Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2022/567 E. 2022/861 K. 16.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/567
KARAR NO: 2022/861
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 16.12.2021
NUMARASI: 2020/586 Esas – 2021/1044 Karar
DAVA: Yönetici Sorumluluğu Nedeniyle Tazminat
Taraflar arasındaki yönetici sorumluluğuna dayalı tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; İstanbul ticaret sicil müdürlüğü … sicil numarası ile kayıtlı “Uluslararası Denetim ve Yeminli Mali Müşavirlik” alanında faaliyet gösteren, Tasfiye Halinde …-… A.S de davacı …’in kurucu ortak olarak 17.500 adet paya sahip yasal ve geçerli en son yönetim kurulu başkanı olduğunu, Şirketin halen faaliyet gösteremediğini, bir karar alamadığını, bu durumun yaklaşık 13 yıldan fazla bir süreden beri devam ettiğini, yönetim kurulu dahi seçilemediğini,bu süreçte Şirketin sicilden terkin edildiğini, İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/486E-, 2017/400K. Sayılı ve 02.05.2017 tarihli kararı ile İstanbul 2. Fikri Haklar Hukuk Mahkemesinin 2011/42E sayılı dosyası ile sınırlı olmak kaydı ile ihya kararı verildiğini, Genel Kurul yapılmasına ilişkin olarak mahkemece yetki verilmesine rağmen, 09.09.2019 tarihinde yapılan Genel Kurul da, Toplantı Başkanı seçilemediğinden toplantının ertelendiğini, İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde müvekkili tarafından açılan 2007/774 E. sayılı davada 07.04.2010 tarihli karar ile genel kurul kararlarının yoklukla malul olduğunun tespit edildiğini, kararın Yargıtay incelemesi sonunda 30/12/2011 tarihinde kesinlestiğini, davalı …’nun (6.750 adet paya sahip) mutlak butlan kararı ile yok hükmünde sayılan Yönetim kurulu başkanı,davalı … ın ( 1.500 adet paya sahip)davalı … in (1.000 adet paya sahip) davalı …’in( 500 adet paya sahip ) mutlak butlan kararı ile yok hükmünde sayılan Yönetim Kurulu Üyeleri olduklarını, Davalıların 30.09.2007 ile 31.12.2012 tarihleri arasında tahrif edilmiş, yanıltıcı ve gerçeğe aykırı belgelere ve muhasebe ve hesap hileleri içeren kayıtlara dayalı olarak oluşturulan mali tabloları vergi dairesine sunduklarını, TTK m. 336/3 gereğince kanunen tutulması gereken defterlerin mevcut olmaması veya düzensiz bir şekilde tutulmasından davalı yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun gündeme geleceğini, vergi usul kanunu gereği usulsüzlük cezasının söz konusu olacağını, Müvekkili davacı …’in usulsüz ve yasaya aykırı şekilde 2007 yılında yönetimden çıkarılmasından itibaren, 30.09.2007 ile 31.12.2012 arasında, davalıların baştan itibaren şirket içini boşaltmak amacıyla, şirket büyük ortağı olan davacı müvekkilini usulsüz ve hileli yollarla şirket yönetim kurulu başkanlığından uzaklaştıran davalıların, şirket yönetimini ele geçirdiklerini, şirketin tüm malvarlığını, hak ve alacaklarını, şirket ortağı …’a (Şirket’te 14.500 paya sahiptir) ve üçüncü gerçek ve tüzel kişilere aktardıklarını , Şirketi fiktif ve yetkisiz borçlandırıp Şirkete ait paraları nakden çekip zimmetlerine geçirdiklerini, haksız kazanç elde ettiklerini, fiktif olarak yaratılan söz konusu alacağın örtülü kar dağıtımı vasıtasıyla ortaklara haksız menfaat sağladığını, haksız ve zimmete geçirilen ödemelerin toplamının 7.765.752,-TL olduğunu, Ortaklar hesabına virman yapılan tutarlar ile haksız ve zimmete geçirilen 7.765.752,-TL tutarındaki paraları çekip uhdelerine geçirmeleri, 30.09.2007 ile 31.12.2012 tarihleri arasında yapılan Şirket Genel Kuruluna gerçek dışı bilgiler sunmaları nedeniyle; Davanın kabulüne, davalıların yönetim kurulu üyesi sıfatı ile görev yaptıkları 30.09.2007 ile 31.12.2012 arasındaki dönemlerde kanunun ve esas sözleşmede belirtilen görev ve yükümlülüklerine açıkça aykırı davranarak şirket ve müvekkil davacı şirket ortağına verdikleri zararın tespitine Davalıların hali hazırda verdikleri zararın tam ve kesin olarak tespit edilmesinin mümkün olmaması sebebi ile HMK’nın 107. Maddesi kapsamında Belirsiz Alacak Davası niteliğinde olmak ve zararın tam ve kesin olarak belirlenmesi neticesinde arttırılmak üzere, şimdilik 550.000,-TL tutarındaki zararın, zararın meydana geldiği tarihlerden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline ve Tasfiye Halinde …-… A.S ne ödenmesine, Davalılar, ortağı ve yöneticileri oldukları firmaların haksız elde ettikleri paraları banka hesaplarından eşlerine, diğer akraba ve yakınlarına, 3.