Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2022/553 E. 2022/865 K. 16.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/553
KARAR NO: 2022/865
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 27.01.2022
NUMARASI: 2022/44 Esas – 2022/52 Karar
DAVA: Alacak
Taraflar arasındaki alacak davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile muris …’ ın 25/11/2008 tarihinde … Tic. Ltd. Şti.’ ne ortak olarak ortaklık yapmaya başladığını, … San. Tic. Ltd. Şti. 07/04/2010 tarihinde müvekkili ile murisin eşit olarak hisse sahibi olması ile tamamen bu iki şahsın kontrolüne geçen bir şirket olduğunu, … Tic. Ltd. Şti. Benzin istasyonu kurmaya karar verdiğini, bu kararın hayata geçirildiğini ve benzin istasyonunun faaliyete başladığını, müvekkili ile murisin şirket ortaklığı dışında ortak banka hesabı açarak tasarruflarını da birlikte yönetmeye başladığını, gizli protokoller gereğince … Tic. Ltd. Şti. Nin öncelikle yatırımdan çekildiğini, daha sonra da kapatıldığını, müvekkili … nın babası … nın amcaları .. ve … ile inşaat ve petrol şirketlerinde ortaklıkları bulunduğunu, müvekkilin muris … Tic. Ltd. Şti. İle ortaklık yaptığını öğrenen …, … ve …nın müvekkilini suçlayıp ortaklıktan ayrılmasını istediğini, bir müddet sonra da müvekkilinin ailesinin ortakları olan muris …’ a baskı yapmaya başladığını, bunun üzerine muris ile müvekkiline bir dizi gizli karar olarak bu baskılardan kurtulmaya çalıştığını, müvekkili ile davalılar arasında irtibatın kesildiğini ve gizli protokollerden dolayı ortaklık hakkının şifa- i olarak talep edilemediğini, bu sebeple davalılara Bakırköy … Noterliğinin 08/04/2020 tarihli … yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, fakat davalılardan olumlu bir dönüş alınamadığı için işbu davayı açtıklarını, Murisin 31.01.2011 tarihinde … Tic.Ltd.Şti.’nin % 67 hissesine sahip olduğunu, bu tarih itibarıyla şirketin sermayesinin 500.000.-TL, bu sermayesinin 335.000.-TL’si muris … ’a ait, kalan 165.000.TL ise …’e ait olduğunu, 31.01.2011 tarihli taahhütnameden sonra murisin diğer hisseleri de satın alarak şirketin % 100 sahibi olduğunu müvekkilinin 31.01.2011 tarihli taahhütname ile şirketin % 67 hissesinin 1/2 sahibi olduğunu, buna göre, … San. Ve Tic.Ltd.Şti.’nin %67 hissesinin 1/2’sinin karşılığı olan % 33,5 hissesinin güncel değerinin müvekkile ödenmesini talep ettiklerini, mahkememiz tarafından da takdir edileceği üzere, davalı şirket tarafından teklif edilen değer konusunda mutabık kalınmamış olması ve halihazırda şirketin faaliyetine devam etmesi nedeniyle kötüniyetli olarak, şirketin mal varlığının azaltılmaması amacıyla bu aşamada öncelikle davalı şirkete kayyım atanmasına, bu taleplerinin kabul edilmemesi halinde ise yargılama süresince şirketin üzerine kayıtlı taşınmazların devrinin önlenmesi ve ayrıca yargılama süresince şirketin mal varlığının devrini ya da şirketi borçlandırıcı herhangi bir işlem yapmaması hususunda İhtiyati Tedbir Kararı verilmesini, açıklanan nedenlerle huzurdaki davanın niteliği de nazara alınarak, öncelikli olarak halihazırda şirketin faaliyetine devam etmesi nedeniyle, kötü niyetli olarak şirketin mal varlığının azaltılmaması amacıyla bu aşamada öncelikle davalı şirkete kayyım atanmasına bu taleplerinin kabul edilmemesi halinde ise şirketin üzerine kayıtlı taşınmazların devrinin önlenmesi hususunda ve ayrıca şirketin mal varlığının devrini ya da şirketi borçlandırıcı bir işlem yapmaması hususunda İhtiyati Tedbir Kararı verilmesine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davalı … Tic.Ltd.