Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2022/1843 E. 2022/1373 K. 20.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1843
KARAR NO: 2022/1373
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 30/05/2022
NUMARASI: 2022/54 E. – 2022/620 K.
DAVANIN KONUSU: Ticari Şirket (Yöneticilerin Azline İlişkin)
Taraflar arasındaki ticari şirket yöneticilerinin azline ilişkin davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın usulden reddine dair verilen karara karşı, davacı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; taraflarca kurulan dava dışı … Ticaret Limited Şirketi’nin 22.11.2017 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilerek faaliyetine başladığını, şirketin “…” ibaresinin marka olarak tescil edildiğini, davalının … Ticaret Limited Şirketi’nin kurucu ortaklarından olup, şirketi münferiden temsile yetkili olduğunu, davalının temsil yetkisini kötüye kullanarak müvekkilinin bilgisi dışında şirket merkezini başka yere taşıyarak şirketi zarara uğrattığını, davalının, şirketin iştigal konusunu, ticari unvanı ile fikri ve sınai mülkiyetini ihlal edecek şekilde haksız rekabet ederek … Anonim Şirketi unvanlı şirket kurduğunu, “…” markasının bu şirket adına tescil edildiğini, davalının tarafların ortak olduğu şirketin marka hakkını ihlal eden davranışının basiretli bir yönetici davranışı olmadığını, tarafların ortak olduğu şirketin müşteri portföyünün ve kayıtlı telefonunu bu şirket için kullanarak haksız rekabette bulunduğunu, davalının şirketi münferiden temsil ve ilzama yetkili olması nedeniyle zararın önlenmesi gerektiğini ileri sürerek, davalının temsil (müdürlük) yetkisinin kaldırılmasını ve tedbir kararı verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davanın tahkim yoluna başvurulmadan açılması nedeniyle usulden reddi gerektiğini, müvekkilinin … Ticaret Limited Şirketi’ndeki ortaklıktan çıkmak için İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2020/611 Esas sayılı dosyasında dava açtığını, müvekkilin 16.11.2017 tarihinden bu yana dava dışı … Tic. Ltd. Şti.’nin kurucu ortağı olduğunu ve ortaklığın başladığı tarihten bugüne kadar şirketin iş ve işleyişiyle ilgili diğer ortaktan bilgi alamadığını, şirketin kâr payı dağıtmadığını, şirket bilançolarının müvekkiline gösterilmediğini, davacı ortağın yurt dışına çıktığını ve müvekkilinin kendisine ulaşamadığını, bu nedenle şirketin ortaklığından ayrılmak istediğini, açılan davada ortaklık payına karşı hiçbir bedel de talep edilmediğini, ancak davacının karşı çıkması nedeniyle şirket ortaklığının devam ettiğini, müvekkilinin dava dışı şirketle haksız rekabet içine girmediğini, dava dilekçesinde buna ilişkin delil sunulmadığını, kurulan şirket ile tarafların ortak olduğu şirketin faaliyet alanlarının farklı olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Davalı vekili taraflar arasında arasında 02/10/2017 tarihinde akdedilen ‘Ortaklık ve … Limited Şirketi Kurmaya Antlaşma Sözleşmesi’ başlıklı sözleşmenin 22. madde düzenlemesi ile tahkim şartı getirildiğini ileri sürerek tahkim ilk itirazında bulunmuş ve bu ilk itiraz cevap dilekçesinde ileri sürüldüğünden süresinde olduğu anlaşılmış ve ilk olarak bu yönü ile dosya incelenmiştir. Bahsi geçen sözleşmenin incelenmesinde; Önsöz kısmında ‘Birinci tarafın finansal gücüne, Ticari ilişkilere, Çok sayıda şirkete ve çeşitli projelere sahip olması ve ikinci tarafın idari ve kanuni uzmanlığa, çok sayıda tanıdığı yatırımcılar Türkiye’de kamu ile ilişkilere, diğer ülkelerde çok sayıda ilişkilere sahip olmasından dolayı ve iki tarafın Türkiye cumhuriyeti ve