Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi 2020/606 E. 2020/888 K. 03.06.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
16. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
DOSYA NO: 2020/606 Esas
KARAR NO 2020/888 Karar
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 1. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 30/12/2019
NUMARASI : 2019/434 E.,
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hakkına Tecavüzden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 03/06/2020
İstinaf incelemesi üzerine Dairemize gelen dosya incelendi;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: İLK DERECE MAHKEMESİNE AÇILAN DAVADA A-)Açılan dava ve iddia :Davacı vekili dava dilekçesi ile, davalı şirket tarafından müvekkil adına tescilli “…” markası adı altında ithal edilmeye çalışılan ve halihazırda Erenköy Gümrük Müdürlüğü’nde bulunan ürünlerin toplatılması ve gümrükte muhafazası yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.
B-)İlk Derece Mahkemesi Kararı : İlk derece mahkemesince; “6100 sayılı HMK’nın 389. Maddesi ile, Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebileceği belirtilmiş olup, Dosya kapsamı delillere göre, davalının ticaret unvanı olan “…” ibaresini taşımakta olup, delil olarak dayanılan gümrük belgesinde de ihracatçı yabancı şirket unvanının da “…” ibaresini içerdiği, mevcut duruma göre davalı kullanımının markasal mı veya ticaret unvanı kullanımı mı olduğu hususu tespit edilemediğinden, bu aşamada SMK’nın 159 ve HMK’nın 389 ve devamı maddelerinde aranan koşullar oluşmadığı” gerekçesiyle davacının ihtiyati tedbir talebinin reddine karar verildiği görülmüştür.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:Kararı davacı yan istinaf etmiş ve dilekçesinde özetle “…Davalı şirket, Müvekkil markası ile birebir aynı markalı sahte ürünleri yurt dışından ithal ederek ülke içine sokmaya çalışmakta, Müvekkil markasının birebir benzeri sahte ürünleri markasal olarak kullanmaktadır.Sınai Mülkiyet Kanunu gereğince, tescilli marka sahibi olan davacı Müvekkilin, aynı veya benzer ibare altında ürün ithal veya ihraç edilmesinin yasaklanmasını talep etme ve bu ürünlere el konularak piyasaya sürülmesini engellenmesini talep etme hakkı bulunmaktadır. Davalı şirket Müvekkile ait tescilli markanın birebir aynı isim altında sahte markalı ürün ithal etmeye çalışarak, Müvekkilin içecek sektöründe oluşturduğu marka hakkını ve Müvekkil markasının sektörde oluşturduğu güveni kullanmak suretiyle haksız menfaat elde etmeye çalışmaktadır. Bunun yanı sıra davalı şirketin, Müvekkil adına tescilli “…” adı altında gerçekleştirmeye çalıştığı ithalat ürünleri resmi kurumlara yapılan alkol oranından yüksek alkol içermesi sebebiyle de Müvekkil markasına doğrudan zarar verecektir. Davalı tarafından müvekkilin tescilli markası adı altında içeriği ne olduğu belli olmayan ürünlerini ithal etmesi, en çok müvekkilin yatırım yaptığı ve güven kazandığı markasına zarar verecek olup yüksek miktarlarda yurtdışı yatırımları ile kurulu olan ve yerli üretim yapan müvekkil şirketin ülkemizde ve dünya çapındaki itibarı ve güvenilirliği zedelenecektir….” denilerek karının istinaf incelemesi sonucu kaldırılmasına ve tedbir talebinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE :Dava marka hakkına tecavüz iddiasına ilişkindir.Davacı yanın Gümrük Müdürlğü’nde bulunan ürünlerinin toplatılması şeklindeki talebinin reddedildiği görülmektedir.Geçiçi hukuki koruma yargılamasını asıl hukuki koruma yargılamasından ayıran özelliklerden biri ispat ölçüsü noktasındadır. HMK’nın ihtiyati tedbirle ilgili 390. maddesinin gerekçesinde geçici hukuki korumalarda ispat hususu üzerinde durulmuştur.