Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2023/216 E. 2023/1196 K. 12.07.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2023/216
KARAR NO: 2023/1196
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27/10/2022
NUMARASI: 2022/400 E. – 2022/875 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacılar vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin murisi …’nin, … AŞ’nin hissedarı ve … grubunun çalışanı olduğu bir dönemde bono borçlusu … ile lehtar … AŞ’nin davalı … nezdinde kullanmış olduğu kredilerin teminatı olarak düzenlenen bonoya kefil sıfatıyla imza attığını, öncelikle bononun kambiyo senetlerine mahsus takip yolu ile icra takibine konu edilemeyeceğini, zira bono metninde bedelinin nakden veya malen ahzolunduğunda ilişkin bir ibare yer almadığı gibi bono üzerindeki rakam, tarih ve yazı ile yazılan miktarın daha sonra doldurulduğunu, müvekkillerinin murisinin imza attığı tarihte bononun boş olarak düzenlenip bankaya kredi teminatı olarak verildiğini, takip dayanağı bononun hangi kredi ilişkisi karşılığında düzenlendiğinin tespiti gerektiğini, bankalar tarafından müşterilerine kullandırılan kredilere karşılık kambiyo senedi teminatı alınmakta ise de bu senedin kredi borcunun teminatı olduğuna dair kaydın banka nezdinde tutulması gerektiğini, bu hususun netleştirilmesinin zorunlu olduğunu, bononun tahsil cirosuyla mı yoksa teminat cirosuyla alındığının belirlenmesi gerektiğini, bono aslının getirtilerek üzerindeki yazı ve imzaların aynı zamanda yazılıp yazılmadığının tespitinin istendiğini, murisin 27.10.2013 tarihinde vefat ettiğini ve bu tarihten 3 yıl sonra 2016’da icra takibi yapıldığını, bononun tanzim tarihinin gerçek olup olmadığının saptanmasının zorunlu olduğunu, banka nezdinde şirketin kullandığı kredinin teminatı olarak düzenlenen bononun kambiyo vasfına haiz olmadığını, teminat karşılığında verildiğini, icra takibinde murisin bonodan sorumluluk miktarının 700.000,00 TL olarak belirtilmiş olmasının da iddialarının doğrulandığının kanıtı olduğunu, bankanın kullandırdığı kredi hesaplarının incelenmesiyle ölüm tarihinde temerrüt durumunun oluşup oluşmadığının açıklığa kavuşacağını, senedin kambiyo vasfına haiz olmayıp kredi teminatı olması nedeniyle hesap kat ihtarının tebliği ile kefilin sorumluluğunun başlayacağını, senedin protesto dahi edilmediğini, asıl borçlu şirketin İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/95 Esas sayılı dosyası ile iflasın ertelenmesi talebinde bulunduğunu ve mahkemece 04.03.2016 tarihinde tedbir kararı verilerek takiplerin durdurulduğunu, asıl borçlu şirketin iflas erteleme sürecinden yararlanması nedeniyle kefil olan murisin de aynı haktan yararlanması gerektiğini, bu bononun hangi sözleşmenin teminatı olarak verildiğinin bilinmediğini, tüm bu hususların açıklığa kavuşturulması gerektiğini ileri sürerek, davalıların İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasının dayanağı olan bonodan dolayı müvekkillerinin borçlu olmadığının tespitine ve %20 oranındaki kötüniyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … T. AŞ vekili, savunmasında özetle; müvekkili bankanın Merter Şubesi ile davalı … AŞ arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi gereğince adı geçen firmaya nakdi ve gayrinakdi kredilerin kullandırıldığını, kredinin geri ödemesinin yapılmadığını, takip konusu bononun borçlu fşirket tarafından tahsil halinde borçtan düşülmek üzere devir ve temlik cirosuyla müvekkili bankaya devredildiğini, 09.08.2011 düzenleme tarihli, 29.01.2016 vade tarihli ve 4.000.000,00 TL bedelli bononun ödenmemesi üzerine protesto ettirilerek İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasıyla takibe konulduğunu, takipten hemen sonra davacılar tarafından İstanbul 21. İcra Hukuk Mahkemesinin 2016/162 Esas sayılı dosyasında takibin taliki ve iptali için dava açıldığını ve senet üzerindeki imzanın murisin eli ürünü olmadığı, ayrıca takip alacaklısına herhangi bir borcunun bulunmadığı iddialarının ileri sürüldüğünü, dosyanın derdest olduğunu, daha sonra huzurdaki bu davanın açıldığını, bononun ciro silsilesinde herhangi bir kopukluk olmadığı gibi bononun meşru hamili olan müvekkili bankanın haklarının etkileyecek hukuka aykırı bir durumun da mevcut olmadığını, davacıların teminat bonosu olduğu yönündeki iddialarının kabul edilemeyeceğini, bu konuda herhangi bir yazılı belgenin ibraz edilmediğini, borca mahsuben temlik cirosuyla verilen bir bono olduğunu, davacıların murisinin bonoyu keşide eden komununda olup iyiniyetli müvekkili bankaya karşı şahsi defilerini ileri süremeyeceğini, müvekkilinin bu hususları araştırmak zorunda olmadığını savunarak, davanın reddi ile %20 oranındaki tazminatın davacılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Diğer davalılar, cevap dilekçesi sunmamışlardır.