civarındaki ülkelerde yebancılara yönelik danışmanlık, hukuki araştırmalar ,kanuni hizmetler ,arabuluculuk hizmetleri ve bundan doğacak … Ticari ,Gayrimenkul ve finansal yatırım işlemlerini sunan limited şirketi kurmak istedikleri için ,biraraya gelip hür iradeleriyle ve akli dengeleri yerinde , Şeriat ve kanuna göre imza ehli oldukları halde bu sözleşmeyi aralarında Limited şirketi kurmak üzere aşağıdaki şartlara göre imzalanmıştır’ ifadelerinin yer aldığı, Şirket unvanı başlıklı 6. Maddesinin ‘… İÇ VE DIŞ ncn’ın LİMİTED ŞİRKETİ’ olduğu, Şirketten doğan anlaşmazlıkların çözümü başlıklı 22. maddesinin ‘Bu şirketten ve bu sözleşmeden doğacak olan anlaşmazlıklarda arabuluculuğa başvurulur, her taraf bir belirler ve o kişiler üçüncü kişi seçerek tahkim heyeti oluşturur ve bu heyetin kararlarına iki tarafta kabul edeceğini taahhüt eder’ düzenlemelerinin yer aldığı görülmekle, taraflar arasındaki bu sözleşmenin mahkememiz dosyasında hakkında davalının müdürü olup azlinin istenildiği şirket olduğu, tarafların bu şirketin kuruluşuna ilişkin olarak incelenen bu sözleşmeyi düzenlemiş oldukları, sözleşmenin 22. Maddesinde 2 bu şirketten ve bu sözleşmeden doğan anlaşmazlıklarda arabuluculuğa başvurulacağı belirtildikten sonra tahkim heyeti oluşturulacağı belirtilmekle, tahkim düzenlemesi yapıldığı, mahkememizden talep edilen yönetici azli hususunun da, incelenen bu sözleşme kapsamında tahkime bağlı olduğu kanaati ile, davalı tarafın tahkim ilk itirazının kabulü ile öncelikle tahkim yoluna başvurulması gerektiği anlaşılmakla, HMK.116/1-b, 413/1.maddeleri uyarınca Mahkememizin görevsizliği ile davanın usulden reddine…” gerekçesiyle, davalının tahkim ilk itirazının kabulü ile HMK’nın 116/1-b ve 413/1. maddeleri uyarınca mahkemenin görevsizliği nedeniyle davanın usulden reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Tahkim şartının, tarafların kendi aralarında imzaladıkları 02.10.2017 tarihli “Ortaklık ve … Limited Şirketi Kurmaya Antlaşma Sözleşmesinin” bir maddesi olup söz konusu tahkim şartının şirketin ana sözleşmesinde yer almadığını, oysa esas sözleşmesine tahkim şartı eklenmek istenen şirketin ayrıca bir ortaklık sözleşmesi varsa, bu ortaklık sözleşmesindeki tahkim şartı ile esas sözleşmeye eklenecek şartın uyumlu olması gerektiğini, şirketin esas sözleşmesi ile taraflar arasında yapılan ortaklık sözleşmesinin her ikisinde de tahkim şartının varlığı gerektiğini, esas sözlemede yer almamasına rağmen, ortaklık sözleşmesinde yer alan tahkim şartının geçerli olamayacağını, Tahkim şartının geçerli olması için aynı zamanda hangi uyuşmazlıklarda bu şartın uygulanacağının da açıkça belirtilmesi gerektiğini, şirketler hukukuna ilişkin olarak bazı hususların tahkime elverişli olmadığını, ortaklık sözleşmesinde yer alan tahkim şartının hangi uyuşmazlıklarda uygulanacağı açıkça belirtilmemesi nedeniyle geçersiz olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, TTK’nın 630/2. maddesi uyarınca limited şirket yöneticisinin yönetim ve temsil hakkının kaldırılması (azli) davasıdır. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, tahkim ilk itirazının kabulüyle davanın usulden reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Taraflar arasında düzenlenen ve onaylı tercümesi dosya içerisinde bulunan 02.10.2017 tarihli ”Ortaklık ve … Limited Şirketi Kurmaya Anlaşma Sözleşmesi” başlıklı belge incelendiğinde; taraflarının davacı ile davalı olduğu, sözleşme ile tarafların dava dışı şirketi kurmak konusunda mutabık kaldıkları ve şirketin Türkiye ve çevre ülkelerdeki yabancılara danışmanlık ve hukuki konularda