Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi 2021/897 E. 2021/656 K. 30.03.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
15.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/897
KARAR NO: 2021/656
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 21. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 02/12/2019
NUMARASI: 2019/1212 Esas, 2019/168 Karar,
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit
KARAR TARİHİ :30/03/2021
Taraflar arasında görülen davanın yerel mahkemece yapılan yargılaması sonucunda verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup, duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılan inceleme ve istinaf talepleriyle sınırlı olarak yapılan değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili, taraflar arasında İstanbul ili, Bahçelievler ilçesi, … sitesi, … ada, … parselde yapılacak inşaat nedeniyle halihazırda inşaat alanında bulunan eski binanın yıkımı ile ilgili 01.03.2019 tarihinde sözleşme imzalandığını, sözleşmeden sonra davalı tarafça yıkım işlerine başlandığını, davalı tarafın inşaat ve yıkım talimatlarına uymaması nedeniyle davacı şirkete belediyece idari para cezaları kesildiğini, uyarıya rağmen davalı tarafın özensiz çalışmaya devam ettiğinden fesih ihbarı gönderdiklerini, davalının işi yarım bırakarak inşaat alanını terkettiğini, davalının alacak iddiası ile İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra takibi başlattığını ve kesinleştiğini, sözleşme gereğince davalının davacıya geri dönüşüm ve hurda demir için ödeyeceği miktarın 550.000,00 TL olduğunu, davalı tarafça müvekkiline 300.000,00 TL ödenip bakiye 250.000,00 TL’nin ödenmediğini, idari para cezasının 13.945,00 TL olduğunu, davacının davalı taraftan bakiye alacağının 263.945,00 TL olduğunu, şantiye sahasında kalan molozun temizletildiğini ve buradaki hurda demirin 69.020,00 TL olduğunu, davacı alacağından mahsubu halinde davacının bakiye alacağının 194.925,00 TL olup, moloz ve hurda demirlerinin toplatılması ve yüklenmesi ile sahanın tesfiyesi işlemleri için ödenen 20.000,00 TL’nin eklenmesi halinde davacı alacağının 214.925,00 TL olacağını, buna göre sunulan belgelerden davacının davalıdan alacaklı olduğunun görüleceğini belirterek, öncelikle İİK 72 uyarınca icra takibinin teminatsız veya teminat mukabilinde durdurulmasına, davacı şirketin davalıya borçlu bulunmadığının tespitine, icra takibinin iptali ile davalı aleyhinde kötüniyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, davanın menfi tespit istemine ilişkin olduğu, davacı vekiline 6325 Sayılı Yasanın 18/A-(2) bendi uyarınca arabulucuğa ilişkin son tutanağın ibrazı için verilen sürede tutanağın ibraz edilmediği, menfi tespit davalarının da zorunlu arabuluculuk kapsamında olduğu, davacının arabuluculuğa başvurmadan doğrudan dava açtığı gerekçesiyle davanın TTK’nun 5/A., 6325 sayılı Kanunun 18/A-2., HMK’nın 114/2 ve 115/2. maddeleri uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde, davanın eda hükmü içermeyip tespite ilişkin olduğunu, alacak veya tazminat davası olmadığından zorunlu arabuluculuk kapsamında bulunmadığını belirterek, kararın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir. 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK’nın “Dava şartı olarak arabuluculuk” başlıklı 5/A maddesinde “Bu Kanun’un 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” hükmü düzenlenmiştir. 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/a maddesinin 1.fıkrasında “İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır.” aynı maddenin 2. fıkrasında ise “Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” denilerek zorunlu arabuluculuğa tabi davalarda bu şartın gerçekleşmemesi halinde davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. TTK’nın 5/A maddesi metni göz önüne alındığında, zorunlu arabuluculuğun “ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri” yönünden dava şartı olarak öngörüldüğü düşünülebilir ise de, anılan maddede “talep sonucu” olan alacak ve tazminat istemlerine değil “dava konusuna” vurgu yapılarak, “konusu bir miktar paranın ödenmesi olan davalar” için dava şartı olan arabuluculuğun öngörüldüğünü belirtmek gerekmektedir. Alacak ve tazminat davaları yanında, menfi tespit davalarının da konusu bir miktar paranın ödemesine ilişkindir. Bu husus, alacak ve tazminat davalarında bir miktar paranın ödenmesi olarak tezahür ettiği gibi, menfi tespit davalarında ise bir miktar paranın ödenmemesi olarak ortaya çıktığından konu itibariyle menfi tespit davasının da dava şartı