Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi 2017/6794 E. 2020/2113 K. 04.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
16. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
DOSYA NO: 2017/6794 Esas
KARAR NO: 2020/2113 Karar
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 19/10/2017
NUMARASI: 2014/320 E. – 2017/196 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 04/12/2020
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla, HMK 353. ve 356. maddeleri gereğince dosya içeriğine göre duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili firmanın piyasada tanınmış bir şirket olduğunu, henüz davalı firma kurulmadan önce tescilsiz “…” markası ile fuarlara katıldığını ve … için … tabanlı ticari yazılımlar geliştirdiğini, müvekkili davacının yazılımlarının Türkiye’de ve yurt dışında kullanıldığını, müvekkili firmanın ortaklarının 17.04.1986 tarihinde … Şirketini kurduklarını, davalı firmanın ise 27.02.1989 tarihinde kurulduğunu, müvekkilinin firma logosunu kuruluşundan bu yana ticari iş ve evraklarda kullandığını, müvekkilinin “…” ibaresi üzerinde üstün ve öncelikli hak sahibi olduğunu, davalı tarafından müvekkili aleyhine İstanbul 3.FSHHM’nin 2013/177 Esas sayılı dosyası ile haksız rekabetin tespiti ve men’i, … ibaresinin müvekkil şirketin ticari unvanından terkini ile maddi ve manevi tazminata ilişkin olarak dava ikame edildiğini, ancak davanın müvekkilinin lehine sonuçlanarak kesinleştiğini belirterek, davalının ticaret unvanından … ibaresinin terkinini, davacının tescilsiz markası olan “…” markasının davalı tarafça TPE nezdinde marka olarak tescil ettirildiğinden 17/12/1992 tarihli ve … numaralı, 29/07/1993 tarihli ve … numaralı, 04/07/2002 tarihli ve … numaralı markalarının davacının ticaret unvanı ve tescilsiz markasına tecavüz teşkil ettiğinden bu markaların ve aynı ibareyi içeren diğer markalarının hükümsüzlüğüne ve iptaline, davalının haksız rekabetinin tespitine, önlenmesine, sonuçlarının ortadan kaldırılmasına, davalının ticari iş evrakında yer alan “…” ibaresi ve benzeri olan işaret, logo, tanıtım vasıtaları, ticari iş evrakının toplatılmasına, el konulmasına ve imhasına, davalının kullandığı www…com.tr alan adının davacıya devrine, kararın masrafı davalıdan alınmak suretiyle ülke genelinde yayın yapan tirajı en yüksek 3 gazetede onbeşer gün arayla üçer defa yayınlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP:Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin TPMK nezdinde pek çok tescilli markası bulunduğunu, müvekkili firmanın İstanbul Ticaret Odasındaki ticaret sicil unvanının tescilinden bu yana 25 yılı aşkın süre geçtiğini, davacı şirketin bu kadar zaman sonra bu davayı açmakta kötü niyetli olduğunu, taraflar arasında görülen İstanbul 3.FSHHM’nin 2013/177 Esas sayılı davanın henüz kesinleşmediğini, ticaret unvanının terkini davasının zamanaşımı geçtikten sonra açıldığını, 2005 yılında kendileri tarafından açılan davadan 10 yıl sonra bu davanın açıldığını, davacının kötü niyetli olduğunu, sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluştuğunu, marka hükümsüzlüğü davasının da 5 yıllık sürede açılmadığını, hak düşürücü sürenin geçtiğini, hükümsüzlük nedeninin dava dilekçesinde açıklanmadığını, hangi markanın hükümsüzlüğünün talep edildiğinin de açıklanmadığını, haksız rekabetin söz konusu olmadığını belirterek, açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
