Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2023/221 E. 2023/1195 K. 12.07.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2023/221
KARAR NO: 2023/1195
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 19/10/2022
NUMARASI: 2021/670 E. 2022/709 K.
DAVANIN KONUSU: Sözleşmenin İptali
Taraflar arasındaki ticari şirket kuruluş sözleşmesinin iptali ve ortaklık sıfatının baştan itibaren kaldırılması davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalının müvekkilinin eşi olduğunu, 18.03.2015 tarihinde evlenseler de ilişkilerinin çok daha önceye dayandığını, davalının önceki eşinden 12.03.2015 tarihinde, üzerinde kayıtlı olan ve ilk eşinden oğlu … adına kayıtlı ancak aslen davalıya ait taşınmazları ve diğer taşınmazları tamamen eski eşine devrederek boşandığını, o tarihte davalının elinde … AŞ’deki %50 ortaklığının kaldığını, tek gelir getiren malvarlığının bu şirket hisseleri olduğunu, davalının, bu şirket ortaklığı sebebiyle ortağı …’nın kendisine 01.07.2015 tarihinde sözleşme imzalatarak kendisinin unutkanlığından faydalanmak suretiyle tüm malvarlığını bedelsiz olarak üzerine geçirdiğini, bunun dışında şirkette haberi olmadan bir takım sözleşmeler ve evraklar imzalattıklarını, bazı kredi sözleşmelerine şahsi kefalet imzası verdiğini, bunları hatırlamadığını, yaptığı bu sözleşmelerden çok pişman olduğunu ve aile malvarlıklarının bu yolla tükendiğini, tamamen eski ortağının başını derde sokacak işlere bulaştırdığı ve kendisinin hastalık derecesinde unutkanlık problemi çektiği gerekçesi ile müvekkilinin iradesini fesada uğratarak kendisi hakkında vesayet davası açılması ile imza yetkisinin kısıtlanması yolu ile daha evvel imza ettiği sözleşme ve taahhütlerden bu yolla kurtulmayı amaçladığını, bu esnada da eski ortağı … ve … AŞ aleyhine onlarca dava ve icra takibi açarak bahsettiği sözleşmelerin de feshini talep ederek hak arama girişimine başladığını, tüm bu nedenlerle müvekkilinin eşi davalının beyanlarına ve samimiyetine güvenerek eşi hakkında İstanbul Anadolu 2.Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açarak davalının arada unutkanlığı olduğundan bahisle kısıtlanmasını talep ettiğini, hemen akabinde aynı dava dosyasına davalının verdiği bilgi ile ilk eşinden olan çocukları …, … ve …’ün müdahale talebinde bulunarak babalarına vasi tayin edilmek istediğini, bu dilekçelerinde açıkça davalının iş ortağı …’yı arayarak “beni bu kadından kurtar” şeklindeki yakarışının açıkça yazılmış olduğunu, taraflar arasındaki dayanışma ve muvazaayı bugün itibariyle anlamlı kıldığını, bu vesayet dava dosyasına müdahale talepli dilekçeyi sunanın aynı zamanda … vekili de olan avukat … olduğunu, bu avukatın … AŞ ile … vekili olarak davalı … aleyhine onlarca dava ve icra takibi yürütmekle beraber daha da ileri giderek …’ün boşandığı eşi … vekili olarak İstanbul 14.Aile Mahkemesinin 2016/2020 Esas sayılı dosyası ile … aleyhine dava açan avukat olduğunu, bu avukatın bir yandan …’ün İstanbul Anadolu 2.