şahıslara transfer edebilecekleri, ayrıca adlarına veya akrabalarının adına kayıtlı taşınmaz ve taşınırların, her türlü mal varlıklarını 3. kişilere devredebilecekleri ve ayrıca tüm davalıların mal varlıklarını devretme ve kaçırma yoluna gidecekleri yönündeki kuvvetli şüphesi nedeni ile 6100 Sayılı HMK’nın 391. Maddesine istinaden davalıların taşınmaz, taşınır, hak ve alacaklarına tercihen teminatsız olarak ihtiyati tedbir konulmasına. yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, savunmasında özetle; Davacı tarafın işbu dava kapsamında, 30.09.2007 ila 31.12.2012 tarihleri arasında Şirket’te yönetim kurulu üyesi olarak görev alan müvekkillerinin kanun ve esas sözleşmeden kaynaklı yükümlülüklerine açıkça aykırı davranmaları sebebiyle şirketi zarara uğrattıklarını iddia ettiğini, Davacının Şirket’in zarara uğratıldığını iddia ettiği iş ve işlemlerin hangi tarihte gerçekleştiklerinin tek tek belirlenmesi ve bunların gerek zamanaşımı gerekse de uygulanacak hukuk yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini, davacı tarafça iddia olunan iş ve işlemlerin büyük çoğunluğunun 2007 ve 2008 senesinde gerçekleştirilen işlemler olup, birkaçının 2008 -2010 yılları arasındaki kayıtı olduğunu, 2011 ve 2012 yıllarında gerçekleştirilen herhangi bir iş veya işleme ilişkin bir iddia bulunmadığını, İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/774E. 2010/177K. sayılı ve 21.09.2007 tarihli Genel Kurul kararlarının butlanına ilişkin kararının 30.12.2011tarihinde kesinleştiğini, davacının bu dava dosyasında yapılan yargılama belgeleriyle en geç 30.12.2011 tarihi itibariyle huzurdaki davaya konu ettiği iş ve işlemlerin tamamından haberdar olduğunu, Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun 6102 sayılı TTK 549 vd. maddelerinde; 6762 sayılı TTK 336 vd. maddelerinde düzenlendiğini, Ortakların ve şirket alacaklılarının, anonim şirket yönetim kurulu üyelerine karşı tazminat taleplerini hangi süreler içerisinde yöneltmeleri gerektiği hususunun ise 6102 sayılı TTK’nun 560; 6762 sayılı TTK’nun ise 340.maddenin yaptığı atıfla 309/4 maddelerinde düzenlendiğini, maddelerde öngörülen iki ve beş yıllık zamanaşımı sürelerinin huzurdaki davada dolduğunu, bu nedenle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, Dava her ne kadar belirsiz alacak davası olarak ikame edilmişse de , davacı tarafça bütün alacak kalemlerinin tek tek sayıldığını, davanın belirsiz alacak davası olarak ikame edilemeyeceğini, HMK madde 115/2 uyarınca hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddi gerektiğini, davacı tarafın 7.765.752,00 TL üzerinden nisbi harcı tamamlaması gerektiğini, Davacı tarafından tazminata konu edilen iş ve işlemlerin de dava dışı …’in de bilgisi ve gözetimi bulunduğunu, davanın ihbarını talep ettiklerini Dava dışı …’ın anılan dönemde şirkette yönetim kurulu üyeliği olmadığını, dava dışı … sahip olduğu 21.000 adet payına istinaden şirket’in %42 oranında ortağı konumunda bulunduğunu, dava dışı …’a yöneltilen iddia ve beyanların hiçbir şart ve koşulda işbu davanın konusunu oluşturmasını mümkün olmadığını, davacı tarafın iddialarını tanıkla ispatlamasının mümkün olmadığını belirterek, bildirmiştir. Öncelikle davacı tarafın şartları oluşmayan ihtiyat-i tedbir talebinin reddine, akabinde davaya ilişkin yapılacak inceleme neticesinde belirsiz alacak davası olarak ikame edilen işbu davanın