Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2017/2308 E. 2019/659 K. 04.04.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2017/2308 Esas
KARAR NO : 2019/659
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ:İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
ESAS NO : 2014/771 Esas
KARAR NO : 2017/635
KARAR TARİHİ: 23/05/2017
DAVA : SÖZLEŞMENİN İPTALİ
KARAR TARİHİ: 04/04/2019
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirket ile davalı şirket arasında 11.04.2012 tarihli “Yüklenici Dağıtım Hizmetleri Sözleşmesi” imzalandığını, sözleşme konusunun, ürünlerin davacının depo veya adreslerinden teslim alınarak davalı firmanın bildireceği adreslere taşınma ve dağıtım hizmetlerinin verilmesi, iade ürünlerin davacıya iadesi olduğu, sözleşme süresinin 1 yıl olduğunu, 3 ay önce feshedilmediği takdirde aynı şartlarla 1 yıl daha uzadığını, müvekkilinin sorumluluk sahasının Haliç Köprüsünden başlayarak …. İlçesi dahil olmak üzere …. Bölgesi olarak belirlendiğini, tarafların sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk hak, borç ve alacaklarını, birbirlerinin yazılı onayı olmadan hiçbir şekilde 3.kişilere devredemeyeceğini, sözleşme kapsamında müvekkil şirketin yükümlülüklerini uzama süresi dahil yerine getirdiğini, ancak 24.07.2013 tarihinde ürünlerin teslim alındığı davalı şirketin …. Mah. ….Cad. No: … …./İstanbul adresindeki deposuna ürün nakliyesi amacı ile gidildiğinde, davalı şirket merkez deposunun boş olduğunu, davalının müvekkili şirkete sözleşme süresince ürün teslimatı yapılan deponun boşaltılacağı ve yeni teslimat yerine ilişkin herhangi bir bildirimde bulunmadığını, aksine başka bir nakliye firması ile anlaşma yapıldığının sözlü olarak beyan edildiğini, davalı şirketin sözleşmeye aykın eylemlerine son vermesi ve yükümlülüklerini yerine getirmesi amacıyla Kadıköy …Noterliğinden 29.07.2013 tarihinde ihtarname keşide edildiğini belirterek 11.04.2012 tarihli Yüklenici Dağıtım Hizmetleri Sözleşmesinin feshine, davalı yanın sözleşmenin feshine sebebiyet vermesi nedeniyle müvekkili şirketin uğramış olduğu zararın/kar kaybının şimdilik 20.000,00 TL’lik kısmının ihtarname tarihi olan 29.07.2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
SAVUNMA :Davalı savunmasında özetle: davacı tarafın hangi nakliye firması ile nasıl bir sözleşme yapıldığına dair herhangi bir bilgi vermediğini, dava dilekçesinde zararın tespit edilmesi nedeniyle, davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılmasının HMK’ya aykırı olduğunu, bu nedenle davacının harcını tamamlaması gerektiğini, söz konusu sözleşmede, davacıya münhasır bir yetki verildiğine dair hüküm bulunmadığını ve yine davacı tarafından sunulan tutanağı kabul etmediklerini beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:İlk derece mahkemesince, davalının sözleşmeyi yürürlükte olduğu süre içerisinde haksız olarak feshetmiş olması nedeniyle davalının davacıdan kar kaybı talebinde bulunabileceği, bilirkişi heyeti tarafından belirlenen kar kaybından, sektörel mutat uygulamalara göre, %20 oranında gider, ardından %20 oranında kurumlar vergisi tenzili yapılmak suretiyle davanın kısmen kabulü ile 148.907,20 TL nin temerrüt tarihi olan 08/08/2013 tarihinden itbaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekilinin yasal süresi içinde sunduğu, 30.07.2017 harç tarihli istinaf dilekçesinde özetle;1-Yerel mahkeme tarafından tanzim olunan gerekçeli karar evrakı okunduğunda verilen kararın dosya incelenmeden ve de kendileri tarafından ileri sürülen hiçbir savunma ve done tetkik edilmeden daha doğrusu taraflarınca verilen dilekçeler okunmadan verildiği, davalı savunması diye gerekçeli karara aktarılan kısım tamamen davacı