Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2022/581 E. 2023/956 K. 31.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/581
KARAR NO: 2023/956
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 26.11.2021
NUMARASI: 2019/178 Esas – 2021/846 Karar
DAVA: Tazminat
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen hükme karşı, her iki taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalı akaryakıt dağıtıcısı şirket ile müvekkili arasında 13/12/2010 tarihinde “Akaryakıt Bayilik Sözleşmesi” imzalandığını, sözleşmenin 25/05/2012 tarihinde davalı şirket tarafından noter ihtarıyla feshedildiğini, davalının “başka dağıtıcılardan petrol aldın ” demek suretiyle sözleşmeyi feshettiğini; bilahare davalı tarafından İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde 2014/375 Esas sayılı dosyasıyla dava açıldığını, o davayla tasfiye istediğini, o dosyada fesih sebebinin “ticari koşullarda anlaşma sağlanamaması, otomasyon mutabakatlarındaki aksaklıklar” şeklinde gösterildiğini, söz konusu davanın reddedildiğini, Yargıtay 19. Hukuk Dairesince kararın onandığını, karar düzeltme talebinin de reddedilerek kesinleştiğini, böylece feshin haksız olduğunun ortaya çıktığını, Yargıtay kararında davacının noterden çektiği fesih ihbarında yer almayan sebeplere (otomasyondaki mutabakatsızlıklar ve ticari koşullarda anlaşma sağlanamaması… gibi) dayanamayacağının vurgulandığını; davaya konu uyuşmazlıkla ilgili arabuluculuğa başvurduklarını ancak ara buluculukta anlaşma sağlanamadığını; bayilik sözleşmesinin 5 yıllık olduğunu, fesihten geriye 4 yıl 2 aylık bir süre kaldığını, bu bakiye süre yönünden davacının mahrum kalınan kârının tazmininin gerektiğini, ayrıca bu iş nedeniyle müvekkilinin bankadan kredi kullandığını, kredi için taşınmaz devri yaptığını, taşınmaz üzerinde vefa hakkı bulunduğunu, fesihten dolayı kredi taksitlerini ödeyemeyince banka tarafından taşınmazın üçüncü şahıs konumundaki …’e devredildiğini, bu nedenle taşınmaz mülkiyeti kaybından dolayı da bir zararının oluştuğunu ve bunun da tazmini gerektiğini belirterek; harcını karşılayarak yapmış bulunduğu ıslahla kâr mahrumiyetinden doğan 14.737.352,67 TL’nin ve taşınmaz mülkiyetinin kaybından kaynaklanan 42.324.377,18 TL’nin davalıdan tahsiline, tüm alacak kalemlerine akdin fesih tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanacak en yüksek banka faizinin uygulanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davacı ile akdedilen sözleşmenin ticari koşullarda anlaşma sağlanamaması, otomasyon mutabakatlarındaki aksaklıklar, şirkete olan borçların ödenmemesi, sözleşmeye aykırı olarak akaryakıt bayisinin aylarca kapalı kalıp satış yapmaması nedenlerinden dolayı feshedildiğini, bunların ihtarnameyle bildirildiğini; davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, davacının zararının belirlenebilir nitelikte olmasına rağmen savunma hakkını kısıtlamak için çok düşük bedelle davanın açıldığını arabuluculuk tutanağında uyuşmazlık bedelinin 50.000,00 TL olarak gösterildiğini, dava dilekçesinde de 50.000,00 TL olarak gösterildiğini, bunun iyi niyetli bir davranış olmadığını; feshin hukuka uygun olduğunu, davacının iddia ve taleplerini kanıtlayacak hiç bir delil sunmadığını, feshin haksız olduğunun tespitine ilişkin İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararının mahkemece dikkate alınmaması gerektiğini; davacı ile akdedilen sözleşme gereği prim usulü çalışıldığını ve acente/ tek satıcılık gibi bir sözleşmenin söz konusu olmadığını, bu nedenle tazminat taleplerinin esasen ileriye sürülemeyeceğini; yetki itirazlarının bulunduğunu, taraflar arasındaki sözleşme gereğince yetkili mahkemenin İstanbul Çağlayan Mahkemeleri olduğunu, yetkisizlik kararı verilmesini talep ettiklerini belirterek, usul ve esasa ilişkin savunmaları doğrultusunda davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Davacı tarafın kar mahrumiyeti yönünden talebinin incelenmesinde; Dava dilekçesinde bu talep 45.000,00 TL olarak gösterilmiş, her türlü dava ve talep hakkı saklı tutularak belirsiz alacak davası olarak dava ikamet edilmiştir. Daha sonra 01/06/2021 tarihli dilekçeyle harç tamamlama işlemi yapılıp, kar mahrumiyeti 5.000.000,00 TL olarak talep edilmiş, bunun üzerine dosya tek hakimle bakılırken heyete gönderilmiş, yargılamaya heyetçe devam edilmiş olup; mahkememizce alınan bilirkişi rapor, ek rapor ve ikinci ek rapor sonunda, şıklı olarak yapılan hesaplamalarda mahkememizce ‘enerji piyasası düzenleme kurulunun belirlediği kar marjlarına’ göre hesaplanan kar mahrumiyetinin yerinde olduğu; bu çerçevede yapılan hesaplamayla davacının fesih tarihi ile sözleşmenin bitiş tarihi arasında geçen 4 yıl 2 aylık sürede kar