Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi 2017/5933 E. 2020/1765 K. 22.10.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
16. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
DOSYA NO: 2017/5933 Esas
KARAR NO : 2020/1765
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BURSA 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 29/05/2017
NUMARASI : 2014/69 2017/612
DAVANIN KONUSU: Tanıma Ve Tenfiz
KARAR TARİHİ: 22/10/2020
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla, HMK 353. Maddesi gereğince dosya içeriğine göre duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:İLK DERECE MAHKEMESİNE AÇILAN DAVADA A-)Açılan dava ve iddia : Davacı vekili dava dilekçesinde; davacı şirketin Avustrulya’da veteriner medikal ürünlerinin pazarlaması ile uğraşan bir şirket olduğunu, davalı şirketin de aynı alanda faaliyet gösterdiğini bu sebeple şirketler arasında ticari ilişki bulunduğunu, bu ilişkiden kaynaklanan bir alacağın tahsili için davacı şirket tarafından Güney Doğu Avusturulya bölgesi yüksek mahkemesi nezninde alacak davası açıp kazandığını, davalı şirketin masraflarla birlikte 33.345,10 USD alacaklı olduğunun kararlaştırıldığını onaylı tercümesi sunulan bu kararın tanınması ve tenfizini talep ettiklerini bildirmiştir.
B-) Cevap ve Karşı Talepler :Davalı taraf cevap dilekçesinde; davanın reddi gerektiğini savunmuş, tanıma ve tenfiz davalarında MÖHUK 51. Maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğunu, bu sebeple görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini tanıma ve tenfiz davalarının ayrı ayrı talepler olması sebebiyle davacının talebini açıklaması gerektiğini, harcın eksik yatırıldığını, tenfizi istenen kararın davalıya tebliği edilmemiş olmakla henüz kesinleşmediğini, kararın kesinleşme şerhinin de sunulmadığını, yabancı uyruklu olan davacının teminat yatırması gerektiğini, söz konusu kararın ilam niteliğinde olmadığını, kendilerine tebligat yapılmadan gıyapta hüküm kurulduğunu savunma haklarının kullandırılmadığını, taraf teşkilinin sağlanmadığını, Türkiye Cumhuriyeti ile Avustrulya arasında karşılıklılık esasına dayanan bir sözleşme yahut uygulama bulunmadığını, kararın içerik açısından hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
C-)İlk Derece Mahkemesi Kararı :İlk derece mahkemesince; “davacı taraf bir apostil şerhi de içerecek şekilde karardan bir örnek sunmuş tercümelerini de ibraz etmiştir. İbraz edilen kararda temyiz yoluna başvurulmadığı yazılıdır. Bu durum kararın kesinleştiğini göstermeye yeterlidir. Muhakkak suretle resmi yazışma ile sonuca ulaşmaya çalışmak usul ekonomisine aykırı düşecektir. Kararın gerekçesinin bulunmaması sonuca etkili değildir. Bu konuda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı esas alınmıştır. Kararların apostil şerhi içermesi ve noter onaylı tercümelerinin sunulmuş olması yeterli görülmüştür. Kararlarda Sidney Başkonsolosluğunun tasdik kayıtları da mevcuttur. Bu şekilde davacı iddiasının sabit olduğu” kanaati ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:Kararı davalı yan istinaf etmiş ve dilekçesinde ; görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu , tanıma ve tenfiz ayrı dava olduğu için dilekçesin reddi gerektiği, ilgili kararın kendilerine tebliğ edilmediği için henüz temyiz etmediklerini ve gelen apostil şerhinde de kararın kesinleştiğine dair ibare bulunmadığını , davacının yabancılık teminatı yatırması gerektiğini ve bunun da yaptırılmadığını , iki ülke arasına karşılılıklılık esası da bulunmadığını, kararın Türk Kamu düzenine aykırı olduğunu ,karır içerik olarak da hukuka aykırı olduğunu ,savunma haklarının kısıtlandığını beyanla kararın kaldırılması talep ve istinaf edilmiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE :Dava ; tanıma ve tenfiz istemlerine ilişkindir.İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.Tanıma ve tenfiz için görevli mahkemenin ; kararın niteliğine göre belirlenmesi esas olmakla; dava ticari satımdan kaynaklandığından Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması doğru olup, davacı yanın göreve ilişkin istinaf gerekçesi yerinde değildir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2019/11-272 Esas ve 2019/ 1396 Karar sayılı kararında tenfizle ilgili oldukça ayrıntılı açıklama yapılmış ve izlenecek yol izah edilmiştir. İlgili karara göre ; ……Yabancı mahkeme kararlarının tenfiz edilebilmesi için MÖHUK’nın 50. maddesinde aranan ön şartların yanında ayrıca MÖHUK’nın 54. maddesinde, tenfiz kararı verilebilmesi için gerekli olan asli şartlar düzenlenmiş olup, anılan madde aynen;“Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması.b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması.c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması.ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.” hükmünü haizdir.Buna göre yabancı mahkeme kararının tenfiz edilebilmesi için birinci şart “karşılıklılık” ilkesidir. Yabancı mahkeme kararının Türkiye’de tenfiz edilebilmesi için kararın verildiği devletle Türkiye arasında ya ilamların tenfizine dair bir anlaşma (akdi karşılıklılık) veya o devlette Türk mahkeme kararlarının tenfizine imkân veren kanun hükmünün (hukuki karşılıklılık) ya da fiili uygulamanın (fiili karşılıklılık) bulunması gerekir. Yabancı mahkeme kararının verildiği devletin federal yapıda olması hâlinde MÖHUK’nın 54/a maddesi anlamında karşılıklılığın federal devlet ile değil, kararı veren mahkemenin bulunduğu federe devlet ile Türkiye arasında aranması gerekir.MÖHUK’nın 54/b maddesi gereğince yabancı mahkeme kararlarının tenfizi için aranan şartlardan ikincisi, kararın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmamasıdır. MÖHUK’nın 54/b maddesinde yer alan “ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde” ibaresi yabancı mahkemenin yetkisinin, milletlerarası usul hukukunun genel kabul gören yetki kurallarının dışında, kabul edilmesi mümkün olmayan bir şekilde oluşmuş olmasını ifade etmektedir. Bu durumda yabancı mahkemenin yetkisi “aşkın yetki” olarak karşımıza çıkmaktadır. Tenfiz mahkemesi yabancı mahkemenin yetkisinin Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girip girmediğini resen incelerken, yabancı mahkemenin yetkisinin aşkın yetki hâli olup olmadığının incelenmesi ise davalının bu konuda itiraz etmiş olmasına bağlıdır.Tenfiz kararının verilebilmesi için aranan üçüncü şart ise MÖHUK’nın 54/c maddesi gereğince, hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmamasıdır. Kamu düzeni doktrinde genel olarak; “bir toplumun, belirli bir zaman dilimi içerisinde, siyasi, sosyal, ekonomik, ahlaki ve hukuki açılardan temel yapısını belirleyen ve temel çıkarlarını koruyan kurum ve kurallar bütünüdür.” şeklinde tanımlanmaktadır (Tanrıver, Süha: Yabancı Hakem Kararlarının Türkiye’de Tenfizinde Kamu Düzeninin Rolü, Prof. Dr. Ali Bozer’e Armağan, Ankara 1988, s. 152).
Devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkeler, kamu düzenini ilgilendiren kurallar olup, genel olarak, kamu menfaat ve düzenini koruma amacını güden emredici kanun hükümlerine aykırılık, ahlaka ve temel hak ve özgürlüklere aykırılık, kamu düzeninin müdahalesini gerektiren hususlardır.Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 10.02.2012 tarihli ve 2010/1 E. 2012/1 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; kamu düzeni kavramının müdahale alanı, son derece geniş ve yoruma müsaittir. Türk kamu düzeninin ihlalini gerektirecek hâller çoğunlukla emredici bir hükmün açıkça ihlali hâlinde düşünülecektir. Fakat her emredici hükmün ihlali hâlinde veya her emredici hükmü ihlal eden bir yabancı kararın Türk kamu düzenine aykırı bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. İç hukuktaki kamu düzeninin çerçevesi, Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına, Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli ortak prensiplere, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlak ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk prensiplerine, toplumun medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine aykırılık şeklinde çizilebilir. Yabancı mahkeme kararının Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığının denetlenmesi sırasında içeriği tetkik yasağı devreye girmekte olup, bu yasağın takdir hakkı ile ortadan kaldıramayacağı açıktır. MÖHUK’da kabul edilen sisteme göre, tenfiz hâkimince, yabancı mahkeme kararı esastan incelenemez ve hukuka uygunluğu denetlenemez. Şu durumda tenfiz hâkiminin, tenfiz şartları dışında, ilamın içeriği üzerinde incelemede bulunma hak ve yetkisi bulunmamaktadır. Aksi hâlin kabulü, tenfiz hâkimini, üst mahkeme görevini kendinde bulması şeklindeki bir sonuca götürecektir.Tanıma ve tenfiz talebine konu yabancı mahkeme kararının Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığının tespiti, esas itibariyle hâkimin takdirine bırakılmıştır. Ancak hâkim, takdir yetkisini kullanırken milletlerarası özel hukukun varlık sebebini ve bu hukukun genel prensiplerini dikkate almak durumundadır. Bu itibarla tenfiz hâkimi, sırf Türk hukukundakinden farklı maddi ve usul kuralları uygulanarak verildiği için yabancı bir kararı kamu düzenine aykırı sayıp tenfizini ret edemez. Yabancı bir kararın Türk kamu düzenine açıkça aykırı sayılabilmesi için, kararda yer alan hüküm fıkrasının Anayasanın veya hukuk sisteminin temel ilkelerine (vazgeçilmez prensiplerine), Türk toplumunun genel örf-adet ve ahlak telakkilerine aykırı olması gerekir (Şanlı, Cemal: Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2013, s. 486).Tenfiz kararının verilebilmesi için aranan son şart, savunma hakkının ihlal edilmiş olmamasıdır. MÖHUK’nın 54/ç maddesi gereğince, kendisine karşı tenfiz istenen kişi, mahkemeye o yer kanunlarına göre usulüne uygun olarak çağrılmamış yani davet edilmemiş veya uygun çağrı yapılmadığı ya da yapıldığı hâlde temsil edilmemiş veyahut da o yer kanunlarına aykırı olarak kararın gıyabında veya yokluğunda verilmiş, olması hâllerinde ilgilinin tenfize karşı Türk mahkemesinde itiraz etmesi üzerine yabancı mahkeme kararının tenfizi mümkün olmayacaktır. Görüldüğü üzere MÖHUK’nın 54/ç maddesi bütün savunma haklarını içine alacak bir genişliğe sahip olmadığı için savunma hakkı ihlal eden diğer durumlar MÖHUK’un 54/c maddesindeki kamu düzenine aykırılık nedeni ile tenfiz engeli olabilecektir (Çelikel, Aysel/Erdem, B. Bahadır: Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2016, s. 706).Bu aşamada tenfiz şartları ile doğrudan ilgili olan uluslararası tebligata ilişkin düzenlemelerden bahsedilmesi gerekmektedir. Türk hukukunda tebligatı düzenleyen Kanun, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’dur. 19.02.1959 tarihli ve 10139 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan bu Kanun, yıllar içinde ihtiyaçlara uygun olarak birçok değişikliğe uğramıştır. Yabancı ülkeye yapılacak olan tebligata ilişkin uluslararası sözleşmeler veya devletler arasında imzalanan sözleşmeler iç hukuka oranla öncelik taşıdığı için uluslararası tebligatın, taraf olunan uluslararası sözleşmeler veya ikili anlaşmalar gereğince yapılması gereklidir.Uluslararası tebligata ilişkin olarak Türkiye, 1954 tarihli “Hukuk Usulüne Dair La Haye Sözleşmesi” (1954 tarihli Lahey Sözleşmesi) ile 1965 tarihli “Hukuki ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine İlişkin La Haye Sözleşmesi”ne (1965 tarihli Lahey Sözleşmesi) taraf olmuştur. 09.07.1971 tarihli ve 1483 sayılı Kanun’la onaylanması uygun bulunan ve 17.06.1972 tarihli ve 14218 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi, Türkiye yönünden 28.04.1972 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin uygulanmasına yönelik olarak da mevzuatımızda bazı düzenlemeler kabul edilmiştir. Bu sözleşmelerin uygulanmasına ilişkin Tebligat Kanunu ile Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelikten faydalanmak mümkündür. Ayrıca, uluslararası tebligata ilişkin Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan 63/3 sayılı “Hukuki Alanda Uluslararası Adli Tebligat İşlemleri Genelgesi” 16.11.2011 tarihinde yayımlanmıştır.