iddiaları olup,kendi içerisinde bile bu kadar çelişkiyi ve de yanlışlığı barındıran bir mahkeme kararının hangi usul ve yasaya uygun olup olmayacağı hususunun yüksek mahkemenin takdirinde olduğu,2-Yerel mahkemenin dosyayı incelemeden karar verdiğinin en büyük delillerinden birisinin de karar duruşmasında zapta geçen rakamın yanlış olması ve de gerekçeli karar tanzim edilir iken bunun tavzih edilmesi ihtiyacının duyulması olduğu, gerekçeli kararda dipnot şeklinde yerel mahkemenin tavzih notunun görüldüğü, ki bunun bile başlı başına Yargıtay kararlarına göre bozma sebebi olduğu3-Davanın niteliği itibari ile kısmi bir dava olduğu ve belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağının ileri sürülmesine rağmen, mahkemenin bu hususta hiçbir açıklama yapmadığı,4-Davanın ıslah edilmesinden sonra zamanaşımı itirazında bulunulduğu ve bununla ilgili olarakta emsal yüksek mahkeme kararları sunulduğu, mahkemenin bu konuda da bir gerekçe sunmadığı, daha doğru bir ifade ile, mahkemenin, davanın konusunu belirleyememiş olup, birbiri ile çelişkili iki rapordan 2.olanın rakam kısmını alıp kendisine gerekçe yaptığı, 5-Kendileri tarafından davacı defterlerinin TTK anlamında delil olarak davacı lehine kullanılamayacağının ifade edildiği, ancak bu hususta da gerekçeli kararda bir açıklama bulunmadığı,6-Davaya karşı verilen cevap dilekçesi incelendiğinde, davanın kısmi bir dava olarak açılmasının mümkün olmadığı, zira dava dilekçesinde açık olarak uğranıldığı iddia olunan zararın tespit olunmuş olduğu, o dönem itibari ile HMK’da düzenleme yapılmadan önce ifade olunduğu, bu hususun, taraflar arasında imzalana sözleşmenin Taşıma Dağıtım Sözleşmesi olup, bu sözleşmeden doğan zararların 1 (bir) yıllık zamanaşımına tabi olması açısından önemli olduğu, davacının davasını ıslah ettiği tarih olarak talebinin zamanaşımına uğradığı,7- İddianın genişletilmesi ancak davalı tarafın muvafakatı ile mümkün olup, dosya kapsamında tanzim olunan ilk billirkişi raporunda, bilirikişi kendi görev tanımı dışına çıkmak sureti ile iddia olunandan farkıl bir gerekçe ile davacıyı haklı göstermeye çalıştığı, bu usul ve yasaya aykırı duruma tarafımızdan süresinde cevap verildiği, iddianın bu şekilde genişletilmesine muvafakatlarının olmadığı gibi, bilirkişinin de görevini açık bir şekilde kötüye kullandığının ifade olunduğu, yerel mahkemenin davacının iddiasını muvafakatları olmamasına rağmen genişletmesine göz yumduğu ve de talebi dışında ve bir gerekçe ile davacı lehinde hüküm kurduğu, zira davacınını davasına gerekçe yaptığı müvekkilinin 3.şahıslar ile sözleşme yaptığı hususunun hiçbir şekilde ispat edilemediği,8-Hükme esas alınan 2.bilirkişi raporunda faaliyet ayıklaması yapılmadığı, davacı şirketin tüm ticari ilişkisinin müvekkili şirket ile olduğu şeklinde bir yanlış ile hareket eden bilirkişi heyetinin, buna göre de davacı şirketin tüm zararının müvekkili şirketten kaynaklandığının raporunda ifade edildiği, başka bir ifade ile davalı şirketin, müvekkili firma ile yaptığı işten başka hiçbir işi yokmuş gibi kar-zarar hesabı yapıldığı, halbuki davalı şirketin müvekkili ile yaptığı iş defter ve kayıtlarında da görüleceği üzere yaptığı işlerden sadece biri olduğu,9-Kabul anlamına gelmemek koşulu ile,yapılması gerekenin şirketin müvekkili ile yaptığı işten dolayı elde ettiği karın günlük ortalamasının alınması gerektiği, hesaplamalarda sanki …. dağıtımından başka bir yapmıyormuş gibi dikkate alındığı, oysaki Lidodan önceki yılda firmanın 2010 yılında 320.901 TL kar elde ettiği, bu durumda ortalamadan bu değerin düşülmesi gerektiği, müvekkili ile çalışmanın daha sonra başladığı, aynı şekilde raporda yapılan hesaplama yöntemine yapılan itirazı