mahrumiyetinin 16.260.547,67 TL olduğu; ancak belirlenen bu bedelden dosyada bulunan vefa sözleşmesi gereğince …e davacı tarafından ödenen bedelin düşülmesi gerektiği; zira Petrol Ofisi tarafından sözleşme fesih edilmemiş olsa elde edeceği karla davacının…’e ödeme yapacak olduğu; bu sebeple vefa sözleşmesi gereğince ödenmesi gereken taksitlerin belirlenen kar kaybından mahsup edilmesi gerektiği; davacı vekilince … Bankası AŞ tarafından Gölbaşı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/201 Esas sayılı dosyasına ödemelere ilişkin gönderilen belgelerin dosyamıza sunulduğu; mahsup edilmesi gereken iki ödemenin toplamının 1.523.195,00 TL olduğu; bunun hesaplanan kar kaybından düşülmesiyle 14.737.352,67 TL kar kaybı zararının oluştuğu; bu zarardan davalı … AŞ’nin sorumlu olduğu ve ödemesi gerektiği; davacı vekili tarafından da bu hususlardan bahisle bilirkişi raporundan sonra kar kaybı talebinin 14.737.352,67 TL olarak talep edilip, harcının tamamlandığı; dava belirsiz alacak davası olarak açıldığından birden çok harç tamamlama işlemi yapılabileceği nazara alınmış, mahkememizce bu miktar üzerinden kar mahrumiyetine hükmedilmiştir. Davacı her ne kadar fesih ihbarından itibaren işlemiş faiz talep etmişse de; davalının kendi çektiği ihtar ile temerrüte düşmeyeceği, temerrüt ihtarı niteliğinde bir ihtarın gerekli olduğu, davadan önce de bu tür bir ihtar çekilmediğinden dolayı hükmedilen miktara dava tarihine kadar faiz işletilemeyeceği; taraflar ara buluculuğa gitmiş iseler de bunun da temerrüt ihtarı sayılamayacağı nazara alınarak; dava tarihinden itibaren faiz uygulanması gerektiği belirlenmiş; Davacının mülkiyet kaybından kaynaklanan alacağı yönünden talebi de incelenmiş olup, Davacımız taraflar arasındaki 13/12/2010 tarihli bayilik sözleşmesine güvenerek ve sözleşmedeki edimlerini …ne karşı yerine getirebilmek için … Bankasından kredi çektiğini, kendine ait taşınmaz üzerinde de krediye teminat için ipotek oluşturduğunu; ancak davalının bayilik sözleşmesini haksız fesih etmesi ile sözleşmeden beklenen karları yapamadığını; bankaya olan borçlarını ödeyemediğini, banka tarafından da ipotek hakkı kullanıldığını, banka ile anlaşmak zorunda kaldığını; anlaşma sonunda yine ödeyemeyince de mülkiyet hakkını kaybettiğini ileriye sürerek taşınmaz mülkiyetini kaybetmesinden kaynaklanan zararın tazminini istemiştir. Mahkememizce banka kayıtları ipotek akit tabloları getirtilmiş, incelenmiş olup; kredi davacımız tarafından … Bankasından çekilmiştir. Ancak çekilme tarihi … AŞ ile yaptığı 13/12/2010 tarihli bayilik sözleşmesinden çok öncedir. Davacı ile banka arasındaki protokol dahi 10/04/2009 tarihlidir. Bu nedenle kredi sebebiyle bu protokol yapıldığından kredinin çok daha önce çekildiği açıktır. Bu durumda davacımızın bayilik sözleşmesine güvenerek krediyi çekmediği, çekilen kredinin teminatı olarak taşınmaz üzerine ipotek verdiği; kredi borçları ödenemeyince taraflar arasında 10/04/2009 tarihli protokolün imzalandığı, bu protokol ile banka ve davacımızın anlaştığı; kredi borcu taksitlerinin 15/06/2010 ile 15/10/2010 tarihleri arasında ödenmesinin kararlaştırıldığı, ödemenin taksitler halinde yapılacağı, her bir taksit için en fazla 30 gün ilave süre verileceği hususunun kararlaştırıldığı ve protokolde bu taksitler bu süreler içinde de ödenmediği taktirde ipoteğe konu taşınmazın üçüncü şahıs konumundaki …’e devredileceğinin taraflarca kabul edildiği; böylece bankanın borç sebebiyle devir hakkının dahi taraflarımız arasındaki sözleşme tarihi olan 13/12/2010’dan önce olduğu, taksitlerin son tarihi olan 15/10/2010 tarihinin bile sözleşmeden önce olduğu, bu süre içinde davacımızın borcu ödeyemediği, bankanın da taşınmazı …’e devir hakkının bayilik sözleşmesinden önce doğduğu; hal böyle olunca, davacımızın ‘yansıma zarar niteliğindeki’ bu zarar kaleminin davalımızdan istemesinin mümkün olmadığı…” gerekçesiyle, davacının kâr mahrumiyetinden doğan alacak talebinin kabulü ile 14.737.352,67 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek TCMB’nin mevduata uygulanacak en yüksek avans faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davacının taşınmaz mülkiyetinin kaybından dolayı talep ettiği yansıma zarar talebinin şartları oluşmadığından reddine, karar verilmiştir.Bu karara karşı, her iki taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yargıtay’ın yerleşik içtihatları uyarınca kâr mahrumiyeti süresinin, feshedilen sözleşmenin fesihten sözleşmenin sonuna kadar olan bölümü için değil, bayilik kurulabilmesi için gerekli makûl süre kadar olması gerekli olup genel kabul gören sürenin ise üç ay olduğunu, bu nedenle bilirkişi raporunda 4 yıl 2 ay için kâr mahrumiyeti hesabı yapılmasının ve