Şti.’nin karar vermeye en yakın tarihteki güncel değerinin tespiti ile, şimdilik 100.000.-TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olmak kaydıyla alınarak müvekkiline verilmesine, muhakeme masrafları ve vekâlet ücretinin davalı taraflara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı …vekili, cevap dilekçesinde özetle; huzurdaki davada öncelikle davacının talep ve iddialarını kesinlikle kabul etmediklerini, müvekkili şirketin gizli ortak olduğunun iddia edildiğini, buna karşılık olarak da müvekkili şirketin güncel değerinin tespiti ile birlikte yine iddia edilen ortaklık hisse payı tutarı üzerinden alacak talebinde bulunulması karşısında taraflar arasındaki uyuşmazlığın ticari iş ve ticari şirkete ilişkin olması nedeniyle görevli mahkemenin Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğunun açık olduğunu bu nedenle huzurdaki davanın görevsizlik nedeniyle reddini talep ettiklerini, davacı tarafından sunulan belgelere ilişkin olarak gerek belgelerdeki imzalara itiraz gerekse sair itirazlarımız ayrıca işbu cevap dilekçemizde yapılacak olmakla birlikte her halukarda davacının adi yazılı belge uyarınca ortak olduğu iddiası ile müvekkil şirkete karşı huzurdaki davada husumet yöneltemeyeceği zira ortaklık devrinin T.T.K. 595. madde uyarınca devir sözleşmesinin kesinlikle Noter’de yapılmış olması ve ayrıca Ortaklar Genel Kurulu’nun onayı gerektiği hukuken aşikar olduğunu, bu nedenle, huzurdaki davanın haksız olması yanında herşeyden önce adi yazılı belge ile müvekkili şirkete huzurdaki davada husumet yöneltilmeyeceğinin açık olup davanın müvekkili şirket için husumet yokluğu nedeniyle de reddini talep etmekte olduklarını, söz konusu şirketin 06.03.2013 tarihinde tasfiye kararının tescil edildiği ve bu tarih üzerinden de alacak talebinde bulunabilmek için 5 yıllık dava zamanaşımı süresinin de açık bir şekilde geçirilmiş olması nedeniyle artık bu nedenlerle bir talepte bulunulamayacağının hukuken ortada olduğunu, ayrıca davacının müvekkili şirkete karşı husumet yöneltemeyecek olması yanında ayrıca ödediğini iddia ettiği tutarları kesinlikle kabul etmemekle birlikte ödemeye ilişkin iddialarını ispat etmiş olsaydı dahi tüm davalılar yönünden sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında da 2 yıllık dava zamanaşımı süresinin geçirildiği ve talepte bulunamayacağının ortada olduğunu, anılan nedenlerden ve Sayın Mahkeme tarafından resen tespit edilecek sair tüm hukuki nedenlerden ötürü huzurdaki davadaki talepler hakkında zamanaşımı itirazında bulunduklarını, davacı tarafın delillerinin taraflarına tebliğ edilmediğini, ayrıca UYAP Sistemi üzerinden yüklenen delillerin okunaklı da olmaması nedeniyle sunulan belgelere karşı yasal olarak tebliği sonrasındaki yasal tüm itirazları saklı kalmak kaydıyla, başta 31.01.2011 tarihli Taahhütname başlıklı belgedeki ve ayrıca 20.01.2011 tarihli ve Gizli Protokol başlıklı belgedeki … şirketi kaşesi altındaki imzalara ve ayrıca sunulan sair tüm belgelerdeki … ‘a ait olduğu iddialarına ve bu imzalara açıkça itiraz etmekte olduklarını, davacı tarafından hiçbir zaman müvekkili şirkete hissedar olunması söz konusu