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2018/1137 Esas sayıl vesayet dosyasında kısıtlanması ile diğer yandan … aleyhine İstanbul Anadolu 14. Aile Mahkemesinin 2016/1020 Esas sayılı dosyasında müvekkilleri …’ün iradesini yanıltarak, mal kaçırmak için muvazaalı işlemler yaparak bu nedenle mal rejiminden kaynaklanan hakkı olan … AŞ hisselerini gizlediğini ve boşanmaya ikna ettiğini iddia ettiğini, bu dava dosyasının tarafların muvazaalı işlemlerinin tespiti ve ispatı için önemli olduğunu, müvekkilinin açtığı vesayet dava dosyası devam ederken davalının, … AŞ ve eski ortağı … ile 19.01.2017 tarihli protokolü imzaladığını, davalının bu protokolü imza etmeden evvel müvekkiline, 18.01.2017 tarihli “Muvafakatname” isimli belgeyi imza ettirerek diğer protolün taraflarınca istendiğini ve evli oldukları için yasal bir koşul olduğunu ileri sürdüğünü, eşine bağlı olduğu aşk ve sevgi duygusu nedeniyle asla şüphelenmeyen müvekkilinin davalının bu talebini yerine getirerek 18.01.2017 tarihli belgeyi imza ettiğini, davalıya verdiğini, davalının diğer davalılar aleyhine açtığı tüm dava ve icra dosyalarından feragat ettiğini, tüm kazanımlarından tek taraflı olarak adeta vazgeçtiğini, 19.01.2017 tarihli protokolün konularından birinin de taraflar arasındaki 01.07.2105 tarihinde imzalanan ve müvekkili ile davalının evlilik içi dönemine rastgelen bu kazanımlardan her nedense tek taraflı olarak ve karşılıksız olarak haklarından feragat etmesi olduğunu, 19.01.2017 tarihli protokol incelendiğinde dikkat edilmesi gereken en önemli hususun, davalının halihazırda … AŞ’nin %50 ortağı olarak … AŞ’nin o dönemki malvarlığının yarısının zaten sahibi olması olduğunu, ancak19.01.2017 tarihli protokol gereği sadece … AŞ üzerinde kayıtlı … AŞ’nin hastane binasının yarısının mülkiyetini alarak diğer tüm haklarından ve malvarlığından tek taraflı olarak feragat ettiğini, aynı Protokol’ün 3.5 maddesi ile aynı zamanda diğer başkaca şirketlerde ( … Tic. A.Ş. İle … Anonim Şirketi ) sahip olduğu tüm hisseler ve haklarından karşılıksız feragat ettiğini, 19.01.2017 tarihli protokolün muvazaa-kesin hükümsüzlük sebebi ile ortadan kaldırılması ve verilenlerin geçmişe şamil olarak hak sahiplerine iadesine ilişkin müvekkilince davalılar aleyhine İstanbul 22.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/ 612 Esas sayı ile dosyası ile dava açıldığını, yargılamanın devam ettiğini, davalının kendinin kısıtlanması için müvekkilinin iradesini yanıltarak 08.08.2016 tarihinde İstanbul Anadolu 2.Sulh Hukuk Mahkemesinde vesayet davası açtırdığı gibi hem de bu davayı açtırdığı gün ilk eşinden olan oğlu …’e aile şirketleri olan …- … Ltd. Şti. nezdindeki şirket hisselerini devrettiğini, davalının ardından vesayet davasına ilk eşinden olan çocuklarının müdahil olmasını sağlattığını, akabinde 19.01.2017 tarihli sözleşme ile de tapu kaydı üzerine tescil edilen hastane binasının yarısının kirasını alabilmek için müvekkilini ikna ettiğini, ilk eşi …’ün kendisi aleyhine mal rejimi tasfiyesi davası açtığını, bu dava dosyasından hesapları ile tüm malvarlığına tedbir kararı aldırdığını, bu nedenle aylık kira bedelini vekaletname ile eşi olan davacı müvekkilinin üzerinden yapması gerektiğini belirttiğini, davalının müvekkilinin güvenini sağlamak adına imza ettiği ekli belgeleri verdiğini, 19.01.2017 tarihli sözleşmenin imza edilmesinden evvel birçok borç taahhüdünde bulunduğunu, bu borçlarını ödemek için bir aile şirketi kuracağını aile şirketi kurulana dek bu hayatta sadece müvekkili olan eşine güvendiğini ve onun üzerinden kira bedellerinin tahsilini sağlayıp borçlarını ödeyeceğini belirttiğini, müvekkilinin de eşi davalıya güvendiğini ve vekaletname ile 01.02.2017 tarihli kira sözleşmesinin tarafı olmayı kabul ettiğini, davalı kira bedellerini uzun süre müvekkilinin üzerinden tahsil ettiğini, davalının bu şekilde 7-8 ay müvekkilinin adına yatırılan kira bedelini kendi şoförü ve para taşımada kullandığı elemanı üzerinden