hukuki yarar yokluğundan reddine, Sayın Mahkemenin aksi kanaatte olması halinde davacı tarafın talebi 7.765.752,00-TL üzerinden harcın tamamlatılmasına, davaya konu iddiaların zamanaşımına uğramış olması sebebiyle reddine, esasa ilişkin bir inceleme yapılması halinde ise hukuka ve yasalara aykırı olarak açılmış olan davanın reddine, yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Dava; 6102 sayılı TTK 554 maddesi ile 6762 sayılı TTK 309, 336, 337 ve 340 maddesinde düzenlenen şirketin kurucu ortakları, şirket yöneticileri ve müdürlerine karşı şirket ortağı ve şirket alacaklılarının açtığı sorumluluk davasıdır. Mahkememizce taraflar arasındaki uyuşmazlık; ‘Davalıların Tasfiye halinde …-… AŞ nin yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptıkları , 30/09/2007-31/12/2012 tarihleri arasındaki dönemde şirket ve şirket ortaklarına verdikleri zararın 6762 sy TTK nun 309, 336, 337 ve 340 vd md gereğince tespiti ve HMK 107 gereğince belirsiz alacak olarak şimdilik 550.000 TL zararın meydana geldiği tarihten itibaren işleyecek ticari avans faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak şirkete ödenmesi ‘ şeklinde tespit edilmiştir. Mahkememizce davalı tarafın belirsiz alacak nedeniyle hukuki yarar itirazı ile eksik harcın tamamlanması itirazları, sorumluluk davaları belirsiz alacak olarak açılabileceğinden, bu nedenle de eksik harcın tamamlanması gerekmeyeceğinden reddedilmiştir. Davalıların zamanaşımı itirazının incelenmesinde; Davalılar …, …,…, … ile dava dışı … hakkında, davacı … in şikayeti üzerine İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi nin 2014/172 esas sayılı dosyasında hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonunda davalılar (ceza davasındaki sanıklar) hakkında 19/11/2015 tarih ve 2015/243 sayılı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/2-a maddesi gereğince beraat kararı verildiği, kararın yargıtay 15 CD nin 13/11/2018 tarihli onama kararı ile kesinleştiği getirtilen ceza dosyasından anlaşılmıştır. 5271 sayılı CMK nun 223/2 maddesi; (2) Beraat kararı; a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması, e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması, hallerinde verilir Şeklindedir. Maddenin 2-a bendinde davalıların (sanıklar) hizmet fiilinin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,sonucu beraat kararı verilmiştir. Kesinleşen ceza mahkemesi dosyasında davalılara suç olarak yüklenen eylemleri ile mahkememiz huzurundaki davada yargılama konusu yapılan eylemlerin aynı olduğu, sorumluluk nedeni olarak yüklenen fiillerin, suçun unsurlarından kanunilik (tipiklik) unsurunun bulunmaması nedeniyle, suç teşkil etmediği bir diğer değişle, açıklanan fiillerin ceza kanunu mucibince suç olmadığından bahisle davalılar hakkında beraat kararı verildiği anlaşılmaktadır. Yargıtay 11 HD nin 2019/4701-2020/2322 sayılı ve 04/03/2020 tarihli örnek kararında açıklandığı gibi; davalılara yüklenen fiilin 5237 sayılı TCK anlamında suç oluşturmayacağı sabit olduğundan ceza zamanaşımı sürelerinin huzurdaki davada uygulanmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda, 6762 sayılı TTK’nın 309/4 md ( 30/09/2007-01/07/2012 tarihleri arasındaki eylemler için) 6102 sayılı TTK 560/son md (01/07/2012-31/12/2012 tarihleri arasındaki eylemler için) hükmünde belirtildiği gibi somut olaya 15 yıllık uzamış zamanaşımı süresinin uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. Bu sonuca göre davalıların zamanaşımı itirazları nedeniyle 30/09/2007-01/07/2012 tarihleri arasındaki eylemler için 6762 sayılı TTK’nın 309 ve 01/07/2012-31/12/2012 tarihleri arasındaki eylemler için 6102 sayılı TTK 560 hükmünde belirtilen sürelere göre değerlendirme yapmak gerekecektir. Dava dilekçesindeki beyanlar, getirtilerek incelenen ceza dava dosyasındaki şikayeti, getirtilerek incelenen İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/774E- 