dikkate almadıkları, yani faaliyet karı üzerinden hesaplama yaptıkları ve tahmini cironun üzerinde kar hesabı çıkardıkları, bu kadar detaylı ve de teknik olarak yapılan itirazlara rağmen yerel mahkemenin bu raporu hükme esas alarak dosya münderecatı ve de piyasa gerçekleri ile hiç ama hiç uyumlu olmayan bir karar verdiği, zira bilirkişinin piyasada hiçbir şekilde bulunmayan bir kar marjını yakaladığı, kar üzerinden tahmini oranla %20 gider yazdıkları, bu durumda %80 karın söz konusu olduğu, bu sektörde olmadığı gibi Türkiye’de hiçbir sektörde böyle bir kar oranının bulunmadığı,10-Israrla ifade olunduğu üzere davacının sadece … için yapmış olduğu faaliyete ilişkin gelir tablosunun Kar/Zarar hesabının çıkartılması gerektiği Bu nedenlerle yerel mahkeme tarafından verilen karar hem usul hem yasa ve hemde hayatın olağan akışına ters bir karar olup kaldırılması gerektiği hususları istinaf sebebi olarak ileri sürülmüştür.
DELİLLER VE DEĞERLENDİRME:Dava, hukuki niteliği itibari ile sözleşmenin feshi ile maddi tazminat istemine ilişkindir.Taraflar arasında 11/04/2012 tarihli yüklenici dağıtım hizmetleri sözleşmesi imzalandığı, sözleşmenin 2. maddesi gereğince, sözleşme süresinin 1 yıl olarak belirlendiği, taraflarca bu sürenin bitiminden 3 ay önce noter kanalı ile fesih ihbarında bulunulmadığı takdirde, sözleşmenin aynı şartlarla bir yıllık süre ile uzatılmış olacağı, takip eden yıllarda da aynı durumun geçerli olacağı, tarafların fesih ihbarı yönünde iradelerini gösterir herhangi bir belgeye rastlanmadığından sözleşme gereğince sürenin 11/04/2014 tarihine kadar uzamış olduğu, davacının ürün teslimi için 24/07/2013 tarihinde davalı adresine gittiğinde davalıyı bulamamasına ilişkin tutanak tuttuğu, ardından davacının davalıya Kadıköy …. Noterliği’nin 29/07/2013 tarih ve …. yevmiye numaralı ihtarname ile sözleşme edimlerini yerine getirmesini talep ettiği, aksi takdirde yasal haklarını kullanacağını, bunun için davalıya 7 gün süre tanıdığına dair bildirimde bulunduğu ve ihtarnamenin davalıya 31/07/2013 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.Taraflar arasında uyuşmazlığın, davacının davasını belirsiz alacak davası şeklinde açıp açamayacağı, alacağın zaman aşımına uğrayıp uğramadığı, davacının sözleşmeden kaynaklı zararının bulunup bulunmadığı, zararı varsa miktarı hususlarında olduğu görülmektedir.HMK’nın 107. Maddesinde belirsiz alacak davası düzenlenmiştir. MADDE 107– (1) ”Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindedir.Alacaklının, alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde belirsiz alacak davası açılabilir, Bu alacak türleri likit olmayan alacaklardır. Likit olmayan alacaklarda, alacağın miktarı belirli değildir. Alacağın gerçek miktarını tam olarak tespit edebilmek için bütün unsurlar bilinmemekte veya bilinememektedir. Alacağın gerçek miktarının tespiti ya tarafların anlaşmasına veya mahkeme kararına bağlıdır.Somut olayda, sözleşmenin haksız fesih nedeniyle, sözleşmenin geri kalan süresi için kar kaybı talep edildiğinden, davacının talep edebileceği kar kaybının belirlenmesi yargılamaya muhtaçtır. Her ne kadar davacı bir kısım rakamlar belirtse de, davacın kar kaybı sadece kendi ticari defterlerine göre belirlenmeyip, davacının çalıştığı iş kolundaki karlılık oranı, devlete ödeyeceği kdv, çalıştırdığı işçi sayısı ve diğer hususlar davacının kar kaybının belirlenmesinde esas olacaktır. Sadece davacnın defterleri incelenerek zarar miktarının hesaplanması mümkün değildir. Kaldı ki dosyada aldırılan bilirkişi raporu da bu doğrultudadır. Yani davacının zararı, konusunda uzman bir kişinin hesaplamasıyla tespit edilmiştir. Bu durumda davacının belirsiz alacak davası açması yasaya