bunun hükme esas hesaplama Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına aykırı olduğun, Zarar tespiti için aynı bölge içerisinde faaliyet gösterdiği iddia edilen akaryakıt istasyonu …’ın muhasebe kayıtlarının emsal teşkil etmesinin mümkün olmadığını, Davacı …’in faaliyet gösterdiği taşınmaz olan Ankara İli Gölbaşı İlçesi … Bulvarı No:…’de yer alan istasyonun satışı ve kârlılığının tespitinde … Bulvarı içerisinde yer alan başka bir akaryakıt istasyonunun muhasebe kayıtlarının incelenmesi hâlinde hatalı tespitlerin yapılacağının açık olduğunu, …’ın akaryakıt istasyonunun bulunduğu taşınmazın davacıya ait istasyonla arasında mesafe bulunduğunu, bu nedenle davacı …’in uğradığını iddia ettiği zararların tespit edilebilmesi için 14.12.2020 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen aynı bölge içerisinde faaliyet gösteren … akaryakıt istasyonun muhasebe kayıtlarının emsal alınarak kâr mahrumiyeti hesabı yapılmasının hukuka aykırı olduğunu, Davaya konu ilişkinin akaryakıt sektörüne özgü bir ticari ilişki olduğundan raporun hazırlanmasında akaryakıt sektörü bilirkişisinin bulunması zaruri olup dosyaya sunulan bilirkişi raporlarını hazırlayan heyet arasında akaryakıt sektör bilirkişine yer verilmemesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu,Şirketin 2012 yılında yapmış olduğu feshin tamamen hukuka ve sözleşmeye uygun olduğunu çünkü yapılacak bilirkişi incelemesinde de ortaya çıkacağı üzere fesih tarihi itibariyle davacının şirkete yüksek miktarda gecikmiş borcu bulunduğunu ve söz konusu istasyon yaklaşık üç aydır satış yapmayarak davacı tarafından kapalı tutulduğunu, yalnızca bu hususların dahi taraflar arasındaki sözleşme uyarınca haklı fesih sebepleri olduğunu, bu nedenle yalnızca kesinleşmiş mahkeme kararının dikkate alınarak feshin haksız olduğuna ilişkin kanıya varılmasının mümkün olmadığını,Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın tüm talepler yönünden reddine karar verilmesini istemiştir.Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle;Mahkemenin kâr mahrumiyetine yönelik talebin kabulüne dair kararının hukuka ve dosya içeriğine son derece uygun ise de kâr mahrumiyeti hesabında yapılan hatalı ve çelişkili değerlendirmeler olduğunu, mahkemece izlenen yargılama içerisinde son derece hukuka ve hakkaniyete uygun şekilde kâr mahrumiyetine yönelik talep yönünden araştırma yaptırıldığını ancak müvekkilinin, davalının haksız feshi dolayısıyla sözleşmenin bakiye süresinde elde edeceği gelirden yoksun kalması nedeniyle kâr mahrumiyeti talebinin haklı olduğunu, ayrıca üçüncü şahsa olan borcunu ifa edememesi neticesinde istasyonun üzerinde bulunduğu taşınmazın mülkiyetini kaybetmesi sonucunda da zararının oluştuğunu, bu yöndeki zarar talebinin kabulü halinde üçüncü şahsa yapılması gereken ödemelerin düşülmesi olağan kabul edilebilecek iken mahkemece kâr mahrumiyeti hesabında bu bedelin kâr mahrumiyeti alacağından düşülmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, bu durumun aynı zamanda mahkeme kararında çelişki oluşturduğunu, Doktrin ve Yargıtay içtihatları gereği müvekkilinin taşınmaz kaybından doğan zararının “yansıma zarar” olmayıp “dolaylı zarar” niteliğinde olduğundan dosyada mevcut delil ve belgelerle uygun illiyet bağı ispatlanmış olan işbu zararın davalı yandan tahsili gerektiğini, mahkemenin dolaylı zarar talebiyle ilgili vermiş olduğu gerekçenin son derece yanlış olup dolaylı zarar talebin dayanağının dava dışı … ile yapılan 04.01.2011 tarihli vefa akdinin yerine getirilememesi olduğunu, Müvekkili …’in, … ile yaptığı anlaşma şartlarını, halihazırda söz konusu istasyonu o tarihte davalı …yle beş yıllık akaryakıt bayilik sözleşmesi kapsamında işletmeye devam ettiğinden ve oldukça yüksek cirolarla istasyonun işletilmesi nedeniyle borçlarını ödeyebileceğini düşünerek ve tek iştigal konusu olan akaryakıt istasyonunun mülkiyetini de yitirmemek arzusuyla anlaşma şartlarını kabul ettiğini, mahkemenin gerekçesinin dosya içeriği delillere açıkça ters düştüğünü, davalının haksız feshi ile müvekkilinin zararı arasında uygun illiyet bağı açıkça mevcut olup esasen bu husus yerel mahkemenin de kabulünde olduğunu, davalının haksız feshi nedeniyle dava konusu akaryakıt istasyonunun çok ciddi gelir kaybına uğradığını, bu hususun dosyada mevcut bilirkişi raporları ile de tespit edildiğini, müvekkilinin taşınmazı geri almak üzere yapması gereken ödemeleri bu nedenle yapamadığının dosya kapsamından anlaşıldığını, bu nedenle davalının haksız fesih eylemiyle müvekkilinin bu zararı arasında uygun illiyet bağının bulunduğunu, Mahkemece de takdir edileceği üzere, satışlarını 170 kat artıran müvekkilinin bir yatırım yapmadan böyle bir başarıya ulaşmasının