Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2023/445 E. 2023/676 K. 13.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2023/445
KARAR NO: 2023/676
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/12/2022
NUMARASI: 2022/339 E. – 2022/856 K.
DAVANIN KONUSU: Alacak
Taraflar arasındaki alacak ve tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle mahkemenin görevsizliğine dair verilen karara karşı, asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Asıl davada davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 2011 Ocak-2012 Ağustos arasında bir süre çalıştığı … Hiz. Tic. AŞ’de … isimli yazılımın geliştirilmesinden ve projelerinden sorumlu teknik danışman olarak çalıştığını, bu şirketin … isimli yazılımı dışındaki tüm değerleri ve işleri ile 2016 yılında başka bir şirkete satılınca, bu şirketin kurucu ortakları … ve … tarafından … AŞ’nin kurulduğunu, diğer şirket çalışanları gibi müvekkilinin de iş sözleşmesi davalı bu şirkete aktarıldığını, gerek önceki şirket gerekse sonra kurulan davalı şirkette partner manager, yazılım geliştirmeden sorumlu genel müdür yardımcısı pozisyonlarında çalıştığını, davacı müvekkilinin ülkede, Rusya’da, ABD’de ve birçok ülkede … şirketi adına satış ve entegrasyon süreçlerini yürüttüğünü, … isimli yazılımın bütün aşamalarına hakim olan müvekkilinin şirkette kalmasını sağlamak ve en başından beri yaptığı katkıları da devam ettirmesi amacıyla 2017`de ve 2018’de, şirkete yapılacak yatırımlardan prim verilmesi amacıyla müvekkil ile davalı şirket arasında çeşitli prim sözleşmeleri imzalandığını, aynı şekilde 16.08.2018 tarihinde ”… Çalışan Blok Satış Sözleşmesi”nin akdedildiğini, ilgili sözleşme ile kilit çalışanın …’ın hisselerinin yatırımcıya satışı durumunda alacağı ücretlerin belirlenmesi konulu olduğunu, müvekkilinin 2021 yılının Kasım ayında haksız ve hukuksuz şekilde hiçbir neden öne sürülmeksizin tek taraflı olarak iş akdinin feshedildiğini, Aralık ayında açık kaynaklardan ve ticaret sicil gazetesinden davalı şirket …’ın hisselerinin … (…) isimli şirkete satıldığının öğrenildiğini, şirket yöneticileri ile yaptığı görüşmelerle de bu satışın sadece doğrulandığını, satışa ilişkin bir bilgi verilmediğini, mezkur satış işlemi dolayısıyla davacı müvekkilinin bu satıştan doğan alacaklarının ödenmediğini, müvekkilinin ihtarnameler ve arabuluculuk görüşmeleri ile iyi niyetli ve yapıcı şekilde alacağını tahsil etmeye çalıştığını, ancak sonuç alamadığını, sözleşmede belirtilen primin davacıya ödenmediğini, davacının zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik, 1.000,00 EURO (15.744,00 TL) alacağın hisse satış tarihinden itibaren işleyecek döviz mevzuat faizi ile birlikte davalılardan müteselsil sorumluluk ilkesi uyarınca tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Asıl davada davalılar vekili, savunmasında özetle; davacının dayandığı ”… Çalışan Blok Satış Sözleşmesi” isimli bir dokümanı referans gösterdiğini, bu sözleşmedeki ifadeler, imzalar ve sözleşme tarihinin el yazısı ile doldurulmuş olması, sözleşmenin sıhhati konusunda büyük şüphe uyandırdığını, dosyaya sunulan sözleşme fotokopi olduğundan tüm bu unsurlar bir arada değerlendirildiğinde sözleşmenin aslının dosyaya sunulması gerektiğini, sözleşmede müvekkili …’ın şahsi imzasının olmadığını, …’ın hisse satışından elde ettiği herhangi bir menfaatinin olmadığını, davacıya karşı da herhangi bir taahhüt altına girmediğini, müvekkili şirketin … ortaklarının geçerli bir edim taahhüdünün bulunmadığını, sözleşmenin imza amacını taşınan süreçlerin hiçbirinin tamamlanmadığını, sözleşmenin ölü doğduğunu, yetkisizlik itirazının kabulüyle davanın usulden reddini, davacının Türkiye’de