Davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma yapılmadığından davacı yararına istinaf vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/1 bendi ile aynı kanunun HMK’nun 362/1c Maddesi gereğince kesin olarak oybirliği ile karar verildi.14/03/2018