Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi 2017/4704 E. 2020/1204 K. 03.07.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
16. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
DOSYA NO: 2017/4704 Esas
KARAR NO: 2020/1204 Karar
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 16/05/2017
NUMARASI: 2015/176 E. – 2017/109 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Manevi Tazminat İstemli)
KARAR TARİHİ: 03/07/2020
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla, HMK 353. ve 356. maddeleri gereğince dosya içeriğine göre duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu;
G E R E Ğ İ D Ü Ş Ü N Ü L D Ü :
DAVA; Davacı vekili dava dilekçesinde; davacı şirketin, 24.12.2013 tarihinde …’dan devraldığı “…” markasının, … tescil numarası ile ilk kez 13.01.1998 tarihinde TPE nezdinde tescil edildiğini ve tescilin 13.01.2008 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle yenilendiğini, yapılan incelemelerde davalının, davacı şirket markası olan “…” markasını izinsiz, haksız ve hukuka aykırı bir şekilde kullandığının saptandığını ve bunun üzerine davalıya ihtarname çekildiğini, ihtarnamelerin sonuçsuz kalması ve tecavüzün devam etmesi nedeniyle, davalı aleyhine dava açma zaruriyetinin hâsıl olduğunu; ayrıca davalı hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu ve davalı hakkında İstanbul Anadolu Fikri Sınai Haklar Ceza Mahkemesinde 2014/115 Esas ve 2014/307 Esas sayılı kamu davalarının açıldığını, daha sonra davaların 2014/115 Esas numaralı dosyada birleştiğini, davalının, bahsi geçen ceza mahkemesi dosyalarında davacıya ait markayı kullandığını açıkça kabul ettiğini, davalının markaya tecavüzleri ile davacıyı zarara uğrattığını, davalının davacı ile franchise sözleşmesi yapmadan markayı kullanması sebebiyle, davacının emsal franchise bedelinden mahrum kaldığını, ayrıca müvekkiline ait markanın meşhur bir marka olduğunu belirterek,556 sayılı KHK’nin 62/a maddesi uyarınca marka hakkına tecavüzün tespitine ve durdurulmasına, sonuçlarının ortadan kaldırılmasına, davalının eylemi aynı zamanda haksız rekabet olduğundan vaki hukuka aykırı fiillerin tespiti ile durdurulmasına, vaki tecavüzlerin giderilmesine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak şartıyla 5.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın tecavüzün gerçekleştiği tarihten itibaren ticari temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP; Davalı vekili cevap dilekçesinde; “…” markasının doksanlı yılların ortalarında … isimli kişi tarafından oluşturulduğunu, …’ın, davalı şirket ortağı …’nın ortağı ve temsilcisi olduğu … firmasının o yıllarda ortağı olduğunu. bahsi edilen zamanda şirketin ortaklarının, …, …, … (…), … (davacı şirket sahibinin kardeşi), …, … olduğunu, daha sonra bahsi edilen firmanın zarar ettiğini ve iflasın eşiğine geldiğini ve ortakların şirketi marka ile birlikte satma kararı aldıklarını, davacı şirket yetkilisi …’ın 2002 yılında davalı firmanın ortağı ve yetkili müdürü olan … ile temasa geçtiğini, bunun üzerine, iflasın eşiğindeki şirketin %70’inin, davalı firma yetkilisi …’nın kardeşi … tarafından devralındığını, devralınan hisselerin büyük bir bölümünün markanın sahibi olarak gözüken …’a ait olduğunu, hisse devri sırasında, borçların çokluğu sebebiyle markayı şirkete devredemediklerini, ancak marka her ne kadar … adına tescilli olsa da, aslen markanın … şirketine ait olduğunun belirtildiğini, bahsedilen zaman diliminde, davalı firma yetkilisinin gerek güven ilişkisine dayanarak, gerekse … şirketi ve kendi aleyhine icra takipleri olması sebebiyle, markayı üstüne almadığını, daha sonra 2006 yılında …’ın ortaklıktan tamamen ayrılmak istediğini ve hisselerini devrettiğini, dava konusu marka üzerinde gözüken …’ın, markayı yine güven ilişkisine dayanarak, davacı şirket sahibi …’a devrettiğini, yapılan bu işlemin muvazaalı olduğunu zira markanın … şirketine ait olduğunun … tarafından da bilindiğini, …’ın, yapılan