mutad meskeninin bulunmaması nedeniyle davacı tarafın teminat yatırmasına karar verilmesi gerektiğini, asıl davanın haksız olduğunu savunarak, asıl davanın reddini istemiştir. Karşı davada davacı vekili, karşı dava dilekçesinde özetle; davacı-karşı davalının faaliyetleri nedeniyle müvekkili şirketin zarara uğradığını, davalı-karşı davacının performans düşüklüğü olduğunu, … ürününün geliştirilmesinde katkısı olmadığını, bu nedenlerle şirketteki çalışmasının sona erdiğini, çalışmasının sona ermesinin ardından davalı-karşı davacının, müvekkili şirkete ait tüm ticari verileri, ticari sırları, rakip verilerini, satış verilerini, satış stratejilerini, pazarlama stratejilerini, kaynak kodlarını ve şirkete ait akla gelebilecek her türlü kritik bilgiyi şirket sisteminden çıkararak kendi uhdesinde depoladığını, davalının 27.09.2021 tarihinde gerçekleştirdiği işlemleri şirket bulut sisteminde depolandığını, tüm bilgileri kopyalayarak harici bir ortama aktardığını, söz konusu bilgilerin, gizli kalması gereken birçok kurumsal bilgi içerdiği için bu bilgilerin dış ortama aktarılmasıyla birlikte müvekkili şirketin telafisi imkansız ticari ve mali büyük bir kayba uğrama riski altına girdiğini, davacının bu eylemlerinin yaptırılan mahkeme tespiti ve resmi bilirkişi raporuyla sabit olduğunu, karşı davalının imzaladığı taahhütnamelerde yer alan kuralların özellikle yazılım sektöründe faaliyet gösterdiğinden en net şekilde farkında olduğunu, yaptıklarının aynı zamanda suç teşkil edeceğini bildiğini, karşı davalının, bu durumun ortaya çıkmayacağını düşünerek şirketin tüm sırlarını bilerek ve isteyerek şirket dışına çıkardığını, davacı-karşı davalının faaliyetleri nedeniyle müvekkil şirket … A.Ş’nin uğradığı zararların, kayıpların, mahrum kaldığı proje bedellerinin ve şirketin belirsiz alacağının bilirkişi marifetiyle ya da resen zararın tespiti gerektiğini ileri sürerek, dava değeri ve talep arttırım hakları saklı kalmak kaydıyla HMK 107.maddesi uyarınca arttırılmak üzere şimdilik 1.000 USD’nin (17.370,00 TL) dava tarihinden itibaren işleyecek dolar-döviz kuruna kamu bankalarınca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davacı-karşı davalıdan alınarak karşı davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Asıl davada davacı-karşı davada davalı vekili, savunmasında özetle; davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Huzurdaki dava asıl dava ve cevap dilekçesi ile süresinde açılan karşı davaya yönelik olduğundan; asıl ve karşı dava yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir. Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir. Bilindiği üzere, dava şartlarının neler olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114. maddesinde belirtilmiş olup, anılan düzenlemenin 1. bendinin (c) alt bendinde mahkemenin görevli olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup bir dava ancak görevli mahkemece incelenebilir. Mahkeme her şeyden önce görevli olmalıdır. Görevsiz mahkemede açılan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerekir (Pekcanıtez, H./ Özekes, M./ Akkan, M./ Korkmaz, H.T.: Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 930). (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/(6)3-979 Esas, 2021/759 Karar sayılı ilamı) Bu itibarla, öncelikle görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğunun tespit edilmesi, başka bir anlatımla somut olay bakımından Mahkememizin görevli olup olmadığının değerlendirilmesi zorunludur. Bu kapsamda davalı tarafın görev ve yetkiye ilişkin itirazlarının dosya kapsamındaki evraklar uyarınca bu celse karar verilmesi mümkün olmadığından HMK m.163 uyarınca ön sorun olarak ele alınmasına karar verilmiştir.
