Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi 2018/1799 E. 2021/355 K. 23.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
15.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1799
KARAR NO: 2021/355
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 19/03/2018
NUMARASI: 2016/441 Esas, 2018/193 Karar
DAVANIN KONUSU: İtirazın iptali
KARAR TARİHİ: 23/02/2021
Taraflar arasında görülen davanın yerel mahkemece yapılan yargılaması sonucunda verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup, duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılan inceleme ve istinaf talepleriyle sınırlı olarak yapılan değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, taraflar arasında düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye iş bedeli alacağının tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali talebine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine dair verilen karara karşı, davacı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacılar vekili, yapımcılığını davalı şirketin üstlendiği, “…” logolu televizyon kanalında yayınlanan “…” isimli programın dekorlarının müvekkili tarafından yapıldığını, taraflar arasındaki iş ilişkisine istinaden kararlaştırılan dekorun eksiksiz bir şekilde tamamlanarak davalı şirkete teslim edildiğini ve verilen hizmet karşılığında davalı-borçlu şirkete fatura kesilerek tebliğ edildiğini, davalı-borçlu şirketin, fatura bedellerinin bir kısmını ödediğini ancak bakiye fatura borcu olan 24.506,00TL’lik meblağı ödemediğini, bunun üzerine alacağın tahsili amacıyla İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı takip dosyası üzerinden davalı-borçlu şirket aleyhine ilamsız icra takibi başlatıldığını ancak davalı-borçlu şirketin haksız itirazı üzerine takibin durdurulduğunu ileri sürerek itirazın iptaline, takibin devamına ve icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, davacı tarafça iddia edilenin aksine müvekkili şirkete tebliğ edilen herhangi bir fatura bulunmadığını, talep edilen bedelin var olmayan bir ticari ilişkiye dayandırıldığını, müvekkili şirketin faturalardan ilk defa bu dava ve takip neticesinde haberdar olduğunu, müvekkili şirketin ticari defter ve kayıtları incelendiğinde bu hususun açıklığa kavuşacağını savunarak davanın reddine ve davacı hakkında kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, fatura ile ilgili olarak; dosyada davacı tarafında kesilmiş bir fatura bulunmadığı gibi davacı tarafça takip konusu faturanın davalıya tebliğ edildiğine dair herhangi bir delil sunulamadığı, BA-BS formu bakımından da dosyada mevcut BS kayıtları incelendiğinde BA karşılığı olmadığı şeklinde form üzerinde yazım olduğu, ticari defterle ilgili olarak; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) hükümlerine göre: mahkemenin, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine karar verebileceği, ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının birbirini doğrulamış olması şartının arandığı, bu şartlara uygun olarak tutulan ticari defter ve kayıtların sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması ve defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin delillerle ispatlanmamış olması gerektiği, açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamayan ticari defter kayıtlarının, sahibi aleyhine delil olduğu, karşı taraf defterleri incelenmediği takdirde, dayanan tarafın kendi defterindeki kayıtların lehe delil olmasının mümkün olmadığı, davalı ticari defterleri üzerinde bilirkişi tarafından yapılan inceleme sonucunda, davalı defterlerinde davalının davacıya borçlu olduğuna dair herhangi bir kayıt olmadığının tespit edildiği, davacı tarafından ticari defterler yerine mali veriler adı altında bir takım belgelerin incelemeye esas olmak üzere sunulduğu, davacı mali verilerinde alacaklı olarak görünüyor