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Davacılar tarafından, murislerinin takip konusu bonoda kefil olduğu, bononun asıl borçlu şirketin kullandığı kredi karşılığında bankaya teminat olarak verildiği, boş olarak bankaya verilen bonodaki miktar ve tarihlerin daha sonradan doldurulduğu, imza ile yazıların aynı tarihte yazılmadığı, asıl borçlu şirketin iflas ertelemede olması ve hakkındaki takiplerin durdurulması nedeniyle kefil olan murislerinin de aynı haktan faydalanması gerektiği, kredinin teminatı olarak verilmesi karşısında sebepten mücerret kambiyo evrakı olarak kabul edilemeyeceği bu nedenle bonodan borçlu olmadıkları ileri sürülmüştür. Davalı banka tarafından ise, bononun, teminat bonosu olmayıp, alacağa mahsuben temlik cirosuyla elde edilen bono olduğu ve bedelin ödenmemesi nedeniyle senet borçluları aleyhine takibe girişildiği belirtilerek haksız davanın reddi savunulmuştur. İstanbul … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasında, davalılardan … A.Ş tarafından takibe konu edilen dava konusu bononun keşidecisinin davalı … olduğu, lehtarının davalı … A.Ş olduğu, davalı … ve davacıların murisi …’ nin aval verenler oldukları, keşide tarihinin 09.08.2011 vadesinin ise 29.01.2016 tarihli olduğu, bedelinin 4.000.000,00 TL miktarında bulunduğu, senedin yapılan temlik cirosuyla bankaya verildiği ve senedin hamili olan banka tarafından 1.000.000,00 TL asıl alacak, faiziyle birlikte 1.001.166,67 TL alacağın tahsili amacıyla senetteki keşideci ve avalistlere karşı kambiyo senetlerine mahsus yolla icra takibi yapıldığı, davacıların murisi …’nin ise bu miktarın 700.000,00 TL’sinden sorumlu olduğu belirtilerek murisin mirasçıları olan davacılardan bu miktarın tahsilinin talep edildiği anlaşılmaktadır. İstanbul 21. İcra Hukuk Mahkemesinin 2016/160 E. sayılı dosyası incelendiğinde, senedin keşidecisi olan … tarafından açılan imza ve borca itirazla takibin taliki veya iptaline ilişkin bir dava olduğu anlaşılmıştır. İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesinin 2017/80 E. sayılı dosyasının, bizim dosyamız davacılarından mirasçı …’nin İstanbul … İcra Dairesinin … E. sayılı takip dosyasında yapılan gayrimenkul haczine karşı meskeniyet iddiasına dayalı olarak senedin alacaklısı bankaya karşı açtığı dava olduğu görülmüştür. İstanbul 21. İcra Hukuk Mahkemesinin 2016/162 E. sayılı dosyasında da, davacılar tarafından senetteki murislerine atfen atılan imzanın murisin eli ürünü olmadığı iddiasına dayalı olarak açılan İstanbul … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasında yürütülen takibin taliki veya iptali istemli dava olduğu tespit edilmiştir. Tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde tüm dosya kapsamı ve banka kayıtları üzerinde yapılan inceleme sonucu uzman bilirkişi tarafından düzenlenen 18.09.2018 tarihli raporda özetle, bononun lehtarı olan … A.Ş tarafından yapılan temlik cirosuyla davalı bankaya geçtiği, banka ile kredi borçlusu … A.Ş arasında 20.06.20013 tarihli 4.000.000,00 TL bedelli genel kredi sözleşmesinin akdedildiği ve davacıların murisi …’nin bu sözleşmede müteselsil kefil olduğu, kullandırılan kredinin geri ödemesinin yapılmaması nedeniyle banka tarafından Bakırköy … Noterliğinin 27.01.2006 tarihli ihtarnamesiyle hesabın kat edildiği ve hesabın kat edildiği tarih itibariyle 694.480,07 TL nakdi borcun ödenmesinin istendiği, bankanın kredi ekstresine göre 10.08.2011 tarihinde (murisin vefat tarihinden önce) 1.750.000,00 TL olarak kullandırılan kredinin ana parasının 685.000,00 TL olarak kaldığı, en son faiz tahakkukuna göre işleyen akdi faizin 29.868,80 TL olduğu ve bu miktarın 20.348,76 TL’lik kısmının ödendiği böylece kalan faiz ve ferilerinin 9.520,04 TL olduğu, ana para 685.000,00 TL’ye bu miktarın eklenmesi sonucu bankanın 694.520,04 TL alacaklı olduğu, ancak kat ihtarında banka tarafından daha az miktarda 694.480,07 TL’nin ödenmesinin istendiğini, murisin vefat tarihi olan 27.10.2013 itibariyle bakiye borcun 800.000,00 TL olduğu, icra takibinde murisin mirasçıları olan davacılardan 700.000,00 TL’nin talep edildiği, kat ihtarının kredi lehtarı ve kefillere usulüne uygun tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, icra takip tarihi olan 02.02.2016 tarihi itibariyle bankanın genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağının 695.319,17 TL olduğu, takip konusu 4.000.000,00 TL’lik bononun tanzim tarihinin 09.08.2011 olup, bankanın nazım kayıtlarına 10.08.2011 tarihinde ”finansman senedi giriş işlemi” açıklamasıyla kaydedildiği, dosyada 20.06.2013 tarihli genel kredi sözleşmesinin bulunduğu, bononun 09.08.2011 tarihli genel kredi sözleşmesi kapsamında alındığının anlaşıldığı, ancak bu sözleşmenin dosyaya ibraz edilmemiş olduğu, yapılan incelemeler neticesinde bankaya kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağa mahsuben bu senedin verildiğinin anlaşıldığı, zira senetteki cironun temlik cirosu olduğunun belirlendiği, takip tarihi itibariyle bankanın halen kredi sözleşmesinden dolayı 695.319,17 TL alacaklı olduğu ifade edilmiştir. Mahkememizce senedin tanzim tarihinin 09.08.2011 olduğu ve banka kayıtlarına 10.08.2011 tarihinde girdiği dikkate alındığında davalı bankaya 09.08.2011 tarihli kredi sözleşmesini ibraz etmesi için süre verilmiş ve banka tarafından bu gerek yerine getirilerek sözleşme dosyaya sunulmuş olduğundan bu sözleşmenin tetkiki ve davacıların itirazlarının değerlendirilmesi ve ayrıca davanın menfi tespit davası olup, dava tarihi itibariyle borç miktarının tespiti gerektiğinden aynı bilirkişiden ek rapor alınma yoluna gidilmiştir. 10.12.2018 tarihli ek raporda özetle; kök rapordaki açıklamalar tekrar edilerek banka tarafından ibraz edilen 09.08.2011 tarihli 4.000.000,00 TL’lik genel kredi sözleşmesinde davacıların murisi …’nin kefil olarak imzasının bulunduğu, bunun dışında banka ile senet lehtarı asıl borçlu şirket arasında 20.06.20013 tarihli 4.000.000,00 TL’lik bir genel kredi sözleşmesinin de olduğu, bu sözleşmede de murisin kefalet imzasının olduğunun belirlendiği, dolayısıyla kredinin hangi sözleşme kapsamında kullandırıldığının ayrıştırılmasının pek fazla bir öneminin olmadığı, ancak bonoya dayanak kredinin 09.08.2011 tarihli sözleşme kapsamında kullandırıldığının şüphesiz bulunduğu, her iki sözleşmenin ve dava konusu bononun banka kayıtlarında yer aldığı ve murisin vefat ettiği 27.10.2013 tarihi itibariyle bakiye kredi borcunun 800.000,00 TL miktarında bulunduğu, kök raporda belirtildiği şekilde takip tarihi itibariyle 695.319,17 TL olan borç miktarının iş bu davanın açıldığı 15.09.2017 itibariyle 814.098,88 TL olup, dava tarihi itibariyle bankanın alacağının bu miktarda olduğu açıklanmıştır. Mahkememizce dosyada mevcut bulunan ve uzman bilirkişi tarafından düzenlenen ve birbirini teyit eden kök ve ek rapordaki hesaplama ve teknik açıklamalara itibar edilmiştir.Davacılar, bononun teminat bonosu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Davacıların murisinin bonoda avalist konumunda olduğu anlaşılmaktadır. Murisin bonodaki imzası inkar edilmemiş, teminat bonosu olduğu iddiasıyla birlikte yazı ve miktarın ve tarihlerin sonradan doldurulduğu, nitekim senedin bankaya verildiği anda boş olduğu ileri sürülmüştür.Dava konusu bononun lehtarı şirket tarafından bankaya ciro edildiği ve ciro üzerinde ”bedeli teminattır” yahut teminat olarak verildiğini ispata yarar herhangi bir ibarenin bulunmadığı, lehtarın kaşe ve imzasıyla birlikte bankaya ciro edildiği, bu durumda cironun temlik cirosu olduğunun kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır. Bunun dışında davacılar tarafından bononun teminat bonosu olduğu yönünde yazılı bir belgede ibraz edilmiş değildir. Banka kayıtlarında yapılan incelemede finansman girişi kaydıyla bononun alındığı ve bu hususunda bankacılık mevzuatına göre bononun borca mahsuben alındığının delili olduğu sonucuna varılmıştır. Davalı bankanın bonoyu 10.08.2011 tarihinde kaydına aldığı tespit edilmiştir ve banka tarafından 09.08.2011 tarihli ve 20.06.2013 tarihli genel kredi sözleşmeleri de ibraz edilmiş ve bu sözleşmeler çerçevesinde kullandırılan kredi borcuna mahsuben alınan bir bono olduğu açıkça anlaşılmış olup bononun tanzim tarihi ve banka kayıtlarına girişi dikkate alındığında 09.08.2011 tarihli genel kredi sözleşmesi çerçevesinde kullandırılan kredi borcuna mahsuben verildiğinin kabulü gerektiği, dosyada mevcut bulunan raporda senedin banka kayıtlarına girdiği 10.08.2011 tarihi itibariyle sözleşmenin tarafı şirkete 1.750.000,00 TL kredi kullandırıldığı, kalan ana paranın 685.000,00 TL olup işleyen akdi faizin eklenmesi ve 20.348,76 TL’lik ödemenin tenzili ile bankanın 694.520,04 TL alacaklı olduğu, davacıların murisinin vefat ettiği 27.10.2013 tarihi itibariyle banka alacağının 800.000,00 TL miktarında bulunduğu, ek raporda ifade edildiği üzere davanın açıldığı 15.09.2017 tarihi itibariyle bankanın kredi ilişkisi çerçevesinde alacak miktarının toplam 814.098,88 TL olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda icra takibi ve dava tarihi itibariyle bankanın alacaklı olduğu, menfi tespit davalarında, alacak ve borç miktarının dava tarihi itibariyle belirlenmesi gerektiği ve dava tarihi itibariyle de banka alacağının 814.098,88 TL olarak belirlenmesi ve icra takibinde davacılardan istenen miktarın 700.000,00 TL olduğu dikkate alındığında davalılardan bankaya yöneltilen huzurdaki bu davanın haklı ve yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Davacılar tarafından 09.08.2011 tarihli genel kredi sözleşmesindeki davalı banka tarafından yargılama sırasında sunulduğu ve bu sözleşmedeki murislerine ait kefalet imzasının murise