Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi 2022/1734 E. 2022/1899 K. 10.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
15.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1734
KARAR NO: 2022/1899
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 24/01/2022
NUMARASI: 2019/38 Esas, 2022/58 Karar
DAVANIN KONUSU: İtirazın iptali
KARAR TARİHİ: 10/11/2022
Taraflar arasında görülen davanın yerel mahkemece yapılan yargılaması sonucunda verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup, duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılan inceleme ve istinaf talepleriyle sınırlı olarak yapılan değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava; taraflar arasında düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatı talebine ilişkin olup; mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen karara karşı davacı vekilince istinaf talebinde bulunulmuştur. Davacı vekili, müvekkili ile davalının bir araya gelerek İstanbul İli, Pendik İlçesi, … Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerinde devam eden, dört (A, B, C, D ve E blok) blok ve bir havuzdan oluşan inşaatta mimari proje, makine projesi, elektrik projesi ve statik proje hazırlanması, zemin etüt raporlarının hazırlanması, performans analizinin yapılması, Isı yalıtım projeleri ve ruhsatların alınması hususunda sözlü olarak anlaştıklarını, müvekkilinin anlaşma gereği üzerine düşen tüm edimleri yerine getirdiğini, hatta işin devamı esnasında inşaatın gecikmemesi için yeri geldiğinde ilgili kurumlara ödenmesi gereken harç ve ödemeleri dahi kendisinin karşıladığını, nitekim müellif mimar …, … ve …’a yapılan toplam 10.500,00 TL tutarındaki ödemenin de müvekkilinin karşılamak zorunda kaldığı kalemler arasında olduğunu, neticede inşaatın tamamlandığını ve yapı ruhsatının 09/09/2009 tarihinde alındığını, müvekkil yükümlülüklerini yerine getirip yapı ruhsatı alındıktan sonra davalıdan ödeme yapmasını istediğini, ancak davalının ödeme tarihlerini sürekli olarak ertelediğini ve müvekkiline yaptığı iş karşılığında gerekli olan ödemeyi yapmadığını, müvekkilinin yaptığı işin karşılığını ve ödemek zorunda kaldığı giderlerin ödenmemesi üzerine inşaatta yer alan A, B, C, D, E blok ve havuza ait proje bedelleri toplamı 323.237,00 TL ile müellif mimarlara ödenmek zorunda kalınan toplam 10.500,00 TL’nin işlemiş faizi ile birlikte davalıdan tahsili için İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile ilamsız takip başlatıldığını, ancak davalının itirazı üzerine takibin durdurulduğunu ileri sürerek itirazın iptaline, takibin devamına ve davalı yanın icra inkar tazminatı ile sorumlu tutulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, taraflar arasında yapılmış olan hiçbir yazılı ya da şifahi sözleşme akdedilmediğini, müvekkilinin dava dışı 3.kişi S.S. Otuzlar Birlik Kooperatifi ile arsada yapılacak imalatlar ile ilgili 2002 yılında anlaştığını, müvekkilinin kooperatifin taşeronu olarak bir kısım imalatları yapmayı taahhüt ettiğini, dolayısıyla İstanbul İli, Pendik İlçesi, … Mah, … Ada, … parselde yapılan inşaatlarda tek yetkili ve hak sahibinin dava dışı S.S. Otuzlar Birlik Kooperatifi olduğunu, müvekkilinin taşeron olarak bahsi geçen inşaat projesinde herhangi bir sözleşme yapma yetkisinin bulunmadığını, yetkilinin S.S. Otuzlar Birlik Kooperatifi olduğunu, dolayısıyla husumetin kooperatife yöneltilmesi gerektiğini, dava dışı S.S. Otuzlar Birlik Kooperatifi’nin dava konusu taşınmazda 1991 yılında site inşaatına başladığını, inşaatın uzun zaman sürdüğünü ve Otuzlar kooperatifi ile müvekkilinin 2002 yılında inşaatların yapılması ile ilgili olarak taşeron olarak çalışmaya başladığını, 2005 yılı sonuna kadar müvekkilinin A, B ,C bloklarının inşaat işlerini (havuz da dahil olmak üzere) yaptığını, 2005 yılı sonunda inşaat işlerinde her 5 yılda bir alınması gereken yeni şartnamelere uygunluk raporlarının süresi dolduğunu, 2006 yılı Mayıs ayında S.S. Otuzlar Birlik Koop. ile davacı arasında D ve E blok işlerinin yapılması için inşaat emsal hesapları yapılarak yeniden tadilat projesi yapılması, diğer