ise de davalı defterlerinin davacı mali verileri ile uyumlu olmaması, kaldı ki bu mali verilerin TTK anlamında ticari defter olarak kabulünün mümkün olmaması ve faturanın tebliğinin de ispat edilememiş olması, BS formu bakımından vergi dairesinden gelen formda BA karşılığının olmadığının yazılmış olması, davacı tarafından edimin yerine getirildiğinin dosyada mevcut delillerle ispat edilememiş olması, mahkeme nezdinde davanın kabulüne dair beyan olmaması karşısında, davacı tarafın davalıdan alacaklı olduğunu ispatlayamadığının anlaşıldığı, davacı vekili tarafından ibraz edilen 26.05.2017 tarihli dilekçenin konu kısmında, HMK’nın 176. maddesi gereğince dava dilekçesinin ıslah edildiği ile alacağın davalı şirketten tahsil talebi yazılmış olmasına karşın dilekçe sonundaki netice-i talep kısmında bu sefer dava dilekçesinin ıslah edildiği ancak itirazın iptalinin talep edildiği, davacı tarafın dilekçesi incelediğinde, davasını tahsil talepli mi? yoksa aynı davaya devam edilerek daha sonra ortaya çıktığı iddiası ile ticari defterlerinin incelenmesi amacıyla mı? yaptığı HMK anlamında bir tavsife oturmayan talebi anlaşılamamakla; HMK’nın 176.madde uyarınca ıslahın ancak “tarafların yapmış oldukları usul işlemleri” için söz konusu olabileceği, mahkemece ticari defterlerin ibrazı konusunda HMK’nın 220-222. madde gereğince ihtaratlı kesin süre verilip, aynı zamanda 15/02/2017 tarihli duruşmada davacı vekiline tebliğinin yapıldığı, davacı tarafça incelemeye esas olacak ticari deftlerin süresinde ibraz edilmediği, bunun yerine inceleme için mali veriler adı altında bir takım belgelerin ibraz edildiği, verilen süre kesin olduğu, bu sürenin karşı taraf bakımından usuli kazanılmış hak doğurup, mahkemeyi de bağladığı, mahkemece yapılmış bir işlemin HMK’nın 176. maddesine sokulmak suretiyle taraf işlemi gibi gösterilip, yeninden delil sunulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine, takip yapmakta davacının kötü niyetli olmadığı kanaatine varıldığından 2004 sayılı İİK md. 67/2 gereğince icra-inkar tazminatı verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesiyle, davalı şirketin takibe itirazı üzerine açılan itirazın iptali davasında, taraf defter kayıtları üzerinde inceleme yapılmasına karar verildiğini, taraflara ilgili yıllara ait taraf defter kayıtlarının ibrazı için kesin süre verildiğini, ne var ki, davaya konu faturaların kayıtlı bulunduğu 2010 yılı defter ve kayıtlarının, müvekkilinin bağlı bulunduğu Maslak Vergi Dairesi’ne incelenmek üzere teslim edildiğini, fakat vergi dairesince yapılan inceleme sonrasında bu defter ve kayıtların kaybolduğunu ve kayıtlara ulaşılamadığından defter kayıtlarının mahkemeye ibraz edilemediğini, tarafların mevcut defter kayıtları üzerinde yapılan inceleme neticesinde hazırlanan bilirkişi raporuna taraflarınca itiraz edildiğini ne var ki, davalı tarafından itiraz dilekçeleri ekindeki belgelere ve açıklamalara, “davanın ve savunmanın genişletilmesine muvafakatlarının bulunmadığı” gerekçesiyle itiraz edildiğini, bunun üzerine, 26/05/2017 tarihli dilekçeleri ile, davanın tamamen ıslah edilerek yeni bir dava dilekçesi verildiğini ve davalının başından bu yana reddettiği hususların ispatı zımnında, bizzat davalı ve vekilinin kesin delil niteliğini haiz mahkeme içi ikrarları, mahkeme kararları ve vergi dairesi’nde olduğu için bulunamayan ve ibraz edilemeyen, ancak sonrasında bulunan müvekkili şirket defter kayıtlarının delil gösterilerek bilirkişi incelemesi talep edildiğini, mahkemece “tamamen ıslah” işlemi doğrultusunda, yeni dava dilekçesindeki delillerin toplanılması ve bu deliller değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken, taraflarınca yapılan ıslah işleminin, “davalının usuli kazanılmış hakkı olduğu ve mahkemenin ara kararından dönmesinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle dikkate alınmadığını, ve davanın reddine karar verildiğini, davanın tamamen ıslahı davacıya tanınan bir hak olup, tamamen ıslah durumu, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektirdiğini, tamamen ıslaha ilişkin verilen dilekçeyle, yeni delil ileri sürülebilmesinin mümkün olduğunu, yerel mahkemenin gerekçesinin aksine, 26/05/2017 tarihli ıslah dilekçelerinin netice-i talep kısmında; ıslah talepleriyle birlikte, icra takibine yapılan hukuka aykırı itirazın iptali ve davalı borçlu aleyhine icra inkar tazminatına hükmedilmesi taleplerinin çok net bir şekilde ifade edildiğini, keza, mahkemenin 12/03/2018 tarihli celsede yaptığı “davanın ıslah yoluyla alacak davasına dönüştürüldüğü” şeklindeki hukuki tespite, 15/03/2018 tarihli dilekçe ile itiraz edildiğini, davanın itirazın iptali davası olduğu, davanın HMK’nın 176. madde uyarınca tamamen ıslah edildiğinden yeni delil sunma haklarının bulunduğu belirtilerek, konuya ilişkin yargıtay içtihatlarının sunulduğunu, tüm bu açıklamalara ve hakimin taleple bağlı olduğuna ilişkin kanun maddesine rağmen, mahkemece hukuk dışı tespitlerle gerekçeli kararda dilekçelerinin anlaşılamadığı belirtilerek yine hukuka aykırı şekilde ıslah taleplerine itibar edilmeksizin davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasalara aykırı olduğunu, davanın ve savunmanın genişletilmesi yasağının istisnası olan ıslah durumunda, kesin süre içerisinde ibraz edilmeyen deliller dahi ileri sürülebilmekteyken, yerel mahkemenin ıslah prosedürünün dışına çıkarak, amacı aşar şekilde bu durumu “mahkemenin ara kararından dönmesi” şeklinde değerlendirmesinin açıklanır bir tarafı bulunmadığını, davacı şirkete, faturalara konu hizmetin verildiği ve faturalara konu malların teslim edildiği hususunun, ıslah dilekçeleri ile sunulan ve kesin delil niteliğini haiz olan “davacı vekilinin bizzat mahkeme içi ikrarları” ve de bu ikrarlar doğrultusunda verilen ceza ve hukuk olmak üzere farklı mahkeme kararlarıyla sabit olduğunu, bunların 26/05/2017 tarihli ıslah dilekçeleri ekinde sunulan Çumra Cumhuriyet Başsavcılığı’na bizzat davalı şirket vekili tarafından verilen dilekçe ve bu dilekçe doğrultusunda açılan ve Çumra Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/271 Esas sayılı dosyası üzerinden görülen dava ve Çumra Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/410 Esas sayılı dava dosyası olduğunu, … isimli programında, yarışma esnasında yarışmacı …’ın başına gelen yaralamalı kaza nedeniyle, bu kişi tarafından davalı şirket … ve programın yayınlandığı … televizyonunun yetkilileri aleyhine Çumra Cumhuriyet Savcılığı’nın 2010/920 Soruşturma dosyası üzerinden suç duyurusunda bulunulduğunu, davalı şirket vekili Av. … tarafından, Çumra Cumhuriyet Savcılığı’na verilen 25/10/2010 tarihli dilekçeyle, “…” isimli programda meydana gelen yaralamalı kazayla ilgili savcılığın istemiş olduğu bilgilerin bildirildiğini, işbu dilekçede; “…” adlı yarışma programının yapımcısının davalı şirket … olduğu, yarışma dekorunun yapımı, uygulaması, kurulumu, kontrolünü yapan kişinin ise müvekkili … olduğunun bizzat davalı şirket vekili tarafından belirtildiğini, davalı şirket vekilinin savcılığa müvekkilinin yarışma programındaki dekorları yapan ve teslim eden kişi olduğunu bildirmesi üzerine, savcılık tarafından müvekkil aleyhine iddianame düzenlenerek dava açıldığını, Çumra Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/271 E. sayılı dosyası üzerinden görülen davanın 14/09/2012 tarihinde karara bağlanarak, yarışma programında dekorun ve malzemelerin müvekkili tarafından hazırlanması ve kazaya sebebiyet vermesi gerekçe gösterilerek cezalandırılmasına karar verildiğini, keza, aynı kaza nedeniyle, müvekkil, … ve … aleyhine maddi manevi tazminat davası açıldığını, Çumra Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/410 