uygun olduğundan davalının bu konudaki istinafı yerinde değildir. Bu açıklamalar kapsamında davacının alacağının zaman aşımına uğramadığı, ıslaha gerek bulunmadan dava konusu miktarın artırılabileceği ve zaman aşımının artırma dilekçesinin verildiği tarihe göre değil dava tarihine göre hesaplanacağı, bu kapsamda davanın zaman aşımına uğramadığı anlaşıldığından davalının bu konudaki istinafıda yerinde değildir. Öte yandan davacı, ürün teslimi için 24/07/2013 tarihinde davalı adresine gittiğinde davalıyı bu adreste bulamadığı, teslimatın yapılmadığı, sözleşme kapsamında edimini yerine getirmediği, davalının sözleşmeyi eylemli olarak sona erdirdiğinin kabulü yerinde olduğundan davacının sözleşme kapsamında uğradığı zararı talep etme hakkına sahip bulunduğu anlaşılmıştır.Mahkemece, kar kaybının hesaplanmasına yönelik 26.02.2016 ve 07.03.2017 tarihli iki farklı heyetten bilirkişi raporları alınmış olup, raporların teknik yeterliliğe haiz ve dosya kapsamına uygun olduğu görülmüştür. Birbirleriyle uyumlu bilirkişi raporlarında sektör özelliklerine göre, taraf ticari defterleri ve vergi beyannamelerine göre yapılan hesaplama sonucunda, sektörel mutat uygulamalara göre, %20 oranında gider tenzili, ardından %20 oranında kurumlar vergisi tenzili yapılmak suretiyle davacının net kar kaybının 148.907,20 TL olduğu tespiti yapılmıştır.Sonuç olarak yukarıda açıklandığı üzere, ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353.1.b.1 maddesi gereğince esastan reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;1-Dosya kapsamı ve delil durumuna göre İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve hukuka uygun olduğundan HMK’nın 353/1.b.1 Maddesi gereğince davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,2-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı tarife gereğince alınması gereken 68,20 TL başvuru harcı + 121,30 TL istinaf kanun yolu başvuru harcı ile toplam 189,50 TL harcın, Davalı tarafından peşin yatırılan 2.628,66 TL harçtan mahsubu ile bakiye 2.439,16 TL harcın talep halinde kararın kesinleşmesinden sonra yatıran tarafa İADESİNE, 3-Davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına,4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma yapılmadığından istinaf vekalet ücreti taktirine yer olmadığına,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/1 bendi ile aynı kanunun HMK’ nın 361.1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren iki haftalık süre içinde temyizi kabil olmak üzere Hakim … ‘in karşı oyu ve oy çokluğu ile karar verildi.04/04/2019
MUHALEFET ŞERHİDava; dağıtım hizmetleri sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle kar kaybı zararının tahsili istemine ilişkindir.Davacı vekili dava dilekçesinde, taraflar arasında 11.04.2012-26.07.2013 tarihleri içerisinde oluşan ticari faaliyet kapsamında şirketin fatura bedelleri mukabili toplam 152.705,72 TL gelir elde ettiğini, müvekkili şirketin aylık ortalama gelirinin 22.002,71 TL olduğunu, davalı şirketin sözleşmenin ifasının fiilen imkansız hale getirme tarihi olan, 26.07.2013 tarihinden – 11.04.2014 sözleşmenin bitim tarihine kadar olan 8 ay 15 günlük zarfında kar kaybının 8 ay 15 gün * 22.002,71 TL = 187.023,10 TL olduğunu, kar kaybının hesabının bilirkişi incelemesi gerektirdiğini, alacağı uygulanması muhtemel mahsup kalemlerin de göz önünde bulundurularak davayı belirsiz alacak davası olarak açtığını ifade ederek kar kaybı zararı alacağı için şimdilik 20.000,00 TL’nin ticari faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, dava dilekçesinde açık olarak uğranıldığı iddia olunan zararın tespit olunduğunu, davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılmasının HMK ‘ya