“ Kanun da açıkça öngörülmemişse ya da işin niteliği gerekli kılmıyorsa, bir davada ( normal bir yargılamada yaklaşık ispat değil, tam ispat aranır. Çünkü, hakim, mevcut ispat ve delil kuralları çerçevesinde, tarafların iddia ettiği bir vakıa konusunda tam bir kanate varmadan o vakıayı doğru kabul edemez. Örneğin, bir alacak davasında taraflardan biri bir sözleşmenin varlığına dayanıyorsa hakim bu sözleşmenin varlığı konusunda ( mevcut ispat yükü ve delil kuralları çerçevesinde) tam bir kanaate sahip olmalıdır. Yani, zayıf veya kuvvetli bir ihtimal, karar vermek için yeterli değildir. Sözleşmenin varlığı konusunda tam kanaat uyanmazsa o zaman ispat yükü kendisine düşen tarafın aleyhine bir karar verilmesi gerekir. Ancak kanun koyucu bazen ya doğrudan kendisi düzenleme yaparak ya da işin niteliği ve olayın özelliği gereği hakime, bu durumu belirterek, ispat olgusunu düşürme imkanı vermiştir. Bu düşürülmüş ispat ölçüsü çerçevesinde, tam kanaat değil, kuvvetle muhtemel, yaklaşık bir kanaat yeterli görülmektedir. Doktrinde bu yön karar verilmesi için tam ispat ölçüsü yerine yaklaşık ispat ölçüsü olarak ifade edilmektedir. Ancak, yaklaşık ispatla yetinilmiş olması, ispatın aranmayacağı ya da ispat kurallarının tamamen dışına çıkılacağı anlamına gelmez. Bir taraf iddiasını mahkeme önüne ne kadar inandırıcı şekilde getirirse getirsin, bu sadece bir iddiadan ibarettir. İddia edilen vakıanın sabit yani doğru kabul edilebilmesi için, ispat yükü üzerine düşen tarafın bunu kanundaki delil sistemi içinde yine kanunun aradığı ispat ölçüsü çerçevesinde ispat etmesi gerekir. Tam ispatın arandığı durumlardan bu ölçü tereddütsüz ortaya konmalıdır. Yaklaşık ispat durumundan ise hakim o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, zayıf bir ihtimal de olsa, aksinin mümkün olduğunu gözardı etmez. Bu sebepledir ki, genelde geçici hukuki korumalara, özel de ihtiyati tedbire ve ihtiyati hacze karar verilirken haksız olma ihtimalide dikkate alınarak talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür. Geçici hukuki korumalarda, bazen karşı tarafın dinlenmemesi, tüm delillerin ayrıntılı bir biçimde incelenmesine yeterli zamanın olmaması gibi sebeplerle yaklaşık ispat yeterli görülmüştür. Bu çerçevede aslında ispat ölçüsü bakımından bir yenilik getirilmemekle birlikte, “ Yaklaşık ispat” kavramı kullanılarak doktrinde kabul gören ifade tasarıya alınmış, ayrıca burada hem tam ispatın aranmadığı belirtilmiş hem de basit bir iddianın yeterli olmadığı vurgulanmak istenmiştir.(HMK’nın 390. Madde Gerekçesi)Eldeki davada ; davacının haklılığını ve davalı yanın kullanımının markasal bir kullanım olduğu yönünde mevcut delillere göre yaklaşık ispat vasıtasının varlığından söz edilemeyeceğinden istinaf başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M :Yukarıda açıklanan gerekçe ile 1 – Davacı yanın istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE 2-Harç peşin alınmış olmakla ayrıca alınmasına yer olmadığına3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden davacı yan üzerinde bırakılmasına 4-Duruşmasız olarak inceleme yapılmış olmakla ücreti vekalet tayin ve takdirine yer olmadığına Dair ; dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu HMK 362/1-f maddesi gereğince KESİN olmak üzere 03.06.2020 tarihinde ve oy birliği ile karar verildi.