Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi 2020/1607 E. 2022/1573 K. 05.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
16. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1607 Esas
KARAR NO: 2022/1573
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 1. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 16/06/2020
DAVANIN KONUSU: Marka (Manevi Tazminat İstemli)|Marka (Maddi Tazminat İstemli)|Marka (Tecavüzün Tespiti İstemli)
KARAR TARİHİ: 05/10/2022
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla, HMK 353. Maddesi gereğince dosya içeriğine göre duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 1992 yılına dayanan temelleri ve mevcut son teknoloji üretim tesisleri ile sektöründe en çok tanınan ve güvenilen markalardan olduğunu, un üretim tesisinin … ve birçok gıda ve kalite güvenliği yönetim sistemleri tarafından onaylandığını, … …, …, … Güvenli Kalite Standardı (SQF) dahil, …, … ve … Standartlarının mevcut olduğunu, TPMK nezdinde … numaralı “…” markasını tescil ettirdiğini, davacı şirketin ticaret unvanının esas unsurunun “…” ibaresi olduğunu ve bu ibarenin aynı zamanda üretimi yaptıkları ürünün satışında da markasal olarak kullanıldığını, tüketicilerin … ibaresini duyduğunda akıllarında kalite algısının oluştuğunu, … ibareli markayı piyasaya ilk sokan ve tanıtanın müvekkili firma olduğunu, davalının ise müvekkiline ait markayı iltibas oluşturacak şekilde kullandığını, bu kullanımı durdurması yönünde kendilerine ihtar çekilmesine rağmen sonuç alınamadığını, davalının TPMK nezdinde … numaralı başvurunun yapılmasının TTK hükümlerine göre dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, davalının eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini, müvekkilinin kazanç kaybına yol açtığını, davacının “… “, “…” ve “…” marka başvurularının davalıya ait markanın mevcudiyeti nedeniyle reddedildiğini, bu sebeplerle meydana gelen tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine ve önlenmesine, (davalı şirket tarafından “…” ibaresi kullanılarak yapılan üretimin sonlandırılmasına ve satışının yasaklanmasına), haksız rekabetten kaynaklı zararların bilirkişilerce belirlenecek tutarında maddi tazminat ile 15.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili 02.01.2019 tarihli beyan dilekçesinde; müvekkili şirketin … sayılı “… +Şekil” markasının tescili için 14.05.2007 tarihinde başvurduğunu, 13.03.2008 tarihinde markanın tescil edildiğini ve bu tarihten beri de markasını kullandığını, bu durumun davacı tarafından bilindiğini, dava açıldığında bu markanın dava dışı … LTD. ŞTİ adına kayıtlı olsa da 30.03.2018 tarihinde davalı şirket adına devir ve tescilinin yapıldığını, davacının “…” ibaresini marka olarak kullandığını, davacı adına TPMK nezdinde sadece … numaralı “…” ibareli markanın yer aldığını, davacı tarafından … numaralı “… “, … numaralı “…” ve … numaralı “…” ibareli marka başvurularına müvekkili tarafından itiraz edildiğini ve itiraz üzerine marka başvurularının reddedildiğini, müvekkilinin “… markasının kullanımının yıllar içinde “… ” şeklini aldığını, müvekkili şirketin marketler zincirinde “…” ibareli ürünlerin kendi marketlerinde satılmak suretiyle daha fazla tüketiciye ulaştığını bildirerek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: İstanbul Anadolu 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 16/06/2020 tarih, 2017/652 E.-2020/53K. Sayılı kararı ile; “… davalının marka kullanımının başladığı tarihte kötü niyetli olmadığı, davalının markasını piyasada tanıtıp, uzun süre yatırım yaptıktan sonra markaya tecavüz iddiasıyla dava açılmasının TMK’nın 2. maddesi kapsamında iyi niyetli kabul edilemeyeceği, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı anlaşılmakla, maddi tazminat davasının feragat nedeniyle reddine, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, önlenmesi ve manevi tazminat davalarının ise sessiz kalma nedeniyle hak kaybı oluştuğundan reddine…” şeklinde karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili istinaf etmiştir.