nakden çekimini yaptırarak bahsettiği borçlarını ödediğini beyan ettiğini, 24.03.2017 tarihinde davaya konu … Sağlık Ltd. Şirketini kurduğunu, müvekkilini de bu şirketin %90 hissedarı yaptığını, müvekkilinin ev hanımı olduğunu, iki kız çocuğunun okul işleri ve sınavları ile ilgileneceğini belirtmesine rağmen davalının müvekkili davacıyı ikna ettiğini,davalının … Hizmetleri Ltd. Şti.’ni hemen kurduktan sonra şirket adına sahip olduğu hastane binasını ayni sermaye olarak koyacağını ve hissesinin bu aşamadan sonra büyüyeceğini akabinde müvekkilinin hissesinin de sembolik kalacağını, hayatta başka kimseye güvenmediğini bir süre daha idare etmeleri gerektiğini, borçları bitince rahat edip müvekkilini şirketten çıkaracağını, onun yerine oğlu ile ortak devam edeceğini belirttiğini, müvekkiline de sahip olduğu hastane binasının ayni sermaye olarak tescilinin sağlanacağı hususunda tespit davası açtığını, işlem tamamlanınca ticaret sicil müdürlüğünce yapılacak işlemle müvekkilinin hissesinin çok küçük ve sembolik olacağını beyan ederek işlemlere devam ettiğini, davalının sonuç olarak bu süreçte şirket adına kira bedellerinin tahsilini şirket üzerinden sağlattığını, elden ödemeleri alarak borçlarını ödediğini iddia ettiğini, bu esnada müvekkiline de 16.01.2017 tarihli “Taahütname” 18.01.2017 tarihli “Muvafakatname” , 04.12.2018 tarihli” Taahütname ve Borç Kabul Senedi “belgelerde bahsettiği borçlarını ödemek için kredi çektirdiğini, müvekkilinin evlilik öncesi kendi şahsi taşınmazlarının ipotek edilmesine neden olduğunu, bu aşamada da şirketin kamu borçlarını da ödemekten imtina ettiğini, tüm hileli işlemleri ile müvekkilinin iradesini fesada uğrattığını, davalının bir şekilde ilk eşinden olan kızı … ile tüm hukuki iş ve işlemleri öyle bir gerçekleştirmiş ki müvekkilinin halen hukuki konu ve olayları anlayamadığını, davalının davalaştığı eski ortağı …’nın avukatı olan … ile kızı olan vasisi sayesinde aynı safa geçip hukuki işlerini ortak yürüttüklerini, davalının kızı ve vasisi eli ile müvekkili sanki hileli işlemler ile kendisine zarar vermiş gibi yargı mercilerine lanse ederek bir anda akıl zayıflığı olan eşini dolandıran kişi ilan edilmiştir. İstanbul Anadolu 4.Ağır Ceza Mahkemesinin 2020/318 Esas sayılı dosyasında 6 ay gibi kısa bir sürede yapılan yargılama ile müvekkilinin davaya konu … Tic. Ltd. Şirketini kurduğu için eşini dolandırdığı hususunda suçlu ilan edildiğini, bunun üzerine müvekkilinin hemen İstanbul Anadolu 2.Sulh Hukuk mahkemesinin 2018/1137 Esas sayılı dava dosyasına sundurduğu dilekçe ile vesayetin kaldırılmasını talep ettiğini, her nasılsa hiçbir hastanede o kadar tetkik ve incelemeye rağmen hakkında rapor verilemeyen davalı hakkında Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Dairesi tarafından Türk hukuk tarihinde görülmemiş bir hızla 1 günde hiçbir tıbbı tetkik yapılmadan sağlık heyet raporu oluşturulduğunu, raporun 4 günde vesayet dava dosyasına kazandırıldığını, raporda davalının vesayet altına alınmasına dair görüş bildirildiğini, müvekkilinin itirazının reddedildiğini, davanın da reddedildiğini, o ana kadar müvekkilinin eşine bağlılığı, aşkı sevgisinin devam ettiğini, ancak 19.03.2020 tarihinde vesayet kararı ile birlikte bir daha çocuklarını dahi görmek istememesi ve müvekkilini vasisi olan kızı … eli ile sürekli şikayet ettirerek nafaka dahi ödenmesine rıza göstermemesi ile davalının gerçek yüzünü anladığını, bu anlamda eşi tarafından hileli eylemlerle yapılan