bu marka devri sebebiyle herhangi bir bedel de ödemediğini, 2006 yılında davalı tarafından, Caddebostan …nin ilk bistro olarak açıldığını, davalının bistro açmasıyla markanın yeni bir boyut kazandığını ve bistro şeklinde franchise verilmeye başlandığını, esasında davaya konu Caddebostan … açılırken, buranın … firmasının şubesi olarak düşünüldüğünü, ancak davacı şirket sahibi ve yetkilisi …’ın, … şirketinin eski borçlarından dolayı yeni açılacak yere bir zarar gelmesini istemediğini ve bu nedenle ortak alınan kararla, Caddebostan …’nin …’nın yetkili müdürü olduğu davalı şirketin şubesi olarak açıldığını, davacı şirket sahibi …’ın, Caddebostan … açıldıktan 6 yıl sonra davalı şirkete … markasının kendisine ait olduğuna yönelik ihtarnameler çekmeye başladığını ve daha sonra suç duyurusunda bulunduğunu, davalı firmanın 2006 yılından bu yana davaya konusu markayı kullandığını davacının bildiğini, bu durumun İstanbul Anadolu Fikri Sınai Haklar Ceza Mahkemesinin 2014/115 Esas sayılı dosyasındaki ifadelerden de anlaşılacağını, davacının markanın kullanılmasına 6-7 yıl sessiz kaldığını ve bu nedenle sessiz kalmak suretiyle hak kaybına uğradığını belirtmiş ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
MAHKEME KARARI;İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 16.05.2017 tarihli, 2015/176 E. – 2017/109 K. sayılı kararıyla; “toplanan deliller, ceza davası, ihtarname örnekleri ve tüm dosya kapsamı ile davacı şirket yetkilisinin 2006 yılından bu yana markanın davalı tarafından kullanıldığından haberdar olduğu, davacı şirket ortağı ve yetkilisi … ile davalı şirket ortağı … arasında, … İsimli İşletmenin faaliyetiyle ilgili yakın bir ilişki bulunduğu, geçmişteki iş ortaklıkları nedeniyle davacının bu işletmenin kurulmasına da yardımcı olduğu, hatta ortak olmak istediği, bu nedenle davalının markayı iyi niyetli olarak kullanmaya başladığı, işletmenin açıldığı 11.12.2006 tarihinden şikayet tarihi olan 24.09.2013 tarihine kadar 6 yıl 9 ay 13 gün davacının marka kullanılmasına sessiz kaldığı, bu durumda sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleştiği, her ne kadar davalı şirket yetkilisi … hakkında ceza mahkemesince marka hakkına tecavüz suçundan mahkumiyet kararı verilmişse de, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, 5271 sayılı CMK’nun 223. Maddesinde belirtilen hükümlerden olmadığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03/05/2011 tarihli ve 2011/4-61 Esas ve 2011/79 Karar sayılı kararı ile de bu hususun belirtildiği, Ceza mahkemesi kararının hukuk hakimini bağlaması için, ceza mahkemesi kararının maddi olgu yönüyle kesinleşmiş olması gerektiği, eğer bu yönde kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı bulunmuyorsa, TBK’nun 74. (BK’nın 53.) maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlayacak bir ceza mahkemesi kararından da söz edilemeyeceği, aksi takdirde, beş yıllık deneme süresi içinde yeni bir suç işlendiği takdirde, mahkemece hükmün açıklanacağı ve temyiz hakkının doğacağı, şayet yapılan temyiz incelemesinde ceza mahkemesi kararı bozulursa, hukuk mahkemesinin kararının da dayanağının ortadan kalkacağı ve yargılamanın yenilenmesinin gündeme geleceği, bu durumun ise adalete olan güveni ve saygıyı zedeleyeceği, bu nedenlerle, maddi olgunun belirlenmesi yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, kesinleşmiş ceza hükmü olmadığından, hukuk hakimini bağlamayacağı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF BAŞVURUSU; Davacı vekilinin süresinde ibraz ettiği istinaf dilekçesinde; mahkemenin ceza mahkemesince verilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılması niteliğinde kesinleşmiş mahkumiyet kararını nazara almamasının hatalı olduğunu, Yargıtay 4. HD’nin 05.11.2009 tarih 2009/580 E. 2009/12264 K. sayılı Kararında HAGB kararlarına kesinleşmiş mahkumiyet hükmünün sonuçlarının bağlandığını,Yargıtay 3. HD’nin 17.05.2010 tarih ve 2010/7256 E. 2010/8796 K. sayılı Kararında: hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının da kesinleşebildiğini ve kesinleşmesi halinde hukuk hakimi üzerinde bağlayıcı etkiye sahip olacağı sonucuna ulaştığını, -mahkemenin ilk olarak bir ceza mahkemesi kararının hukuk hâkimi üzerinde bağlayıcı etkiyi haiz olabilmesi için maddi olgu yönüyle kesinleşmiş olması gerektiğinden bahsettiğini oysa bir kararın “maddi olgu yönünden kesinleşmesine” yönelik ayrı bir müessesenin türk hukuk sisteminde öngörülmediğini,-mahkeme’ce, HAGB niteliğini haiz mahkûmiyet kararı’nın hukuk hâkimini bağlamayacağı noktasında; mahkûmiyet kararı’nın TBK m. 74 tahtından sayılan hukuk hâkimini bağlayacak nitelikteki kararlardan olmadığı gerekçesine dayanıldığını oysa TBK m. 74 kapsamında hukuk hâkimini bağlamayacak kararın sadece beraat kararı olduğunun belirtildiğini,-mahkemenin, HAGB niteliğindeki bir kararın ancak 5 yıl içinde hükmün açıklanması halinde yapılacak temyiz başvurusu üzerine kesinleşebileceği gibi bir yanılgı içerisinde olduğunu, oysa HAGB niteliğindeki kararların itiraz kanun yolundan geçmek suretiyle kesinleştiğini,-mahkeme’ce, HAGB niteliğindeki mahkûmiyet kararı’nın hukuk hâkimini bağlamayacağına; CMK m. 231/5 kapsamında yer alan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder” hükmünün gerekçe gösterilmesini isabetsiz olduğunu, madde hükmünün ceza hukuku anlamında olumsuz bir sonuç doğurmamaktan bahsettiğini,- mahkeme kararının hukuki gerekçe yönünden eksik olduğunu,-HAGB kararının 5 yıl sonra hukuk âleminden silinecek olmasının; bu kararın verilmesine sebep teşkil eden eylemleri hukuka uygun hale getirmediğini,- sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğranmasına ilişkin değerlendirmelerde; belirli aşamaların sırası bozularak, bilimsellikten uzak bir yöntem benimsenmiş ve her bir aşama kapsamında sübjektif -bilimsellikten ve gerçeklerden uzak- tahliller ve değerlendirmeler kapsamında kararlar verildiğini,mahkeme’ce davalı taraf’ın kötüniyetini ortaya koymak için dosyaya sunulmuş beyan ve ifadelerin180 derece aksi yönde yorumlanarak; davalı taraf’ın iyiniyetli olduklarını ortaya koyan gerekçeler şeklinde değerlendirildiğini,-müvekkil şirket yetkilisi …’ın, ceza yargılaması esnasında vermiş olduğu ifadesinde yer alan beyanları tamamıyla yanlış yorumlandığını, aynı ifade de; müvekkili şirket yetkilisi …’ın, davalı taraf hakkında “beni oyaladılar” ifadesinde bulunduğunu, mahkemenin bu ifadeyi “ben başından beri kullanmalarına rıza gösterdim.”şeklinde anlamlandırdığını,-karar kapsamında müvekkili şirket’in suskun kalma süresinin de yanlış takdir edildiğini, dava dilekçesinde de belirttiği üzere, davalı şirket’e 7 mart 2012 tarihinde marka’nın izinsiz ve sözleşmesiz kullanılmakta olduğunun tespit edildiğini, bu nedenle ihtarın tebliğinden itibaren 2 gün içerisinde marka’nın hukuka uygun nitelikte kullanımı için lisans sözleşmesi imzalanması gerektiği aksi takdirde davalı aleyhinde suç duyurusunda bulunulacağı ve tazminat için hukuk davaları açılacağını bildiren bir ihtarname gönderdiğini, ihtarnamenin müvekkilinin suskun kalmadığının en açık delili olmasına rağmen mahkemenin söz konusu ihtarnameyi dikkate almayarak hatalı bir şekilde sessiz kalmamak için dava açılması gerektiğini belirttiğini, Yargıtay’ın ihtarnameyi de yeterli gördüğünü,-taraflar arasındaki yakın ilişkinin; susma yoluyla hak kaybına uğranması için geçmesi gereken sürenin, dava’nın somut özellikleri dikkate alınarak takdir edilmesini gerektirdiğini, müvekkili şirket ile lisans sözleşmesi imzalamak üzere müzakerelere başlayan davalı taraf’ın çelişkili davranış yasağına aykırı davranışlarda bulunarak müvekkili şirket’i oyaladığını ve bu itibarla da zaten kötüniyetli olduğunu,-sessiz kalma süresini kesmeyen ihtarnamenin, davalı taraf’ın bir an için olduğu farz edilen iyiniyetini ortadan kaldıracağını beyanla mahkeme kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekilinin istinaf dilekçesine cevap vermediği görülmüştür.