olan zorunlu arabuluculuk kapsamında kaldığının kabulü gerekir. Zira, kanun koyucunun amacı, uyuşmazlıkların yargı önüne gelmeden, taraflar arasında bir arabulucu vasıtasıyla görüşmeler yapılmak suretiyle, daha hızlı ve kesin olarak çözülmesi ve bu çözüm yolunun olabildiğince geniş uyuşmazlık ve dava türlerine uygulanmasıdır. Bu amaç göz önüne alındığında, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan menfi tespit davalarında da zorunlu arabuluculuğa başvurmanın dava şartı olduğu sonucuna varılmaktadır. Aksinin kabulü halinde kanun koyucunun amacına aykırı yorum yapılmış olacağından, bu yorum tarzı hukuka uygun düşmeyecektir. Kaldı ki, İİK’nın 72/1. maddesinde “Borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını tespit için menfi tespit davası açabilir”, 72/6. Maddesinde “Borçlu, menfi tesbit davası zımmında tedbir kararı almamış ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.” 72/7.maddesinde “Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını istiyebilir.” hükmü düzenlenmiş olup, bu hükümler göz önüne alındığında da, menfi tespit davasında alacaklının icra takibi ile elde etmek istediği para alacağı bakımından borçlu olunmadığının tespiti; paranın ödenmek zorunda kalınması halinde ise istirdat davasına dönüşerek bu bir miktar paranın geri alınması söz konusu olmaktadır. TTK’nın 5/A maddesinde belirtilen bu “bir miktar para alacağının” taraflardan hangisine ait olduğu önem taşımamaktadır. Bu nedenle, “bir miktar paranın tahsili” istemli alacak veya tazminat davası ile “bir miktar para borcu bulunmadığının tespiti” istemli menfi tespit davasının “aynı bir miktar paraya ilişkin” olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Tüm bu açıklamalar göz önüne alındığında, konusu bir miktar para borcu olan alacak ve tazminat davaları gibi, menfi tespit davasında da zorunlu arabuluculuğa başvurmanın dava şartı olarak düzenlendiği sonucuna varılmaktadır. TTK’nın 5/A maddesinde zorunlu arabuluculuğun “Bu Kanun’un 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalarda” uygulanacağı hükme bağlanmıştır. TTK’nın 4. Maddesine göre “Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın; maddenin a, b, c, d, e, f bentlerinde sayılan hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Davanın zorunlu arabuluculuğa tabi olması için aynı zamanda ticari dava olması da gerekmektedir. Taraflardan birinin tacir olmadığı ve uyuşmazlığın tarafların ticari işletmesiyle ilgili bulunmadığı, TTK’nın 4. maddesinde sayılmayan davalarda dava şartı olarak zorunlu arabuluculuğa başvurulması gerekmeyecektir. (Bkz. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi’nin 04/12/2019 tarih ve 2019/2103 esas, 2019/1517 karar sayılı kararı) Somut olayda, davacı tarafça, davalının başlattığı icra takibi yönünden davalıya borçlu olunmadığının tespitine karar verilmesi istenmektedir. Taraflar arasındaki dava menfi tespit davası olup, her iki taraf da tacir olduğundan TTK’nın 5/A maddesi gereğince, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/a-2 maddesi gereğince davacının, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, “son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği” ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Dosya kapsamına göre, mahkemece gönderilen muhtıraya rağmen davacının verilen kesin süre içinde arabuluculuk son tutanağını dosyaya sunmadığı anlaşıldığından yerel mahkemece davanın arabuluculuk dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi yerinde olmuştur. Açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzeni gözetilerek yapılan istinaf incelemesi sonucunda, dosya kapsamına, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenler ve ileri sürülen istinaf sebeplerine göre, mahkeme kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1. bendi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerden; 1-İstanbul 21. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 02/12/2019 tarih ve 2019/1212 esas, 2019/168 karar sayılı kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmamasına göre, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan REDDİNE, 2-İstinaf harçları peşin alındığından ayrıca harç alınmasına yer olmadığına, 3-Davacı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından davalı yararına vekâlet ücreti takdirine yer olmadığına, Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın 361.maddesi gereğince tebliğden itibaren 2 hafta izinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere 30/03/2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.