tüm hukuki işlemlerin muvazaa- kesin hükümsüzlük sebebiyle ortadan kaldırılması için davalar açtığını, davalının, müvekkilinden mal ve para kaçırmak için, davaya konu 10.03.2017 tarihli limited şirket ortaklık kuruluş sözleşmesini yaparak şirket üzerinden tahsil olunan tüm kira bedellerini kendisinin tasarruf ettiği gibi, borçlandığına dair müvekkiline teslim ettiği 16.01.2017 tarihli “Taahütname” 18.01.2017 tarihli “Muvafakatname”, 04.12.2018 tarihli” Taahütname ve Borç Kabul Senedi evrakların da artık gerçek bir borçlanma işlemi olmadığı, davalının hile ile müvekkilinin iradesini yanıltmak için kurguladığı bir olgu olduğunun artık ortaya çıktığını, bu evraklarda sadece davalı …’ün tek taraflı edimi açıkladığını, sadece kendi imzası yer aldığını, ancak davalının bu hileli işlemlerine dayanak teşkil etmesi için kendi hazırladığı belgelerde başkaca kişilerin isimlerini kullanmaktan da asla çekinmediğini, yukarıda muvazaalı yaptığı sözleşmeler gibi bu belgeleri de müvekkiline hile ile iradesini yanıltmak üzere kullandığı argümanlar olduğunu, şirketin tüm kamu borçlarını da ödemediğinden hepsinin müvekkili üzerine kaldığını, davalının, iş bu davaya konu şirkete müvekkilini müdür olarak atanmasını sağladığını, şirket adına yatırılan tüm bedellerin müvekkilinin müdür imzası ile talimat yazılarak kendi elemanı ile elden çektirip teslim aldığını, davalının tüm bu hileli işleri yaptıktan sonra davaya konu şirketi paravan şirket ilan ettiğini, ancak halen paravan şirketin ortağı olmaya da devam ettiğini, ayrıca davalının %50 ortağı olduğu başkaca bir şirket olan … Ltd. Şti.’ye de müvekkilini müdür tayin ettirdiğini, bunu da yine hileli eylemleri ile gerçekleştirdiğini, bahsedilen şirket tarafından müvekkilinin sahte imzası kullanılarak evrak tanzim edildiğini, müvekkili bunu öğrendiğinde hemen Müdürlük görevinden istifa ettiğini, şikayette bulunduğunu, evraklardaki imzanın müvekkilinin el ürünü olmadığı ortaya çıktığını, ancak davalının bahsedilen şirketin kendisi için önemli olduğunu, üzerinde çok büyük malvarlığı olduğunu, diğer ortakları ile sıkıntı yaşamak istemediğini şikayetine devam etmesinin uygun olmadığını belirterek o dosyaya devam etmesini de engellediğini, dolayısıyla müvekkilinin henüz bu hileli eylemi de eşi davalının yaptırdığını anladığını, söz konusu şirketin herhangi bir ticari faaliyeti olmadığı gibi davalı tarafından hangi saikle ortak olduğunun da henüz belli değil olmadığını, davacı müvekkilinin aynı zamanda eşi olan davalı tarafından hem maddi hem de manevi zarara uğratıldığını, halen, bu hukuki işlemleri nasıl yaptırdığını anlayamadığını, tüm borçları üzerine kaldığı gibi vasisi eliyle aleyhine açtırdığı davalarda da borçlu çıkarıldığını, davalının tüm muvazaalı işlemleri yapmak için müvekkilini hileli evrak ve eylemlerle yanıltarak adını ve hesabını kullandığını, Borçlar Kanunu 30-31 maddelerinde açıkça belirtildiği üzere sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf sözleşme ile bağlı olmayacağını, müvekkilinin davaya konu “… Ltd.