DELİLLER;TPMK kayıtlarından; … tescil numaralı “…” ibareli 10.05.1999 başvuru tarihli markanın 43. sınıfta … adına tescilli iken, 07/09/2006 tarihinde, davacı …’a devredildiği, 08/01/2014 tarihinde … tarafından davacı şirkete devredildiği görülmüştür. 10/02/2006 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nden; davalı şirkete ait Caddebostan … isimli işletmenin açılmasına 10/01/2006 tarihinde karar verildiği görülmüştür.İstanbul Anadolu Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi’nin 2014/115 Esas sayılı dosyası incelendiğinde, şikayetçilerin … ve … Ticaret Anonim Şirketi, sanıkların … ve … Ticaret Limitet Şirketi olduğu, sanıklar hakkında … Caddesi No:… Beykoz adresinde … Limitet Şirketi’ne ait iş yerinde ve Cdde Bostan Kültür Merkezi, … caddesi No:… Cadde Bostan Kadıköy adresindeki … Şirketi’ne ait iş yerlerinde şikayetçiye ait “…” markasının izinsiz kullanıldığı iddiasıyla kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda sanık … hakkında marka hakkına zincirleme olarak tecavüz ettiği gerekçesiyle hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, … Limitet Şirketi hakkında güvenlik tedbiri uygulanmasına yer olmadığına karar verildiği, karara karşı itiraz yoluna başvurulduğu ve itirazın reddine karar verilmek suretiyle kesinleştiği tespit edilmiştir.Davacı şirketin tek yönetim kurulu Üyesi ve yetkilisi …’ın İstanbul Anadolu Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sırasında, 08.10.2015 tarihli celsesinde alınan ifadesinde; ” 1990’lı yıllarda Beyoğlu’nda … isimli şahıs ile birlikte …isimli bir işyeri çalıştırdığını, marka tescilinin … adına yapıldığını, daha sonra …’ın markayı kendisine devrettiğini, …, … ve kendisinin kardeşi olan … ile ismini hatırlayamadığı iki kişinin daha … Ltd. Şti. unvanı ile bir şirket kurduklarını, bu şirketin bünyesinde tahminen 1994 yılında …ni açtıklarını, …’ın bu şirketteki hissesini 1990’lı yılların sonunda ya da 2000 yılların başında …’ya devrettiğini, kendisi marka tescilini devraldıktan sonra …’a markanın kullanımı konusunda lisans anlaşması yapmalarını teklif ettiğini, kendisini oyaladığını, hatta …ni de birlikte açmalarını teklif ettiğini, kendisinin de bu teklife olumlu baktığı için maddi bir takım yardımlarda da bulunduğu halde bu ortaklığın resmileşmediğini, markanın kullanımı devam ettiği için noter kanalı ile ihtar çektiğini, daha sonra da dava açtığını, sanıktan şikayetçi olduğunu, …’a markanın kullanımı kokusunda sözlü ya da yazılı muvafakat vermediğin” beyan ettiği görülmüştür.Davacı şirket yetkilisi …’ın … ltd. Şti. Ne Kartal … Noterliği’nin 07/03/2012 tarihli … yevmiye numaralı ihtarnamesini göndererek; markanın kullanılmasına muvaffakatlarının bulunmadığı ve ihtarnamenin tebliği tarihinden itibaren iki gün içerisinde … markasının kullanımının durdurulması ihtar olunmuş, 09/03/2012 tarihinde tebliğ edildiği yine Kartal …. Noterliğinin 24/04/2013 tarihli … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile aynı şekilde markanın kullanılmasına muvaffakatlarının bulunmadığı ve ihtarnamenin tebliği tarihinden itibaren iki gün içerisinde … markasının kullanımının durdurulması ihtar olunmuştur.