Asıl Dava Yönünden Yapılan İnceleme Asıl davada davacı … tarafından, 16/08/2018 tarihli “… Çalışan Blok Satış Sözleşmesi” “isimli sözleşme kapsamında satış primi alacağının tahsiline yönelik olarak davasını …, … Ve …’ne öncelikle yöneltmiş; devamında ise davacı vekilince 01/11/2022 tarihli talep dilekçesi ile 25.10.2022 tarihinde duruşma yapılmış, duruşma zaptının (1) numaralı ara kararında davalı … şirketine tebligat yapılamadığından ötürü tebliğe yarar adresinin tarafımızca bildirilmesine karar verildiği, Davalı … şirketine ait tebliğe yarar adres tarafımızca tespit edilemediği, İşbu sebeple davalı … şirketinin dosyadan tefrik edilerek ayrı bir dosya üzerinden bu şirketle ilgili gerekli usuli işlemlerin yapılmasına karar verilmesine yönelik talep karşısında; davalılardan … (…) yönünden tefrikine karar verilerek yargılama işlemlerine bu davalı 2022/833 Esas sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Davacı …’ın; … Ve …’ne yöneltmiş olduğu dava yönünden mahkememizin görevli olup olmadığının irdelenmesi gerekmiştir. Bu haliyle uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesine göre, iş mahkemelerinin görevi “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi”dir. İşçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 1. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, 4. maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, işverenler ile işveren vekillerine ve işçilerine, çalışma konularına bakılmaksızın bu Kanunun uygulanacağı belirtilmiştir. Kanunun 2. maddesinde bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi ile tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar işveren olarak tanımlanmıştır. İşçi ve işveren sıfatları aynı kişide birleşemez. Yasanın 8. maddesinin birinci fıkrasına göre iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş görme ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici öğeleridir.İş sözleşmesini eser ve vekâlet sözleşmelerinden ayıran en önemli ölçüt bağımlılık ilişkisidir. Her üç sözleşmede, iş görme edimini yerine getirenin iş görülen kişiye (işveren-eser sahibi veya temsil edilen) karşı ekonomik bağımlılığı vardır. İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukukî-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukukî bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirir. İşçinin işverene karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini, işçinin işverenin talimatlarına göre hareket etmesi ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin ölçüt teşkil etmez. İşçinin işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi yaratıcı gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı) İş Kanununa tabi genel müdür olarak çalışanların aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olmaları halinde kişi-organ statüsünü taşıyıp taşımadıklarının araştırılması gerekir. Genel müdürün organ sıfatını kazanmaksızın yönetim kurulu üyesi olması halinde, “genel müdürlük görevi” sebebiyle iş ilişkisinin devam ettiği sonucuna varılmalıdır. Buna karşın şirketi temsil ve ilzama yetkili kişi-organ sıfatı kazanılmışsa, işçi ve işveren sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden iş ilişkisinin bulunmadığı kabul edilmelidir. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı) Dosya kapsamı itibariyle davacı gerçek kişinin davalı şirkette herhangi bir tescil edilmiş yönetim kurulu üyeliği ve/veya ticari temsilci/vekil sıfatı bulunmamaktadır. Kaldı ki davacının bu yönde bir sıfatı olması halinde dahi görevli mahkemenin tespitine yönelik yine ayrıca değerlendirme yapılması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanununun 319. maddesine göre, anonim şirketler yönünden yönetim ve temsil yetkisinin yönetim kurulu üyelerine bırakılması halinde, bu kişi veya kişiler kişi-organ sıfatını kazanır. Şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılmazlar. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı) Ticari temsilci olan, genel müdür veya müdür ile tacir olan kişi arasında çıkan uyuşmazlıkların iş ilişkisi olması halinde uyuşmazlığın 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/1. maddesi yollaması nedeni ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca iş mahkemesinde görülmesi gerekir. Zira anılan 5. maddede açıkça ayrı düzenleme yoksa ticari davanın ticaret mahkemelerinde görülmesi gerektiği belirtilmiştir. 5521 sayılı kanun ayrı düzenleme öngörmüştür. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı) Davacı … davalılardan … bünyesinde 01.07.2015 tarihinden 14.06.2019 tarihine kadar SGK kayıtlı çalışan olarak görünmektedir. Davacının talebi, 16/08/2018 tarihli “… Çalışan Blok Satış Sözleşmesi” “isimli sözleşme kapsamında satış primi alacağının tahsiline yönelik alacak davası niteliğindedir. İlgili sözleşme hükümlerinin incelenmesinde; davacıya herhangi bir aracılık yükü yüklenmeksizin çalışma süresi boyunca ve sonrasında davalılardan … şirketinin hisse devirlerinden satış primi olarak yüzdesel bir gelir elde etmesine yönelik anlaşma yapıldığı anlaşılmaktadır. İlgili dayanak sözleşme tarihinde davacının SGK kayıtlı çalışan sıfatının bulunduğu sabit olup, işçinin ücreti alacağının yanı sıra dönemsel, kesin ya da satış üzerinden yüzdesel ya da farklı bir şekilde belirlenmiş bir satış primine hak kazanacak şekilde iş sözleşmesinin devamı pekala mümkündür. Davacının SGK kayıtlı olarak işçi olduğu bir dönemde, 16/08/2018 tarihli “… Çalışan Blok Satış Sözleşmesi” “isimli sözleşme kapsamında satış primi alacağının tahsiline yönelik davanın mutlak ticari dava niteliği bulunmamaktadır. Zira davada taraflar arasında bir anonim şirket hisse devrinin varlığı, geçerliliği ya da devir bedelinin ödenmesine yönelik bir ihtilaf da yoktur. Anonim şirket hisse devrinde elde edilmesi muhtemel kazancın hissesi devre konu olan şirketin yasal ortak veya temsilcisi olmayan çalışanına satış primi borcunun olup olmadığına ilişkindir. 6102 sayılı TTK kapsamında şirket çalışanlarına ödenecek huzur hakkı benzeri herhangi bir para borcu da düzenlenmiş değildir. Nispi ticari dava yönünden ise mahkememizce davacı … ve davalılardan Fahri hakkında ayrıca yazılan müzekkere cevaplarına göre bu kişilerin de ayrıca tacir vasfı dahi bulunmamaktadır. Davacı … tarafından dava … Ve …’ne birlikte yöneltilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57. maddesinde “ihtiyari dava arkadaşlığına” yer verilmiş, 166/4. maddesinde “davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantının varsayılacağı” hükme bağlanmıştır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde ise “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde aralarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” düzenlemesine yer verilmiştir. Davalılardan … işveren konumunda olmasına karşın; davalı … 16/08/2018 tarihli “… Çalışan Blok Satış Sözleşmesi”nde şirketin temsilcisi olarak imzası bulunan kişi konumundadır. Hukuk tekniği ve şekli dava teorisi açısından huzurdaki davada …’ne yönelik talep hakkında işçinin prim alacağı talep edildiğinden İş mahkemelerinin görevli olduğu noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır.Buna karşın davacının …’a yönelik talebi hakkında tarafların tacir konumu bulunmadığından genel görevli Asliye Hukuk mahkemeleri görevlidir. Ancak birden fazla davalıya yönelik aynı hukuki ilişkiden dolayı yöneltilen talepler hakkında davalılardan biri yönünden özel görevli mahkemenin görevli olması halinde diğer davalılar yönünden de bu mahkemenin görevli olacağını kabul etmek gereklidir. Zira bu tür hallerde uyuşmazlığın temelini oluşturan hukuki ilişkinin niteliğine göre görevli mahkemenin belirlenmesi bir zorunluluktur. (davalı sigorta şirketi yönünden Asliye Ticaret Mahkemesi, SGK yönünden Asliye Hukuk Mahkemesi, …. Şirketi yönünden tüketici mahkemesi görevli olduğu gözetilerek bütün talepler yönünden ihtilafın özel mahkeme olan tüketici mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekliliği hakkında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesinin 2021/1753 Esas, 2022/46 Karar sayılı ilamı) Her ne kadar davalılar vekilince beyan dilekçesi ile taraflar arasındaki ilişkinin komisyon ilişkisi olduğuna yönelik beyanda bulunulmuş ise de 6098 Sayılı TBK’nın 532 vd maddelerindeki düzenlemeye göre komisyon sözleşmesi, ücret karşılığında kendi adına ve vekalet verenin hesabına kıymetli evrak ve taşınırların alım satımını üstlendiği sözleşmedir. Somut olayda, taraflar arasındaki sözleşme içeriğinde davacı çalışan herhangi bir aracılık faaliyeti yüklenmediği gibi, satış primi ödemesi herhangi bir hizmet karşılığı olarak düzenlenmiş görünmemektedir. Bu haliyle çalışan konumundaki davacının faaliyetinin aracılık faaliyeti olduğundan bahsetmek sözleşme içeriğine göre mümkün değildir.Nihayeten asıl dava yönünden mahkememizin görev alanının ticari dava ile sınırlı olması, tacir konumu olmayan kişilerin ticari amaçla faaliyette bulunmalarının uyuşmazlığı ticari dava haline getirmeyeceği; tacir, ticari iş, ticari işletme ve ticari davanın birbirleri üzerinden tanımlanan ancak farklı kavramlar oldukları; işveren şirketin hisse satışından çalışanı konumundaki davacıya satış primi ödemesine ilişkin anlaşmanın ticari dava niteliğinde bulunmadığı sabittir. Bu haliyle görev hususu kamusal nitelikte bulunduğundan ve davanın her aşamasında değerlendirilebilecek olduğundan, davacı ile davalı arasında bağımlılık unsuru taşıyan bir hizmet ilişkisinin varlığı sabit olduğundan, davacının çalışma ve sözleşme döneminde SGK kaydı bulunduğundan, davacının davalılar ile arasında pazarlama konusunda ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmakla, huzurdaki dava davacı gerçek kişinin hizmet sözleşmesi kapsamında davalılardan şirket bünyesinde işçi konumunda olduğu da gözetilerek HMK 114/1-c ve HMK 115/2 madde hükümleri uyarınca mahkememizin görevsizliği nedeniyle dava şartı yokluğundan asıl davanın usulden reddine, görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğunun tespitine, karar verilmiştir.