arabuluculuk vermek üzere kurulduğu, şirket süresinin on yıl olduğu belirlenmiştir. Taraflarca kabul edilen sözleşmenin “Şirketten doğan anlaşmazlıkların çözümü” başlıklı 22. maddesinde, “Bu şirketten ve bu sözleşmeden doğacak olan anlaşmazlıklardan arabuluculağa başvurulur. Her taraf bir kişi belirler ve o kişiler üçüncü kişi seçerek tahkim heyeti oluşturur ve bu heyetin kararlarına iki taraf da kabul edeceğini taahhüt eder.” düzenlemesi yer almaktadır. Taraflar arasında, tarafların ortağı olduğu dava dışı şirketin kuruluşundan önce 02.10.2017 tarihli ön sözleşmenin imzalandığı ve sözleşmenin 22. maddesinde tahkim şartı bulunduğu tarafların kabulündedir. Uyuşmazlık tahkim şartının geçerli olup olmadığı ve bu şartın bu sözleşmenin yanı sıra kurulan limited şirketin ana sözleşmesinde de yer almasının zorunlu olup olmadığı, tahkim sözleşmesinin açık ve davaya konu uyuşmazlığı kapsayıp kapsamadığı noktasındadır. Bir uyuşmazlığın tarafları, üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri (tahkime elverişli) bir uyuşmazlığın hakem veya hakem heyeti tarafından çözümlenmesini kararlaştırabilirler. Bir uyuşmazlığın hakemde görüleceğine ilişkin sözleşmeye tahkim sözleşmesi denir. Tahkim sözleşmesi, temel ilişkiyi düzenleyen sözleşmeden ayrı bir tahkim sözleşmesi olarak düzenlenebileceği gibi, temel ilişkiyi düzenleyen sözleşmeye konulacak bir tahkim şartı şeklinde de yapılabilir. HMK’nın 412/1. maddesi uyarınca, “Tahkim sözleşmesi, tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmadır”. Bu yasal düzenlemede, … Model Kanunu’ndaki tanım esas almıştır. Benzer bir tanım, Milletlerarası Tahkim Kanunu (MTK)’nun 4. maddesinde de yer almaktadır. Tahkim sözleşmesine dair yasal tanımdan da anlaşılacağı üzere, tahkim sözleşmesinin konusu, tahkime elverişli her türlü hukuki uyuşmazlıklardır. Uyuşmazlığın sözleşmeden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden ya da kanundan doğmuş olmasının bir önemi yoktur. Geçerli bir tahkim sözleşmesinin varlığından söz edebilmek için; tahkim sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmış olması, tarafların tahkim iradesinin tahkim sözleşmesinde tereddüde yer vermeyecek derecede açık bir şekilde tecelli etmiş olması ve uyuşmazlık konusunun tahkime elverişli olması ve gerekir. Somut olayda, tahkim sözleşmesinin geçerliliği bakımından bu üç koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekir.İlk olarak; taraflar arasında imzalandığı ihtilafsız olan ”Ortaklık ve … Limited Şirketi Kurmaya Anlaşma Sözleşmesi”nin 22. maddesi, yazılılık koşulunu karşılamaktadır. Anılan sözleşme, hukuki niteliği itibariyle “Pay sahipleri sözleşmesi” ya da diğer deyişle “Hissedarlar sözleşmesi” niteliğindedir. Pay sahipleri sözleşmeleri (shareholders agreements), bir şirketin pay sahiplerinin bir kısmı ya da tamamı arasında, sözleşme özgürlüğü çerçevesinde borçlar hukuku zemininde akdedilen, pay sahiplerinin şirket bünyesindeki pay sahipliği haklarını kullanma şekilleri bakımından birbirlerine karşı üstlendikleri yapma ve yapmama taahhütlerini içeren, şirketin ve yürüttüğü ticari faaliyetin yönetilme esasları konusunda tarafı olan pay sahiplerinin ortak anlayış ve iradelerini yansıtan sözleşmeler olarak tanımlanabilir (AYOĞLU, Tolga, Sermaye Şirketleri Özelinde Şirketler Hukuku Uyuşmazlıklarının Çözümünde Tahkim, On İki Levha Yayıncılık, 2018, Lexpera, e- kitap, s.174). Somut olayda taraflar, şirketin kuruluşu öncesinde, bu hissedarlar sözleşmesini imzalamış ve şirketin faaliyetleri ve yönetimi ile ilgili olarak tarafların yükümlülüklerini belirlemiştir. Bu hissedarlar