mümkün olmadığını, bu sebeple müvekkilinin tüm yatırımını akaryakıt istasyonun çalışması ve buna göre akabinde borçlarının ödenmesi üzerine kurduğundan bayilik sözleşmesinin haksız şekilde feshi nedeniyle borçlarını davalı yüzünden ödeyemeyerek taşınmazının mülkiyetini yitirdiğini, kaldı ki hayatın olağan akışı çerçevesinde ortaya çıkacak olan bu sonucun herkes tarafından öngörülebilir nitelikte olup ispata gerek dahi duyulmamalı ise de dosyada bu hususu ortaya koyan maddi delil ve belgelerin mevcut olduğunu, mahkemece aldırılan 25.03.2020 tarihli bilirkişi raporunun 9. sayfasında benzer şekilde, bayilik sözleşmesiyle müvekkilin satışlarında kayda değer artış olduğu ve ancak davalının eylemleri nedeniyle müvekkilin doğrudan zarar ettiği ve ticari faaliyetlerinin de durma noktasında geldiğinin tespit edildiğini, Dava dışı … tarafından taşınmazın mülkiyeti alınırken, dava dışı … bankası AŞ’ye bayilik sözleşmesine konu akaryakıt istasyonunun bulunduğu taşınmazın gerçek değerinin ödenmediği ve sadece …’nin bu bankaya olan kredi borcunun defaten ödenmesi neticesinde mülkiyetin geçirilmiş olması olduğunu, müvekkilinin dava dışı …’le 04.01.2011 tarihinde yapmış olduğu vefa akdi ayakta ve yürürlükte iken davalı … AŞ tarafından bayilik sözleşmesinin haksız feshedilmesi nedeniyle, müvekkilinin dava dışı …’le yapmış olduğu 04.01.2011 tarihli vefa akdinin gereklerinin yerine getirilemediğini, Mülkiyeti kaybedilen taşınmazın dava tarihi itibariyle değeri tespit edildiğinden yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucunda uygun illiyet bağının vartlığı tespit edilerek, müvekkilinin uğradığı zarar yönünden keşifte belirlenen bilirkişi raporundaki bu değere itibar edilerek zarara hükmedilmesi gerektiğini, bunun için istinaf aşamasında yeniden inceleme yapmaya da gerek bulunmadığını, iş bu şekilde dolaylı zarar ile ilgili hüküm kurulmasına karar verildiği takdirde, müvekkilinin doğrudan uğradığı zarar olan kâr mahrumiyeti hesabında dava dışı … ile yapılan vefa akdi nedeniyle bu kişiye ödenmesi gereken tutarların da bu zarar kaleminden mahsup edilmesinin hukuka uygun olacağını, mahkemece bu mahsubun kâr mahrumiyeti nedeniyle oluşan alacaklarından mahsup edilmesinin çelişkili ve hatalı olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davadaki tüm talepleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davalı ile akdedilen akaryakıt bayilik sözleşmesinin davalı hanca haksız feshi nedeniyle sözleşmenin bakiye süresi için uğranılan kâr mahrumiyeti zararının ve üzerinde petrol istasyonu işlettiği taşınmazın mülkiyetini geri alma hakkının kaybı nedeniyle oluşan dolaylı zararın tahsili talepleriyle açılmış bir maddi tazminat davasıdır. İlk derce mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; bu karara karşı, her iki taraf vekillerince, yasal süreleri içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, her iki taraf vekillerinin ileri sürdükleri istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.İlk derece mahkemesince yapılan tahkikat işlemlerinde yetersizlik görüldüğünden HMK’nın 356. maddesi uyarınca istinaf incelemesi duruşmalı yapılmış, Dairemizce tazminat talebine konu taşınmazın değeri hakkında bilirkişi incelemesi yapılarak talimat yoluyla kök ve ek rapor alınmıştır. Davalı vekilinin istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde; Davalı vekili, müvekkili tarafından bayilik sözleşmesinin haklı nedenlerle ve hukuka uygun şekilde feshedildiğini, bu nedenle davacının doğrudan ya da dolaylı zararlarını talep etme hakkının bulunmadığını ileri sürmüştür. İlk derce mahkemesi karar gerekçesinde de gösterildiği üzere; taraflar arasında daha önce görülen davacı olan … tarafından açılan İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/475 E- 205/927 K sayılı dosyasında, taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin … tarafından haksız olarak feshedildiği tespiti yapılmış ve bu gerekçe ile kurulan hüküm Yargıtay denetiminden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Anılan dosyada, …’nin ileri sürdüğü haklı fesih sebepleri yerinde görülmemiş ve feshin haksız olduğuna dair tespit içeren hüküm kesinleşmiştir. Anılan hüküm kesinleştiğinden, aynı sözleşmeye dayalı eldeki davamız bakımından kesin delil etkisi taşımaktadır. Mahkeme kararı ile kesinleşen tespite göre davalı …’nin taraflar arasındaki bayilik sözleşmesini haksız olarak feshettiği hususu kesinleşmiş olup ilk derece mahkemesinin bu konudaki gerekçeleri isabetlidir. Davalı vekilinin aksi yöndeki istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir.Davalı vekili, davacının, kâr mahrumiyeti zaranı sözleşmenin bakiye süresinin tamamı için değil, makul bir süre için talep