2010/177K dosyası dava dilekçesi ve eklerinden, davacının varlığını ileri sürdüğü eylemlerden 2007 tarihi itibariyle haberdar olduğu, bu haberdarlığın en geç, İstanbul 5. ATM nin genel kurul toplantı kararlarının butlanına ilişkin kararının kesinleştiği 30/12/2011 olabileceği sabittir. Davacı … in zararı ve sorumlularını öğrendiği 30/12/2011 tarihinden, huzurdaki davanın açıldığı 16/10/2020 tarihine kadar; 6762 sayılı TTK’nın 309 ve 6102 sayılı TTK 560 da öngörülen ‘ zararı ve sorumluyu öğrendiği tarihten itibaren 2 yıl, herhalde zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren 5 yıl’ lık zamanaşımı süresinin dolduğu sabittir. Mahkememizce davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle, zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davanın zamanaşımı nedeni ile reddi kararı eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeye dayalı olduğunu, davalı tarafın zamanaşımı itirazlarına itibar edilmesinin olanaksız olduğunu, zira bu davaya konu iddia ve taleplerin zamanaşımına uğramadığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 04.04.2018 tarih, 2016/14053 E. ve 2018/2427 K. sayılı kararında bu durumun açıklığa kavuşturulduğunu, İş bu davanın, bilerek Şirketin Ticaret Sicilinden terkin edilmesine neden olan ve Mahkemenin Mutlak Butlan Kararı ile geçersiz sayılan ancak Butlan kararı kesinleşinceye kadar Şirketin idaresinde görevli davalı yönetim kurulu üyelerinin Şirkete ve Şirket ortaklarına verdikleri zarara ilişkin olduğunu, dava dosyasındaki dilekçelerde detayları açıklandığı üzere davalıların dava konusu işlem ve eylemleri aynı zamanda suç teşkil ettiğinden ceza zamanaşımının uygulanması gündeme geleceğini, zira sorumluluğu gerektiren işlem ve eylemler aynı zamanda bir suç teşkil ediyor ve bu suça ilişkin zamanaşımı süresi TCK anlamında daha uzun bir zamanaşımına tabi bulunuyorsa tazminat davasına da o zamanaşımı süresi uygulanacağı izahtan vareste olduğunu, mahkemenin önceki ara kararından dönerek İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararı sebebi ile 15 yıllık uzamış zamanaşımı süresinin uygulanamayacağına karar verdiğini, halbuki, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının, ceza zamanaşımının uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği de Yargıtay kararları ile de sabit olduğunu, zira Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2008 tarih, 2008/4-326 E. ve 2008/325 K. sayılı kararının ekli olduğunu, yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.12.2020 tarih, 2018/157 E. ve 2020/981 K. sayılı kararında da konuya ilişkin açıklamalar bulunduğunu; diğer taraftan, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesindeki Ceza Dosyasından başkaca ve ayrı olarak davalılar hakkında Savcılık Dosyaları bulunduğunu, Müvekkili davacı tarafından sınırlı bilgi ve belgelerle yapılan inceleme ve araştırmalar ile alınan, 17.08.2020 tarihli Uzman Görüş Raporu doğrultusunda, 2007 – 2020 YILLARI arasında kalan döneme ilişkin davalıların TCK md.164 gerçek dışı bilgi ve belgeler sunmak, VUK md. 359 Vergi Kaçakçılığı ve TCK md. 207 Sahte Evrak Düzenlemek suçlarına ilişkin daha önceki ceza davasına konu suç eylemlerinden farklı suç eylemlerinin bulunduğu anlaşılmış ve haklarında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2020/124260 ve 2021/27344 soruşturma nolu dosyaları kapsamında 10/09/2020 ve 15/02/2021 tarihlerinde yeni suç duyurularında daha bulunulduğunu, Mahkeme tarafından, müvekkili davacının uğranılan zararı ve sorumlularını öğrendiği tarihin butlan kararının kesinleştiği 30/12/2011 tarihi olarak kabul edilmesinin son derece hatalı bir kabullenme olduğunu, Mahkemenin davalıların haksız ve dayanaksız beyanlarına istinaden, üstelik önceki ara kararından sürpriz bir şekilde dönerek davanın zamanaşımı yönünden reddi kararının açıkça hatalı olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davalıların