ait olmadığı ileri sürülerek imza incelemesi yapılması talep edilmiştir. Dava, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan takibe konu bonodan borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkin olup, bononun, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borca mahsuben verildiğinin kabul edildiği, anılan sözleşmedeki kefalet imzasının murisin eli ürünü olmamasının neticeye bir etkisinin bulunmadığı, zira genel kredi sözleşmesinde kefil olmayan bir kişi tarafından dahi borca mahsuben senet verilebileceği gibi teminat senedinin de verilmesinin mümkün bulunduğu, somut olayda davacıların murisinin bonoda avalist konumunda olup, yapılan inceleme sonucu murisin vefatından önce 10.08.2011 tarihi itibariyle banka tarafından kullandırılan kredi borcuna mahsuben verilen bir senet olduğunun belirlendiği de sabit olduğundan davacıların bu yöndeki itirazları dikkate alınmamış ve genel kredi sözleşmesinde kefil imzasının davacıların murisine ait olup olmadığı yönünde grafoloji raporu alınmasına gerek görülmemiştir. Bunun dışında davacılar, bononun açığa imza atılmak suretiyle düzenlendiği, tanzim tarihi, bedeli ve üzerindeki diğer yazıların sonradan doldurulduğunu iddia etmişlerse de; bu iddiayı ispat zımmında yazılı bir belgenin ibraz edilmediği, bononun genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borca mahsuben verilen bir bono olduğu ve sözleşmede banka kayıtlarının kesin delil olacağının kararlaştırıldığı ve banka kayıtlarında da bononun borca mahsuben verildiği hususunun yazılı olduğu anlaşılmış olmakla davacıların bu iddialarına da itibar edilememiştir. Ayrıca senedin lehtarın olan … A.Ş.’nin ticari defterlerinin incelenmesi neticesinde, dava konusu bononun teminat bonosu olduğunun ortaya çıkacağı belirtilmiştir. Az önce izah edildiği üzere senedin lehtarı olan … A.Ş. ile davalı banka arasındaki genel kredi sözleşmesinde ihtilaf halinde banka kayıtlarının delil olarak kabul edileceğini kararlaştırıldığı gibi esasında davalı şirketin defterlerinde bononun teminat bonosu olarak kayıtlı olmasının dahi sonuca bir etkisinin bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Nitekim genel kredi sözleşmesinin teminatı olarak bono verilmesi halinde, sözleşmeden kaynaklı olarak bankanın alacağının varlığı halinde teminat fonksiyonunun devreye gireceği ve bu senede dayalı olarak alacağın tahsil edilebileceği açıktır. Yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde dava tarihi itibariyle bankanın alacaklı olduğu tespit edilmiştir. Bu durumda senedin takibe konulmasına engel bir hal bulunmadığı görülmektedir. Genel kredi sözleşmesinde müteselsil kefil veya asıl borçlu sıfatına sahip olmayan kişilerce sözleşmeden kaynaklanan alacağın teminatı olarak ipotek, taşınır rehni verilebileceği gibi kambiyo senedi düzenlenmesi de mümkündür. Dolayısıyla bir an için senedin teminat senedi olduğu kabul edildiğinde dahi senedin hamili bankanın genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağının bulunduğu, alacağa dayanak sözleşmede, kambiyo senedinde asıl borçlu yahutta avalist olanların imzasının bulunmamasının bir önem arz etmediği, hangi sözleşmenin teminatı olarak verilmişse o sözleşmeden kaynaklanan alacağın varlığı halinde senet borçlularından alacağın ödenmesi istenebileceği açıktır. Kaldı ki, dava konusu bononun banka alacağına mahsuben verilen bir bono olduğunun anlaşıldığı, davalı bankanın senedin meşru hamili olup düzgün ciro silsilesiyle elde ettiği, davacıların murisinin bonoda avalist konumunda olduğu, bankanın dava tarihi itibariyle genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan bono bedelinin üzerinde miktarda alacaklı olduğunun saptandığı anlaşılmakla davacıların dava konusu bonodan dolayı borçlu oldukları ve bankaya yöneltilen davanın reddine karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.Davacılar tarafından, murisin bonoda aval sıfatının bulunmadığına, bonodaki imzanın davacılar murisine ait olmadığına dair bir iddia ileri sürülmediğinden işbu davada, bonoda keşideci olarak görünen …’a , lehtar davalı … A.Ş ‘ne ve aval olarak görünen davalı …’ye husumet yöneltilmesi mümkün olmadığından davacıların anılan davalılara yönelik davasının usul yönünden reddine karar vermek gerekmiştir. Mahkememizce davacıların, İİK 72.maddesine dayalı olarak tedbir istemleri reddedilmiş ise de; red kararına karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin 2018/554 E-606 K sayılı 13/03/2018 tarihli kesin olarak verdiği kararla, tedbirin reddi yönündeki mahkememiz kararının kaldırıldığı, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın kesin olması karşısında davacıların istemi üzerine İİK 72/3 maddesi uyarınca, davaya konu bononun takip konusu yapıldığı icra dosyasına yatırılacak paranın alacaklıya ödenmemesi yönünde teminat karşılığında ihtiyati tedbir verildiği ve tedbirin icra dosyasında infaz edildiği anlaşılmıştır.