Şti.” şirketinin kuruluş sözleşmesini imza ederken esaslı yanıldığı için ortaklık sıfatının 10.03.2017 tarihi itibariyle ortadan kaldırılması gerektiğini, sözleşmeyle bağlılığın geçmişe şamil olarak iptali ile şirketin tek ortağının davalı … olarak kabulü gerektiğini ileri sürerek, 10.03.2017 tarihli “… Limited Şirketi” kuruluş sözleşmesinin hile sebebiyle iptaline, davacının ortaklık sıfatının geçmişe şamil olarak ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; mahkemenin görevli olmadığını, aktif ve pasif husumetin bulunmadığını, davanın hukuki sebebi ve dayanağının anlaşılamadığını, davacının İstanbul Anadolu 21.Aile Mahkemesi 2020/ 773 Esas sayılı dosyası ile müvekkiline yönelik akıl hastalığı sebepli boşanma davası açtığını, ayrıca İstanbul Anadolu 15.Aile Mahkemesi 2020/ 404 Esas sayılı dosyası ile de mal rejimi davası ikamet ettiğini, davacının bu davalarda davadaki hileden muvazaadan vs asla bahsetmediğini, müvekkile bu yönde bir kusur isnat etmediğini, bir başka deyişle boşanmada dahi -mal kaçırma-, -eşten habersiz yüklü bedele haiz işlem yapma- eşten habersiz sözleşmeler imzalama- hile- kandırılma- aile birliği içinde eşlerden birinin eşi aleyhine aldatmaya dayalı çeşitli tasarruflar yapma- gibi iddialara değinilmediğini, bilakis müvekkili ile sırt sırta omuz omuza hem ticari hayatta hem günlük hayatta birlikte hareket ettiklerini hatta örneğin Şişli’deki binanın yarısını bir kazanç olarak görerek bunu sağlayanın da kendisi olduğunu zira bu konuda müvekkili hayırlı bir eş olarak yönlendirdiğini ifade ettiğini, devamında eş …’le ortak kurdukları … Tic. Ltd. Şti’ne ortak kurdukları … Tic. Ltd. Şti’ne yatırılan ve eşlerin birlikte aile hukuku çerçevesinde serbestçe tasarruf ettikleri dediğini, davacının bu fikir değişikliğinin esasında ‘hukuki strateji değişikliğinden’ ibaret olduğunu, davacının hem eşine vasi atanmasını isteyen hem de vasi atanmasından sonra da kısıtlıya karşı asılsız ithamlarda bulunarak kendisine karşı akıl hastalığı sebepli boşanma davası açan ancak bu davayı açtıktan sonra da bu sefer de ‘akıl hastası değil’ diyerek yeniden Adli Tıp Kurumu’na sevkini isteyen, davacının çelişkiler yumağı içinde olduğunu, davacının şimdi de eşinin kendisini borçlu ve dolandırıcı duruma düşürmeye çalıştığından bahsettiğini, davacının şirket hisselerinin tümüne ihtiyati haciz konulduğunu, bu dava ile ‘en başından beri’ şeklinde geçmişe de yürüterek şirketi yok saydırabilirse, böylece ihtiyati hacizdeki paylarını ve karşılığına denk düşen maddi değeri de ihtiyati hacizden ve tahsilden kurtarabileceğine dair de ayrı bir strateji gayreti içinde olduğunu, davanın haksız olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “… Celbedilen ticaret sicil kaydına göre ihbar olunan şirketin 24/03/2017 tarihinde tescil edildiği, ortakların … ve … olduğu, 100.000 TL sermayenin 90.000 TL’sinin …’e ve 10.000 TL’sinin …’e ait olduğu, …’ün söz konusu şirketi münferiden temsile yetkili olduğu ve yetkisinin 24/03/2017 kuruluş tarihinden itibaren başladığı, kuruluşa esas sözleşmenin ise 10/03/2017 tarihli olduğu ve davacı … ile davalı …’ün imzalarının yer aldığı belirlenmiştir. Davaya konu olan sözleşme tarihi 10/03/2017 ve dava tarihi 01/11/2021 olup, dava sebebine nazaran davanın tabi olduğu TBK Madde 39’da yer alan hak düşürücü süre yönünden irdeleme yapılması gerekmiş olup, örneği celbedilen söz konusu sözleşme içeriğine, yukarıya gerekli kısımları aynen aktarılan vesayete ilişkin olup kesinleşmiş olan kararın gerekçesindeki Mahkemenin tespiti, söz konusu kararın 19/03/2020 tarihli olması, 15/09/2020 kesinleşme tarihi, gerekli kısımları yukarıya alınan ağır ceza mahkemesi duruşmasında zapta geçen mütalaa, değerlendirmeler ve duruşmada hazır bulunan davacı …’ün savunmaları ve ifadelerde geçen tarihler, tarafların yakınlık derecesi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde ileri sürülen hile iddialarının