Esas sayılı dosyası üzerinden görülen davadan 08/06/2016 tarihli karar ile davalı …’in iş sahibi ve yüklenici olduğu, müvekkili …’ün meydana gelen olayda set-dekor ve malzeme temininde bulunarak kurulumunu gerçekleştirdiği hususlarının tespit edildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiğini, görüldüğü üzere, müvekkilinin, davalı şirketin yapımcılığını üstlendiği yarışma programında, yarışma dekorunun yapımı, uygulaması, kurulumu, kontrolünü yapan kişi olduğu ve huzurdaki davaya konu faturalardaki hizmeti verdiği – malları teslim ettiği hususunun gerek davalı şirket vekilinin beyanları, gerek kesin delil niteliğini haiz mahkeme içi kesin ikrarları, gerekse mahkeme kararlarıyla sabit olduğunu, davalı şirketin bahsi geçen davaların yargılamaları esnasında müvekkilinin işbu yarışma programının dekorlarını- kurulumlarını yapan teslim eden kişi olduğunu ikrar edip, huzurdaki davada ise dava konusu faturaların içeriğini oluşturan herhangi bir ticari ilişkinin gerçekleşmediğini iddia etmesi beyanlarının gerçek dışı olduğunu ve de davalının kötü niyetini ortaya koyduğunu, resmi evrak niteliğini haiz işbu belgeler doğrultusunda mahkemece müvekkilinin faturalara konu hizmeti verdiğinin kabulü ve bu doğrultuda davanın kabulüne karar vermesi gerekirken, mahkemece ıslah dilekçeleriyle sunulan tüm bu deliller değerlendirilmeksizin davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, davaya konu faturaların, müvekkili firma defter kayıtlarına işlenmiş olduğu ve müvekkilinin alacaklı olduğu hususlarının, müvekkilinin ticari defter ve kayıtları incelendiğinde ortaya çıkacağını, vergi dairesinden celp edilen dosyada mübrez BS formları dahi faturaların defter kayıtlara işlendiğini kanıtladığını, tüm bu hususların, vergi dairesinde kaybolması nedeniyle inceleme esnasında ibraz edilemeyen ancak yargılama esnasında bulunan davaya konu faturaların kayıtlı bulunduğu 2010 yılı defter ve kayıtlarının incelenmesi neticesinde ortaya çıkacakken, mahkemece ıslah taleplerinin yukarıda açıklandığı üzere hukuka aykırı şekilde reddedildiğini ve ıslah dilekçelerinde talep edilen bilirkişi incelemesinin yapılmadığını, kaldı ki, dava dosyasından yapılan inceleme esnasında bulunamaması nedeniyle 2010 yılı defterleri yerine, 2010 yılı kebir, envanter ve yevmiye defterlerine ilişkin hesap ekstreleri-mali kayıtların ibraz edildiğini, ibraz edilen 2010 yılı kayıtlarında davaya konu faturaların müvekkili defter ve kayıtlarına işlendiğinin net bir şekilde görüldüğünü, 2010 yılından devreden bakiye borcun, 2011 yılı defter ve kayıtlarında da görüldüğünü, incelemeye esas olmak üzere dosyaya ibraz edilen 2011 yılı kebir, envanter ve yevmiye defterlerine ilişkin hesap ekstreleri-mali kayıtlarında da bu durumun rahatlıkla görüldüğünü, yine, 2010 yılı 7. ve 8. aylara ilişkin bs formlarından, davalı şirket adına kesilen toplam 6 adet faturanın (kdv hariç) defter kayıtlarına işlendiğinin net bir şekilde görülmesine rağmen, mahkemenin bu kayıtları dahi dikkate almayarak ve hatalı yorumlayarak davanın reddine ilişkin karar vermesinin usul ve yasalara aykırılık teşkil ettiğini belirterek, yerel mahkeme kararının kaldırılması için istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Uyuşmazlık, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470. ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı yüklenici, davalı ise iş sahibidir. Davacı yüklenici tarafından davalı iş sahibi hakkında, İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün …Esas sayılı dosyasından 6 adet faturaya istinaden 24.506,00 TL bakiye iş bedeli alacağı ve 16.112,62 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 40.618,62 TL’nin tahsili için 14/04/2015 tarihinde ilamsız takip yapıldığı, davalının itirazı üzerine takibin durdurulduğu anlaşılmaktadır. Davacı tarafın icra takibine konu ettiği faturalar; 12/07/2010 tarihli, …, … sıra numaralı, 13.924,00TL bedelli fatura, 24/07/2010 tarihli, Seri A, … sıra numaralı, 1.770,00TL bedelli fatura, 02/08/2010 tarihli, Seri A, … sıra numaralı, 1.416,00TL bedelli fatura, 09/08/2010 tarihli, Seri A, … sıra numaralı, 1.416,00TL bedelli fatura, 10/08/2010 tarihli, Seri A, … sıra numaralı, 11.564,00TL bedelli fatura ve 11/08/2010 tarihli, Seri A, … sıra numaralı, 1.416,00TL bedelli faturadır. Dosya kapsamında bulunan ve mali müşavir … tarafından hazırlanan 13/03/2017 tarihli bilirkişi raporunda; davacı tarafça mahkemeye sunulan 2011 yıllarına ait, adi kâğıda yazılmış mali verilerin ticari defter vasfina haiz olmadığı, ibraz edilen mali verilerin ticari defter vasfına haiz olması için; gerçek kişilerde adı soyadı, tüzel kişilerde unvanı, iş adresi; iş veya meslekin nev’i, defterin nev’i, defterin kaç sayfadan ibaret olduğu, defterin kullanılacağı hesap dönemi, defter sahibinin bağlı olduğu vergi dairesi, tasdik tarihi; tasdik numarasının yazılı olması, tasdiki yapan makamın resmi mühür ve imzasının bulunması ve tüm ticari defter yapraklarım noter mühürü ile onaylanması ve yevmiye numarası tüm sayfalara yazılması gerektiği, davacı tarafça ibraz edilen mali verilerin adi kâğıda yazıldığı ve ticari defter şartlarını taşımadığı, bu hali ile ibraz edilen bilgilere itibar edilemeyeceği, ibraz edilen davalı defterlerinin de 2010 yılına ait envanter defterinin kapanış tasdikinin yapılmadığı, 2011 yılına ait yevmiye ve envanter defterlerinin kapanış tasdiklerinin yapılmadığı, bu nedenle sahibi lehine delil vasfını taşımadığı, ibraz edilen defterlerde davalının davacıya borcunun bulunmadığı belirtilmiştir. Davacı vekilinin istinaf dilekçesindeki ıslah dilekçesi ile yeni delil bildirilmesine rağmen mahkemece, davalı tarafın muvafakati olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu yönündeki itirazı yönünden yapılan incelemede; davacı yanca taraflar arasında aktedilen eser sözleşmesinden kaynaklı bakiye iş bedelinin tahsili talebiyle eldeki davayı açtığı, mahkemenin 29/04/2016 tarihli tensip tutanağının 7 nolu ara kararı gereğince 15/06/2016 tarihli delil listesini dosyaya sunduğu, delil listesinin 9 numaralı maddesinde ticari defter ve kayıtlara dayandığı, mahkemece 15/02/2017 tarihli oturumda 2 nolu ara karar ile ,”taraf itirazları alacağın varsa faiz başlangıç oranının ticari defter ve kayıtlar üzerinde değerlendirme yapılması için dosyanın resen seçilen bilirkişi …’ya tevdiine, … davacı vekiline dava konusu alacakla ilgili müvekkilinin ticari dayanak ve belgelerinin bilirkişi incelemesinin yapılacağı 10/03/2017 günü 14.00 da mahkememiz Yazı işleri müdürlüğünde hazır etmesi ihtaratına, bu kesin mehil içinde ticari defter ve kayıtlarının hazır etmezse HMK 220/222 maddeleri gereğince ticari defterlere dayanma delilinden vazgeçmiş kabul edileceğinin ihtaratına (davacı vekiline ihtarat yapıldı)” şeklinde karar oluşturulduğu görülmektedir. Mahkemece 15/02/2017 tarihli oturumda oluşturulan ara kararla dosya bilirkişiye gönderilmiş, hazırlanan raporda, inceleme esnasında, davacı tarafından 2010-2011 yıllarına ait mali verilerin ibraz edildiği, ancak bu belgelerin ticari defter vasfını taşımadığı, davalı şirket defter ve kayıtlarının kapanış tasdiklerinin yapılmadığı ve davalı şirketin ticari defterlerinin davalı şirket lehine delil vasfını taşımadığı, keza davaya konu faturaların davalı şirket defter kayıtlarında yer almadığı, dava konusu faturalarda yazılan hizmetlerin-malların davalıya teslimi hakkında dosya kapsamında somut delil olmadığı, davacının davasını ispat edebilmesi için, davaya konu faturalardaki hizmetin veya malın davalı şirkete teslim edildiğinin ispat etmesi gerektiği hususları tespit edilmiştir. Davacı vekili 11/04/2017 tarihli dilekçesi ile, davaya konu faturaların kayıtlı