1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin, 1954 tarihli Lahey Sözleşmesi’nden en önemli farkı tebligatın, merkezi makamlar vasıtasıyla yapılmasıdır. Zira 1954 tarihli Lahey Sözleşmesi tebligatın diplomatik temsilcilikler vasıtasıyla yapılmasını öngörmektedir. 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi ise bu yönteme ek olarak tebligat sürecinin daha hızlı işlemesi için merkezi makamların ihdas edilmesini ve tebligatın doğrudan merkezi makamlar arasında yapılmasını düzenlemiştir (Çelikel/Erdem, s. 504).Hemen belirtilmelidir ki, 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi bağlamında tebligat, yerleşmiş teknik anlamıyla kullanılmakta olup, görüleck bir dava bakımından tarafları haberdar etmeye yetecek hukuki yeterliliğe sahip belgelerin usulüne uygun yollarla taraflara ulaştırılmasını ifade etmektedir. Başka bir deyişle anılan Sözleşme, hangi belgelerin tebliğ edileceğini düzenlememekte, hangi belgelerin tebliğ edileceğine davanın açıldığı yer mahkemesinin kararına bırakmaktadır.1965 tarihli Lahey Sözleşmesi ile kabul edilen temel tebligat yöntemi, merkezi makamlar vasıtasıyla tebligatın yapılmasıdır. Anılan Sözleşme’nin 2. maddesi gereğince, taraf devletler, tebligatın daha çabuk ve kolay yapılmasını sağlamak için merkezi makamlar ihdas etmek zorundadırlar. Merkezi makamlar, 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin en önemli unsurunu oluşturmak olup, Türkiye açısından bu görevi, Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü üstlenmiştir. Bununla birlikte 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi ile merkezi makamlar vasıtasıyla tebligatın yanında tali tebligat usulleri de kabul edilmiştir. Bunlardan biri, 1954 tarihli Lahey Sözleşmesi ile de kabul edilen ve 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 9. maddesi ile düzenlenen diplomatik temsilci aracılığıyla tebligattır. Buna göre tebligat, tebligat evrakının tebligatın yapılacağı ülkedeki dış temsilcilik vasıtasıyla o ülkenin yetkili makamına gönderilmesi suretiyle de yapılabilmektedir. Tebligat yöntemlerinden bir diğeri ise 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. maddesi ile düzenlenen doğrudan posta yoluyla tebligattır. Anılan madde ile merkezi makamlar veya dış temsilcilikler aracı kılınmaksızın doğrudan posta yoluyla tebligat usulü düzenlenmiştir. Ancak bu yönteme, sadece 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. maddesine çekince koymayan devletler açısından başvurmak mümkündür. Anılan madde ile düzenlenen tebligat usulüne Türkiye tarafından çekince konulmuş ve doğrudan posta yoluyla tebligat usulü tamamen reddedilmiştir. Bu nedenle, Türkiye’de bulunan bir muhataba, 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. maddesi gereğince doğrudan posta yoluyla yurtdışından tebligat yapılması mümkün değildir. MÖHUK’nın 50. maddesi gereğince tenfizinin ön şartları arasında yabancı mahkemelerde verilen kararın o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş olması aranmaktadır. Tenfize konu kararın kesinleşmesi ise usulüne uygun şekilde tebligatın yapılması ile mümkün olmaktadır. 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. maddesine konulan çekince nedeniyle Türkiye’de bulunan muhataba doğrudan posta yoluyla tebligat yapılması usulsüz olduğundan ve anılan Sözleşme’ye taraf olan bir devlet tarafından Türkiye’de bulunan muhataba doğrudan posta yoluyla kararın tebliğ edilmesi o devlet kanunlarına göre kararın kesinleşmesini engellemektedir.
