Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2018/2315 E. 2021/1275 K. 11.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/2315 Esas
KARAR NO: 2021/1275
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 28/03/2018
NUMARASI: 2016/178 Esas, 2018/319 Karar
DAVANIN KONUSU: İtirazın İptali (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 11/11/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesi uyarınca dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; taraflar arasında 23/01/2015 tanzim tarihli ve (3) yıl süreli ”Booklogic Online Rezervasyon Sistemleri Kullanım Sözleşmesi” akdedildiğini, davalının edimini yerine getirmediğini, sözleşmenin 7/3. Maddesi gereğince müvekkilinin sözleşmeyi haklı olarak tek taraflı feshettiğini, sözleşmenin 10. Maddesi amir hükmü gereğince düzenlenen 07/05/2015 tanzim tarihli 14/05/2015 vadeli … seri nolu faturanın keşide edilerek muhataba teslim edildiğini, fatura bedelinin ödenmediğini, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. Sayılı dosyası üzerinden takip başlattıklarını, davalının haksız yere takibe itiraz ettiğini belirterek itirazın iptaline, takibin devamına, icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevabında; yetkili mahkemenin müvekkilinin ikametgahının bulunduğu Ankara mahkemeleri olduğunu, müvekkli ile davacı şirket arasında herhangi bir ticari, hizmet ve sair bir ilişkinin söz konusu olmadığını, Ocak 2015 tarihinde İstanbul’da yapılan EMİT Turizm Fuarında davacı firmanın standında firmaların tanıtım amacı ile takibe konu belgenin imzalattırıldığını, görüleceği üzere müvekkillerinin imzasından başka ne adı geçen otelin ne de firmanın kaşesinin mevcut olmadığını, daha sonra görüşülmek ve karar verilir ise usulüne uygun kaşe ve imzanın bulunacağı sözleşmenin imzalanmak üzere bu belgenin imzalandığını, sonrasında da böyle bir hizmet alımının düşünülmediği için herhangi bir şekilde davacı şirket ile sözleşme imzalanmadığını, hizmet alımının da söz konusu olmadığını, bu konuda Cumhuriyet Savcılığına da suç duyurusunda bulunulacağını belirterek davanın reddi ile kötüniyet tazminatının tahsilini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece, davacının sözleşmeyi haklı feshettiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Karar yasal süresi içerisinde davalı tarafça istinaf edilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde; mimar olan müvekkili …’ın … Ltd. Şti.nin iki ortağından birisi olduğunu, kendi adına bir ticari işletme işletmediğini, kendi adına bir otelinin de bulunmadığını, müvekkilinin, 22-25.01.2015 tarihlerinde İstanbul’da Emitt Turizm Fuarına katıldığını, aynı gün davacı firmanın standını görüp standda görevli … ile görüşerek, bilgi aldığını, stand görevlisinin görüşmeye dair bir belge imzalamasını istediğini, müvekkilinin de sözleşme yapma niyeti olmadan önüne sunulan belgenin sayfalarını imzaladığını, davaya konu belge üzerinde davacı taraf çalışanı tarafından el yazısı ile ilave edilmiş olan … otelinin müvekkilinin ortağı olduğu … Ltd. Şti.ne ait olduğunu, davacı şirketin basiretli bir tacir gibi davranarak ticaret sicil gazetesinden yapabileceği basit bir kontrolle müvekkili …’ın gerçek kişi tacir olmadığını ve söz konusu otelin sahibi olmadığına vakıf olabileceğini, dolayısıyla adına otel kaydı olmayan bir kişiyle sözleşme yapma fikrinin oluşmayacağını, sözleşme olmadığı halde … – … adına fatura düzenlenerek icra takibi başlatmasının trajikomik bir durum olduğunu, bir an için imzalatılan belgenin taraflar açısından bir sözleşme niteliğinde olduğu düşünüldüğünde de de sözleşmenin Borçlar Kanunu 20. Maddesinde tanımlanın Genel işlem koşulları nedeni ile geçersiz olduğunu, sözleşme maddelerinin karşılıklı olarak konuşulmadığını, tartışılmadığını, belgenin herhangi bir yerinde müvekkilinin Müdürü olduğu … Ltd. Şti.nin ticaret unvanının bulunmadığını, delil olarak dosyaya