MAHKEME KARARI: İstanbul Anadolu 2.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 19.10.2017 tarihli 2014/320 E. – 2017/196 K.sayılı kararıyla; ” davacının ticari sicile davalı şirketten daha önce 27/02/1989 tarihinde kaydedildiği ve ticari unvanında “…” ibaresini çekirdek unsur olarak kullanmaya başladığı tespit edilmişse de, davalının aynı ibareyi içeren ticaret unvanı ile çok kısa bir süre sonra 02/05/1989 tarihinde tescilini yaptırmasına rağmen davacının dava tarihine kadar bu konuda herhangi bir itirazda bulunmadığı, dava açmadığının anlaşıldığı, aynı sektörde faaliyet göstermeleri nedeniyle davacının davalıdan haberdar olmamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, kaldı ki en geç davalının davacı aleyhine aynı konuda İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davanın açılış tarihi olan 21/10/2005 tarihinde davalı şirketten ve ticaret sicilinden haberdar oldukları, bu tarihin üzerinden de yaklaşık 9 yıl geçtikten sonra dava açtıkları , alan adı, ticaret unvanı ve marka hükümsüzlüğü ile markaya tecavüzün tespiti yönünden dava tarihi ile davalı adına tescilli markanın tescil başvuru tarihi arasında 10 yılı aşkın süre geçtiği, 556 Sayılı KHK’nin 42/1-a maddesine göre tanınmış markalarla ilgili hükümsüzlük davası 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi olup kötüniyet halinde her zaman dava açılmasının mümkün olduğu, dava konusu hakların tescil olunup davalı tarafça kullanıldığı tarihten dava tarihine kadar uzunca bir sürenin geçirilmiş olduğu ve bu süre içerisinde davacı tarafın da Türkiye’de aynı alanda faaliyetleri bulunmasına rağmen herhangi bir niza çıkartılmayarak sessiz kalındığı dikkate alındığında, her ne kadar kötüniyet halinde dava açma hakkı belirli bir süreye tabi değilse de somut uyuşmazlıkta davalının bu kullanımdan doğan haklarına zarar gelmeyeceği düşüncesiyle uyuşmazlık konusu marka, ticaret unvanı ve internet alan adına yatırım, emek ve sermaye koymak suretiyle belli bir ekonomik değere ulaştırıldığı göz önüne alınarak, bu aşamadan sonra davacının üstün hakkına dayalı olarak eldeki davayı açmasının MK.’nun 2. maddesi anlamında dava açma hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, kaldı ki; davacının “…” markasını davalının marka tescillerinden daha önce tanınır ve bilinir hale getirdiği, yani “…” markası üzerinde öncelik hakkının bulunduğu ve davalının marka tescillerini kötü niyetli olarak yaptırdığı da davacı tarafça kanıtlanamamıştır. Bu durumda davalıya ait markaların hükümsüzlüğüne karar verilemeyeceği, www…com.tr alan adının davalı tarafından davacıdan daha önceki tarihte alındığı, önce gelen alır kuralı gereğince alan adının davacıya devrine karar verilemeyeceği, davalının uzun yıllar önce aldığı ve tescilli ticari unvanına da yer verdiği alan adını kullanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, davalının tescilli markalarını ve tescilli ticari unvanını kullanmasının da davacının haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmediği” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF BAŞVURUSU: Davacı vekili süresinde ibraz ettiği istinaf dilekçesinde; taraflar arasında görülen İtanbul 3. FSHHM’nin 2013/177 Esas-2014/21 Karar sayılı dava dosyasında kesinleşmiş karar ile; “…” kelimesinin gerek unvan gerekse marka olarak ilk ve önceye ilişkin kullanımının müvekkiline ait olduğunun tespit edildiğini, müvekkilinin 2005 yılında ilk davadan haberdar olunmasıyla, davalının iddialarını kabul etmediğini, davalının benzer unvan ve marka kullanımına dava süresince karşı