olmadığı gibi müvekkili şirketin neredeyse on yıllık faaliyet süresi müddetince davacının müvekkili şirketin yanından dahi geçmemiş ve müvekkili şirketin faaliyet gösterdiği hiçbir sözleşme ya da işlemine de dahil olmadığını, ticari hayatın olağan akışı uyarınca da on yıl boyunca davacının müvekkili şirketin hiçbir yatırımına, kar ve zararına ya da ticari faaliyetlerine katılmadan gerçek dışı birkaç adi yazılı belge ile ortak olduğunu iddia etmesinin kabul edilemeyeceğinin de bilinen bir gerçek olduğunu, diğer taraftan davacı tarafından 2.000.000 TL tutar para verildiği iddiasının da kötüniyetli ve kesinlikle gerçek dışı bir iddia olup ilgili belgedeki imzaya itiraz edilmesi yanında davacınn 2011 yılında 2.000.000 TL gibi büyük miktarlı bir parayı elden vermesi gibi hayatın olağan akışına dahi aykırı iddiasına da itibar edilmeyeceği gibi ayrıca davacının bu parayı ne zaman hangi bankadan çekerek müteveffaya ya da şirkete verdiğini ve ayrıca nereden elde ettiğini ve böyle bir mal varlığının ilgili tarihte halihazırda olup olmadığının da araştırılması gerektiği ve ayrıca Vergi Mevzuatı ve Ticaret Mevzuatı’na aykırı ilgili belgeye itibar edilemeyeceği bu hususların araştırılması ile de bu iddianın gerçek dışı olduğunun ortaya çıkacağının açık olduğunu, ayrıca müvekkili şirket tarafından davacıya kar payı verildiği iddiasının da gerçek dışı olup davacı tarafından sunulan banka dekontlarından anlaşılmakta olduğunu, Zira davacı ile muris arasındaki dava dışındaki şirketlere ilişkin şahsi banka hesapları ve hareketleri ile ayrıca aralarında bulunan arkadaşlık ilişkisi nedeniyle murisin kendi şahsi banka hesabından davacıya ödeme yapması ve bu banka dekontlarda da kar payı ya da müvekkili şirket ortaklığına ilişkin en ufak açıklama dahi bulunmaması karşısında açık olduğunu, bu nedenle de davacının kendisine kar payı ödendiği iddiasını kendisinin ispatla mükellef olduğu ve sadece müvekkili şirketten değil de murisin şahsi banka hesabından yapılan ödeme dekontlarının yeterli olmayacağının da hukuken açık olduğunu, ayrıca bu konuda davacının beyanlarının kötüniyetli ve gerçek dışı olduğunun da murisin telefonundaki kayıtlı mesaj ile ispat edildiğini, davacının davasının yukarıda izah edilen nedenlerden ötürü haksız ve hukuka aykırı olması yanında öncelikle kötüniyetli olduğu ve ihtiyati tedbir talebinin de gecikmesinde telafisi imkansız hale gelecek bir hakkın korunması amacı taşımadığının açık olduğunu, öncelikle davacının yaklaşık 10 yıllık süre içerisinde hiçbir hak dahi iddia ve talep etmemesi karşısında müvekkili şirketin ticari faaliyetlerine zaten kesintisiz olarak devam ettiğini dolayısıyla da davacının gecikmesinde sakınca ve olacak bir durumun söz konusu dahi olmadığının davacının kendi eylemleri ile dahi sabit olduğunu, ayrıca davacının müvekkili şirkete karşı T.T.K. 595. madde kapsamında adi yazılı belge ile (imzaya itirazlarımız saklı kalmak kaydıyla) her halukarda alacak talebi ile husumet yöneltmesinin mümkün olmaması ve davacının ihtiyati tedbir talep etmedeki amacının iddia ettiği haklarının korunması değil de müvekkili şirketin kötüniyetli olarak ticareten sekteye uğratılmak istenmesi olduğunu, ihtiyati tedbir kararlarında sadece tedbir talep edenin değil her iki tarafın hak ve menfatlerinin korunması gerektiğinin yasalarca açık olduğunu ve bu nedenle de