sunulan stand görevlisi ile yapılan e-mail yazışmalarından da fuarda herhangi bir sözleşmenin tesis edilmediğinin anlaşılacağını, davacı tarafından iddia edilen belgenin son sayfasında 11. Maddeden sonra sözleşme taraflarını gösteren kısımda Servis Sağlayıcısı ifadesinin altında davacı şirket unvan ve bilgilerinin yer aldığı, Otel ifadesinin altında ise otel unvanı ve bilgileri ile yetkili imzanın bulunmadığını, TTK 39/1 maddesi kapsamında şirket unvanının bulunmadığını, tarafları belli olan bir sözleşmenin mevcut olmadığını, belgede imzası bulunan şahsın şirket ortağı/yetkilisi olmasının, şirketi kendiliğinden taraf haline getirmeyeceğini belirterek ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasını talep ve istinaf etmiştir. Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde; iddiaların yerinde olmadığını, mahkeme kararının yerinde olduğunu belirterek talebin reddi ile %20 icra inkar tazminatının tahsilini istemiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE HUKUKİ NİTELENDİRME: Dava, taraflar arasında imzalanan hizmet sözleşmesinin davacı tarafından haklı nedenle feshedildiği iddiası ile cezai şart bedelinin işlemiş faizi ile ödenmesi için başlatılan icra takibine, davalı tarafça yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir. İtirazın iptali davalarının 2004 sayılı İİK’nın 67/1. fıkrası gereğince, takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Davacı, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … sayılı dosyası ile 17/11/2015 tarihinde 1 adet fatura alacağına istinaden 10.785,67 TL asıl alacak, 3.343,56 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 14.129,23 TL tutar üzerinden icra takibi başlattığı, davalı vekilinin 02/12/2015 tarihinde borcun aslına ve tüm ferilerine itiraz ettiği, davanın 22.02.2016 tarihinde bir yıllık yasal hak düşürücü süre içinde açıldığı anlaşılmıştır. Uyuşmazlık, taraflar arasında sözleşme ilişkisinin bulunup bulunmadığı, sözleşmenin haklı nedenle feshedilip edilmediği, takip tarihi itibari ile davacı alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmıştır. Mahkemece, davacı tarafından dosyaya sunulan sözleşme gereğince davalının bulunduğu yer mahkemesine talimat yazılarak davalının beyanı alınmıştır. Davalı talimatla alınan 29.11.2016 tarihli ifadesinde; sözleşmedeki imzanın kendisine ait olduğunu, fuarda stand görevlisinin fuara katıldığı ve kendisi ile görüşme yapıldığına dair imza istediğini, bu amaçla belgeyi imzaladığını, daha sonra sözleşme imzalanıp imzalanmayacağı, hizmet alınıp alınmayacağının kararlaştırıldığını, sözleşmede geçen otelin dava dışı şirkete ait olduğunu beyan etmiştir. Mahkemece davacının ticari defter ve belgeleri üzerinde inceleme yapılmasına karar vermiş bilirkişi raporu alınmıştır. 25.03.2017 tarihli bilirkişi raporunda; davalının … Ltd. Şti.ne ait ticari kayıtlarını ibraz ettiği, kayıtlarda davacı şirket ile bu şirket arasında bir ticari ilişkinin gözükmediği, takibe konu faturanın usulüne uygun tutulan davacının ticari defterlerinde kayıtlı olduğu, faturanın davalı … -… adına düzenlendiği, davacı ile davalı … arasında 23.01.2015 tarihli Booklogic Online Rezervasyon Sistemleri Kullanım Sözleşmesi akdedildiği, Sözleşmenin 3. Sayfasında servis sağlayıcı olarak davacı şirketin kaşe ve imzasının mevcut olduğu, otel kısmının ise boş olduğu alt sağ tarafta imzanın ve 1. Sayfanın üst kısmında … ünvanı maili ve telefon bilgilerinin yazılı olduğu, davacının sözleşmenin “Hüküm ve Koşullar” Başlıklı hükümlerin (1.) Maddesi gereğince sözleşmeyi fesih ettiğini, sözleşmenin 10. Maddesinde “sözleşmenin feshedilmesine sebep olunması durumunda servis sağlayıcısına senelik otel başı 6.000,00 Euro cezai şart ödemekle yükümlüdür,’ hükmünün bulunduğu, BookLogic Sistem ekran görüntüleri üzerinde yapılan incelemede maillerden de anlaşıldığı gibi davacının davalıdan FTP bilgilerini istediği, sözleşmenin haklı olarak feshedildiği, davacının fatura bedelini talep edebileceği belirtilmiştir. Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Kocayusufpaşaoğlu, N.: Borçlar Hukukuna Giriş, 7. b., İstanbul 2017, s. 95). Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da (TBK) sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı (TBK. m.1) hüküm altına alınmıştır. İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b., Ankara 2017, s. 392). Belirtmek gerekir ki; bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı BK’nda “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın 30 ila 39. maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Aldatma TBK’nın 36. maddesinde; ” Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Yanılma (hata) ise; irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâlidir. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 03.04.1963 tarih ve 1963/4-76 E., 1963/40 K. sayılı kararında hile; “…gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılmış olması demektir” şeklinde tanımlanmıştır. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK. m.36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi halinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s. 414 vd., HGK’nın 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K. sayılı kararı). Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “…ilzam olunamaz.” (BK.23), “…o akit ile ilzam olunmaz.” (BK.28), “…kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK.29/I), TBK’nda ise “… bağlı olmaz.” (TBK. m.30), “…sözleşmeyle bağlı değildir.” (TBK. m.36 ve 37/1) ibareleri kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/1-1831 E. 2020/549 K. Sayılı ilamı) İptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hata, hile, düşüncesizlik veya deneyimsizliğinin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmenin karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir. 20.01.2015 tarihli, 3 sayfadan ibaret sözleşme incelendiğinde; sözleşmenin davacı ile … arasında imzalandığının hüküm altına alındığı tüm sayfalarda davalının imzasının bulunduğu, davalının konuyu takiple öğrendiği varsayılsa bile sözleşmeyi hata, hile, düşüncesizlik veya deneyimsizlikle imzaladığı konusunda da ispat vasıtası getiremediği anlaşılmıştır. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekaletsiz iş görme olabilir. Somut davada, davalı ortağı olduğu şirkete ait otel adına imzaladığı sözleşmenin sonuçlarından vekaletsiz iş görme hükümleri gereğince sorumludur. Hukuki uyuşmazlık, davacının sözleşmeyi haklı olarak feshedip etmediği, sözleşme gereğince davalıdan cezai şart talep etmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmıştır. Cezai şart 818 sayılı Borçlar Kanununda 158-161. Maddelerinde düzenlenmiş olup, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 179-182.maddelerinde ise “ceza koşulu” ismini almıştır. Cezai şart borçlunun asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlali ile doğabilecek olan fer’i bir edimdir. Borçlu cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararını ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etmek imkanını bulacaktır. Zira cezai şart borcun ihlali halinde verilmesi gereken, önceden kararlaştırılmış kesin miktarlı (maktu) bir tazminattır. Cezai şartın kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezai şart kararlaştırılabilir (Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, TEKİNAY/AKMAN/ BURCUOĞLU/ALTOP, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 341-343). Cezai şartın esas itibariyle iki temel amacı bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri de, borcun ifa edilmemesinden doğacak zararı önceden ve götürü şekilde tespit etmektir. Bu iki temel amacı dışında, cezai şartın diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezai şartta (dönme cezasında) borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır (Köksal KOCAAĞA, Türk Özel Hukukunda Cezai Şart (BK. m. 158-161), Ankara 2003, s. 40-42). 