G E R E K Ç E : Markaya tecavüzün tespiti, durdurulması, sonuçlarının ortadan kaldırılması, maddi ve manevi tazminat talepli davada; ilk derece mahkemesince, ceza mahkemesince verilen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması ” kararının HMK 74. Madde kapsamında, hukuk hakimini bağlayıcı yönünün bulunmadığı, davacının işletmenin açıldığı tarihten şikayet tarihine kadar geçen 6 yıl 9 ay 13 günlük sürede sessiz kalmak suretiyle dava açma hakkını yitirdiği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.Davacı vekilinin istinaf başvurusunda, mahkemenin ceza mahkemesince verilen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması ” kararının bağlayıcı olmadığına dair gerekçelerinin haklı olmadığını, beraat kararı niteliğinde bulunmadığını, itiraz yoluna başvurulmaması yada başvuru tüketildiğinde kesinleştiğini, mahkemenin kanunda düzenlenmeyen “maddi olgu yönünden kesinleşme” koşulu getirdiğini, sonuç itibarıyla bu kararın mahkeme yönünden bağlayıcı olduğunu en azından davalının iyiniyet iddiasını ortadan kaldırdığını ileri sürmüştür.Hukuk Genel Kurulunun 23/10/2018 tarihli 2017/4-1353 Esas 2018/1552 Karar sayılı kararında; ” hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesin bir mahkûmiyet kararı olmadığı, aksi düşünüldüğü takdirde beş yıllık deneme süresi içinde bir suç işlendiğinde mahkemece hükmün açıklanacağı ve temyiz hakkı doğacağı; şayet yapılan temyiz incelemesinde ceza mahkemesi kararı bozulursa hukuk mahkemesinin kararının da dayanağının ortadan kalkacağı ve yargılamanın yenilenmesinin gündeme geleceği, bu durumun ise adalete olan güven ve saygıyı zedeleyeceği, diğer taraftan, beş yıllık denetim süresi bittikten sonra ortada ceza mahkemesi kararı bulunmadığından BK’nın 53. maddesi uyarınca tazminat davası açısından hukuk hâkimini bağlayıcı bir karardan da söz edilemeyeceği, aksine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk hâkimini bağlayacağı kabul edildiğinde, hukuk hâkimince verilecek karar davanın beş yıllık deneme süresi içinde ve sözü edilen süre bittikten sonra açılması veya kararın sözü edilen süre bittikten sonra verilmesi hâllerinde farklı farklı hukuki sonuçlara ulaşılacağı, daha da ötesi, bir olayda birden fazla kişi sorumlu olup da, bunlardan biri hakkında beş yıllık süre içinde, diğeri hakkında beş yıllık süre geçtikten sonra hukuk mahkemesinde dava açılması hâlinde her iki davalı hakkında da aynı olay nedeniyle farklı kararlar verilebileceği, bu durumun adalete olan güveni sarsacağı ve Hukuk Genel Kurulu’nun 01.02.2012 tarihli ve 2011/19-639 E., 2012/30 K. ve 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-8 E., 2013/1458 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, maddi olgunun belirlenmesi yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.231), kesinleşmiş bir ceza hükmü olmadığından, hukuk hâkimini bağlamayacağının kabulü gerektiği” açıklanmıştır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 13/11/2012 tarihli 2010/12876 Esas-2012/18075 Karar sayılı kararında da; “anılan cezanın miktarı dikkate alınarak haklarındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemedikleri takdirde açıklanması geri bırakılan hükmün kaldırılarak davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, sonuçları itibariyle bir mahkumiyet kararı değildir. Kural olarak, sanığın aleyhine sonuç doğuracak şekilde bir etki yaratmaz. Anılan ceza kararı türü, hukuk hakiminin mutlaka bağlı olmasını gerektiren ceza kararı niteliğinde değildir.” denilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının bağlayıcı olmadığı açıklanmıştır. İlk derece mahkemesinin, yukarıda yer verilen içtihatlar doğrultusunda haklı olduğu kanaatiyle, davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir.Davacı vekilinin sessiz kalmak suretiyle hak kaybına yönelik istinaf başvurusunun ise; mahkemenin davacı şirket yetkilisinin beyanlarının ve ifadelerinin yanlış yorumlandığı, suskun kalma süresinin ihtar tarihi dikkate alınarak hesaplanması, taraflar arasındaki yakın ilişki dikkate alınarak sürenin tespiti ve ihtarnamenin davalının iyiniyetini ortadan kaldırdığının dikkate alınmaması yönünde olduğu anlaşılmıştır.İlk derece mahkemesince kararın gerekçesinde; “ihtarnamelerin markanın kullanılmasına karşı konulmadığı anlamına gelmediğini” açıklamışsa da; esasen davacının ihtarnameler ile; davalı tarafın markayı kullanmasına muvaffakatının bulunmadığını ve kullanıma son verilmesini ihtar ettiği ve daha sonra dava açtığı göz önüne alınarak, markanın davalı tarafça kullanılmaya başlandığı tarih ile ihtarname tarihi arasında sessiz kalma süresinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesi gerekmektedir. ( Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 25/06/2014 tarihli, 2013/6839 Esas-2014/12097 Karar sayılı kararında, davacının TPMK nezdinde itirazı ve ihtarname göndermesi yeterli görülmüştür.) İlk derece mahkemesince işletmenin 11/12/2006 tarihinde açıldığının tespit edildiği, 07/09/2006 tarihinde markayı devralan davacı şirket yetkilisi, …’ın da, 2006 yılından bu yana markanın davalı tarafından kullanıldığını bildiği, ilk olarak Kartal … Noterliği’nin 07/03/2012 tarihli … yevmiye numaralı ihtarnamesini göndererek markanın kullanılmasına karşı çıktığı göz önüne alındığında, ihtar tarihi ile işyerinin açılış tarihi arasında 5 yıldan fazla sürenin geçtiği gözönüne alındığında sessiz kalma süresinin gerçekleştiği kanaatine varılmıştır.Davacı vekilinin istinaf başvurusunda; davalının müvekkilini oyaladığını iyiniyetli olmadığını ve ihtarnamenin davalının iyiniyetini ortadan kaldırdığını ileri sürdüğü anlaşılıyorsa da; davalı işyerinin açılışı ile ihtar tarihi arasında 5 yıldan fazla bir süre geçmiş olması, davalının … isimli işyerini … ile birlikte açma teklifi götürdüğüne dair bizzat …’ın ifadesi göz önüne alındığında, davalının beş yıldan fazla bir süre kullanımına ses çıkarmayan davacının, TMK 2. Madde gereğince; bu ihlali bildiği ve bilebilecek durumda olduğu halde ,bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla ihtar gönderilmesi ve dava açılması çelişkili davranış yasağı teşkil ettiğinden ve böyle bir davranış MK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olmakla hukuk tarafından korunmayacağından, ilk derece mahkemesinin sessiz kalmak suretiyle dava açma hakkının yitirildiğinden davanın reddi kararının yerinde olduğuna, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan gerekçe ile:1-6100 sayılı HMK.’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince davacı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf isteminin ESASTAN REDDİNE,2-Alınması gereken 54,40 TL harcın, peşin alınan 31,40 TL harçtan mahsubu ile bakiye 23,00 TL eksik harcın davacıdan alınarak hazineye irat kaydına, 3-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,4-İstinaf yargılama giderleri olarak; davacı tarafça yapılan masrafların üzerinde bırakılmasına,5-Artan gider avanslarının karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda iş bu kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere 03/07/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.