Karşı Dava Yönünden Yapılan İnceleme Karşı davada davacı konumunda … şirketi olup, davalı olarak yalnızca … gösterilmiştir. Karşı dava dilekçesinin incelenmesinde; davanın davalı …’un çalışma döneminde karşı davacı … zarara uğratan faaliyetleri nedeniyle tazminat davası ikame edildiği anlaşılmaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 396. Maddesi uyarınca İşçi, yüklendiği işi özenle yapmak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmak zorundadır. İşçi, hizmet ilişkisi devam ettiği sürece, sadakat borcuna aykırı olarak bir ücret karşılığında üçüncü kişiye hizmette bulunamaz ve özellikle kendi işvereni ile rekabete girişemez. İşçi, iş gördüğü sırada öğrendiği, özellikle üretim ve iş sırları gibi bilgileri, hizmet ilişkisinin devamı süresince kendi yararına kullanamaz veya başkalarına açıklayamaz. İşverenin haklı menfaatinin korunması için gerekli olduğu ölçüde işçi, hizmet ilişkisinin sona ermesinden sonra da sır saklamakla yükümlüdür. Keza kanunun Türk Borçlar Kanunu’nun 427. maddesi uyarınca “Hizmet buluşları üzerinde işçinin ve işverenin hakları, bunların kazanılması ile diğer sınaî ve fikrî mülkiyet hakları konusunda özel kanun hükümleri uygulanır. Diğer taraftan Rekabet yasağı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Genel Hizmet Sözleşmesi hükümleri içinde 444 ila 447. maddelerinde düzenlenmiştir. Bunun nedeni ise rekabet etmemenin sadakat borcunun bir gereği olmasıdır. TBK’nın 444. Maddesinde; “Fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir. Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir. İş sözleşmesinin kurulmasıyla doğan sadakat borcu, işçi tarafından işverenin çıkarlarını koruma ve gözetme borcudur. Rekabet etmeme borcu ise, iş görme ve ücret ödeme edimleri itibariyle sona eren iş sözleşmenin yürürlüğünü koruyan hükümlerinden veya taraflar arasında müstakilen düzenlenen rekabet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluktur. Taraflar iş ilişkisi devam ederken sözleşmenin bitiminden sonra işçinin rekabet etmeyeceğine ilişkin bir hükmün iş sözleşmesine konulmasını veya bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılmasını kararlaştırabilirler. Rekabet yasağının ihlaline bağlı taraflarca kararlaştırılmış olan belli bir ödemeyi öngören yaptırım, niteliği itibarıyla bir cezai şart hükmüdür. İş akdinin devamı süresince işçinin işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülüktür. Buna karşılık, taraflar iş ilişkisi devam ederken sözleşmenin bitiminden sonra işçinin rekabet etmeyeceğine ilişkin bir hükmün iş akdine konulmasını veya bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılmasını kararlaştırabilirler. İş akdi sona erdikten sonra işçinin işverenle rekabet etmeme borcu ancak böyle bir yükümlülük sözleşme ile kararlaştırıldığı takdirde söz konusu olmaktadır. (Süzek, S. İş Hukuku,Yenilenmiş 10. Baskı İstanbul 2014, S:344., YHGK. 22.09.2008 gün ve 2008/9-517 E, 2008/566 K. Sayılı ilamından. Aynı atıflar YHGK. ‘nun 21.09.2011 gün ve 2011/9-508 E, 2011/545 K ile Y. HGK. 27.02.2013 gün ve 2012/9-854 E, 2013/392 K. Sayılı ilamlarında da yapılmıştır). Karşı dava dilekçesinde açıkça yazılı bir rekabet yasağı sözleşmesinin varlığından bahsedilmediği gibi, hizmet ilişkisinin hem devamındaki hem de sonrasındaki karşı davalı fillerine zarar sebebi olarak dayanılmıştır. Oysa ki rekabet yasağına aykırılık iddiası ancak sözleşme ilişkisinin sonrası için açıkça yazılı bir sözleşme ile düzenlenebilir olup, hizmet süresindeki rekabet etmeme borcu işçinin sadakat yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi yasal bir zorunluluktur. Her ne kadar karşı davacı vekilince beyan dilekçesi ile taraflar arasındaki karşı dava temelinin haksız rekabet hükümleri olduğu beyan edilmiş ise de, karşı davalının ayrı bir ticari işletmesi