6098 sayılı TBK’nın 179. maddesinde cezai şartın türleri seçimlik cezai şart (TBK 179/1), ifaya eklenen cezai şart (TBK 179/2) ve ifa yerine cezai şart yani dönme cezası (TBK 179/3) olarak düzenlenmiştir. 6098 sayılı TBK’nın 179/1 hükmüne göre; “Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir”. Borçlu, borca uygun hareketle yükümlü olup, bu hükme göre taraflar, sözleşmede borçlunun ya borcunu sözleşmeye uygun olarak ifa etmesini ya da ceza koşulunu ödenmesini kararlaştırmış olabilirler ancak bu durumda seçim hakkı alacaklıya tanınmıştır. Alacaklı borcun aynen ifasını talep edebileceği gibi bundan vazgeçerek ceza koşulunun ödenmesini de talep edebilir. 6098 sayılı TBK’nın 179/2 hükmüne göre; “Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.” Bu hükme göre, borçlunun borca aykırı davranışı halinde, alacaklı hem aynen ifayı, hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilecektir. 6098 sayılı TBK’nın 179/3 hükmüne göre; “Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır.” Burada borçlu, borcu ifa yerine bizzat ceza koşulu ödemek suretiyle borçtan kurtulma olanağına sahiptir. Yani ceza koşulu ifanın yerini aldığı için borçlu borca aykırı davranmamakta, borcu ifa yerine ceza koşulunu ödeyerek sözleşmeden dönebilmektedir. Taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 10. maddesinde yer alan cezai şart, TBK 179/1 maddesinde düzenlenen seçimlik cezai şarttır. Davacı, davalının sözleşme hükümlerine aykırı davrandığını iddia ederek, sözleşmede kararlaştırılan cezai şart bedelinin ödenmesini talep etmektedir. İspat; davaya konu yapılan hakkın gerçekten var olup olmadığının anlaşılması, maddi hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. Davaya konu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemidir (KURU, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001,6. b., 2.c., s. 1966 ). TMK’nın 6. maddesi gereğince “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”, HMK’nın 190. maddesi gereğince “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” Somut olayda, davacı tarafından davalının borca aykırı davrandığı iddia edilmekle, bu hususun davacı tarafça ispatı gerekmektedir.Bir sözleşme gereğince cezai şart talep edebilmek için her şeyden önce sözleşme ile yüklenilen edimlerin sözleşmeye uygun şekilde yerine getirilerek alacaklı konuma geçilmesi ve karşı tarafın sözleşmeye aykırı davranması gerekmektedir. Bu durumda davacının cezai şart talep edebilmesi için öncelikle edimini sözleşmede belirtilen şekilde yerine getirdiğini kanıtlaması gerekmektedir. Sözleşmenin Servis Sağlayıcısının Sunacağı Edim Ve Hizmetler başlıklı 1. Maddesinde; (a) Servis Sağlayıcısı; Otel için özel olarak dizayn edilmiş BookLogic Online Rezervasyon Motoru’nu Otel’in kullanımına açacaktır. (b) Servis Sağlayıcısı; Otel’e otel bilgilerini (otel özellikleri, kontenjan, fiyat, vb.) girecekleri, rezervasyonları takip edecekleri kendilerine ait bir kontrol paneline internet üzerinden erişim sağlayacaktır. (c) Servis Sağlayıcısı kendi otel dağıtım sistemi aracılığıyla; Otel’e aşağıda sayılan seyahat acenteleri, dağıtım kanalları ve web sitelerinden rezervasyon gönderir:Galileo, Worldspan, Sabre, Amadeus GDS (Bütün dünya çapında 650,000 ‘e varan Seyahat Acentasında Satış) IDS; Pegasus ODD (yaklaşık 150 çevrimiçi tatil portalında satış) BOOKLOGİC, alt acenteleri ve iştiraki websitelerinde (d) Servis Sağlayıcısı, Kontrol Paneline girilen otel bilgilerini yukarıda adı geçen Online Otel Dağıtım Kanallarında sergiler. Müşterilere Otel’den oda rezervasyonu yapma imkânı sunar ve Otel’e bu kanallar üzerinden rezervasyon gönderir. Düzenlemesinin bulunduğu, 2. Maddede hizmet bedeli, 3. Maddede Tarafların diğer hak ve yükümlülükleri ile sorumluluklarının hüküm altına alındığı, 7. Maddesinde süre ve fesih hükümlerinin düzenlendiği, sözleşmenin 10. maddesinde, ” Otel, iş bu sözleşmeyi haklı bir nedene dayanmaksızın feshetmesi durumunda veya sözleşmedeki borçlarına aykırılık hallerinden dolayı servis sağlayıcısı tarafından sözleşmenin feshedilmesine sebep olması durumunda, hizmetler karşılığı borçlarına ilave olarak servis sağlayıcısına otel başı 6.000,00 EUR cezai şart ödemekle yükümlü olduğu” beilrtilmiştir. Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkili şirketin (1.) maddesinde sayılan üzerine düşen edimleri ve hizmetleri kendi serverında hazır ettiği halde, muhatap şirketin, “Müvekkil Şirket tarafından Online Rezervasyon Servisi sunulmasında kullanılacak İnternet Acenteleri (Kanal) Listesi ve Sistem Giriş Şifreleri, Mapping bilgilerini içeren her bir kanalda bulunan bütün oda tiplerini, fiyat seviyelerini, minimum/maksimum fiyat kısıtlamalarını, minimum oda kısıtlamalarını, Kendi Web sitelerine müvekkil şirket rezervasyon sistemini eklememe, gibi otel sözleşmeden kaynaklı edimlerini yerine getirmediği için sözleşmenin feshedildiğini belirtmiştir. Sözleşme kapsamında davalının Online Rezervasyon Servisi sunulmasında kullanılacak İnternet Acenteleri (Kanal) Listesi ve Sistem Giriş Şifrelerini davacıya verme ve kendi Web sitelerine davacı şirket rezervasyon sistemini ekleme yükümlülüğü konusunda bir düzenleme yer almamaktadır. Bilirkişi raporunda davacının BookLogic Sistem ekran görüntüleri üzerinde yapılan incelemede maillerden de anlaşıldığı gibi davacının davalıdan FTP bilgilerini istediği belirtilmiştir. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle borçlu temerrüdünden söz edilmesi faydalı olacaktır. Geniş anlamda borçlu temerrüdü (borçlunun direnimi) borçlunun sözleşmeye aykırı davranması, borcunu ifa etmemesi demektir. Bu hâlde ifa olanağı bulunduğu için kararlaştırılan zaman geldiği ve uyarıldığı hâlde borçlu borcunu ifa etmemektedir. Borçlunun temerrüdüne ilişkin düzenlemeye, dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken TBK’nın 117-126. Maddelerinde (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 101 ilâ 108.) yer verilmiştir. Bununla birlikte, TBK’nun 473.(818 sayılı BK’nın 358/1.) maddesinde olduğu gibi, borç ilişkisinin özelliği gereği diğer bazı kanunlarda da borçlu temerrüdüne dair hükümler yer almaktadır. Genel olarak borçlu temerrüdünde aranan ilk şart “edimin ifa olanağı bulunması”dır. Şayet edimin ifası objektif olarak imkânsızsa borçlu temerrüdünden söz edilemez. Borçlu temerrüdünde aranan diğer bir şart da “borcun muaccel olması”dır. Borç istenebilir hâle gelmeden temerrütten bahsedilemez. Zira muacceliyet alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisini ifade eder. TBK’nun 117. (818 sayılı BK’nın 101/1.) maddesinde “Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur.” denilmektedir. Anılan maddeye göre, temerrüt için muacceliyet yetmemekte, kural olarak alacaklının ihtarı da aranmaktadır. İhtar, alacaklının talep iradesini borçluya ulaştırmasıdır. İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde tarafların her ikisi de borç ilişkisinde hem alacaklı hem de borçlu durumundadır. Taraflardan her biri edimi ifa etmekle yükümlü olmakla beraber, diğer taraftan edimin ifa edilmesini de isteyebilecektir. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun temerrüde düşmüş sayılabilmesi için TBK’nun 117. (818 sayılı BK’nın 101. ) maddesinde sayılan genel şartların yanında ayrıca özel şartlarda aranmaktadır. Bunun nedeni bu tür sözleşmelerde temerrüdün borçlu yönünden daha ağır sonuçlara bağlanmış olmasıdır. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde genel şartlara ilaveten aranan özel şartlardan biri temerrüde düşen borçluya TBK’nun 123. (818 sayılı BK’nın 106/1.) maddesi gereğince süre verilmesidir. Alacaklı TBK’nun 123 ve 125. ( 818 sayılı BK’nın 106. ve 108.) maddelerinde düzenlenen seçimlik haklardan yararlanmak istiyor ise temerrüde düşen borçluya uygun bir süre vermelidir. Temerrüde düşen borçluya alacaklının uygun bir süre vermesi demek, temerrüde rağmen alacaklının daha ne kadar süreyle ifayı kabule rıza gösterdiğini bildirmesi demektir. Kuşku yok ki, Kanun uygun bir süre tayini suretiyle borçluyu temerrüdün sonuçlarından korumak istemiştir. Verilen sürenin uygun olup olmadığını saptamak için olayın özelliğinin gerektirdiği iyi niyet kurallarına riayet edilip edilmediğine bakmak gerekir. Borç, alacaklının tayin ettiği süre sonunda da ifa edilmezse, ayrıca bir ihtara gerek olmadan TBK’nun 123 ve 125. ( 818 sayılı BK’nın 106. ve 108.) maddesindeki seçimlik haklardan biri kullanılabilir. Bu iki madde birlikte değerlendirildiğinde, iki tarafa borç yükleyen sözleşmeyle temerrüde düşen borçluya karşı, alacaklıya üç ayrı seçimlik hak tanındığı görülmektedir. Bunlar; aynen ifa ve gecikmeden dolayı tazminat isteme hakkı; aynen ifayı reddederek ademi ifa sebebiyle müspet zararını talep hakkı; sözleşmeyi feshederek menfi zararını isteme hakkı olarak sayılabilir. Bununla birlikte TBK’nun 124. (818 sayılı BK’nın 107.) maddesinde sayılan nedenler söz konusu ise alacaklı, borçluya mehil vermeden de, yukarıda bahsedilen seçimlik haklarından birini kullanabilir. Bunlar; borçlunun hâl ve davranışından süre verilmesinin etkisiz olacağının anlaşılması; temerrüdün alacaklı yönünden aynen ifayı faydasız hâle getirmiş olması; sözleşmede ifa tarihinin kesin olarak saptanması hâlleri olarak sayılabilir. Sözleşmede ifa tarihinin kesin olarak saptanması kesin vadeli sözleşmelerde söz konusudur. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda tacirler arasındaki ihbar ve ihtarların ne şekilde yapılacağı 18/3. maddesinde;”Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır.” hüküm düzenlenmiştir. Tüm dosya kapsamına göre; sözleşmenin 7. Maddesi gereğince 3 yıllık süreyi kapsayan sözleşmede, sözleşmenin ifasına yönelik Online Rezervasyon Servisi sunulmasında kullanılacak İnternet Acenteleri (Kanal) Listesi ve Sistem Giriş Şifrelerini davacıya verme ve kendi Web sitelerine davacı şirket rezervasyon sistemini ekleme yükümlülüğü konusunda davacının davalıyı usulüne uygun temerrüte düşürmeden sözleşmenin feshi ile cezai şarta ilişkin fatura düzenlemesinin yasal olarak mümkün olmadığı, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabul kararının isabetli olmadığı anlaşılmakla ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasına dair karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmış aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere; 1-İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/178 Esas, 2018/319 Karar, 28/03/2018 tarihli kararının HMK’nın 353/1.b.2 maddesi gereğince KALDIRILMASINA, yeniden HÜKÜM TESİSİNE, 2-Davanın REDDİNE, 3-Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL harcın, davacı tarafından peşin yatırılan 170,65 TL harçtan mahsubu ile fazla alınan 111,35 TL’nin davacıya iadesine, 4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 5-Davalı kendisini vekille temsil ettiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T uyarınca takdir edilen 4.080,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 6-HMK 333.maddesi gereğince yatırılan avansın kullanılmayan kısmının hüküm kesinleştikten sonra yatıran tarafa iadesine, İstinaf yargılama giderleri yönünden; 1-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununu gereğince alınması gereken 59,30 TL istinaf maktu karar ve ilam harcının davalı tarafından peşin yatırılan 241,30 TL harçtan mahsubu ile fazla alınan 182,00 TL’nin davalıya iadesne, 2-Davalı tarafça yapılan 23,50 TL posta, tebligat gideri ile 157,40 TL İstinaf kanun yoluna başvuru harcı olmak üzere toplam 180,0 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 362/1-a bendi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi.11/11/2021