İSTİNAF İSTEMİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde; davanın konusunun markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti ve önlenmesine ilişkin olduğunu, müvekkili firmanın 1992 yılından beri faaliyet gösterdiğini ve kendi tesislerinde ürettiği ürünleri toptan şekilde satmakta olduğunu, davalının ise üretici olmayıp başka üreticiden aldığı unu paketleyerek parekende olarak sattığını, kaldı ki davalının esasen market zinciri olup üretici de olmadığını, … markasının müvekkilinin sayesinde piyasada maruf hale geldiğini, müvekkilinin mevcut ihlal durumunu öğrendiği andan itibaren harekete geçtiğini dolayısıyla sessiz kalma hükümlerinin davada uygulanamayacağını, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında her iki tarafın marka tescil kayıtlarının incelendiğini, her iki tarafın da … ibareli marka tescil kaydının bulunmadığının anlaşıldığını, müvekkilinin davalının … ibareli … numaralı marka tescil başvurusundan haberdar olması üzerine bu davayı açtığını, davadan önce de ihtar çektiğini, davalı tarafın … ibareli tescilli markası olmadığını, davalı adına tescilli olan markanın “… +şekil” markası olduğunu, ancak davalının markasını tescilli olduğu haliyle kullanmadığını, müvekkilinin markalarına tecavüz teşkil edecek şekilde kullandığını, haksız rekabet ile karışıklığa neden olduğunu, davalının piyasadaki un paketlerinin üzerine … ibaresini yazdığını, … ibaresini yazmadığını, yine … ibaresi üzerine gerçek hak sahibinin müvekkili olduğunu, gerek bilirkişi raporuyla gerek ise gerekçeli karar ile ortaya konduğunu, mahkemenin red gerekçesi olarak davalının 2019 yılından beri haksız olarak … markasının … emtiasında kullandığından haberdar olmadığının düşünülemeyeceği ve davanın da 2017 yılında açılmış olmasını gösterdiğini, oysa müvekkilinin davalının bu kullanımlarından haberdar olmadığını, müvekkilince haberdar olmadığının da normal olduğunu, ancak mahkemesin hangi gerekçe ile haberdar olunmadığının düşünülemeyeceğini açıklamadığı, müvekkili yönünden sessiz kalma süresinin tescil başvurusunun öğrenilmesi ve tüketicilerin şikayetlerinin müvekkiline iletmesi anından itibaren başladığını, müvekkilinin her parekende satış yapan firmayı takip etme imkanının bulunmadığını, müvekkilinin sessiz kalmadığını, iş bu davanın hükümsüzlük davası olmayıp sesiz kalma yolu ile hak kaybının iş bu dosyada uygulanmasının mümkün olmadığını, SMK’nın 25/6 maddesinin açık olduğunu, kaldı ki 556 sayılı KHK’da sessiz kalma yolu ile hak kaybının düzenlenmediğini, eğer hükümsüzlük hükümleri uygulanacak olsa bile davacının kötü niyetli olması nedeniyle davanın kabulü gerektiğini bildirmiştir.
DELİLLER: Davacı vekili 31.01.2019 tarihli dilekçesinde; müvekkilinin haksız kazanç elde etme amacı olmaması ve kazanç kaybı ispatının bu aşamada güç olması sebebiyle maddi tazminat talebinden feragat ettiklerini beyan etmiş, davalı vekili ise 10.05.2019 havale tarihli dilekçesinde feragati kabul ettiklerini belirtmiştir. TPMK’dan gelen kayıtlara göre … numaralı “…+Şekil” markasının 26.04.2000 tarihinde, … numaralı “…” markasının 23.10.2019 tarihinde davacı adına tescil edildiği görülmüştür. Yine … numaralı “… + şekil” markasının 13.03.2008 tarihinde davalı adına tescil edildiği, davalının … numaralı “…” markası için 06.01.2020 tarihinde tescil başvurusunda bulunduğu, ancak başvuru sürecinin devam ettiği anlaşılmıştır. Yargılama sırasında alınan 10.07.2019 tarihli raporda; “…davacı şirketin 10.08.1992 tarihinde kuruluşunun tescil edildiği, 11.08.1992 tarihinden itibaren faaliyette olduğu, 2009 yılı itibariyle davacı şirkete İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından Silivri Vergi Dairesinde kayıtlı vergi mükellefleri içinde beşinci sırada olduğu, iş yeri kapısında ve üretim tesislerinde … tabelalarının bulunduğu, faturalar incelendiğinde 14.10.2006 tarihinden 2016 yılına kadar faturalarında … şeklinde kullanımın olduğu, ticaret unvanında … ibaresinin markasal olarak kullanıldığı, 2016 yılından itibaren “…” şeklinin markasal kullanıldığı, markanın ilk etapta “…” olarak algılandığı, 14.10.2006 tarihinden itibaren “…” emtiasının üretim ve satışında “…” markasını ihdas ve istimal eden ve piyasada maruf hale getiren kişi olduğu, davalının markasını tescil ettirdiği şekliyle de kullanmadığı, davalının “…” ibareli söz konusu kullanımlarının, davacı tarafından piyasada 1999 yılından itibaren ilk olarak … olarak tescil edilen ve daha sonra 14.10.2006 tarihinden itibaren de “…” emtiasında markasal kullanılan ve ihdas ve istimal edilen, maruf hale getirilen “…” ibaresi ile ayırt edilemeyecek kadar benzer olduğu, davalı