çıktığını, davanın açıldığı tarihte önceki davanın henüz kesinleşmediğini, Yargıtay denetiminden geçmediğini, -mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, müvekkilinin marka ve unvanı tanınır ve bilinir hale getirmesine rağmen bilirkişi raporundaki aksi görüşün karara dayanak yapılmasının dosya muhtevasına aykırı olduğunu, müvekkilinin 1986 yılından beri … unvan ve markasını fuarlara katılarak … ile işbirliği yaparak kullandığının kararda belirtilmediğini, piyasa araştırması yapılmadan subjektif kanaatle herhangi bir delile ve tespite dayanılmadan markanın o yıllarda tanınır ve bilinir olmadığına hükmedilmesinin dosya kapsamına aykırı olduğunu, -mahkemenin kararın dayanak yaptığı;”…” markası üzerinde öncelik hakkının bulunduğu ve davalının marka tescillerini kötü niyetli olarak yaptırdığı da davacı tarafça kanıtlanamamıştır.” şeklindeki gerekçesinin dosyaya sunulan belge ve delillere, resmi kurumlarla yapılan yazışmalara, fuar fotoğraflarına, mesleklere yönelik yazılım kitaplarına, tanık anlatımlarına ve ilk davadaki kesin hükme aykırı olduğunu, -mahkemenin kararın dayanak yaptığı diğer hatalı gerekçenin; “…somut uyuşmazlıkta davalının bu kullanımdan doğan haklarına zarar gelmeyeceği düşüncesiyle uyuşmazlık konusu marka, ticaret unvanı ve internet alan adına yatırım, emek ve sermaye koymak suretiyle belli bir ekonomik değere ulaştırıldığı göz önüne alınarak…” şeklinde olduğunu, dosyada davalı firmanın … markasını belli bir ekonomik değere ulaştırdığına dair en ufak bir delil ya da emare bulunmadığını, bu hususların HMK 359 ve Anayasa’nın 141/III maddesine aykırı olduğunu, -davalının marka tescillerini kötü niyetle yaptığının ispatlanamadığı Mahkeme kararında ifade edilmişse de, davalı firmanın takıntılı şekilde … markasının bir çok türevi marka başvurusu yaptığını, bunun davalının müvekkiline ait markayı bildiğini ve kendini korumaya alma çabasını gösterdiğini, müvekkili şirketin 1980’li yıllardaki çalışmaları düşünüldüğünde davalının müvekkilinden haberdar olmadığını iddia etmesinin mümkün olmadığını, müvekkilinin bu tanınmışlığından yararlanmak, haksız kazanç elde etmek için kötü niyetli şekilde … ibaresini ve türevlerini tescil ettirdiğini, -mahkemenin davanın ilk dava tarihinden yaklaşık 9 yıl sonra bu davanın açıldığı ve sessiz kalındığına karar vermişse de; ilk davanın her aşamasında davalının iddialarının kabul edilmediğini, davalıdan önce bu unvanın kullanıldığını açıkladığını, kötüniyetli olanın davalı olduğunu ifade ettiğini, davalının marka ve unvan kullanımının kötü niyetli olduğu ve karşı çıkıldığının zaten belli olduğunu, sessiz kalınmadığını gösterdiğini, sessiz kalındığına kanaat getirildiğinde de; bu sefer 3 defa Yargıtay incelemesinden geçen ilk davanın beklenildiği haklı sebebine dayanıldığının kabulü gerektiğini, mahkemenin sessiz kalma suretiyle hak kaybı ilkesinin uygulanamayacağını göz ardı ettiğini, kaldı ki ispat yükünün de davalıda olduğunu, emsal yabancı mahkeme kararları , doktrin ve Türk Yargı kararları gözetilerek kararın kaldırılmasını, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesine karşı cevabında; müvekkilinin … markası üzerinde yıllardır nizasız ve fasılasız kullanarak hak sahibi olduğunu, davacının eskiye dayalı kullanımını somut anlamda kanıtlayamadığını, davanın esasına ilişkin beyanlarını tekrar ettiklerini, bilirkişi raporlarının haklı ve hukuka uygun olduğunu, davacı şirketin kötüniyetli olduğunu beyanla istinaf başvurusunun reddini talep etmiştir.