İİK 72.maddesine dayalı olarak açılan menfi tespit davalarında, davanın reddedilerek davacı aleyhine sonuçlanması durumunda tedbirin kalkacağı İİK 72/4 maddesinde açıkça belirtilmiştir. Davacılar yararına ihtiyati tedbir kararı verilen bu davanın reddedilmesi nedeniyle, takip alacaklısı bankanın alacağını geç kavuşması durumu ortaya çıkmış olduğundan, İİK 72/4.maddesi uyarınca takip konusu alacağın %20’si oranındaki tazminatın davacılardan alınarak takip alacaklısı davalıya verilmesi yasanın amir hükmü olduğundan bu doğrultuda %20 oranındaki tazminatın davacılardan tahsili ile davalı bankaya verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.” gerekçesiyle, davanın … T.AŞ yönünden reddine, davalılar …, … ve … Pazarlama AŞ yönünden ise HMK’nın 114/1-d ve 115/2 maddeleri gereği usulden reddine, İİK’nın 72/4 maddesi gereği takip konusu alacağın %20’si oranında hesaplanan 140.000,00TL icra inkâr tazminatının davacılardan alınıp davalı … T.AŞ’ye verilmesine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacılar vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacılar vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; mahkemenin ilk kararının gerekçesiz olması sebebiyle kaldırıldığını, Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararının gereğinin yerine getirilmesi için dava dilekçesinde ileri sürdükleri tüm iddialarının tek tek incelenmesi gerektiğini, ancak mahkemece bunların hiç incelenmediğini, dava konusu olan bononun davalı bankaya teminat bonosu olarak ibraz edildiği hususu ile alakalı hiçbir inceleme yapılmadığını, bonoda nakden veya malen ibaresi bulunmadığından teminat amaçlı olduğunu, bankanın kayıtlarında asıl borçlu olan davalıların hangi tarihli kredisine karşılık bu bononun düzenlendiğinin tespit edilmesi, bankadan … şirketler grubunun … nezdinde kullanmış olduğu kredilerin tümünün evrakının celbi ile bu belgelerin ibrazı ile taraflarına incelemek için süre de verilerek beyanlarını sunmaları ve akabinde bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğini, yine bono aslındaki yazı ve imzaların kimin eli ürünü olduğunun, yazılış zamanının da belirlenmesi gerektiğini, davacıların murisinin 27.10.2013 tarihinde yaşamını yitirdikten 3 yıl sonra 2016 tarihinde icra takibine girişildiğini, murisin yaşamını yitirmesinden sonraki bir tarihte bono üzerindeki rakam ve yazılar doldurularak tedavüle çıkarıldığının tespiti ile ölüm tarihinden sonra oluşan borçlardan sorumluluk atfedilemeyeceğinin belirleneceğini, bononun tanzim tarihinin dahi şirket ticari defterlerindeki kayıtlar ile mukayesesi yapılarak tespit edilmesi gerektiğini, takip dayanağı bonoda borçlu olarak görülen davalı şahısların lehtar şirkete borçlu bulunup bulunmadıklarının da tahkiki gerektiğini, zira banka nezdinde şirketin kullandığı kredinin teminatı olarak düzenlenen bu bono kambiyo senedi vasfında olmadığını, her ne kadar mahkeme kredi borcuna mahsuben bono alınacağını belirterek değerlendirme yapmış ise de böyle bir bononun gerçek boru içermesi gerektiğini, mahkemenin bono ile ilgili borçsuzluğun tespiti davasında bono üzerindeki lehdar ve borçlu ile kefiller arasındaki borç ilişkisini ticari defterlerden tespit etmek zorunda olduğunu, yine bononun miktarının net bir şekilde belirlenmesi ve murisin ölüm tarihinde kredi borcu ile alakalı bir temerrüdün oluşup oluşmadığının kayıtlardan belirlenmesi gerektiğini, hesap kat ihtarının tebliğinin araştırılması gerektiğini, bu tebligatın muris sağ iken kendisine yapılmadı ise takip dayanağı bono borcundan da sorumlu tutulamayacağını, tüm bunlar araştırılmadan önceki kararın aynısının verildiğini, takibin ödememe protestosuna dayanılarak 02.02.2016 tarihinde başlatıldığını, murisin ise 27.10.2013tarihinde yaşamını yitirdiğini, mahkemenin öncelikle ölüm tarihinden üç yıl sonra girişilen icra takibi ile alakalı inceleme yapması gerektiğini, ödememe protestosu keşide edildiği sırada çoktan yaşamını yitirmiş kefile protesto çekilmesinin mirasçılar açısından hüküm ifade etmeyeceğini, kararda ise böyle bir tartışmaya yer verilmediğini, 2006 tarihinde hesabın kat edildiğini bildiren mahkemenin hesap kat ihtarının da murise tebliğini araştırmadığını, 2006 yılı kaydının yazım hatası olduğu anlaşılmakta ise de mahkemenin kararının özensiz yazıldığını, bilirkişi raporunda hesap kat tarihinin 27.1.2016 olarak gösterildiğini, muris o tarihten üç yıl önce yaşamını yitirdiğinden usulüne uygun bir hesap kat ihtarının tebliğinden de söz edilemeyeceğini, mahkemenin bononun kredi borcuna mahsuben verildiğini kabul ederken bankanın kredi alacağını tahsil etmek için ilk önce hesabı kat ihtarnamesini usulüne uygun bir şekilde tebliğ etmek zorunda olduğunu göz ardı ettiğini, zira kredi alacağı ile