sözleşmesinin tarafları, eldeki davada davacı ve davalı konumundadır. Hissedarlar sözleşmesine konu … Ticaret Limited Şirketi iki ortaklı olup, ortakları, eldeki davanın taraflarından ibarettir. Şirketin sicil kaydına göre bu iki ortak, aynı zamanda şirketi tek başına (münferiden) temsile yetkili müdürleridir. Anılan hissedarlar sözleşmesinin 10. maddesinde şirketin yönetimi, diğer maddelerde ise şirketin faaliyet konusu, gelirleri ve ortakların yükümlülükleri düzenlenmiştir. Sözleşmedeki tahkim şartında açıkça, şirketle ilgili olarak iki taraf arasında çıkacak uyuşmazlıkların hakemde çözüleceği kararlaştırılmış olup, şirketin yönetimi konusu, açıkça hissedarlar sözleşmesinin konusudur ve bu nedenle şirket müdürünün azli talebi, hissedarlar sözleşmesindeki tahkim koşulunun kapsamında kalmaktadır. Tahkim şartının mutlaka şirket ana sözleşmesinde yer alması gerekmez. Şirketin kuruluşundan önce taraflar arasında ortaklığın esasını düzenleyen bir hissedarlar sözleşmesi yapılması halinde, bu sözleşmeye de ortaklar arasında çıkacak uyuşmazlıkların, tahkim yoluyla çözülmesine ilişkin bir hüküm konabilir. Bu hükmün geçerli olması için, sonradan düzenlenecek şirket esas sözleşmesine de aynı hükmün eklenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Aşağıda şirket uyuşmazlıklarının tahkime elverişliliği bağlamında açıklanacağı üzere; Yargıtay 11. HD’nin 2011/13485 E- 2012/19915 K sayılı, 05.12.2012 tarihli kararında, şirket esas sözleşmelerinde yer alan tahkim koşunun geçersiz olduğuna hükmetmiş ise de aynı Dairenin 2012/17087 E- 2013/749 K sayılı, 15.01.2013 tarihli kararında, hissedarlar sözleşmelerine konulan tahkim şartının geçerli olduğu benimsenmiş ve iptal davası hakkında verilen kararın esası incelenmiştir.Bu açıklamalara göre, taraflar arasında, eldeki davaya konu uyuşmazlığı kapsayan yazılı bir tahkim sözleşmesinin bulunduğu ve geçerlilik bakımından yazılılık koşulunun sağlandığı belirlenmiştir. Bu nedenlerle, davacı vekilinin, tahkim koşulunun şirket esas sözleşmesinde yer almaması nedeniyle geçersiz olduğuna dair istinaf nedeni yerinde görülmemiştir.İkinci olarak; anılan 22. maddedeki tahkim koşulunun iki aşamalı olduğu anlaşılmaktadır. Tahkim şartındaki düzenlemeye göre taraflar, öncelikle arabulucuya başvuracaktır. Sözleşmede açıkça ifade edilmemiş olsa da tarafların sözleşmeye yansıyan bu irade ve ifadelerinden anlaşıldığı üzere, arabuluculuk faaliyetinden sonuç alınmaması halinde tahkim prosedürü işletilecektir. Tahkim sözleşmesinde, tarafların, hakeme başvurmadan önce arabulucuya başvurmalarını ya da uzlaşma görüşmeleri yapmalarını veya hakem bilirkişiye başvurmalarını zorunlu kılan ve ancak bu yollardan sonuç alınamazsa hakeme dava açılabileceğini öngören tahkim sözleşmeleri geçerlidir. Çünkü, esas olan tarafların uzlaşarak uyuşmazlığı sonlandırmalarıdır. Bu nedenle, hakemde dava açılmadan önce tarafların uzlaşma çabası içerisine gireceklerine ve bu amaçla, öncelikle arabulucuya başvurmaları gerektiğine dair tahkim öncesi ihtiyari veya zorunlu aşamalar öngören sözleşme hükümleri (tahkim öncesi uyuşmazlık çözüm klozları), tarafların uyuşmazlığı hakeme götürme iradelerini sakatlamaz (Bu konuda ayrıntılı açıklamalar için bknz: EKŞİ, Nuray, Tahkim Öncesi Uyuşmazlık Çözüm Usulleri ve Bu Usuller Tüketilmeden Tahkime Başvurulmasının Sonuçları, İstanbul, 2015). Somut olayda taraflar, bu sözleşmeyle ve şirketle ilgili olarak ortaya çıkacak uyuşmazlıkların arabuluculuk yoluyla çözülmemesi halinde tahkim yoluyla çözüleceğine dair açık ve kesin iradelerini ortaya koymuşlardır. Tahkim sözleşmesi, bu bakımdan da geçerlidir. Üçüncü olarak; tahkim sözleşmesinin konusu, tahkime elverişli her türlü hukuki uyuşmazlıklardır. Uyuşmazlığın sözleşmeden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden ya da kanundan doğmuş olmasının bir önemi yoktur. Hangi konuların tahkime elverişli olduğu HMK’nın 408. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre, taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir. Bu hüküm, MTK’nın 1. maddesinin 4. fıkrasında, “Bu Kanun, Türkiye’de bulunan taşınmaz mallar üzerindeki aynî haklara ilişkin uyuşmazlıklar ile iki tarafın iradelerine tâbi olmayan uyuşmazlıklarda uygulanmaz” şeklinde tekrarlanmıştır. Bu yasal düzenlemelere ve öğretideki kabule göre, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri uyuşmazlıklar, tahkime elverişlidir (KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, Legal Yayınevi, İstanbul, 2016, s.934). Özellikle tarafların üzerinde sulh olabilecekleri uyuşmazlıklar taraf iradesine tabi uyuşmazlıklardır (Hakan PEKCANITEZ/ Muhammet ÖZEKES/ Mine AKKAN/ Hülya TAŞ KORKMAZ, Pekcanıtez Usul- Medeni Usul Hukuku, C:III, 15.Basım, İstanbul 2017, s.2632). Maddi hukuktaki tasarruf yetkisi, usul hukukunda tasarruf ilkesi olarak karşımıza çıkar. Tasarruf ilkesi, tarafların dava konusuna etki edebilmelerini ifade eder. Daha somut ifadesiyle; davanın ancak taraflarca açılacağı, davanın konusunun davacı tarafından belirleneceği, feragat, kabul ve sulh gibi işlemlerle dava konusu ve yargılama üzerinde tasarrufun mümkün olduğu, davanın geri alınabileceği gibi hususlar tasarruf ilkesinin görünümleridir. Tahkime elverişlilik, sözleşme özgürlüğünün sınırlarına tabidir. Bu konudaki özgürlüğün sınırları kanunla belirlenir. Bu sınırın belirlenmesinde tasarruf yetkisi önemli olmakla birlikte, kanun koyucu, tarafların tasarrufuna tabi olsa bile bazı konuları tahkime elverişli kılmayabilir (YEŞİLOVA, Bilgehan, Milletlerarası Ticari Tahkimde Nihai Karardan Önce Mahkemelerin Yardımı Ve Denetimi, İzmir, 2008, s.318-321). Gerek HMK gerekse MTK, tahkime elverişli olmayan uyuşmazlık türlerini, “taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlıklar” ve “tarafların iradesine tabi olmayan uyuşmazlıklar” olarak sınırlandırmış, bunun dışındaki uyuşmazlıkların tahkime elverişli olduğunu benimsemiştir. Yani, asıl olan tahkime elverişlilik olup, tahkime elverişsizlik istisnaidir; tahkime başvurabilmek bir hak olduğuna göre, bu hakkı sınırlandıran istisnaların dar yorumlanması gerekir. Bu bağlamda, şirket uyuşmazlıklarının da kural olarak tahkime elverişli olduğu öğretide kabul edilmektedir (İLHAN, Hüseyin Afşın, Tahkim Sözleşmesinin Geçerliliği, Ankara, 2016, s.240; AYOĞLU, s.79 ve s.162-169). Yargıtay da yukarıda anılan kararında belirtildiği üzere, hissedarlar sözleşmesindeki tahkim şartının geçerliliğini benimsemiş ve iptal davasının esasını incelemiştir (Yargıtay 11. HD’nin 2012/17087 E- 2013/749 K sayılı, 15.01.2013 tarihli kararı). Yargıtay 11. HD’nin yukarıda anılan 2011/13485 E- 2012/19915 K sayılı, 05.12.2012 tarihli kararında, şirket esas sözleşmelerinde yer alan tahkim koşunun geçersiz olduğunu ve bunun sonucu olarak şirket genel kurul kararının iptali davasının hakemde görülemeyeceğine hükmetmiş ise de bu karar, 6762 sayılı TTK (eTTK) yürürlükte iken ortaya çıkmış olan bir uyuşmazlığa ilişkindir. Nitekim, kanun koyucunun, şirket uyuşmazlıklarının tahkime elverişli olduğuna dair iradesini, 6102 sayılı TTK’nın 561. madde gerekçesinde açıkça dile getirdiği görülmektedir. Anılan madde şirket kurucuları, yöneticileri, denetçileri ve tasfiye memurları aleyhine açılacak sorumluluk davalarda yetkiyi düzenleyen bir madde olup, gerekçesinde, “6762 sayılı Kanunun 309. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü bağımsız bir hüküm haline getirilmiştir. İsviçre BK. m. 761’in aksine hüküm somut olaya göre yetkili olan mahkemeler yanına bir diğer yetkili mahkeme daha eklenmekte, yoksa inhisarî yetkiyi haiz bir mahkemeyi göstermemektedir. Tahkim ve yetki sözleşmesi yapmak yolu açıktır.”. Gerekçe açıkça, şirket uyuşmazlıkları bakımından tahkim yolunun açık olduğunu ifade etmektedir. Şirket uyuşmazlıkları bakımından tahkim yolunun açılması ve esas sözleşmelere tahkim şartının konulabilmesi, yatırımların teşviki bakımından son derece önemlidir. Çünkü, günümüzde sermaye, tüm zamanlara göre daha fazla küreselleşmiştir. Uluslararası sermaye, kendisine en cazip kâr olanaklarını sunan ülkelere doğrudan veya dolaylı yatırımlar yapmaktadır. Uluslararası yatırım yapan sermayedarların yatırım yaptıkları yabancı ülke hukukuna ve yargı sistemine dair yeterli bilgiye sahip olmaması nedeniyle hukuki öngörülebilirlik ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Tahkim kurumu, bu ihtiyacın karşılanmasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Tahkimin yatırımları teşvik eden bu özelliğini fark eden devletler, hukuk sistemlerini bu ihtiyaç doğrultusunda yeniden düzenleme çabasına girmişlerdir. Türk tahkim hukuku da bu çaba doğrultusunda, çağdaş tahkimin tüm uluslararası düzenlemelerini benimsemiş, bu bağlamda, uluslararası sözleşmelere taraf olmuş, HMK ve MTK’daki tahkim düzenlemeleri bakımından … Model Kanununu esas almıştır (AKINCI, Ziya, Milletlerarası Tahkim, İstanbul, 2020, s.52; TUNÇ YÜCEL, Müjgan, HMK Uyarınca İhtiyati Tedbir ve Delil Tespiti, Ankara, 2013, s.68). Türk kanun koyucusunun tahkimi teşvik eden bu iradesinin, temel kanunların yorumlanmasında da dikkate alınması gerekir. Çağdaş hukuk sistemlerinin pek çoğunda, tahkimi destekleyen bir yorum tercih edilmektedir. Böylece mahkemelerin iş yükünün azaltılması ve yerli ve yabancı yatırımların teşvik edilmesi amaçlanmaktadır. Bunun sonucu olarak, tahkim itirazını inceleyen mahkemeler, tahkim sözleşmesini olabildiğince geniş yorumlayarak, tahkim sözleşmesinin geçerli olmasını sağlamaktadır (İLHAN, s.129). Bu bağlamda, bir konunun tahkime elverişli olup olmadığının belirlenmesinde, hukuk sisteminin izin verdiği ölçüde, tahkim anlaşmasına geçerlilik tanıyacak yorumun benimsenmesi gerekir.Somut olayda, tahkime konu uyuşmazlık, şirket yöneticisinin azline ilişkindir. Bu davada tasarruf ilkesi bütünüyle geçerlidir. Davacı davadan feragat edebileceği gibi davalıyla sulh olabilir, davalı davayı kabul ile bitirebilir. Davalı istifa etmek suretiyle de müdürlük görevini sona erdirebilir. Bu nedenle meselenin bütünüyle tarafların iradesine tabi olduğu açıktır. Şirkette davacı ve davalı dışında başka ortak da bulunmadığından, tahkim sözleşmesinin, sözleşmeye taraf olmayan kişilere sirayeti de söz konusu değildir. Yargıtayın yerleşik içtihadı uyarınca, şirket yöneticisinin azli davasında, şirket hasım (davalı konumunda) değildir. Uyuşmazlık tamamen tahkim sözleşmesinin tarafları arasında cereyan etmektedir. Uyuşmazlık, bütünüyle taraf iradelerine tabi olup tahkim koşulunun geçerli olduğunun, yani uyuşmazlığın tahkime elverişli olduğunun kabulü gerekir (AYOĞLU, s.164). Yargıtayımızın şirket ortakları arasında uyuşmazlıkların tahkime elverişliliği konusunda verdiği kararlar oldukça sınırlıdır. Yukarıda sözü edilen iki karardan başka; Yargıtay 11. HD’nin 2014/141 E- 2014/ 6951 K sayılı, 09.04.2014 tarihli