davacının H.M.K.’nun 390. maddesi vd. hükümlerine de açıkça uygun olmayan haksız ve hukuka aykırı ihtiyati tedbir talebinin reddi gerekmekte olduğunu, huzurdaki davanın görevsiz mahkemede açılmış olması nedeniyle görevsizliğine, haksız ve hukuka aykırı davanın gerek usuli ve gerekse esasa ilişkin itirazları uyarınca reddine, yargılama giderleri ile Vekalet Ücretinin de davacıya yükletilmesine, karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar … ve … vekili, cevap dilekçesinde özetle; huzurdaki davada öncelikle davacının talep ve iddialarını kesinlikle kabul etmediklerini, müvekkili şirketin gizli ortak olduğunun iddia edildiğini, buna karşılık olarak da müvekkili şirketin güncel değerinin tespiti ile birlikte yine iddia edilen ortaklık hisse payı tutarı üzerinden alacak talebinde bulunulması karşısında taraflar arasındaki uyuşmazlığın ticari iş ve ticari şirkete ilişkin olması nedeniyle görevli mahkemenin Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğunun açık olduğunu bu nedenle huzurdaki davanın görevsizlik nedeniyle reddini talep ettiklerini, davacı tarafından sunulan belgelere ilişkin olarak gerek belgelerdeki imzalara itiraz gerekse sair itirazlarımız ayrıca işbu cevap dilekçemizde yapılacak olmakla birlikte her halukarda davacının adi yazılı belge uyarınca ortak olduğu iddiası ile müvekkil şirkete karşı huzurdaki davada husumet yöneltemeyeceği zira ortaklık devrinin T.T.K. 595. madde uyarınca devir sözleşmesinin kesinlikle Noter’de yapılmış olması ve ayrıca Ortaklar Genel Kurulu’nun onayı gerektiği hukuken aşikar olduğunu, bu nedenle, huzurdaki davanın haksız olması yanında herşeyden önce adi yazılı belge ile müvekkili şirkete huzurdaki davada husumet yöneltilmeyeceğinin açık olup davanın müvekkili şirket için husumet yokluğu nedeniyle de reddini talep etmekte olduklarını, söz konusu şirketin 06.03.2013 tarihinde tasfiye kararının tescil edildiği ve bu tarih üzerinden de alacak talebinde bulunabilmek için 5 yıllık dava zamanaşımı süresinin de açık bir şekilde geçirilmiş olması nedeniyle artık bu nedenlerle bir talepte bulunulamayacağının hukuken ortada olduğunu, ayrıca davacının müvekkili şirkete karşı husumet yöneltemeyecek olması yanında ayrıca ödediğini iddia ettiği tutarları kesinlikle kabul etmemekle birlikte ödemeye ilişkin iddialarını ispat etmiş olsaydı dahi tüm davalılar yönünden sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında da 2 yıllık dava zamanaşımı süresinin geçirildiği ve talepte bulunamayacağının ortada olduğunu, anılan nedenlerden ve Sayın Mahkeme tarafından resen tespit edilecek sair tüm hukuki nedenlerden ötürü huzurdaki davadaki talepler hakkında zamanaşımı itirazında bulunduklarını, davacı tarafın delillerinin taraflarına tebliğ edilmediğini, ayrıca UYAP Sistemi üzerinden yüklenen delillerin okunaklı da olmaması nedeniyle sunulan belgelere karşı yasal olarak tebliği sonrasındaki yasal tüm itirazları saklı kalmak kaydıyla, başta 31.01.2011 tarihli Taahhütname başlıklı belgedeki ve ayrıca 20.01.2011 tarihli ve Gizli Protokol başlıklı belgedeki … şirketi kaşesi altındaki imzalara ve ayrıca sunulan sair tüm belgelerdeki …’a ait olduğu iddialarına ve bu imzalara açıkça itiraz etmekte olduklarını, davacı tarafından hiçbir zaman müvekkili şirkete hissedar olunması söz konusu olmadığı gibi müvekkili şirketin neredeyse on