bulunduğu 2010 yılı defter ve kayıtlarının, müvekkilinin bağlı bulunduğu Maslak Vergi Dairesi’ne incelenmek üzere teslim edildiğini, fakat vergi dairesince yapılan inceleme sonrasında bu defter ve kayıtların kaybolduğunu, bu kayıtlara bugüne kadar ulaşılamadığını, bu nedenle inceleme esnasında 2010 yılı defterleri yerine, 2010 yılı kebir, envanter ve yevmiye defterlerine ilişkin hesap ekstreleri-mali kayıtların ibraz edildiğini, ibraz edilen 2010 yılı kayıtlarında davaya konu faturaların müvekkili defter ve kayıtlarına işlendiğinin net bir şekilde görüleceğini belirtmiş, dilekçenin sonunda yeni delil olarak Çumra Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilen şikayet dilekçesi sureti, Çumra Cumhuriyet Başsavcılığı’na bizzat davalı şirket vekili tarafından verilen dilekçe sureti, Çumra Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/271 Esas, 2012/410 Karar sayılı ilamı, Çumra Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/410 Esas, 2016/394 Karar sayılı ilamına dayanmıştır. Mahkemece 15/05/2017 tarihli oturumda, 1 nolu ara karar ile ” Davacı vekilinin delil listesinde hukuk ve ceza dosyasına ilişkin kayıtların olmadığı, mahkememizce 21/11/2016 tarihli celsede HMK 140/5 maddesi gereğince dilekçesinde bildirilen delillerin henüz sunmadıkları belgelerin mahkemeye sunması için kesin mehil verildiği, buna rağmen delil listesinde bildirdikleri kamu ve özel kurum kuruluşlara yazılacak müzekkere ile neyi kastetdikleri hangi kuruma ilişkin delille dayandıklarını bildirmedikleri, mahkeme dosya numaralarını bildirmedikleri, kesin mehile rağmen bu sürede Çumra Sulh Ceza Mah ve Asliye Hukuk Mah’ne ilişkin dava dosya numaraları ve dosyalarının bildirmediği, bilirkişi incelemesi sonrasında 11/04/2017 tarihli dilekçede bu dosya numaralarını bildirdikleri bu dosyalara ilişkin de davalı vekilinin muvafakati olmayışı dikkate alınarak, yeni delil değerlendirme imkanı olmadığı anlaşıldığından mahkeme dosyalarının celbi talebinin reddine,” şeklinde karar oluşturulmuştur. Bunun üzerine davacı vekili dosyaya 26/05/2017 tarihli ıslah dilekçesi sunarak; Çumra Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilen şikayet dilekçesi sureti, Çumra Cumhuriyet Başsavcılığı’na bizzat davalı şirket vekili tarafından verilen dilekçe sureti, Çumra Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/271 Esas, 2012/410 Karar sayılı ilamı, Çumra Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/410 Esas, 2016/394 Karar sayılı ilamı, Çumra Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/271 Esas sayılı dosyası ve içerisindeki tüm belgeler, Çumra Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/410 Esas sayılı dosyası ve içerisindeki tüm belgeler , İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı takip dosyası, davaya konu faturaların 2010 defterlerine işlendiğine ilişkin, 2010 yılı 7. Ve 8. Aylara ilişkin Bs formlarının celbi konusunda müzekkere yazılmasını talep etmiş, böylelikle, ıslah yolu ile yeni delil bildirilmiş, mahkemece yeni delil olarak bildirilen ceza dosyalarının celbi için müzekkereler yazılması yönünde ara karar oluşturulmuştur. Mahkemece, 12/03/2018 tarihli oturumda, ıslah yolu ile davanın alacak davasına dönüştürüldüğü yönünde tespit yapılmış, aynı oturumda davalı vekilince ıslah işlemine muvafakat edilmediği bildirildiğinden, gelecek celse sözlü yargılamaya geçileceği hususu taraf vekillerine ihtar edilmiştir. Davacı vekili 15/03/2018 tarihli dilekçesiyle, tamamen ıslah yetkisine sahip vekaletnamesini ibraz ederek, davanın tamamen ıslahından sonra davacı müvekkiline ait ticari defter ve kayıtların bulunmuş olması, ticari defter ve kayıtların delil listesinde bulunması ve bu ticari defter kayıtlara ilişkin dosyada daha önce herhangi bir bilirkişi incelemesi yapılmamış olması nedeniyle, öncelikle bilirkişi incelemesi