kullanımının ayırt edici nitelik taşımadığı, okunuşlarının aynı olduğu, fonetik etkisinin de aynı olduğu, her iki tarafın bu ibare ile sunduğu “…” emtiasının ortalama tüketicilere sunulduğu, bir bütün olarak ele alındığında şekil unsuru ve yazılıştan dolayı görsel farklılığa rağmen, markaların okunuşları ve bir bütün olarak bıraktıkları intıbai dikkate alarak, markaların benzer olduğuna ve karıştırılma ihtimalinin var olduğu ve bu haliyle davalının kullanımlarının tüketici nezdinde iltibasa neden olabileceği, davalının tacir olduğu, basiretli bir tacirin iş yapacağı piyasayı tanıması gerektiği, davalının “…” ibaresini … emtiasının üretimi ve satışında piyasada bilindik olduğu, kısa bir araştırma ile davalının bu bilgiye ulaşabileceği de göz önüne alınarak davalının eylemlerinin TTK hükümlerine göre dürüstlük kuralına aykırı eylemlerden olduğu…” yolunda görüş bildirildiği görülmüştür.Yargılama sırasında alınan 14.02.2020 tarihli raporda; “…internet siteleri üzerinde yapılan inceleme neticesinde davaya konu ürünün internet sitelerinde yer almadığı, davalı tarafa ait olduğu anlaşılan internet sitelerinde ve arşiv kayıtlarında davaya konu ürünün tespit edilemeyeceği anlaşıldığından re’sen yapılan incelemelerde davacı tarafa ait olduğu anlaşılan market tanıtım kitapçıkları içerisinde davaya konu ürünün geçtiği sayfaların görüntüsünün dosyaya sunulduğu, dava konusu “…” esas ve ortak unsurlu markasının davacı ve davalı arasında anlaşmazlık sebebi olduğu, ilk kullanım hakkının davacıya ait olduğu, davalı kullanımının davacı markasından daha sonra ve devirle kazanıldığı, davalı tarafından yapılan marka kullanımının davacı taraf markasına haksız rekabet, markaya iltibas ve karışıklığa sebep olacağı”… yönünde görüş bildirildiği görülmüştür.
GEREKÇE: Dava, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, önlenmesi ile maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı taraf maddi tazminata ilişkin talebinden feragat etmiş, davalı tarafça da bu feragatin kabul edildiği görülmüştür. Dava sonunda davanın maddi tazminat yönünden feragat nedeniyle, diğer talepler yönünde ise esastan reddine karar verilmiş, kararı davacı vekili istinaf etmiştir. Somut olayda uyuşmazlık konusu olan husus sessiz kalma yolu ile hak kaybının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasındadır. Davacı tarafın … ibaresini tescil edildiği 11/08/1992 tarihinden itibaren kullandığı, ayrıca bu ibareyi faturalarında ve şirketin ticaret unvanında kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Davacının markalarının esas unsuru “…” dır. Davalı taraf ise 2009 yılından itibaren … ibaresi ile un satışı yapmaktadır. Huzurdaki dava ise 21/12/2017 tarihinde açılmıştır. Buna göre davacının faaliyetinin un üretimi ve satışı olduğu, davalının ise marketçilik alanında perakende satış yapan bir firma olduğu düşünüldüğünde ve davalının 2009 yılından itibaren bu markayı kullanıyor olduğu da gözetildiğinde davanın açılmış olduğu 2017 yılı sonuna kadar olan dönemde davacının davalının kullanımına sessiz kaldığı kanaatine varılmıştır. Her ne kadar davacı vekilince 556 sayılı KHK’da sessiz kalma yolu ile hak kaybının düzenlenmediği ileri sürülmüş ise de bu husus Yargıtay uygulamaları ile hukukumuzda yerini almıştır. (Bknz. Yargıtay 11 HD 14/06/2012 tarih, 2010/8788A.-2012/10516K.) yine davacı tarafça davalının kötü niyetli olduğu ileri sürülmüş ise de Yargıtay’ın yukarıda belirtilen kararında da işaret edildiği üzere belirli bir süre geçtikten sonra dava açılması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değerlendirilmektedir. Davacı tacir olup, ticaretine ilişkin eylem ve işlemlerinde basiretli davranması gerekirdi. Dolayısıyla davalının bu şekildeki kullanımlarından haberdar olmaması basiretli tacir kavramıyla bağdaşmamaktadır. Açıklanan bu hususlar gözetildiğinde, davacı vekilinin istinaf sebepleri yerinde değildir. Hal böyle olunca usul ve yasaya uygun olan ilk derece mahkemesi kararına yönelen davacı vekilinin istinaf taleplerinin reddi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf talebinin HMK’nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Alınması gereken 80,70 TL harçtan, peşin alınan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 26,30 TL harcın davacıdan alınarak hazineye irat kaydına, 3-Davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-İstinaf incelemesi duruşmalı yapılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nun 361.maddesi uyarınca tebliğden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay ilgili hukuk dairesinde temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.05/10/2022