gerçek olması ihtimalinde davacının başından itibaren hileli işlemi bilerek buna iştirak ettiği açıkça belli olmakla birlikte bir an için başından itibaren ileri sürülen hile iddiasına dayanak hususların bilinmediği ihtimalinde ise vesayet makamının söz konusu tespiti ile sanık sıfatıyla yapılan savunmalar, sorular ve cevaplar birlikte değerlendirildiğinde en son vesayet makamının kararının ve kesinleşmesinin tarihi itibari ile hileye maruz kaldığını idrak etmiş olması ve işin ciddiyetine vakıf olması gerektiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılarak en geç bu 15/09/2020 tarihinin yasada belirtilen hilenin öğrenilmesi yönünden esas alınması gerektiği ve buna göre davanın 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra 01/11/2021 tarihinde açılmış olduğu, hak düşürücü süre itirazının yerinde olduğu kanaatine varılmıştır. Kaldı ki taraflar arasında çok sayıdaki dava dosyasına ve vesayete ilişkin yargılama süreçlerine göre davacının ileri sürdüğü hileyi esas alınan söz konusu 15/09/2020 tarihinden de çok önceleri farketmiş olması gerektiği değerlendirilmiştir. Bununla birlikte en son 15/09/2020 tarihinin esas alınması halinde bile dava 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açılmıştır.Sonuç olarak hak düşürücü süre içinde açılmayan davanın reddine ilişkin olmak üzere aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle, hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesinin “… hileyi o veya bu ya da şu tarih itibari ile fark etmiştir” şeklinde bir tespit yapamadığını, davalı tarafın dahi bu şekilde bir iddia da bulunamadığını, o veya bu ya da şu tarih itibari ile hilenin farkına varması gerekirdi şeklinde bir değerlendirme ve buna itibarla hüküm kurmak hukuken olmadığını, bir olaydan herkesin aynı sonuçlar çıkarması imkansız olduğunu, hilenin anlaşılması olgusu subjektif bir olgu olduğunu, aynı olayı yaşayan kişiler bu olaylardan farklı sonuçlar çıkarması son derece mantıklı ve doğal olduğunu, ilk derece mahkemesi, bugünden geçmişe baktığında hilenin anlaşılması gerektiğini düşündüğü bir tarihte müvekkilinden de bu tarihte hileyi anlamasını beklediğini, bu tarihte hileyi anlamamış olmasını da adeta kusur gibi görerek bunun sorumluğunu müvekkiline yükleyerek huzurdaki davayı reddettiğini, mahkeme, “hile var olsa sen daha sonra anlamış olsan bile senin en geç 15.09.2020 tarihinde anlamış olman gerekirdi” şeklinde hukuken yerinde olmayan bir karar verdiğini, davalının yıllarca davacıyı kandırdığını, onun üzerine planlar kurarak, yaptığı işlemlerin tüm sorumluluğunu kendisi üzerine yıktığın, davacının ve ancak davalı hakkındaki vesayetin kaldırılması talebinin reddi hususunda karar verildiğinde ve bu karara ilişkin Adli Tıp Kurumu raporu alındığında yani 27.09.2021 tarihinde anladığını, davacının, 2021 yılının haziran ayında …’ün vesayetinin kaldırılmasını talep ettiğini, öyle ki bu talep üzerine … 20 günlük gözlem altında tutulduğu Erenköy RSHH’ne tekrar sevk edildiğini, davalıya ATK tarafından 1 günde demansiyel sendrom teşhisi konulduğunu, müvekkilinin 24.09.2021 tarihli bu rapor ile gerçekleri fark etmeye başladığını, davalının yıllarca kendisini kandırdığını, kendi sorumluluklarını müvekkiline yıktığını ve öylece bırakıp gittiğini anladığı bu zamanda da hukuk mücadelesini başlattığını, Yargıtay kararları da hak düşürücü sürenin hesabında davacının öğrenme tarihi olarak öne sürdüğü tarihin esas alınması gerektiğinin belirtildiğini, ne davalı tarafın ne de ilk derece mahkemesinin “hilenin daha önce öğrenildiğine ilişkin bir delil sunamamış “sadece ve sadece “hileyi daha önce fark etmiş olması gerekirdi” şeklindeki gerekçe ile haklı davanın reddedildiğini, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, 10.03.2017 tarihli limited şirket kuruluş sözleşmesinin hile sebebiyle iptali ile şirket ortaklığının geçmişe etkili olarak kaldırılması istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı, hissedarı ve yetkilisi olduğu dava dışı … Hiz. Tic.Ltd.