yapılmış olan A, B, C blokların (havuz dahil) yeni şartnameye uygunluk raporu alarak işin yapılması için temdit süresi ve tasdik işlemlerinin yapılması için anlaşıldığını, davacı ile S.S. Otuzlar Birlik kooperatifi arasında sözleşmenin 2006 yılı Haziran ayında yapıldığını, davacı tarafça müvekkiline 10/08/2018 tarihinde icra takibi yapıldığını, hiçbir şekilde borcu kabul anlamına gelmemek kaydıyla davacı ile S.S. Otuzlar Birlik Kooperatifi arasında yapılan sözleşme gereğince borcun zamanaşımına uğradığını, davacı tarafın 12 yıl boyunca iddia etmiş olduğu alacağı ile ilgili ne S.S. Otuzlar Birlik Kooperatifi’ne ne de müvekkiline hiçbir başvuru yapmadığını, dava dilekçesinde hangi bedel üzerinden anlaşma yapıldığının ifade edilmediğini, müvekkili açısından hiçbir kabul anlamına gelmemek kaydıyla, yapılacak işlerin belirli olduğu bir sözleşmede bedel belirlenmeden anlaşma yapılmayacağını, 2006 yılı için 333.737,00 TL bedelin çok yüksek olduğunu, bu çaplı bir anlaşmanın bedel üzerinde anlaşılmadan şifahi olarak yapılmış olmasının hayatın doğal akışına aykırı olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece, gerek sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nun 126/4. maddesine ve gerekse 6098 sayılı TBK’nın 147/6. maddesine göre yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacakların 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, taraflar arasındaki ilişki eser sözleşmesinden kaynaklandığından, olayda uygulanması gereken zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlayacağı, eser sözleşmelerinde sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa iş bedeli alacağının eserin tamamlanıp teslim edildiği tarihte, sözleşmenin feshi halinde ise fesih iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla muaccel hale geleceği, dosyaya celp edilen Pendik Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 02/09/2009 tarihli yazısına göre, dava konusu Pendik İlçesi, … Mahallesi, … ada, … parsel sayıdaki yerdeki mevcut A-B-C blokların inceleme raporlarının yürürlükteki yönetmeliğe göre kontrol edildiği ve ilgili mimari projesinin onaylandığının belirtildiği, dolayısıyla taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklı davacı tarafın teslim yükümlülüğünü 02/09/2009 tarihi itibariyle yerine getirdiği, ancak bu davaya konu icra takibinin ise 10/08/2018 tarihinde açıldığı, eser sözleşmesinden kaynaklı alacaklar eserin teslim tarihinden itibaren beş yıl içinde zamanaşımına uğradığından ve davalı vekilince süresinde zamanaşımı itirazında bulunulduğundan davanın zamanaşımı nedeniyle reddinin gerektiği gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesiyle, müvekkili tarafından İstanbul İli, Pendik İlçesi, … Mahallesi, … ada, … parsel üzerinde devam eden, 4 blok ve bir havuzdan ibaret inşaatta mimari proje, makine projesi, elektrik projesi ve statik projesinin hazırlanması, zemin etüt projelerinin hazırlanması, performans analizinin yapılması, ısı yalıtım projeleri ve ruhsatlarının alınması işini üstlendiğini, müvekkilinin üzerine düşen edimleri yerine getirmesine rağmen davalı tarafın yapılan işin karşılığının ödemediğini, davalı tarafın davanın en başından beri, müvekkili ile arasında sözleşme olmadığını, davacının işi kooperatif nam ve hesabına yaptığını, kendisinin bu ilişkide hiçbir dahlinin bulunmadığını öne sürdüğünü, tarafların dosya kapsamındaki beyanları birlikte değerlendirildiğinde; dava dışı kooperatifin, üzerine inşai faaliyet yapılan taşınmazın sahibi olduğu, davalının müteahhit olduğu ve müvekkilinin mimarlık şirketi olup, dava konusu projenin hazırlanması ve tatbiki işini üstlendiğini belirtildiğini, görüldüğü üzere; davacı, davalı ve dava dışı taşınmaz sahibi arasında üçlü bir ilişkinin varlığının söz konusu olduğunu, davalının iddiasına göre, işin sahibinin dava dışı kooperatif olduğunu, oysa dosyadaki delillere göre davalının iddiasının aksine, işin davalı tarafından müvekkiline verildiğini, dolayısıyla davalının kooperatif nam ve hesabına iş yaptırdığının ortaya çıktığını, işin yapılması noktasında kooperatifin müvekkilini