olmadığı gibi SGK kayıtlı işçi konumu nedeniyle haksız rekabet iddiasının özel görünümü; sadakat borcu ya da var ise sözleşme sonrasına ilişkin rekabet yasağına aykırılık yükümlülüğüdür. Nihayeten aynı asıl dava gibi karşı davanın da ticari dava niteliği mahkememizce tespit edilebilmiş değildir. Mahkememizin görev alanının ticari dava ile sınırlı olması, tacir konumu olmayan kişilerin ticari amaçla faaliyette bulunmalarının uyuşmazlığı ticari dava haline getirmeyeceği; tacir, ticari iş, ticari işletme ve ticari davanın birbirleri üzerinden tanımlanan ancak farklı kavramlar oldukları; karşı davalının tacir konumu olmadığı, karşı davacı şirket bünyesinde çalışan konumda olduğu, açıkça TBK m.444 kapsamında bir rekabet yasağına aykırılık sözleşmesinin ya da bu yönde bir ceza-i şart talebinin bulunmaması, dava dilekçesinde iddiaların hizmet sözleşmesinin devam ettiği süresi de kapsadığı, iş akdinin devamı süresince işçinin işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülük olduğu, huzurdaki karşı davada davalı gerçek kişinin hizmet sözleşmesi kapsamında karşı davacı şirket bünyesinde işçi konumunda olduğu da gözetilerek HMK 114/1-c ve HMK 115/2 madde hükümleri uyarınca mahkememizin görevsizliği nedeniyle dava şartı yokluğundan asıl davanın usulden reddine, görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğunun tespitine, karar verilmiştir.” gerekçesiyle, HMK’nın 114/1-c, 115/2.maddeleri uyarınca dava şartı yokluğundan mahkemenin görevsizliği ile asıl ve karşı davanın ayrı ayrı usulden reddine, görevli mahkemenin asıl ve karşı dava için İstanbul İş Mahkemeleri olduğuna karar verilmiştir.Bu karara karşı, davalı- karşı davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; asıl davada taraflar arasındaki ilişkinin yalnızca ayrı ve özel bir komisyon sözleşmesinden doğduğunun iddia edildiğini, bunun komisyon ilişkisi olduğunu, uyuşmazlıkta işveren şirketin hisse satışından çalışanı konumundaki işçisine satış primi ödemesine ilişkin bir durumun söz konusu olmadığını, sözleşme hükümlerinin incelenmesinde davacıya herhangi bir işçilik sıfatı yüklenmeksizin çalışma süresi boyunca ve/ veya sonrasında … şirketinin hisse devirlerinden yüzdesel bir ödeme yapılmasına yönelik anlaşma yapıldığının iddia edildiğini, karşı davada ise davalının haksız rekabet teşkil eden davranışlarından da bahsedildiğini, bu yönde davacı tarafın ihlalinden kaynaklanan taleplerin yer aldığını, karşı davadaki taleplerinin ile davalının hizmet akdi sona erdikten sonraki dönem için haksız rekabetine ve rekabet yasağından kaynaklı uyuşmazlıklara ilişkin olduğunu,Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4/1-c maddesi gereği, görevli mahkemelerin Ticaret Mahkemeleri olduğunu, haksız rekabet olgusunun açıkça TTK’da düzenlendiğini, Yargıtay 20.Hukuk Dairesi’nin 08.06.2016 tarihli, 2016/4123 Esas, 2016/6463 Karar sayılı kararında iş akdinin sona ermesinden sonra rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise buna dayalı olarak açılacak davanın, niteliği itibariyle 818 sayılı BK’nın 348. maddesi (6098 sayılı BK m. 444) kapsamına girdiği, bu kapsamdaki davaların TTK’nın 4/1-c maddesinin açık hükmü karşısında tarafların sıfatına bakılmaksızın mutlak ticari davalardan olduğunun belirtildiğini, sonuç olarak hem asıl hem de karşı dava yönünden Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğunu, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve asıl ve karşı dava açısından ticaret mahkemelerinin görevli olduğuna, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Asıl dava, 16.08.2018 tarihli … Çalışan Blok Satış Sözleşmesi uyarınca prim alacağının tahsili istemine; karşı dava, davalı eski çalışanın haksız rekabet teşkil ettiği iddia edilen eylemleri sebebiyle doğan zararın tazmini istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş; bu karara karşı, asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Asıl davada davacı, davalı şirket bünyesinde çalışmakta iken 2021 yılı Kasım ayında iş akdinin haksız feshedildiğini, davalı şirket ile arasında daha önce imzalanan 16.08.2018 tarihli … Çalışan Blok Satış Sözleşmesi uyarınca kararlaştırılan % 5 oranındaki primin, davalı şirketin hisse satışları geçekleşmesine rağmen kendisine ödenmediğini ileri sürerek, prim alacağının tahsilini istemiştir. 