Şti.’nin kendisi ve davalının imzaladığı kuruluş sözleşmesini imzalarken esaslı şekilde yanıldığını, hile nedeniyle sözleşmenin iptali gerektiğini ileri sürerek, hile sebebiyle 10.03.2017 tarihli sözleşmenin iptaline ve davacının şirketteki ortaklık sıfatının geçmişe şamil olarak ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, davacı tarafından ileri sürülen hile iddialarına davacının başından beri iştirak ettiği, vakıf olduğu, bilmediği kabul edilse dahi davalının vesayet altına alınmasına ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesinin tarihi olan 15.09.2020 tarihi itibari ile hileye maruz kaldığını idrak etmiş olduğu, yasada belirtilen hilenin öğrenilmesi yönünden esas alınması gereken tarihin bu tarih olduğu, buna göre davanın 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra 01.11.2021 tarihinde açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ticaret sicil kayıtlarının incelenmesinde; dava dışı … Hiz. Tic.Ltd.Şti.’nin davacı ve davalı tarafından 10.03.2017 tarihli şirket sözleşmesi ile kurulduğu, sermayesinin 100.000,00 TL olduğu, şirket ana sözleşmesinin 24.03.2017 tarihinde tescil edildiği, Ticaret Sicil Gazetesinin 9295 sayılı ve 30.03.2017 tarihli nüshasında kuruluşun ilan edildiği, davacının %90, davalının %10 oranında hissesine sahip olduğu, davacının ayrıca şirketi temsile yetkili müdür olduğu anlaşılmıştır. Davacı, boşanma aşamasında olduğu davalı eşi ile birlikte 10.03.2017 dava dışı … Hiz. Tic.Ltd.Şti.’ni kurmuştur. Davacı, dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarında davalı tarafından yanıltılıp aldatıldığını, muvazaalı işlemler ile borç altına sokulduğunu ileri sürmektedir. TBK’nın 36.maddesine göre taraflardan biri diğerinin aldatması sonucunda bir sözleşme yapmışsa yanılma esaslı olmasa bile sözleşmeyle bağlı değildir. Yine aynı Yasanın 39.maddesi uyarınca aldatma sebebiyle sözleşme yapan tarafın, bu aldatmayı öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse sözleşmeyi onamış sayılır. Buradaki süre Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarih ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca yanılma ve aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın yanılma veya aldatmayı öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukukî ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Davacı vekilince, öğrenme tarihi olarak davacının vesayetin iptali için açtığı davada alınan ATK raporu tarihi olan 24.09.2021 tarihinin esas alınması gerektiği istinaf sebebi olarak ileri sürülmüştür. Davacının, davalı eşinin unutkanlığı ve akli dengesizliği dolayısıyla vesayet altına alınması için 2016 yılında açtığı davada İstanbul Anadolu 2.Sulh Hukuk Mahkemesinin 19.03.2020 tarihli ve 2018/1137 Esas, 2020/289 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilerek davalıya, eşi davacı yeri kızı …’in vasi atandığı, bu kararın 15.09.2020 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. Vesayet kararının gerekçesinin, davacı eşin vasi atanmaması hususuna dair kısmında … Hiz. Tic.Ltd.