edebileceğini, yerleşik yargısal içtihatlar uyarınca makul sürenin üç aydan ibaret olup davacının en fazla bu süre için kâr mahrumiyeti zararı talep edebileceğini ileri sürmüştür. Dosya kapsamına göre, taraflar arasında imzalanan 13.12.2010 tarihli ve beş yıl süreli bayilik sözleşmesinin davalı tarafından Beyoğlu … Noterliğinin 25.05.2012 tarihli … y nolu ihtarnamesi ile feshedildiği, fesih tarihi itibariyle sözleşmenin bakiye süresinin dört yıl iki ay olduğu anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesi bu bakiye sürenin tamamı için kâr mahrumiyeti zararı hesaplamış ve hüküm altına almıştır. Davalının sözünü ettiği yargısal içtihat, bayilik veren dağıtım şirketinin bayilik sözleşmesinin sona ermesinden sonra ne kadarlık bir süre içinde yeni bayi bulacağı ve bayilik sözleşmesi akdedebileceği hususu ile ilgili olup sözleşmesi haksız olarak feshedilen bayi ile ilgili değildir. Çünkü sözleşmesi haksız feshedilen bayinin (somut olayda davacının) aynı faaliyet alanında yeni bir bayilik tesis etmesinin her zaman mümkün olduğundan söz edilemez. TBK’nın 114. maddesi uyarınca haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanır. Haksız fiil hükümlerine yapılan bu genel atıf uyarınca aynı Kanun’un 52. maddesi gereğince, zarar gören, zararın artmasını önlemekle yükümlüdür. Yargıtay içtihadında makul süreden söz edilmesinin gerekçesi bu hukuki düzenlemedir. Ancak bu durumun her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda ilk derece mahkemesince bilirkişi incelemeleri yapılarak raporlar alınmıştır. İlk olarak üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 24.03.2020 tarihli raporda kâr mahrumiyetinin hesaplanması için komşu bir akaryakıt bayisinin satış verilerine ihtiyaç olduğu, ayrıca taşınmaz kaybı nedeniyle oluşun zarar bakımından ise gayrımenkul değerlemesi yapılması gerektiği belirtilmiş, herhangi bir tazminat hesabı yapılmamıştır. Aynı raporda bilirkişiler, davacının 2011 ve 2012 yıllarına ait satış verilerini ve gelirini karşılaştırmış ve 2012 yılında davalının davacıya akaryakıt ürünü tedarik etmemesi nedeniyle toplam satışlarının 1.700.623,00 TL azalarak 2.040,19 TL ‘ye düştüğü tespiti yapılmıştır. Bilirkişilerce yapılan bu tespit, davalının davacıya akaryakıt ürünü temin etmemesi yani sözleşmeyi haksız olarak feshetmesi nedeniyle ticari olarak yaklaşık tüm gelirinin kaybına neden olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Davacı vekili 03.04.2020 tarihli dilekçesiyle komşu petrol istasyonu olan … istasyonunu emsal göstermiş, ilk derece mahkemesince heyete taşınmaz değerleme uzmanı da eklenmek suretiyle 14.12.2020 tarihli ek rapor alınmıştır. Bu ek raporda çeşitli hesaplama yöntemlerine göre farklı kâr mahrumiyeti tutarları hesaplanmış, ayrıca dava tarihi olan 2019 yılı itibariyle davacının tazminat talebine konu ettiği taşınmazın değeri 42.324.377,18 TL olarak hesaplanmıştır.Aynı bilirkişi kurulu ilk derce mahkemesinin 23.03.2021 tarihli ara kararı üzerine düzenlediği tarihsiz ek raporda, davacının taşınmazını geri alamaması ve haksız fesih sonucu oluşan ekonomik durumu nedeniyle yeni bir bayilik açma imkanının kalmadığı tespiti yapılmıştır. Aynı raporda bilirkişiler, davacının taşınmaz kaybından doğan zararını da talep edebileceğini belirtmişlerdir. Bu raporda, davacının sözleşmenin bakiye süresinin tamamı için kâr mahrumiyeti tazminatı talep edebileceği, EPDK tarafından ilan edilen kâr marjlarının esas alınması gerektiği tespiti yapılmıştır. Bilirkişi kendi kanaatine bu şekilde belirtmiş olmakla birlikte eğer mahkeme aksi kanaatte olursa iki yıllık bir sürenin makul süre olarak değerlendirilebileceği, buna göre kâr mahrumiyeti talep edilebileceği alternatif görüşüne ikincil olarak yer verilmiştir. Bu rapor üzerine davacı vekili nihai talep sonucunu bilirkişi kurulunun EPDK kâr marjlarını esas alarak belirlediği 16.260.547,67 TL üzerinden arttırmış, aynı dilekçede taşınmazın kaybından kaynaklanan dolaylı zarar olarak 42.324.377,18 TL talep ettiğini bildirmiş ve taşınmaz bedeli için …’e ödenmesi gereken 1.532.195,00 TL nin tazminattan düşülerek ödenmesini istemiştir. Davacı tarafından dosyaya sunulan ve Prof. Dr. … tarafından düzenlenen görüşte de davacının bakiye sözleşme süresinin tamamı için kâr mahrumiyeti zararı talep edebileceği, makul süre savunmasının dağıtıcı firmanın tazminat talepleri bakımından geçerli olabileceği, davacı bayi bakımından makul süre söz konusu olmayacağı, kaldı ki davalının sözleşmeyi haksız olarak feshetmesi sonucunda davacının mali bakımdan zor duruma düştüğü, alım sözleşmesi ile alabileceği taşınmazı alamayacak hale geldiği, bu zararını da talep edebileceği tespitlerine yer verilmiştir. Benzer nitelikteki