görevlendirmediğine göre dava konusu iş bakımından davalı ile kooperatif arasında vekaletsiz iş görme özelliklerini taşıyan bir ilişkinin varlığından bahsedilebileceğini, müvekkili ile davalı arasında yazılı bir sözleşme bulunmadığını, ancak davalı ile müvekkili arasında bir işin yapılmasına ilişkin mutabakat sağlandığını ve müvekkilinin talimatı davalıdan aldığının yargılama esnasında ispat edildiğini, nitekim mahkemenin de davalı ile müvekkili arasında bir mutabakat olduğuna kanaat getirdiğini, diğer ilişkinin ise, müvekkili ile taşınmazın sahibi -davalının iddiasına göre- dava dışı kooperatif arasındaki ilişki olduğunu, eğer bir eser sözleşmesi ilişkisinden bahsedilecekse müvekkili ile kooperatif arasındaki ilişkinin bu niteliklere sahip olduğunu, müvekkilinin işi ve talimatları kooperatiften değil, davalıdan aldığını, dolayısıyla davalının dava dışı kooperatif nam ve hesabına iş yaptırdığı, bu durumda “vekaletsiz iş görme” hükümleri kapsamında hareket ettiği noktasında şüphe bulunmadığını, bu nedenle bu davada taraflar arasındaki ilişkinin de vekaletsiz iş görme hükümlerine göre değerlendirilmesi gerektiğini, oysa mahkemenin hatalı bir şekilde, müvekkili ile davalı arasındaki ilişkiyi eser sözleşmesi hükümleri kapsamında değerlendirdiğini, gerek 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda, gerekse 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda eser sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların 5 senelik zamanaşımına tabi olduğunun düzenlendiğini, ancak vekaletsiz iş görme hükümlerinin uygulanacağı ihtilaflarda özel bir zamanaşımı süresinin düzenlenmediğini, genel zamanaşımı yani 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğunu, bu ihtilafta, mahkemenin davalı ile müvekkili arasındaki ilişkiyi hatalı şekilde nitelendirdiği için buna bağlı olarak zamanaşımının da hatalı şekilde tayin ve tespit ettiğini, işin teslim edildiği tarih ile icra takibinin başlatıldığı tarih dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dolmadığının açık olduğunu, ortada tamamlanan bir iş, yapılan işten menfaat sağlayan bir davalı ve yaptığı işin karşılığını alamamış bir yüklenici bulunduğunu, davalının, yapılan işten menfaat sağlamasına rağmen müvekkili ile arasındaki ilişkiyi reddetme yoluna gittiğini, Türk Medeni Kanunu’nun 2nci maddesinde yer alan “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” düzenlemesi karşısında arada yazılı bir sözleşme olmamasının arkasına sığınan davalının açıkça kötüniyetli olan bu davranışının TMK’nın 2. Maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek yerel mahkeme kararının kaldırılması için istinaf kanun yoluna başvurmuştur.Uyuşmazlık, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470. ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı yüklenici, davalı ise iş sahibidir.Davacı, davalı ile aralarında sözlü bir sözleşme akdedildiğini, bu sözleşme ile davacının yüklenici sıfatıyla İstanbul İli, Pendik İlçesi, … Mahallesi, … ada, … parsel üzerinde devam eden, 4 blok ve bir havuzdan ibaret inşaatta mimari proje, makine projesi, elektrik projesi ve statik projesinin hazırlanması, zemin etüt projelerinin hazırlanması, performans analizinin yapılması, ısı yalıtım projeleri ve ruhsatlarının alınması işini üstlendiğini ileri sürmüş, davalı yan ise; tüm savunmalarında öncelikli olarak sözleşme ilişkisini reddettiğini, taraflarına karşı dava açılamayacağını savunmuştur.Yanlar arasındaki uyuşmazlık, öncelikle taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği, davalıya husumet düşüp düşmediği ve zamanaşımı süre belirlenmesinin usul ve yasaya aykırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Husumet konusu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 116. maddesinde yer alan ilk itirazlardan olmadığından davanın her aşamasında ileri sürülebilir. Taraflarca ileri sürülmese dahi gerek mahkemece, gerekse Yargıtay’ca tarafların bu yönde bir savunmasının olup olmadığına bakılmaksızın kendiliğinden gözetilir.Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine ( fiil ehliyetine ) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi ( dava hakkı ) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Bu nedenle davanın tarafları, taraf ehliyetine sahip olmalıdır. Dava açan veya aleyhine dava açılan kişiler o davada davacı veya davalı olarak taraf sıfatına sahip değillerse, mahkemece dava konusu hakkın esası (var olup olmadığı) hakkında inceleme yapılmadan dava sıfat yokluğundan reddedilir. Taraf sıfatı (husumet) ve sıfat yokluğu, davada taraf olarak görünen kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itiraz niteliğindedir ve yargılamanın her aşamasında, isteme gerek kalmaksızın mahkemece kendiliğinden gözetilmesi zorunludur. Zamanaşımı def’i ise; alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu eksik bir borç haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, bu savunmanın yerinde olması hâlinde hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davalı yanca tüm aşamalarda sözleşme ilişkisi inkar edildiği halde, mahkemece ne ara kararında ne de gerekçeli kararda davalıya husumet düşüp düşmediği konusu üzerinde durularak bu konuda olumlu yada olumsuz bir karar verilmeden, davalı yanın zamanaşımı def’inin değerlendirilmesi sonucu davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul hukukuna aykırı olmuştur.Zira; eldeki davada davalının pasif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığının tespiti zamanaşımı def’i yönünden önem taşımaktadır. Davacı vekili aşamalarda verdiği beyan dilekçelerinde ve istinaf dilekçesinde, davacı, davalı ve dava dışı taşınmaz sahibi arasında üçlü bir ilişkinin varlığının söz konusu olduğunu, işin davalı tarafından müvekkiline verildiğini, dolayısıyla davalının kooperatif nam ve hesabına iş yaptırdığının ortaya çıktığını, işin yapılması noktasında kooperatifin müvekkilini görevlendirmediğine göre dava konusu iş bakımından davalı ile kooperatif arasında vekaletsiz iş görme özelliklerini taşıyan bir ilişkinin varlığından bahsedilebileceğini, müvekkili ile davalı arasında yazılı bir sözleşme bulunmadığını, ancak davalı ile müvekkili arasında bir işin yapılmasına ilişkin mutabakat sağlandığını ve müvekkilinin talimatı davalıdan aldığının yargılama esnasında ispat edildiğini, vekaletsiz iş görme hukuksal nedenine dayanan davalarda uygulanması gereken zamanaşımı süresinin de 5 yıl olmayıp, 10 yıl olduğunu belirtmiştir.Yapılan bu açıklamalar ışığında; husumetin varlığı dava şartı olup, gerek mahkemece gerekse Dairemizce re’sen dikkate alınması ve dava şartına ilişkin olguların itiraz ve def’ilerden önce karara bağlanması gerektiğinden, mahkemece öncelikle davada davalının pasif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda değerlendirme yapılması, davalı yanın pasif husumet ehliyetinin bulunduğunun tespiti halinde ise, davacı yanın davada vekaletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiğine yönelik itirazlarının tartışılması sonucu olaya uygulanması gereken zamanaşımı süresinin tespit edilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi dosya kapsamına göre usul ve yasaya aykırı olmuştur.Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile usul ve yasaya uygun bulunmayan yerel mahkeme kararının 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kaldırılarak yukarıda açıklanan şekilde inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi için dosyanın yerel mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE, 2-İstanbul Anadolu 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 24/01/2022 tarih, 2019/38 Esas, 2022/58 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,3-Dosyanın Dairemiz kararına uygun şekilde inceleme yapılarak yeniden bir karar verilmek üzere yerel mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4-Davacı tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde kendisine İADESİNE,5-Davacı tarafça yapılan istinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda DİKKATE ALINMASINA,6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekâlet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince KESİN olmak üzere 10/11/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.