DELİLLER: Taraflara ait ticari sicil kayıtlarından; davacı şirketin Ticaret Siciline tescil tarihinin 27/02/1989, davalı şirketin Ticaret Siciline tescil tarihinin ise 02/05/1989 olduğu görülmüştür. Marka tescil kayıtlarından; davalının … numaralı “…” markasının 09,35,38 ve 42. sınıflarda 05/02/2004 tarihinde, … numaralı “… san. ve tic. Ltd. Şti.” markasının 09. sınıfta 05/10/1993 tarihinde, … numaralı “… tic. Ltd. Şti.” markasının 09. sınıfta 26/04/1993 tarihinde, davalının … numaralı “…” markasının 09, 35,38 ve 42. sınıflarda 20/05/2009 tarihinde tescil edildiği,… numaralı markanın ise müddet olduğu görülmüştür. ODTÜ’den gelen kayda göre www…com.tr alan adının da 06/11/1996 tarihinde davalı adına, www…com.tr alan adının ise 09/03/2001 tarihinde davacı adına tahsis edildiği anlaşılmıştır. İstanbul 3. FSHHM’nin 2013/177 Esas-2014/21 Karar sayılı dava dosyasının incelenmesinde; … tarafından,… aleyhine, 21/10/2005 tarihinde “…” ibaresinin marka ve ticaret unvanı olarak kullanılması nedeniyle marka ve ticaret unvanına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, önlenmesi ve maddi ve manevi tazminat davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda mahkemenin; “davacının tescilli markası ile davalının kullanımları kelimeler arasına (-) koymak suretiyle oluşturulduğundan karıştırılmalarının söz konusu olmayacağı, tarafların aynı sektörde faaliyet göstermeleri sebebiyle davacı yanın davalı kullanımlarından haberdar olması gerektiği, dava açıldığı tarihte dahi kullanımın 15-20 yılı bulması nedeniyle, davacının dava açma hakkının yitirildiği, davalının …. ibaresini davadan önceki tarihlerde ve 20 yıl gibi süre ile tescilsiz marka olarak kullanması nedeniyle” davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafın kararı temyiz etmesi nedeniyle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 03/11/2014 tarihli 2014/9223 Esas-2014/16693 Karar sayılı kararıyla; “davalının uyuşmazlık konusu “…” ibaresi üzerinde eskiye dayalı kullanım hakkı bulunduğunu savunmuş olmasına göre davacı temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına” karar verilerek kesinleştiği tespit edilmiştir. Mahkemece alınan 27/03/2017 tarihli heyet raporunda; İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 07.02.2014 tarih ve 2013/177 Esas, 2014/21 Karar sayılı kararında, davacı yanın dava açma yönünden de hak düşümüne uğradığı gerekçesiyle. davanın reddine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 03.11.2014 tarih ve 2014/9223 Esas, 2014/16693 Karar sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği, davalının sicilden terkini istenen ticaret unvanının eki niteliğindeki … ibaresini 1989 yılında tescil ettirdiği, buna karşılık huzurdaki davanın ise 16.12.2014 tarihinde açıldığı, doktrin ve yüksek mahkemece de benimsenen “Sessiz Kalmak Suretiyle Hakkın Kaybı” ilkesi gereğince, marka veya ticaret unvanının kullanılması karşısında uzun süre harekete geçilmediği halde sonradan bu duruma itiraz etmenin MK.’nun 2. maddesi gereğince dürüstlük kuralı ile bağdaşmadığı, dolayısıyla davacının yaklaşık 25 yıl sessiz kalması sonucunda davacının sessiz kalmak suretiyle hakkını kaybettiği ve ticaret unvanının terkini isteminin reddedilmesi gerektiği, davacı şirket tarafından hükümsüzlüğü istenen 26/04/1993 tarihli ve … (…) no’lu; 05/10/1993 tarihli ve … (…) no’lu ve … ibaresinin yer aldığı 20/05/2009 tarihli ve … no’lu markaların tescilinin üzerinden 5 yıldan uzun bir sürenin geçtiği, hükümsüzlük davası her ne kadar KHK’da tanınmış markalar haricindeki markalar için bir süreye bağlanmamış olsa da, sessiz kalmak suretiyle hakkın kaybı ilkesi ve dürüstlük kuralı gereği tanınmış markalar için ön görülen 5 yıllık dava açma süresinin diğer markalar için de uygulanacağından, bu durumun yüksek mahkemenin yerleşik içtihatları ile de benimsendiği dikkate alındığında, bu markaların hükümsüzlüğüne ilişkin talebin reddedilmesi gerektiği, davacı şirket açısından … ibaresi üzerinde gerçek hak sahipliği iddiasına ilişkin en önemli hususun “marufiyet ve ayırt edicilik şartlarının” sağlanması olduğu, bu hususun sağlanmadığı takdirde 556 sayılı KHK’nin 8/3. maddesindeki istisnadan faydalanılmasının mümkün olmadığı, gerek dosyaya mübrez belgelerin incelenmesi neticesinde, gerekse bilirkişi heyetinde yer alan bilgisayar uzmanı bilirkişinin teknik değerlendirmesinin davacının … ibaresine bu yönde bir marufiyet ve ayırt edicilik kazandırmadığı yönünde olduğu, bu nedenle gerçek hak sahipliği ilkesinden faydalanmasının mümkün olmadığı, bu çerçevede alan adlarının kullanılmasının da hukuka aykırılık teşkil etmediği yönünde görüş bildirmişlerdir.