tespit ve değerlendirmelere Prof. Dr. … tarafından düzenlenen uzman görüşünde de yer verilmiştir. Bu deliller, raporlar ve tespitler doğrultusunda ilk derce mahkemesince EPDK’nın kâr marjları esas alınarak yapılan hesaplamaya göre davacının bakiye sözleşme süresinin tamamı için kâr mahrumiyeti talep edebileceğine hükmedilmiştir. Bilirkişi raporlarında ve davacı vekili tarafından dosyaya sunulan uzman görüşünde de belirtildiği üzere; öncelikle makul süreye ilişkin emsal içtitların, dağıtıcı firmanın tazminat taleplerinde söz konusu olup bayinin tazminat talebi bakımından böyle bir içtihat sunulmadığı gibi, somut olayda davalının sözleşmeyi haksız surette feshetmesi nedeniyle davacının gelirlerinin tamamına yakının kaybetmesi sonucu, bayilik hizmetini verdiği taşınmazı geri alma hakkını kaybettiği ve yeni bir bayilik açmak bakımından ekonomik yeterliliğini yitirmiş olması nedeniyle makul süre için de yeni bir bayilik anlaşması imkanının kalmadığı, bunun sonucu olarak davacının kâr mahrumiyeti zararını azaltma imkanının kalmadığı kanaatine varılmıştır. Bunun sonucunda davacının, bakiye sözleşme süresinin tamamı için kâr mahrumiyeti zararı talep etme hakkının olduğu sonucuna varıldığından, davalının aksi yöndeki istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir.HMK’nın 282. maddesi uyarınca hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer deliller ile birlikte serbestçe değerlendirir. Buna göre, bilirkişi raporları takdiri delil niteliğinde olup mahkemece diğer delillerle birlikte serbestçe hükme esas alınır. Davalı vekili istinaf dilekçesinde sektör bilirkişisinden rapor alınmadığını belirtmiş ve istinaf aşamasında akaryakıt ve LPG dağıtım sektörü uzmanından 28.03.2022 tarihli uzman görüşünü sunmuş olup bu raporda makul sürenin en az bir ay azami üç ay olabileceği belirtilmiş ise de yukarıda yapılan tespitlere göre, davacının kâr mahrumiyeti tazminatı bakımından sözleşmenin bakiye süresinin tamamı için tazminat talep edebileceği, makul süre bakımından bir değerlendirme yapılamayacağı sonucuna varıldığından ve ayrıca dosyada rapor düzenleyen bilirkişilerin bu konuda yeterli uzmanlığa sahip olup makul süre konusunda seçenekleri göstererek mahkemenin takdirine sunmuş olduklarından, ilk derece mahkemesi ve Dairemizce yapılan bilirkişi incelemeleri yeterli olup bu konudaki davalı vekilinin aksi yönde ileri sürdüğü istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Davalı vekili, zarar tespiti için aynı bölgede faaliyet gösteren … isimli akaryakıt istasyonunun muhasebe kayıtlarının emsal alınamayacağını belirtmiş ise de aynı bölgedeki akaryakıt istasyonu satışlarının hesaplamaya esas objektif bir veri oluşturduğu açıktır. Kaldı ki bilirkişi kurulunca hesaplama alternatifli olarak yapılmış ve emsal akaryakıt istasyonundaki satış miktarları esas alınarak bu miktarlara EPDK’nın kâr marjları uygulanarak tazminat hesabı yapıldığından davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Ancak bilirkişi raporunda, emsal istasyon olan …’un satış miktarlarına EPDK kâr marjları uygulanarak bulunan 16.260.547,67 TL’nin bürüt olduğu, bu miktardan yaklaşık %50 oranında maliyet indirimleri yapılması gerektiği, bu bağlamda vergi, genel yönetim gideri, personel gideri ve diğer giderler düşüldüğünde davacının talep edebileceği kâr mahrumiyeti tazminatı miktarının 9.085.896,45 TL olduğu hesaplandığı hâlde ve ayrıca emsal petrol istasyonu …’un aynı dönem için tespit edilen net kârının da bu rakama oldukça rakam olduğu dikkate alındığında, ilk derce mahkemesince kâr mahrumiyeti olarak 9.085.896,45 TL’ye hükmedilmesi gerekirken bürüt kârın tamamına hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırı görülmüş, davalı vekilinin tazminatın miktarına yönelik istinaf başvurusu bu bakımdan ve kısmen haklı bulunmuş, hükmün bu kısmının HMK’nın 356 maddesi uyarınca düzeltilerek davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulması gerekmiştir.Davacı vekilinin istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde; Davacı vekili, müvekkilinin geri alım hakkı ile kendisine devredilecek taşınmazı davalının sözleşmeyi haksız feshetmesi nedeniyle ödemelerini yapıp geri alamadığını, taşınmazın değeri kadar dolaylı zararının oluştuğunu, bu konudaki tazminat taleplerinin haksız olarak reddedildiğini belirterek, hükmün bu kısmının kaldırılmasını ve taşınmaz mülkiyetinin kaybından doğan tazminat taleplerinin kabulüne karar verilmesini istemiştir. İlk derce mahkemesince dosyaya celp edilen tapu kayıtlarına göre; evveliyatında mülkiyeti davacıya ait olan taşınmazın teminat amaçlı işlemlerle … Bankasına geçtiği, … Bankası ile …, … ve … arasında 10.10.2008 tarihli protokolün imzalandığı, daha sonra