ilgili düzenlemelere göre bankanın hesap kat ihtarnamesini tebliğ etmeden GKS ile alakalı takibe girişmesine yasal olanak olmadığını, davalı bankanın esasen iflasın ertelenmesi talebi kapsamında verilen ihtiyati tedbir nedeni ile asıl borçlu ve kefili şirketler ile alakalı takibini sürdüremediğini, mahkemenin araştırmasında bu iflas erteleme dosyasının da getirtilerek iyileştirme projesinde dava konusu borcun ve bononun varlığının araştırılmasının gerektiğini, zira tek davalı banka olmayıp asıl borçlu ve kefilleri şirketler ile ilgili davacıların rücu hakkının da önünün kapatıldığını, kararda çelişkilerin de bulunduğunu, tüm talepleri karşılamadığını, imza inkarını araştırmanın sonuca faydalı olmayacağını bildirirken bir sonraki bentte davacı imza inkarında bulunmamıştır diyerek özensiz inceleme yapıldığını, imza ile alakalı olduğu gibi bono üzerindeki yazı ve imzalar ile ilgili de inceleme taleplerinin olduğunu, murisin ölümünden üç yıl sonra mirasçıların bilmediği bir bono ortaya çıkarıldığını, murisin mal varlığı bu borcu ödemeye yetmemekte olduğundan ödememe protestosundan dahi haberdar olmayan mirasçıların kefillikten dolayı borçtan sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığını, ilk kararda davalı asıl borçlu şirket ve şahıslar yönünden ayrım yapılmaksızın davanın reddine karar verildiğini, bu davalılar davaya katılarak husumet itirazında bulunmamış olmalarına rağmen mahkemenin resen husumetten davayı red etmesinin de şaşırtıcı olduğunu, bu davalıların GKS borçluları olduğunu, krediyi kullanan kişiler olduğunu, müvekkillerinin murisinin hiçbir şekilde kredi kullanmadığını, asıl borçluların kullandığı kredinin araştırmasının yapılması zaruri olduğu gibi, takip GKS’ye mahsuben verildiği bildirilen bono ile alakalı kambiyo takibi olduğuna göre ve murisin bu bonoyu banka lehdar olacak şekilde değil davalılar lehdar olacak şekilde akdettiğine göre banka dışındaki davalılar arasındaki borç ilişkisinin irdelenmesi gerektiğini, bu bono gerçek bir borca mahsuben düzenlenerek ciro edilmediğini, bu nedenle bono lehdarı ve diğer borçlulara husumetin nasıl düşmeyeceğinin anlaşılamadığını, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, İİK’nın 72. maddesi uyarınca icra takibinden sonra açılan menfi tespit istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Mahkemece verilen 28.03.2019 tarihli ve 2017/807 Esas, 2019/267 Karar sayılı davanın reddi kararının, Dairemizin 07.04.2019 tarih ve 2019/1796 Esas, 2022/443 Karar sayılı kararı ile; “…Davalı olarak icra takip alacaklısı … A.Ş ile birlikte, bononun avalisti …, keşidecisi … ve lehtarı … A.Ş de davalı olarak gösterilmiş, mahkeme gerekçeli kararında davalıların husumet ehliyeti gözetilip tartışılmaksızın ve sadece davalı olarak gösterilen takip alacaklısı … A.Ş. yönünden gerekçe oluşturularak, sonuç olarak davanın reddine” şeklinde hüküm kurulması doğru görülmeyerek kaldırılması üzerine, mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucunda istinafa konu iş bu karar verilmiştir. İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasının incelenmesinden; davalılardan … AŞ tarafından davacılar ile diğer davalılar aleyhine, 09.08.2011 düzenleme tarihli ve 29.01.2016 vade tarihli, 4.000.000,00 TL bedelli bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla ilamsız icra takibi başlatıldığı, takibin 1.000.000,00 TL asıl alacak ve faiziyle birlikte 1.001.166,67 TL alacağın tahsilinin talep edildiği, davacıların murisi …’nin ise bu miktarın 700.000,00 TL’sinden sorumlu olduğu belirtilerek murisin mirasçıları olan davacılardan bu miktarın tahsilinin talep edildiği görülmekte olup davacılar, bu takip ve dayanağı bono nedeniyle borçlu bulunmadıklarının tespitini istemişlerdir. Takip konusu 09.08.2011 düzenleme tarihli ve 29.01.2016 vade tarihli, 4.000.000,00 TL bedelli bononun keşidecisinin davalı …, lehtarının davalı … AŞ olduğu, davalı … ve davacıların murisi …’nin ise bonoda aval veren olarak yer aldığı görülmektedir. Davalı banka ile davalı … Tic. Ve Paz. AŞ arasında 09.08.2011 ve 20.06.2013 tarihlerinde iki ayrı genel kredi sözleşmesi düzenlenmiş, davacıların murisi … bu sözleşmeleri müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzalamıştır. Muris ise 27.10.2013 tarihinde vefat etmiştir. Sözleşmeye göre kefalet limiti 4.000.000 TL’dir. 09.08.2011 tarihli genel kredi sözleşmesi ile aynı tarihte düzenlenen ve 29.01.2016 ödeme tarihli, 4.000.000 TL bedelli bono, davalı borçlu şirket tarafından bankaya verilmiş, bonoda davacıların murisinin aval veren sıfatıyla imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu bono metninde ve sözleşmede bononun teminat bonosu olduğuna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.03.2001 tarih ve 12-233/257 sayılı ve yine 20.06.2001 tarih ve 12-496/534 sayılı kararlarında da