kararında, hissedarlar sözleşmesindeki tahkim şartına dayanılarak şirketin fesih ve tasfiyesi için hakemde dava açılamayacağı, tahkim konusunda şirket ortakları arasındaki sözleşmede yer alan bir hükmün veya yapılacak hakem sözleşmesinin geçerli olmadığı, TTK’nın 530 ve 531. maddelerinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesini yetkili kılan hükümlerin buna izin vermeyeceği, tahkimin sadece taraf iradelerine tabi konularda mümkün olduğu, şirket ortakları arasındaki tahkim koşulunun geçerli olmadığı gerekçeleriyle, tahkim ilk itirazını kabul ederek davayı usulden reddeden ilk derece mahkemesi hükmünü bozmuştur.Öncelikle, mahkemede açılacak bir dava bakımından kesin yetki kuralının konulmuş olması, o meselenin tahkime elverişli olmadığına gerekçe yapılamaz (YEŞİLOVA, s.334-335; AYOĞLU, s.86-87).İkinci olarak, bu kararda yer alan “şirket ortakları arasındaki tahkim şartının geçerli olmadığına” dair genel gerekçenin hukuki dayanakları gösterilmemiştir. Şirket ortakları arasındaki tahkim şartının her uyuşmazlık bakımından geçerli olmayacağına dair bu genel tespit, yukarıda anılan madde 561 gerekçesine aykırı olduğu gibi, Yüce Daire, bu genel tespitinin dayanaklarını da açıklamamıştır. Anılan karar gerekçesinde tahkimin, yalnız tarafların arzularına tabi olan, yani davalı ile davacının mahkeme kararına gerek olmaksızın aralarında anlaşarak sonuçlandırabilecekleri uyuşmazlıklar konusunda geçerli olduğu belirtilmiş ise de bu gerekçe her zaman doğru olmayabilir. Çünkü, şirket ortakları anlaşıp bir genel kurul kararı alarak şirketin tasfiyesine karar verebilirler. Şirketin tasfiyesi her zaman mahkeme kararıyla olmaz. O halde fesih ve tasfiye davasının dahi tahkime elverişli olduğu savunulabilir. Ancak Yüce Dairenin, fesih ve tasfiye konusunun tahkime elverişli olmadığına dair vardığı sonuç, kamu düzeni gibi farklı mülahazalarla benimsenebilir. Nitekim öğretide fesih ve tasfiyenin şahsın hukukunu ilgilendirdiği, tüzel kişiliğin sona ermesi sonucunu doğurduğu, kamu düzeniyle ilgili yanlarının bulunduğu vb. gerekçelerle tahkime elverişli olmadığını savunan görüşler bulunduğu gibi, aksini savunan görüşler de mevcuttur (Bu konuda Türk ve yabancı öğretide savunulan görüşler için bknz: AYOĞLU, s.138-147) Bununla birlikte, ortaklar arasındaki her türlü tahkim anlaşmasının geçersiz olduğuna dair genel bir gerekçenin benimsenmesi mümkün görünmemektedir. Örneğin, ortakların kâr payı dağıtımı konusunda ya da şirket yöneticisinin sorumluluğu konusunda ortaya çıkacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümleneceğine dair tüm ortakların anlaşma yapmaları mümkündür. Nitekim, TTK’nın 561. maddesinin gerekçesinde, sorumluluk davalarının tahkime elverişli olduğu açıkça benimsenmiştir. Bu bağlamda, somut olayda olduğu gibi, şirket ortakları, şirket yöneticisinin yönetim görevini esas sözleşme ve yasaya uygun yerine getirmediği iddiasıyla açılacak davaların hakemde görüleceğine dair anlaşma yapabilirler. Buna engel bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, eldeki dava şirket yöneticisinin azline ilişkin olup TTK’nın 630/2. maddesi gereğince, her ortak haklı sebeplerin varlığında yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını mahkemeden isteyebilir. Buradaki mahkeme kavramına, hakem de dahil kabul edilmelidir. Çünkü, şirket yönetiminden azil, ortaklar kurulu kararıyla her zaman mümkün olduğu gibi şirketin ortakları olan eldeki davanın taraflarının anlaşması ile her zaman şirket müdürünün temsil ve ilzam yetkisi kaldırılarak yerine yenisi görevlendirilebilir. Dava, davalının davayı kabul