banka ile … arasında 23.11.2008 tarihli ek protokolün imzalandığı, bu ek protokolde …’a taşınmazı geri alım hakkı verildiği, bakiye kredi borcu olan 1.300.000 TL banka alacağının faizi ile birlikte öngörülen tarihe kadar ödenmesi halinde vefa hakkının kullanılabileceğinin hüküm altına alındığı, daha sonra 02.11.2009 tarihli ikinci ek protokol imzalanarak borcun yapılandırıldığı, vefa hakkının 03.11.2012 tarihine kadar kullanılabileceğinin belirtildiği anlaşılmıştır. Daha sonra davacının da katıldığı 16.04.2010 tarihli protokol düzenlendiği, bu protokolde borcun kefili konumunda olan …’in toplam banka alacağı olan 1.438.341 TL yi ödemesi halinde tazminat talebine konu taşınmazın …’in gösterdiği üçüncü şahıs …’e devrinin kararlaştırıldığı; davacının … Bankası genel müdürlüğüne hitaben verdiği 04.01.2011 tarihli dilekçe ile müteselsil kefil olduğu protokole ilişkin kredi borcunun … tarafından üstlenilmesi suretiyle nakden ve defaten ödenmesi, bu ödeme neticesinde daha önce bankaya teminat amaçlı devredilen Ankara ili Gölbaşı ilçesi … Mah. … parselden imar uygulaması sonucu oluşan … ada … parselde kayıtlı gayrımenkulün … payı ile Ankara ili Gölbaşı ilçesi … Mah. … ada … parselde kayıtlı gayrımenkulün … payının üzerindeki ipotek ve yükümlülükleriyle birlikte …’e devrini talep ettiği; … tarafından dava dışı bankaya, makbuzlarla belgelendirildiği üzere, 1.523.195,00 TL ödeme yapıldığı, tapu kaydına göre taşınmazın …’e devredildiği; davacı ile … arasında bankaya dilekçe verildiği tarih olan 04.01.2011 tarihli imzalanan protokolde tazminat talebine konu taşınmaz hissesinin bankaya ödeme yapılması halinde banka tarafından …’e devrinin sağlanması, davacı tarafından 15.06.2012 tarihine kadar ödemelerin yapılması halinde bu taşınmazın davacıya devredileceğinin kararlaştırıldığı, eğer bu ödeme yapılmazsa …’in taşınmazı dilediği başka kişilere devredebileceğinin kararlaştırıldığı ve son olarak davacı ile … arasında imzalanan 18.06.2012 tarihli protokol ile … tarafından bankaya yapılmış olan ödeme tutarının davacı tarafından …e kararlaştırılan tarihte geri ödenememiş olması nedeniyle davacının taşınmazı alım hakkını kullanamadığı ve taşınmazı …’in dilediği kişiye devredebileceği konusunda anlaştıkları görülmüştür.Görüldüğü üzere teminat amaçlı olarak bankaya devredilen ve üzerinde davacının fiilen petrol istasyonu işlettiği taşınmazın, yukarıda bahsi geçen protokoller kapsamında davacının kefili olduğu borcu ödeyen …’e taşınmazın banka tarafından devredildiği, davacı ile … arasında kararlaştırılan alım hakkının, davacının geri ödeme borcunu yerine getirememesi nedeniyle 18.06.2012 tarihi itibariyle sona erdiği, bu tarih itibariyle davacının taşınmazın geri alım hakkının kaybından doğan zararının oluştuğu anlaşılmaktadır. İddia edilen bu zarar davacının dolaylı zararıdır. Dolaylı zararın hukuki niteliği hakkında davacı vekilinin istinaf dilekçesinde ve Prof. Dr. …’un uzman raporunda ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır. Sözleşmeye aykırı davranış halinde ortaya çıkan doğrudan ve dolaylı zararların tazmini talep edilebilir. Talebe konu bu zarar dolaylı zarar olup ilk derece mahkemesince “yansıma zarar” olarak nitelendirilmesi isabetsiz olmuştur.Somut olaydaki bu zararın ayrıntısı bilirkişi raporlarında ve uzman raporlarında belirtildiği üzere davalının sözleşmeyi haksız olarak feshetmesi sonucu davacının ekonomik durumunun ve alım gücünün bozulması nedeniyle ortaya çıkması sonucu oluştuğu, yukarıda davacının mahrum kaldığı kâr tazminatı talebi yönünde yapılan değerlendirmede ulaşılan sonuca göre, davalı yanca sözleşme feshedilmeseydi davacının elde edebileceği gelir ve kâr tutarı da dikkate alındığında, bu zararın davalının bayilik sözleşmesini haksız feshinden kaynaklanan dolaylı zarar niteliğinde olduğu sonucuna ulaşıldığından, davacının bu tazminat talebinin yansıma zarar olarak nitelendirilip bütünüyle reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuş, davacı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf başvurusunun kabulü gerekmiştir.Davacı vekili bu zarar kalemi bakımından talebini, bilirkişi kurulunca taşınmazın dava tarihi olan 2019 yılındaki değeri üzerinden 42.324.377,18 TL olarak belirlemiş ise de yukarıda açıklanan ve özellikle davacı ile dava dışı … arasında imzalanan 18.06.2012 tarihli protokol ile davacının dava konusu taşınmazı geri alma hakkını yitirdiği, zararın bu tarih itibariyle oluştuğu dikkate alındığında, bu kaleme ilişkin zarar tutarının bu tarihe göre hesaplanması gerektiği kanaatine varılmıştır. İlk derece mahkemesince genel kredi sözleşmelerinin tarihlerinden hareketle oluşturulan gerekçe isabetsiz oluşmuştur. Çünkü davacının zararı, bayilik