16.08.2018 tarihli … Çalışan Blok Satış Sözleşmesinin incelenmesinde; sözleşmenin asıl davacı ve asıl davalı şirket arasında imzalandığı, sözleşmenin kilit çalışan olarak tanımlanan asıl davacının, davalı … şirketinin hisselerinin yatırımcıya satışı durumunda alacağı primin belirlenmesi için imzalandığı, kilit çalışana ödenecek prim ve şartlarının sözleşmede belirtildiği görülmektedir. Karşı davada davacının ise; karşı davalının kendi bünyesinde çalışırken bu çalışmasının sona ermesinden sonra haksız rekabet teşkil edecek eylemleri nedeniyle tazminat isteminde bulunduğu görülmektedir. Dosya kapsamına göre asıl davacının, asıl davalı şirket bünyesinde iş akdi ile çalışırken davalı şirket tarafından 19.11.2021 tarihinde iş akdinin feshedildiği, asıl davacının bu sebeple İstanbul 32.İş Mahkemesinin 2022/185 Esas sayılı dosyası ile işçilik alacaklarının tahsili için davalı şirkete alacak davası açtığı, mahkemenin 2022/199 Karar sayılı kararı ile İstanbul Anadolu İş Mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verildiği, bu kararın istinaf edilmesi üzerine, İstanbul BAM 25.Hukuk Dairesinin 01.06.2022 tarihli ve 2022/1182 Esas, 1077 Karar sayılı kararı ile davalının istinaf isteminin esastan reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır. 25/10/2017 tarihli ve 30221 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun m. 5(1)-a hükmü uyarınca iş mahkemeleri; 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemi adamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı TBK’nın İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin dava ve işlere bakar.Dosya kapsamı, tarafların karşılıklı gönderdiği ihtarnameler, İstanbul BAM 25.Hukuk Dairesinin 01.06.2022 tarihli ve 2022/1182 Esas, 1077 Karar sayılı kararı uyarınca asıl davacının, asıl davalı şirket nezdinde iş akdi ile çalıştığı, iş akdinin 19.11.2021 tarihinde feshedildiği konusu uyuşmazlık dışıdır. Asıl davacının iş akdi devamı sırasında asıl davalı ile akdettiği … Çalışan Blok Satış Sözleşmesi uyarınca alacak talebinde bulunduğu, asıl davacı ile asıl davalı şirket arasında davalı şirketin direktifi altında çalıştığı, taraflar arasındaki temel ilişkinin işçi ile işveren ilişkisi olduğu, yukarıda yer verilen yasa hükümleri uyarınca asıl davada iş mahkemelerinin görevli olduğu görülmektedir. Karşı davada ise davacı taraf, iş akdi ile kendi bünyesinde çalışan karşı davalının rekabet yasağına aykırı hareket ettiği iddiasına dayalı olarak tazminat isteminde bulunmuştur. Karşı davada davacı, karşı davalı işçinin hizmet akdinin devamı sırasında ticari sırları edindiğini, hizmet sözleşmesi kapsamında rekabet yasağının ve dolayısıyla hizmet sözleşmesinin ihlal edildiğini ileri sürerek talepte bulunmuştur. Bu nedenle karşı dava yönünden de iş mahkemelerinin görevli olduğu ve mahkemece görevsizlik kararı verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1 maddesi gereğince dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekili tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının Hazineye gelir kaydına, 3-Asıl davada davalılar-karşı davada davacı vekili, tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine, 5-Dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi.13.04.2023
KANUN YOLU: HMK’nın 362/1.c maddesi uyarınca, karar kesindir.