yönetim kurulu üyesi sıfatı ile görev yaptıkları 30.09.2007 ile 31.12.2012 arasındaki dönemlerde kanunun ve esas sözleşmede belirtilen görev ve yükümlülüklerine açıkça aykırı davranarak şirket ve müvekkil davacı şirket ortağına verdikleri zararın tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Davalılar …, …,…, … ile dava dışı … hakkında, davacı … in şikayeti üzerine İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi nin 2014/172 esas sayılı dosyasında hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonunda davalılar (ceza davasındaki sanıklar) hakkında 19/11/2015 tarih ve 2015/243 sayılı karar ile davalılara (sanıklar) atılı eylemlerin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,sonucu beraat kararı verildiği kararın yargıtay 15 CD nin 13/11/2018 tarihli onama kararı ile kesinleştiği anlaşılmaktadır. Davalılara yüklenen fiilin 5237 sayılı TCK anlamında suç oluşturmadığı kesinleşen ceza mahkemesi kararı ile sabit olduğundan ceza zamanaşımı sürelerinin huzurdaki davada uygulanması mümkün değildir. Dolayısıyla bu durumda, 6762 sayılı TTK’nın 309/4 md ( 30/09/2007-01/07/2012 tarihleri arasındaki eylemler için) 6102 sayılı TTK’nın 560/son md (01/07/2012-31/12/2012 tarihleri arasındaki eylemler için) ceza zamanaşımı süresinin uygulanması söz konusu olmayacaktır. Bu durumda 6762 sayılı eski TTK’nın 309/4 maddesi ile 6102 sayılı yeni TTK’nın 560. maddesindeki herhalde zarararı doğuran fiilin meydana geldiği tarihten itibaren beş yıllık zaman aşımı süresinin dolacağına dair yasa hükmü dikkate alınmalıdır. Davacının, davalı yöneticilerin 30.09.2007- 31.12.2012 tarihi arasında yönetici sıfatı taşıdıkları dönemdeki eylemleri nedeniyle zarara neden oldukları iddiası kapsamında , davalıların iddia edilen son eylemlerinin 31.12.2012 tarihi olabileceği dikkate alındığında, dava açılış tarihinde 6762 sayılı eski TTK 309/4 maddesi ile 6102 sayılı yeni TTK’nın 560. maddesindeki beş yıllık zaman aşımı süresinin dolmuş olduğu anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararı isabetli olup, aksi yöndeki davacı istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Davacı vekilince İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesindeki Ceza Dosyasından başka davalıların TCK’nın164. maddesi kapsamında gerçek dışı bilgi ve belgeler sunmak, VUK’nun 359 vergi kaçakçılığı ve TCK’nın 207 maddesindeki sahte evrak düzenlemek suçlarından dolayı 10/09/2020 ve 15/02/2021 tarihlerinde yapılan şikayet üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2020/124260 ve 2021/27344 soruşturma nolu dosyalarında yürütülen soruşturma dosyalarının da bulunduğu, ancak mahkemece bu dosyaların celp edilip incelenmeksizin zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar vermesinin de isabetli olmadığı ileri sürülerek karar istinaf edilmiştir. Davacı vekilince, eldeki davada 24.11.2020 tarihli delil dilekçesi sunulduğu, iş bu delil dilekçesinde istinaf dilekçesinde bildirdiği ceza soruşturma dosyalarına açıkça delil olarak dayanmadığı, 2021/27344 soruşturma nolu dosyadan ise ilk kez istinaf başvuru dilekçesinde bahsedildiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki davalı vekilince istinafa cevap dilekçesinde söz konusu soruşturma dosyalarında savcılık tarafından görevsizlik kararı verilmiş ve bu görevsizlik kararı akabinde ise İstanbul Vergi Denetim Başkanlığı tarafından zamanaşımının dolması nedeniyle inceleme yapılamayacağına dair karar verildiği bildirilmekle, davacı vekilinin iş bu soruşturma dosyalarının mahkemece dikkate alınmadan karar verildiği yönündeki istinaf nedeni de yerinde görülmemiştir. İlk derece mahkemesi karar ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin ve başvuru harçlarının Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına 4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 22.06.2022 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.