sözleşmesinden elde edeceği gelire güvenerek …’le imzaladığı protokolün gereği olan ödemelerin, davalının sözleşmeyi feshetmesi sonucu davacı tarafından yapılamaması nedeniyle ortaya çıktığı, meselenin kredi sözleşmelerinin tarihleriyle ilgili olmadığı anlaşılmıştır. Davacının mülkiyetini geri alma hakkını kaybettiği taşınmazın zarar tarihindeki değerinin tespiti konusuda Dairemizce Ankara nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine talimat yazılarak bilirkişi kök ve ek raporları alınmış ve alınan bilirkişi ek raporu doğrultusunda taşınmazın 18.06.2012 tarihi itibariyle gerçek piyasa değerinin 21.323.669,40 TL olduğu, davacının gerçek zararının bu tutar olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ancak bu zarardan, davacının …’le arasındaki protokol uyarınca …’e ödemesi gereken 1.523.195,00 TL’nin düşülmesi gerekir. Çünkü davacı geri alım hakkını ancak bu tutarı ödeyerek kullanabilecekti. Dolayısıyla davacının aktifinden çıkması gereken bu tutarın davacının bu zarar kaleminden düşülmesi gerekir. İlk derce mahkemesince bu tutarın kâr mahrumiyeti zararından düşülmesi hatalı olmuştur. Bu tutarın taşınmaz değerinden düşülmesi sonucu davacının bu kalem için talep edebileceği tazminat tutarı 19.800.474,40 TL olarak hesaplanmış ve Dairemizce bu miktar hüküm altına alınmıştır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında, her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının kısmen kabulü ile HMK’nın 356. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılarak davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına ve neticede davanın kısmen kabulüne dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;Her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının kısmen kabulü ile HMK’nın 356. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılarak davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, bu doğrultuda;1-Davanın kısmen kabulüyle 9.085.896,45 TL kâr mahrumiyeti, 19.800.474,40 TL taşınmaz geri alım hakkının kaybından doğan zarar olmak üzere toplam 28.886.370,85 TL alacağın, dava tarihinden itibaren işleyecek ve 3095 sayılı Kanun’un 2/2. maddesi uyarınca avans esasına göre hesaplanacak temerrüt faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,2-Fazlaya ilişkin taleplerin reddine,3-Alınması gerekli 1.973.227,99 TL harçtan, davacı tarafça peşin olarak yatırılan (ıslah harcı dâhil) toplam 974.553,88 TL harçtan mahsubu ile bakiye 998.674,11 TL harcın davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına, 4-Davacı tarafından harcanan toplam 974.599,28 TL başvuru ve peşin harç giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 5-Davacı tarafça ilk derece aşamasında sarf edilen toplam 2.530,00 TL yargılama giderinden davadaki haklılık oranlarına göre belirlenen 1.726,72 TL’lik kısmının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye kısmın davacı üzerinde bırakılmasına, 6-Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden, hüküm tarihindeki AAÜT gereğince kabul edilen miktar üzerinden hesaplanan 526.863,71 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, 7-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden, hüküm tarihindeki AAÜT gereğince reddedilen miktar üzerinden hesaplanan 372.380,06 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, 8-Sarf edilmeyen gider avanslarının, karar kesinleştikten sonra iadesine, 9-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden: a-Taraflarca yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye gelir kaydına,b-Taraflarca yatırılan istinaf peşin karar haçlarının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde, ilk derece mahkemesince, yatıran taraflara iadesine,c-Davacı tarafından harcanan toplam 14.856,70 TL istinaf giderlerinin, davadaki haklılık oranlarına göre belirlenen 10.139,69 TL’lik kısmının davalıdan alınıp davacıya verilmesine, bakiye kısmın davacı üzerinde bırakılmasına, d-İstinaf yargılaması duruşmalı yapıldığından ve birden fazla duruşma icra edildiğinden, hüküm tarihindeki AAÜT uyarınca belirlenen 11.000,00 TL maktu vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, e-İstinaf yargılaması duruşmalı yapıldığından ve birden fazla duruşma icra edildiğinden, hüküm tarihindeki AAÜT uyarınca belirlenen 11.000,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 10-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,11-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair, Taraf vekillerinin yüzlerine karşı, gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açık olmak üzere ve oy birliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 31/05/2023
KANUN YOLU: Gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.