yıllık faaliyet süresi müddetince davacının müvekkili şirketin yanından dahi geçmemiş ve müvekkili şirketin faaliyet gösterdiği hiçbir sözleşme ya da işlemine de dahil olmadığını, ticari hayatın olağan akışı uyarınca da on yıl boyunca davacının müvekkili şirketin hiçbir yatırımına, kar ve zararına ya da ticari faaliyetlerine katılmadan gerçek dışı birkaç adi yazılı belge ile ortak olduğunu iddia etmesinin kabul edilemeyeceğinin de bilinen bir gerçek olduğunu, diğer taraftan davacı tarafından 2.000.000 TL tutar para verildiği iddiasının da kötüniyetli ve kesinlikle gerçek dışı bir iddia olup ilgili belgedeki imzaya itiraz edilmesi yanında davacınn 2011 yılında 2.000.000 TL gibi büyük miktarlı bir parayı elden vermesi gibi hayatın olağan akışına dahi aykırı iddiasına da itibar edilmeyeceği gibi ayrıca davacının bu parayı ne zaman hangi bankadan çekerek müteveffaya ya da şirkete verdiğini ve ayrıca nereden elde ettiğini ve böyle bir mal varlığının ilgili tarihte halihazırda olup olmadığının da araştırılması gerektiği ve ayrıca Vergi Mevzuatı ve Ticaret Mevzuatı’na aykırı ilgili belgeye itibar edilemeyeceği bu hususların araştırılması ile de bu iddianın gerçek dışı olduğunun ortaya çıkacağının açık olduğunu, ayrıca müvekkili şirket tarafından davacıya kar payı verildiği iddiasının da gerçek dışı olup davacı tarafından sunulan banka dekontlarından anlaşılmakta olduğunu, Zira davacı ile muris arasındaki dava dışındaki şirketlere ilişkin şahsi banka hesapları ve hareketleri ile ayrıca aralarında bulunan arkadaşlık ilişkisi nedeniyle murisin kendi şahsi banka hesabından davacıya ödeme yapması ve bu banka dekontlarda da kar payı ya da müvekkili şirket ortaklığına ilişkin en ufak açıklama dahi bulunmaması karşısında açık olduğunu, bu nedenle de davacının kendisine kar payı ödendiği iddiasını kendisinin ispatla mükellef olduğu ve sadece müvekkili şirketten değil de murisin şahsi banka hesabından yapılan ödeme dekontlarının yeterli olmayacağının da hukuken açık olduğunu, ayrıca bu konuda davacının beyanlarının kötüniyetli ve gerçek dışı olduğunun da murisin telefonundaki kayıtlı mesaj ile ispat edildiğini, davacının davasının yukarıda izah edilen nedenlerden ötürü haksız ve hukuka aykırı olması yanında öncelikle kötüniyetli olduğu ve ihtiyati tedbir talebinin de gecikmesinde telafisi imkansız hale gelecek bir hakkın korunması amacı taşımadığının açık olduğunu, öncelikle davacının yaklaşık 10 yıllık süre içerisinde hiçbir hak dahi iddia ve talep etmemesi karşısında müvekkili şirketin ticari faaliyetlerine zaten kesintisiz olarak devam ettiğini dolayısıyla da davacının gecikmesinde sakınca ve olacak bir durumun söz konusu dahi olmadığının davacının kendi eylemleri ile dahi sabit olduğunu, ayrıca davacının müvekkili şirkete karşı T.T.K. 595. madde kapsamında adi yazılı belge ile (imzaya itirazlarımız saklı kalmak kaydıyla) her halukarda alacak talebi ile husumet yöneltmesinin mümkün olmaması ve davacının ihtiyati tedbir talep etmedeki amacının iddia ettiği haklarının korunması değil de müvekkili şirketin kötüniyetli olarak ticareten sekteye uğratılmak istenmesi olduğunu, ihtiyati tedbir kararlarında sadece tedbir talep edenin değil her iki tarafın hak ve menfatlerinin korunması gerektiğinin yasalarca açık olduğunu ve bu nedenle de davacının H.M.K.’nun 390. maddesi vd. hükümlerine de