benimsendiği üzere; dayanak belgenin teminat senedi olduğu iddiası, hangi ilişkinin teminatı olduğu senet üzerine yazılmak suretiyle ya da ayrıca hazırlanmış bir yazılı belge ile kanıtlanmalıdır. Yazılı belge sunulduğu takdirde, belgede takip dayanağı senede açıkça atıf yapılması zorunludur. Davacılar tarafından bononun teminat bonosu olduğu kanıtlanmadığından bononun genel kredi sözleşmesiyle aynı tarihte düzenlenmiş olması nedeniyle kredi borcu için verildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacıların bononun teminat bonosu olduğu yönündeki istinaf sebepleri yerinde değildir. Davacılar vekili, bonodaki yazıların, rakamların sonradan doldurulmuş olabileceğini ileri sürmüş ise de, bonolara da uygulanması gereken TTK’nın 680. maddesi uyarınca, kambiyo senetlerinin açık şekilde düzenlemesi mümkündür. Açık senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiasının da yazılı delillerle kanıtlanması gerekir. Ancak davacılar tarafından bu yönde bir yazılı belge sunulamamış ve bu iddiaları ispatlanamamıştır. Davacılar, murisleri …’nin kefil olduğu genel kredi sözleşmeleri kapsamında kredilerden sorumlu olmadığını belirtmişlerdir. Düzenlenen bir kambiyo senedinden sonradan tek taraflı irade ile sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir.Kambiyo senedi niteliğinde olan bono, düzenlenmesine esas teşkil eden temel ilişkiden bağımsız, karşı edimin ödenmesi şartına bağlanamayan, kayıtsız şartsız bir bedelin ödenmesi taahüdünü içeren mücerret (soyut) bir borç ilişkisini ifade etmektedir. Kambiyo senetlerinde soyutluk prensibinin en önemli işlevi ispat açısından kendisini gösterir. Buna göre, bir kambiyo senediyle borç altına giren kimse, borçlu olmadığını iddia ediyor ise bu hususu ispat etmekle yükümlüdür. Kambiyo senedinin düzenlenmesi sırasında davacıların murisinin iradesinin sakatlandığı iddia ve ispat edilmiş olmadığı gibi imzanın murise ait olmadığı da ileri sürülmemiştir. Dava konusu takip, soyut borç ikrarını içeren bonoya dayalı olup, bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus yolla takip başlatılmıştır. Davalı banka takip talebinde kefalet sözleşmesinden kaynaklı talepte bulunmamış ve bu bononun kefalet sözleşmesinin teminatı olduğuna ilişkin herhangi bir olgu da ispat edilememiştir. Bu nedenle, kredi borçlusu davalı şirketin takip miktarı kadar davalı bankaya borçlu olup olmadığının belirlenmesi yeterlidir. Mahkemece yapılan bilirkişi incelemesinde, davalı kredi borçlusu şirketin takip miktarınca davalı bankaya borçlu olduğu anlaşılmıştır. Alacaklı banka tarafından davacıların mirasçılarının aval verdiği soyut borç ikrarı içeren bonoya dayalı takip yapılması ve genel kredi sözleşmesi kapsamında 10.08.2011 tarihinde kullandırılan krediden dolayı kredi borçlusunun borcunun bulunması nedeniyle kefalet sözleşmesine ilişkin hükümler değerlendirilmeksizin, takip ile bağlı kalınarak yapılan incelemede, aval borcunun sona erdiğinden söz edilemeyeceğinden davalı banka yönünden davanın reddine karar verilmesi yerinde olmuştur. Davacılar vekili, davalı banka dışındaki davalılar yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddinin de hatalı olduğunu istinaf sebebi olarak ileri sürmüştür. Taraf sıfatı (husumet) dava konusu sübjektif hakka (maddi hukuk sorunu) ilişkindir. Sübjektif bir hakkı dava etme yetkisi (davacı sıfatı-dava hakkı) o hakkın sahibine ait olup (aktif husumet); hakkını o hakka uymakla yükümlü kişiden (davalı sıfatı-pasif husumet) isteyebilir.  Sübjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu, daha açık bir ifadeyle bir davada davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu hususu, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin olması nedeniyle maddi hukuk sorunudur ve mahkemece resen nazara alınır.Takip konusu bonoda keşidecinin davalı …, lehtarın davalı … AŞ olduğu, davalı … ve davacıların murisi …’nin ise bonoda aval veren olduğu görülmektedir.Davacıların murisi kendi şahsı adına attığı imza ile aval veren konumunda olup asıl borçlu olan davalı keşideci … gibi sorumludur. Yine davalılardan … de aynen davacıların murisi gibi aval veren konumundadır ve davalı keşideci gibi sorumludur. Bu nedenle keşideci davalı … ve aval veren davalı …’nin pasif husumet ehliyeti bulunmadığından bu davalılar yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi yerindedir. Ancak Dairemizce resen yapılan incelemede; husumet (taraf sıfatı) dava şartı olmadığından mahkemece, bu davalılar yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddi yerine usulden reddinin doğru olmadığı anlaşıldığından hükmün bu yönden düzeltilmek üzere kaldırılması gerekmiştir. Öte yandan, mahkemece davalılardan senet lehdarı davalı … AŞ yönünden de davanın pasif husumet ehliyeti bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. TTK’nın 778/3 maddesi