etmesiyle de sona erebilecek niteliktedir. Tüm bu nedenlerle, yöneticinin azli davası bütünüyle tarafların iradesine tabi işlerden olup, bu tespitin doğal bir sonucu olarak da tahkime elverişli olduğu sonucuna varılmaktadır. Hakem heyetinin azil konusundaki kararının ticaret sicil kaydında değişiklik yapmayı gerektirecek nitelikte olması da tek başına o işlemin tahkime elverişli olmaması sonucunu doğurmaz. MTK hükümlerine tâbi hakem kararlarının icrası zaten anılan Kanun’un 15/B maddesi uyarınca mahkemece verilecek “kararın icra edilebilir olduğuna dair belge” üzerine yapılacağından, sicil değişikliğinin mahkemenin bu icra edilebilirlik kararıyla yapılacağı dikkate alındığında, kararın sicil değişikliği yapacak olmasının tahkime elverişliliği ortadan kaldırmayacağı tartışmasızdır. HMK hükümlerine tabi ulusal tahkimde ise hakem kararları ile mahkeme kararları eşit seviyeye getirilmiş ve mülga HUMK düzenlemesinden farklı olarak, hakem kararının icrası için mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınmasına gerek görülmemiştir. HMK’nın 443. maddesinin gerekçesinde, hakem kararının verildiği anda icra edilebilir hale geldiği, bu düzenlemenin tahkim kurumunu teşvik için getirildiği açıklanmıştır. Türk hukuk sistemi, ulusal tahkimde verilen hakem kararlarını mahkeme kararlarıyla eşit tuttuğuna göre, ticaret siciline tescil edilecek kararın mutlaka bir devlet mahkemesi tarafından verilmesi gerektiğini savunmak, kanun koyucunun iradesiyle uyuşan bir yaklaşım olmayacaktır (AYOĞLU, s.96-97). Kanun koyucu, bu konuda sadece tapu sicili bakımından bir tercih yapmış ve taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklar yönünden tahkim yolunu kapatmış, şirket ilişkileri bakımından tahkime gitme imkânını kapatmamıştır. Nitekim, yöneticinin azline dair ticaret siciline yapılacak kayıt, kurucu nitelikte olmayıp açıklayıcı niteliktedir. Sicilde yapılacak değişiklik, şirketin azil sonrası geriye kalan diğer yöneticisinin sicile bildirimi üzerine yapılacaktır. Yöneticinin, hakem kararına dayanarak sicile yapacağı bu bildirimin, genel kurul kararıyla görevine son verilen yöneticinin görevinin sona erdiğinin sicile bildirilmesinden bir farkı yoktur. Bu nedenlerle de salt sicil değişikliği gerektireceği gerekçesiyle meselenin tahkime elverişli olmadığı savunulamaz.Taraflar arasında, Şirketle ilgili olarak çıkacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümleneceğine dair ifade, yeterince somuttur. Şirket ortaklığından kaynaklanacak uyuşmazlıklar tanımana, şirket yöneticisinin azli konusunun da dahil olduğundan kuşku duymamak gerekir. Nitekim, tahkim şartını havi hissedarlar sözleşmesinde, şirketin yönetiminin nasıl olacağı, iki ortağın münferit temsil yetkisini haiz olduğu belirtilmiş, şirketin yönetimine ve işleyişine dair düzenlemelere yer verilmiştir. O halde, aynı sözleşmede yer alan tahkim şartının, yöneticinin azli konusunu da kapsadığı açıktır.Açıklanan bu gerekçelerle HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, davacı vekili tarafından ileri sürülen istinaf nedenleri yerinde görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve karar harçlarının Hazineye gelir kaydına,3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına,4-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,5-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, oybirliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.20.11.2022
KANUN YOLU: HMK’nın 361.maddesi maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın davacı vekiline tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açıktır.