açıkça uygun olmayan haksız ve hukuka aykırı ihtiyati tedbir talebinin reddi gerekmekte olduğunu, huzurdaki davanın görevsiz mahkemede açılmış olması nedeniyle görevsizliğine, haksız ve hukuka aykırı davanın gerek usuli ve gerekse esasa ilişkin itirazları uyarınca reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin de davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Davacı vekili tarafından sunulan 24.01.2022 tarihli dilekçesi ile dava açılmadan önce arabuluculuk başvurusu yapılmadığı bildirilmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalara göre somut olayda uyuşmazlığın şirket ortaklığı nedeni ile alacak istemine ilişkin olduğu ve TTK 5/A maddesi uyarınca dava açılmadan arabulucu başvurusu yapılması gereken davalardan olduğu, davanın ilk olarak görevsiz mahkemede açılmış olmasının dava tarihi itibariyle arabulucuya başvuru şartını ve davanın niteliğini ortadan kaldırmayacağı dava açılmadan önce arabulucu başvurusu yapılmasının mahiyeti gereği sonradan tamamlanamayan özel dava şartlarından olduğu…” gerekçesiyle, TTK’nın 5/A, 6326 sayılı Kanun’un 18/A-2 ve HMK’nınn 115/2. maddeleri gereğince, davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Adi ortaklık Borçlar Kanununda düzenlendiğinden, Ticaret Kanununda düzenlenmediğinden davanın ticari dava olarak nitelenmesi doğru olmadığını, ayrıca bir davanın ticari dava sayılabilmesi için her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması gerektiğini, eldeki dava müvekkilinin ticari işletmesiyle ilgili olmadığını, adi ortaklık ilişkisi uyarınca koyduğu sermaye karşılığı olarak muris …’ın müvekkiline devredeceği %33,5 hissenin güncel değerinin müvekkiline ödemesi talepleri olduğunu, dolayısıyla davanın ticari dava olarak tespitinin hatalı olduğunu, eldeki dava Limited Şirket hissesinin satışına yönelik bir dava da olmadığını, bilindiği üzere Limited Şirket hisseleri noter senedi ile satıldığını, dava dosyasında noter senedine dayalı bir satış olduğunun ileri sürülemeyeceğini, Mahkemece Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararı sorgulanmadan kabul edildiğini, istinaf mahkemesi kararı büyük bir maddi hata taşıdığını, istinaf mahkemesinin gerekçeli kararına bakıldığında … şirketinin ortaklığının tasfiye edilmesi için protokol düzenlendiğinden bahsedildiğini, eğer istinaf mahkemesinin bu beyanı maddi hataya dayanmıyorsa, inanılmaz bir hukuki yanlış olduğunu, müvekkili ile … Petrol arasında Adi Ortaklığa yönelik imzalanmış hiçbir belge bulunmadığını, davaya dayanak belgelerin tasfiye edildiğini, … şirketinin kaşesi ile imzalanmış belgeler olduğunu, bu belgelerde …, … ve … San.Tic.Ltd.Şti.’nin imzaları bulunduğunu, istinaf mahkemesi kararında ise, bu belgelerde davalı şirketin kaşesi ve imzası olmadığını, bu beyanların maddi hataya dayandığını, Mahkemece Limited Şirket hisse satışlarının ortaklık sözleşmesinin noter şartına tabi olduğunu, bu nedenle eğer elde noter senedine dayalı bir Limited şirket ortaklık sözleşmesi bulunsaydı, bu davayı zaten Ticaret Mahkemesinde açacaklarını, gizli ortaklık sözleşmesine dayalı belge, Adi ortaklık olarak tanımlanabilir ise de bu davaların Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmesi gerektiğini, mahkemenin öncelikle Adi Ortaklık sözleşmesinin ticari dava olmadığına karar vererek görevsizlik kararı vermesini ve dosyanın uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesini talep etiklerini, İnançlı sözleşme ve inançlı sözleşmenin içerisindeki Adi Ortaklık arabuluculuk dava şartına tabi olmadığını, mahkemece, ticaret mahkemesinin görevli olduğu kanısına varılsa dahi, eldeki dava arabuluculuk dava şartına tabi olmadığını, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davacının davalılar murisine ait olan davalı …Ltd. Şti.’nin %33,5 oranında gizli hissedarı olduğu iddiasıyla, davalı şirketin güncel değerinin %33.5 hisse karşılığının davalılardan tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda arabuluculuk dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davanın ilk olarak açıldığı İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2020/213 E- 2021/125 K sayılı kararı ile davaya bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği, kararın davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine, dairemizin 2021/1265 E- 2021/1569 K sayılı kararı ile gerekçede belirtilen nedenlerle, davanın ticari dava olup görevsizlik kararının isabetli olduğu sonucuyla davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, bu surette görev hususunun kesinleştiği anlaşılmaktadır. Kesinleşen görevsizlik kararı uyarınca dava dosyasının İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesine tevzi olunduğu, bu mahkemece de 27.01.2022 tarihli, 2022/444 E- 2022/52 K sayılı karar ile davanın TTK’nın 5/A, 6326 sayılı Kanun’un 18/A-2 ve HMK’nın 115/2. maddeleri gereğince arabuluculuk dava şartı eksiği nedeniyle dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, davanın ilk olarak açıldığı anlaşılan İstanbul 18 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2020/213 E- 2021/125 K sayılı kararı ile verilen görevsizlik kararının istinaf edilmesi üzerine, dairemizin 2021/1265 E- 2021/1569 K sayılı kararı ile eldeki davanın ticari dava olup, görevli mahkemenin Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğu belirtilerek görev hususu kesinleşmiştir. Kesinleşen bu konuda tekrar ileri sürülen istinaf nedenlerinin dinlenmesi mümkün değildir. Bilindiği üzere, 7155 sayılı Kanunun 20. maddesi ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa 5/A maddesi eklenmiştir. Anılan maddenin 1. fıkrası ile “Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” hükmü getirilmiştir. Yine aynı kanunun 23. maddesi ile 6325 sayılı Kanuna eklenen ‘Dava şartı olarak arabuluculuk başlıklı 18/A maddesinde “(1)İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır.(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” hükmü yer almıştır. İlk derce mahkemesi gerekçesinde de işaret edildiği üzere, davacı eldeki davada, davalılardan davalı şirkette gizli ortaklığı bulunduğu iddiasıyla, hisse oranı karşılığında alacak talep etmektedir. Davanın açılış tarihi 29.04.2020 tarihi olup, davacı vekilince 24.01.2022 tarihli beyan dilekçesi ile arabulucuya başvurmaksızın eldeki davanın açıldığı beyan ve kabul edildiği gözetildiğinde, ilk derece mahkemesi kararı isabetli olup, aksi yöndeki davacı vekili istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Yukarıdaki açıklamalar ışığında ilk derce mahkemesi karar ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin harçlarının Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 22.06.2022 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.