MÖHUK’nın 54/ç maddesi gereğince, o yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmaması, mahkemede temsil edilmemesi ve bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında karar verilmesi tenfiz engeli olarak belirtilmiştir. Ancak; MÖHUK’nın 54/ç maddesinde düzenlenen hususlar için gözetilmesi gereken hukuk, tenfiz kararı verecek yer mahkemesinin usule ilişkin hükümleri değil, tenfize konu kararın verildiği ülke kanunlarıdır. Zira bu konuda anılan madde çok açık olup, giriş cümlesi “o yer kanunları uyarınca” şeklinde bir belirleme içermektedir. Bu da göstermektedir ki, bu maddede belirtilen hususların ihlal edilip edilmediği tenfizi istenilen kararın verildiği yer kanunlarına göre belirlenecektir………” Eldeki davaya dönüldüğünde; Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalardan ; iki ülke arasında ikili anlaşma bulunmadığı; Avustralya devletinin uygulamada kamu düzeni, evrensel savunma hakkı gibi kıstaslara uyarak yabancı mahkeme kararlarını tenfiz edebildiği, taleple ilgili olarak mahkemenin takdirinde olduğu yazılıdır.Yine gelen yazı cevabında Türk Mahkemelerinden verilen kararların Avustralya Devletinde tenfizi için izlenmesi gereken usullerle ilgili Dışışleri Bakanlığı yazısı da eklidir.Bu durumda Avustralya Mahkemesi kararının Türkiye’de infazı hususunda “fiili uygulama” mevcudiyetinden bahsetmek mümkündür.Ancak ; davacının yabancılık teminatından muaf olmadığı ve bu yönde bir karşılıklılık esası bulunmadığı ,mahkemece teminat alınmadığı 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 4. maddesine göre tenfiz davası nisbi harca tabidir. O halde mahkemece tenfizi istenilen karardaki alacak miktarının dava tarihindeki Türk Lirası karşılığı tespit ettirilip, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 28/a ve 32. maddeleri gözetilerek, davacı vekiline bu miktar üzerinden harcın tamamlanması konusunda kesin süre verilerek sonucuna göre işlem yapılması gerekirken, eksik harç ile yargılamaya devam edildiği Karara karşı temyiz yoluna gidilmediğine ilişkin yazı cevabının muğlak bir ifade olduğu, yani tebligat yapılarak yasal sürede itiraz edilmediği anlamı taşıyabileceği gibi , henüz bu aşamaların tamamlanmadığının da anlaşılabileceği, yani hükmün kesinleşmiş olduğuna ilişkin bir net ibarenin apostilde bulunmadığı Dava dilekçesinin ve kararın ” Avustralya Usul Yasalarına” uygun şekilde tebliğ edildiğinin de anlaşılamadığı görülmektedir.Bu nedenle ilk derece mahkemesi kararı hem dava şartlarındaki eksiklikle ilgili işlemlerin yapılmaması hem de eksik inceleme ve araştırılma nedeni ile hatalı olmakla davalı yanın istinaf başvurusunun bu nedenlerle kabulüne karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M :Yukarıda açıklanan gerekçe ile 1 – Davalı yanın istinaf başvurusunun HMK 353/ 1-a- 4 ve 353/1-a-6 maddelerine gereğince KABULÜNE ; İlk derece mahkemesi kararının KALDIRILMASINAYargılama yapılmak üzere dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE 2- Davalı yanca yatırılan peşin harcın talebi halinde yatırana iade edilmesine 3-İstinaf yargılama gideri olan, başvuru harcı gideri 85,70 TL,nin davacıdan tahsili ile davalı yana verilmesine ; tebligat giderleri ve posta gideri davacı yan avansından kullanılmış olmakla davacı üzerinde bırakılmasına 4- İnceleme duruşmasız olarak yapılmış olmakla ücreti vekalet tayin ve takdirine yer olmadığına Dair ; dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu HMK 353/1-a-6 ve 353/1-a-4 maddesi gereğince KESİN olmak üzere 22/10/2020 tarihinde ve oy birliği ile karar verildi.