G E R E K Ç E: Davacı vekilinin “…” markası ve ticaret unvanı üzerinde önceye dayalı hak sahibi olduğundan bahisle, davalı adına tescilli ticaret unvan terkini, alan adı terkini ve davalı markalarının hükümsüzlüğü talebiyle dava açmıştır. İlk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bu davanın davalısı tarafından, davacı aleyhine açılan, ticaret unvanı terkini, markaya tecavüz ve haksız rekabete dayalı davada,İstanbul 3. FSHHM’nin 2013/177 Esas-2014/21 Karar sayılı kararıyla; ” davacı şirketin “…” ibaresini, 20 yıldır ticaret unvanında ve tescilsiz marka olarak kullanarak hak sahibi olduğunun tespiti” ile davanın reddine karar verilmiş, karar aynı gerekçe ile temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Hal böyle iken, mahkemenin karar gerekçesinde; “davacının “…” markasını davalının marka tescillerinden önce tanınır ve bilinir hale getirdiğini kanıtlayamadığına” dair gerekçesi yerinde değildir. Davacı vekilinin, kararın gerekçesine yönelik istinaf sebebi kısmen haklı bulunmuştur. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının davalının ticaret unvanı ve alan adının terkini ile marka hükümsüzlüğünü istemekte hak kaybına uğrayıp uğramadığının tespitinden kaynaklanmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26/02/2020 tarihli 2017/11-27 Esas-2020/225 Karar sayılı kararında; ” Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu ticari ad ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve ihlallere sessiz kalarak ticari ad ve işareti koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan önceki hak sahibinin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. O hâlde kullanımın daha fazla devamını istemeyen önceki hak sahibi, bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir…” denilerek kullanıma razı gelinmediğine dair iradenin dava yoluyla da gösterilmesi gerektiği açıklanmıştır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18/09/2019 tarihli, 2018/3792 Esas-2019/5561 Karar numaralı kararında; ” Dairemiz’in 21/12/2017 tarih 2016/6803-2017/7532 sayılı kararında da belirtildiği üzere, “uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı müessesi” TTK’da düzenlenmemiş olup bu uygulamanın yasal dayanağı TMK’nin 2. maddesidir. Buna göre, bir hak ihlali karşısında, hak sahibinin bu ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılması çelişkili davranış yasağı teşkil edecek olup, böyle bir davranış MK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacak ve bu davranış hukuk tarafından himaye edilmeyecektir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır. Bununla birlikte bu süre Dairemiz uygulamalarında Dairemiz’in 18.12.2013 tarih 2012/17220 -2013/23188, 04.11.2013 tarih 2012/5906 -2013/19523, 28/11/2018 tarih 2017/1405 – 2018/7443 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, kural olarak beş yıl olarak kabul edilmektedir. ” denilmiştir. Yukarıda yer verilen yargı kararları doğrultusunda, sessiz kalma suretiyle hak kaybının oluşup oluşmadığının tespiti gerekmiştir. Alan adının 06/11/1996 tescil tarihi ve ticaret unvanının 02/05/1989 tescil tarihinden itibaren 5 yıllık süre geçtikten sonra dava açıldığı, aynı sektörde faaliyet gösteren davacının davalı ticaret unvanı, alan adı tescili ve marka tescillerinden haberdar olmadığının ileri sürülemeyeceği, taraflar arasında görülen ve açılış tarihi 21/10/2005 olan İstanbul 3. FSHHM’nin 2013/177 Esas-2014/21 Karar sayılı davada , ticaret unvanı, marka tescil kayıtlarına dayandığından en geç bu dava tarihinde davalının ticaret unvanı ve marka kayıtlarından haberdar olmuş sayılacağı, 5 yıllık sessiz kalma süresinin geçtiği, davacının o davada davalı sıfatıyla yapmış olduğu savunmaların, sessiz kalınmadığını göstermeyeceği, çünkü davalının unvan, alan adı kullanımlarına ve marka tescillerine karşı çıkıldığına dair iradenin, dava açma yoluyla gösterilmesi gerektiği, bu davanın da 9 yıl sonra açılması nedeniyle sessiz kalma süresinin gerçekleştiği kanaatine varılmıştır. Davacı vekili istinaf dilekçesinde, davalının