aykırı olduğunu, dava harcının tamamlattırılması gerektiğini savunarak davanın usul ve esastan reddini istemiştir.Mahkemece, belirsiz alacak davası ile ilgili olarak gerekçede herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın bilirkişi raporuna göre tespit edilen 148.907,20 TL’nin ıslah dilekçesi de dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekili tarafından karar istinaf edilmiş, istinaf dilekçesinde davanın niteliği itibarı ile kısmi bir dava olduğu, belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağının yargılama safhasında ileri sürülmüş olmasına rağmen mahkemenin bu hususta hiç bir açıklama yapmamış bulunması hususunu da istinaf nedenleri arasında saymıştır.Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 107/1. Fıkrasında belirsiz alacak davası, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değerini kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği şeklinde tanımlanmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015/22-1052 Esas, 2015/1612 Karar ve 17.06.2015 tarihli ilamında, davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da gerçekten mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulması ile mümkün hale geleceği durumlarda alacağın belirsiz kabul edilmesi gerektiği, sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunmasının talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmeyeceği, önemli olanın objektif olarak talep sonucunun davacıdan beklenemeyecek olması bulunduğu (H. Pekcantez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s.45; H. Pekcantez/O.Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku 14. Bası, Ankara 2013, s.448), sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmasının ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulünün gerekeceği, bunun da kanunun amacına aykırı olacağı önemli olanın davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmaması olduğu, burada alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği, davacının talep ettiği alacağı belirlemesinin objektif olarak mümkün ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi kanunun öngördüğü şekilde mümkün değil ise burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemeyeceği, çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatının ayrı şeyler olduğu vurgulanmıştır. Somut olayda, yukarıda özetlendiği üzere, davacı tarafça dava dilekçesinde talep konusu yaptığı alacağı belirleyebilmektedir. Ancak yine HGK’da da ifade edildiği üzere, her zaman ispat etmek durumunda değildir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağa belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durum ortaya çıkartılabilir. Bir dava da bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava dilekçesinde alacak miktarını belirleyebiliyorsa belirsiz alacak davası açılamaz. (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s 225).Diğer yandan, 6100 sayılı HMK’nın 114, maddesinde dava şartları düzenlenmiştir. 114/1-h bendinde, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartları arasında sayılmıştır. Belirsiz alacak davası açılmasına ilişkin hukuki yararın bulunmaması halinde davacıya herhangi bir süre verilmeksizin davanın hukuki yarar yokluğundan reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına kanun izin vermemektedir.Açıklanan nedenlerle, davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı bulunmadığından davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece iş bu hususun tartışma konusu dahi yapılmaksızın işin esası hakkında karar verilmiş olması yanlış olduğundan mahkememiz heyetinin oy çokluğu ile vermiş olduğu karara katılmıyorum ve karşı görüşümü bu şekilde belirtiyorum. 04/04/2019