taleplerinin reddine ilişkin ara karardan rücu edilmesi ve davanın tamamen ıslahı doğrultusunda müvekkilinin defter ve kayıtlarının incelenmesi için dosyanın bilirkişiye tevdiini talep etmiştir. Mahkemece 19/03/2018 tarihli oturumda, davalı vekilinin yeni delil ikamesine muvafakat etmediği yönündeki beyanı üzerine, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir. O halde, dava konusu uyuşmazlıkta tartışılması gereken husus; ıslah dilekçesi ile yeni delil ikamesinin mümkün olup olmadığı hususudur. Bu aşamada “ıslah” kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır. HUMK’nun 83. ve ardından gelen maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiş; 83.maddede, davanın her iki tarafının da, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; 84.maddede, ıslahın tahkikata tabi olan davalarda tahkikatın, tahkikata tabi olmayan davalarda ise yargılamanın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Sonraki hükümler, ıslahın şekline ve sonuçlarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Bilindiği üzere, ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Eş söyleyişle, ıslah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur (YİBK’nun 04/02/1948 gün ve E:1944/10, K:1948/3; HGK’nun 16/03/2005 gün ve E:2005/13-97, K:150 sayılı ilamları). Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu bir gerçek olduğuna göre, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir (Kuru:a.g.e., s.4035; HGK’nun 14.3.2007 gün ve E:2007/2-99, K:141 sayılı ilamı). Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında, ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi, elbetteki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyeti taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin de ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz (HGK’nun 14.01.1953 gün ve E:1/8, K:3;14.3.2007 gün ve E:2007/2-99, K:141 sayılı ilamları). Konuyla ilgisi bakımından HUMK’nun 202 ve 482.maddelerine de değinmek gerekir. Anılan Kanunun 202. maddesi;”Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur. Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez. Ancak ıslah haliyle 186 ncı madde hükmü müstesnadır.” hükmünü içermektedir. Yukarıda belirtilen madde metninden anlaşılacağı üzere, davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra, savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; eş söyleyişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi yasağı” veya “savunmayı genişletme yasağı” olarak adlandırılan bu yasağın istisnaları da aynı maddede gösterilmiştir. Bunlar; davacının muvafakati, ıslah ve müddeabbihin temlikidir. Az yukarıda değinildiği üzere, “savunmanın genişletilmesi yasağı”nı düzenleyen HUMK. 202.nci maddenin 3.fıkrasında, ıslahla savunma sebeplerinin genişletilebileceği veya değiştirilebileceği açıkça belirtilmiştir. HUMK’nun 202.maddesinin 3.fıkrasında “Ancak ıslah hali…müstesnadır” ifadesi yer aldığına göre, ıslah yolu ile savunmanın genişletilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. Islah kurumu, gerçekten iyiniyetli ve fakat davayı açarken veya dava sırasında istemeyerek hatalı davranan veya durumu iyi değerlendiremeyen taraflar bakımından yararlı bir yoldur. Ne var ki, ıslah kötüniyetli tarafın amaçları için de “kullanılmaya” açık olup; bu olgu, ıslah kurumuna gölge düşürecek niteliktedir. Buna paralel olarak, ıslah belirtilen yararlarına karşın, davanın uzamasına da neden olabilir. Kanunkoyucu bu gibi sakıncaları da düşünerek, ıslahı sıkı koşullara bağlamaya çalışmıştır. İşte, HUMK’nun 23.01.2008 tarih ve 5728 Sayılı Kanunun 11.maddesi ile değişik 90.maddesi, bu sakıncayı gidermeye yönelik bir hükümdür. Anılan 90.madde; “Islahın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötüniyetli düşüncelerle yapıldığı deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ıslahı dikkate almadan karar verir. Ayrıca, mahkemece kötüniyetle ıslaha başvurana, karşı tarafın bu yüzden uğradığı bütün zararlarının tazmininin yanı sıra ikiyüz Türk Lirasından beşyüz Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre, ıslah hakkının salt olarak karşı tarafı rahatsız etmek veya davayı uzatmak gibi kötü bir amaçla kullanıldığı, delillerle veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, bu durumda ıslahı hiç yapılmamış gibi kabul edip; ıslah öncesindeki hukuki durumu dikkate alarak bir karar vermelidir. Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için, ıslaha başvuranın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi bir amacı bulunmalıdır. Kanun, karşı tarafın kötü amacını “gibi” kelimesini kullanarak geniş bir yorumla ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Islah yoluna başvuran tarafın, kötüniyetle davrandığının kesin isbatı gerekmez. Mahkemeye, bu konuda geniş bir takdir hakkı tanınmıştır. Dava dosyasında ıslah yoluna başvuran tarafın, kötüniyetinin bulunduğunu gösteren belirtilerin bulunması, 90.maddenin uygulanması için yeterlidir. Nitekim, anılan madde hükmünde geçen “belirtilerle anlaşılırsa” ibaresi bu durumu teyit etmektedir. Anılan madde hükmü, TMK.nun 2.maddesinde ifadesini bulan “dürüstlük kuralı” nın özel bir düzenlemesi niteliğinde olup; davada dürüstlük kuralı çerçevesinde ele alınmalıdır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 04.02.1948 gün ve E:1944/10, K:1948/3 sayılı kararın gerekçesinde, “iyi niyet sahibi olan taraflar” , “iyiniyetli tarafın” denilmek suretiyle, davada dürüstlük kuralına vurgu yapılıp; ıslah kurumunun bu çerçevede değerlendirilmesi halinde amacına ulaşacağı belirtilmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun 06/04/2011 tarih, 2010/9-629 Esas, 2011/70 Karar sayılı ilamı) Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece, davacı tarafın, davalı yanın muvafakatine bağlı olmaksızın, yeni delil ikamesi için başvurduğu ıslah müessesinin, davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötüniyetli düşüncelerle yapıldığına ilişkin delil veya bu yönde herhangi bir belirtiye rastlanmadığı kabul edilerek, HMK’nın 176.maddesi gereğince ıslah dilekçesinde yazılı ceza dava dosyaları ile Maslak Vergi Dairesi’nce kaybedilip bulunduğu belirtilen davacı yan ticari defterleri celp edilerek, defterler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken, ıslah ile davanın niteliğinin değiştirildiği ve buna davalı tarafın muvafakati olmadığı şeklindeki yanlış değerlendirme ile davacı tarafın ticari defterleri celp edilmeksizin, sadece davalı defterleri üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan rapora itibar edilerek davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi isabetsiz olmuştur. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile usul ve yasaya uygun bulunmayan yerel mahkeme kararının 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kaldırılarak yukarıda açıklanan şekilde inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi için dosyanın yerel mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE, 2-İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 19/03/2018 tarih, 2016/441 Esas, 2018/193 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA, 3-Dosyanın Dairemiz kararına uygun şekilde inceleme yapılarak yeniden bir karar verilmek üzere yerel mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4-Davacı tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde kendisine İADESİNE, 5-Davacı tarafça yapılan istinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda DİKKATE ALINMASINA, 6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekâlet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince KESİN olmak üzere 23/02/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.