kötü niyetli olduğunu ileri sürmüş, delil olarak da; müvekkilinin marka kullanımının 1980’li yıllara dayandığı, davalının bu durumu bilmesine rağmen takıntılı şekilde marka tescilleri yaptığı, müvekkilinin bu tanınmışlığından yararlanmak, haksız kazanç elde etmek için kötü niyetli şekilde … ibaresini ve türevlerini tescil ettirdiğini ileri sürmüştür. Tescil sahibinin kötüniyetli olması durumu sessiz kalma suretiyle hak kaybı süresinin işletilmesinin istisnasıdır. Davacının tescilsiz markasının, davalının unvan, alan adı ve marka tescil tarihlerinden önce tanınmış olduğu ispatlanamamıştır. Davalının ticaret unvanı davacıdan yaklaşık iki ay sonra, davalının alan adı 06/11/1996 tarihinde tescil edilmiş, davacının web sitesinin ilk arşiv tarihi ise 09/03/2001 tarihinde oluşturulmuştur. Bilirkişi heyetinde bulunan Bilgisayar mühendisi akademisyen bilirkişi … tarafından “davacının … ibaresine marufiyet ve ayırt edicilik sağlamadığı” tespiti yapılmıştır. Tanınmış marka korumasında, 556 Sayılı KHK 8/4 maddesinde düzenlenen, bir markanın tanınmışlığından yarar sağlamak amacıyla tescil ettirilmesi ile, kötüniyetli tescil birbirinden farklı kavramlar olup, farklı koşullara tabidir. Davalının 09. Sınıfta “…” markalarının en eskisinin 1993 tescil tarihli olduğu anlaşılmakla, davacının 1993 tarihinde “…” tescilsiz markasını tanınmış hale getirdiğini, davalının bu markanın tanınmışlığından haksız yarar sağlamak, rezerv marka olarak saklamak, şantaj yapmak amacıyla tescil ettirildiğini ispatlayamadığı, Vergi Dairesine sunulan eski tarihli dilekçelerin tanınmışlığı ispat yönünden yeterli olmadığı kanaatine varılmıştır. Davalının kötüniyetli olduğunun ispatlanamadığı ve sessiz kalmak suretiyle dava açma hakkının kaybedildiğine dair mahkemenin gerekçesi ve sonuç itibarıyla davanın reddi kararı yerinde ise de; mahkemenin davacının marka üzerindeki tescilsiz hak sahipliğine dair gerekçesi düzeltilmekle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, mahkeme kararının HMK 353/1-b-2 maddesi gereğince kaldırılmasına, kararın gerekçesi düzeltilerek, davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan gerekçe ile: 1-Davacı vekilinin istinaf isteminin KISMEN KABULÜNE, 2-Kararın gerekçesi düzeltilmekle,6100 sayılı HMK.’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince İstanbul Anadolu 2.fikrî Ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 19/10/2017 tarihli 2014/320 E. – 2017/196 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, 3-DAVANIN REDDİNE, 4-İlk derece yargılaması yönünden; -Alınması gereken 54,40 TL harçtan peşin alınan 25,20 TL harcın mahsubu ile bakiye 29,20 TL harcın davacıdan tahsili ile Hazine’ye gelir kaydına, -Davalı vekiline reddedilen markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti ve men’i, markanın ticaret unvanından terkini davası üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 2.860,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, -Davalı vekiline reddedilen markanın hükümsüzlüğü davası üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 2.860,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, -Davalı tarafından yapılan yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, -Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, -Kullanılmayan gider avansının karar kesinleştiğinde ve talep halinde ilgililere iadesine, 5-İstinaf yargılaması yönünden; -İstinaf talebi kabul edildiğinden istinafa geliş aşamasında davacı tarafından yatırılan 31,40 TL istinaf maktu karar harcının talebi halinde kendisine iadesine, -İstinaf yargılaması sırasında davacı tarafından yapılan 85,70 TL istinaf yoluna başvurma harcı ile 44,50 TL tebligat ve posta gideri olmak üzere toplam 130,20 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, -İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına, 6-Artan gider avanslarının karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda iş bu kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere 04/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.