uyarınca avale ilişkin 700-702. maddeleri, niteliğine uygun düştükçe bonolarda da uygulanacak olup aval şekil bakımından asıl borca tabi, maddi yönden bağımsız bir borçtur ve kambiyo hukukuna özgüdür. Diğer bir diğer ifade ile feri nitelikte değildir. TTK ‘nın 700 -702. maddelerinde düzenlenen aval, poliçe nedeniyle sorumluluk taşıyan kişi lehine verilen bir tür kefalet olup hamile, haklarını elde etmesinde ek bir teminat sağlar. Aval veren kimin için taahhüt altına girmiş ise tıpkı onun gibi sorumlu olur. Avalistin sorumluluğu senetten doğan soyut bir sorumluluktur. Aval verilen kişi ile avalistin sorumluluklarının derecesi ile şartları aynıdır fakat içerikleri aynı değildir. Poliçe ile sorumluluk altına girmiş olsun olmasın herkes aval verebilir (Poroy/ Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 2021 Basım, İstanbul, s.218-220-221). Bu bilgilere göre davacıların murisi senette avalist konumda olup keşidecinin borcunu ödememesi halinde lehdar ve cirantalar için ek bir teminat sağladığından, bir diğer deyişle sorumluluk altına girdiğinden avalistin mirasçıları olan davacıların davalı lehdar şirkete husumet yöneltmesinde bir usulsüzlük bulunmadığından mahkemece bu davalı yönünden de davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Davacılar aval veren murisleri adına lehtar ile keşideci arasındaki ilişkinin gerçek bir ilişki olmadığını, senedin teminat senedi olduğu ve kambiyo senedi vasfı taşımadığını ileri sürerek kararı istinaf etmiş ise de, yukarıda da belirtildiği üzere avalistin borcu kambiyo senedindeki keşideci ve lehdar arasındaki ilişkiden mücerret, bağımsız bir borç niteliğindedir. Bu nedenle, davacılar bu ilişkinin geçerli olup olmadığını veya borcun bulunmadığını ileri süremez. Kaldı ki dava konusu senedin davalı bankaya olan kredi borcuna mahsuben verildiği ve kredi sözleşmesi sebebiyle bankanın alacaklı olduğu da tespit edilmiştir. Sonuç olarak, mahkemece, davalı banka yönünden davanın reddine karar verilmesi yerinde olmakla birlikte, davalı … AŞ yönünden davanın esastan reddi gerekirken pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi ve pasif husumeti bulunmayan diğer davalılar … ile … yönünden ise davanın ”pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine” karar verilmesi gerekirken ”usulden reddine” şeklinde hüküm kurulması doğru olmamıştır. Husumet (taraf sıfatı) resen nazara alınması gereken bir husus olduğundan bu nedenle, ilk derece mahkemesinin kararının resen kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, davacılar vekilinin istinaf başvurusu yerinde görülmemekle birlikte, HMK’nın 33., 355 ve 353/1.b.2 maddeleri uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının resen düzeltilmek üzere kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, neticede davanın davalı banka ile davalı … AŞ yönünden esastan reddine, davalılar … ile … yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçelerle; Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; HMK’nın 33, 355 ve 353/1.b.2 maddeleri uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının resen düzeltilmek üzere kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına bu doğrultuda; 1-Davanın, davalılar … T.AŞ ve davalı … Tic.ve Paz. AŞ yönünden reddine,2-Davanın, davalılar … ile … yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, 3-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gerekli 179,90 TL karar ve ilam harcının davacı tarafça peşin olarak yatırılan 119.954,25 TL’den mahsubu ile artan 11.774,35 TL harcın, karar kesinleştiğinde ve talep hâlinde davacılara iadesine, 4-Davacılar tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerilerinde bırakılmasına,5-Davalı … T. AŞ kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden AAÜT uyarınca hesap ve takdir olunan 95.000,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,6-Davalı … T.AŞ tarafından yapılan posta ve tebligat ücreti 100,00-TL yargılama giderinin davacılardan tahsili ile davalı … T.AŞ’ye verilmesine,7-Davacılar tarafından yatırılan gider avansından bakiye kalan kısmın karar kesinleştiğinde davacılara iadesine,8-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden;a-Davacılar tarafından yatırılan istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına; davacılar tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, karar kesinleştiğinde ve talep hâlinde, ilk derece mahkemesince davacılara iadesine,b-Davacılar tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin kendi üzerilerinde bırakılmasına,9-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,10-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 33, 355 ve 353/1.b.2 maddeleri uyarınca dosya üzerinde yapılan istinaf incelemesi sonucunda, 12.07.2023 tarihinde, oy birliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.