Şti.’ne ilişkin olarak; vasi adayının çocuklarının da müdahil olduğu çekişmeli vesayet davası devam ederken davacının, davalının %10 hissesine sahip olabildiği bu şirketi kurmasının, şirketin yetkilisi olmasının kısıtlı adayının en değerli mal varlıklarından biri olan hissesini sermaye arttırımında kullanmasının, bu işlemlerin de dava sırasında özel yetki içerir vekaletnamelerle yapılmasının, şirkette kısıtlı adayına göstermelik hisse verilmesinin, taşınmazın kira gelirlerinin bu maksatla şirket hesaplarına aktarılmasının, sonradan bu hissenin kısıtlı adayına devredilip kısıtlı adayı ile kira sözleşmesi yapılmasının, kısıtlı adayının hissedar olmasına rağmen ortaklık payı adı altında hiç bir ödeme yapılmamasının alacağının da bulunmamasının hayatın olağan akışına aykırı kısıtlı adayının mal varlığını tüketen kısıtlı adayının hasatlığından istifade edilerek yapılan muvazaalı temlikli tasarrufların en somut örneği olduğunun belirtildiği görülmektedir. Davacı hakkında ayrıca İstanbul Anadolu 4.Ağır Ceza Mahkemesinin 2020/318 Esas sayılı dosyası ile davalı …’e yönelik olarak kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından faydalanarak dolandırıcılık suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açılmış, yargılama sonucunda mahkemenin 14.02.2021 tarihli kararında; davacı sanığın davalı eşinin kısıtlanma sürecinde davalı eşinin %50 ortak olduğu Şişli adresindeki … Hastanesine kiralanan taşınmazdan elde edilen kira geliri bakımından 2017 yılı itibariyle %90 ortağı davacı, %10 ortağı davalı olarak kurulan … Ltd. Şti.’nin davalının taşınmazdaki payına mahsus tanınan alt kiracılık sözleşmesi akabinde 750.000,00 TL tutarında paya isabet eden gelirin davacı tarafından sahiplenilmesi ve bununla irtibatlı olarak reel herhangi bir faaliyeti ve ticari işleyişi olmayan şirkete fiili çalışma olgusu olmaksızın çalışan sıfatı verilen diğer sanıkla davacının haksız şekilde elde edilmesi sebebiyle davacının davalının algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediği sabit görülmüş, ancak eş olması sebebiyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği, kararın istinaf aşamasında usuli sebeplerle kaldırıldığı, bu nedenle kararın henüz kesinleşmediği görülmektedir. Gerek ceza mahkemesi dosyası gerekse vesayet mahkemesi kararının gerekçesinden davacının, hileli işlemler olarak belirttiği durumların başından beri içinde olduğu bu nedenle bu hususları bilmediği kabul edilemez. Sözleşmenin tarihi 10.03.2017 vesayet mahkemesi kararının kesinleşme tarihi ise 15.09.2020’dir. Davacının hileye maruz kaldığını bilmediği kabul edilse dahi davalının vesayet kararının gerekçesinde de aynı hususlara yer verildiği, davacının hileyi en geç 15.09.2020 tarihinde vakıf olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle mahkemece davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi kararı usul ve yasaya uygun görülmüş ve davacı vekilinin istinaf sebeplerinin reddi gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararı usul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye gelir kaydına, bakiye 99,20 TL istinaf karar harcının davacıdan tahsiline,3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına,4-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair;HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 12.07.2023 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.