Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2022/1075 E. 2022/907 K. 23.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1075
KARAR NO: 2022/907
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 15.09.2021
NUMARASI: 2017/1089 Esas – 2021/604 Karar
DAVA: Alacak
Taraflar arasındaki alacak davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı davacı vekilinin istinaf başvurusunun kesin karara yönelik olduğu gerekçesiyle reddine karar verildiği, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında, davalının “…” adlı projesi bünyesinde yer alan 365 numaralı bağımsız bölümün’ müvekkiline satışının ön aşamasını teşkil etmek üzere, Beşiktaş … Noterliği nde 18.04.2014 tarihinde bir taşınmaz satış vaadi sözleşmesi akdedildiğini, bu sözleşme kapsamında davalı … A.Ş. nin 71,43m² brüt ve ve 48,57 net m² alana sahip … numaralı bağımsız bölümün müvekkilim şirkete satışını ve 01.11.2015 tarihinde teslimini; müvekkilinin ise, 216.100 USD şeklinde belirlenen tutarın Türk Lirası karşılığını ödemek suretiyle ilgili bağımsız bölümü satın almayı taahhüt ettiğini, Sözleşme’de öngörülen hükümler dairesinde ödemelerin gerçekleştirilmesi ve şart koşulan KDV bedelinin peşin ödenmesi koşulunun yerine getirilmesini müteakiben, dava konusu bağımsız bölümün anahtarları Sözleşme’de öngörülen teslim tarihinden (yaklaşık) iki yıllık bir zaman dilimi sonrasında 24.05.2017 tarihinde müvekkiline teslim edildiğini, 08.12.2017 tarihinde taşınmazın mülkiyetinin tapu sicili nezdinde müvekkili adına tescil edildiğini, taşınmazın tesliminin akabinde, ilgili bağımsız bölümün “kullanılabilir net alanının” (tam ve kesin bir rakam olmamakla birlikte) çok daha aşağısında bir rakam olduğunu tespit edildiğini ve derhal … A.Ş. yetkililerine Üsküdar … Noterliği’nin 22.06.2017 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesini keşide etmek suretiyle bildirilerik, fazladan ödenen bedel tahtında oluşan zararının ihtarnamede tanınan süre içerisinde tazmin edilmesini talep edildiğini, davalı şirketin Beyoğlu … Noterliği’nin 06.07.2017 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile verilen cevabi yazıda, yapılan ölçüm neticesinde bağımsız bölümün tespitinde herhangi bir sorun öngörülmediği, bağımsız bölümün net alan m²si hesaplanırken, ilgili net m²’ye bağımsız bölümü çevreleyen “duvar, kolon ve pencere boşlukları” gibi sair unsurların da dahil edilmesi gerektiği ve ayıp ihbarının süresinde yapılmadığı belirtilerek, taleplerinin yasal dayanaktan yoksun olması dolayısıyla kabul edilemeyeceğinin ifade edildiğini, sözleşme’de öngörülen vasıf ve niteliğe aykırı bir şekilde müvekkili şirkete teslim edilen taşınmazdan kaynaklı olarak uğranılan zararın tazminini talep edebilmek adına işbu davanın ikame edildiğini,. bahsi geçen bu zararın oluşumunun net m²nin Sözleşme’de öngörülenden daha az bir alana isabet etmesi dolayısıyla fazladan ödenen bedele dayandığını, davalı … A.Ş.’nin Sözleşme’nin akdedilmesi öncesi, esnası ve sonrasındaki eylemleri ışığında huzurdaki davanın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerinden hareketle ve birbirini sistematik olarak tamamlayacak şekilde ayıba karşı tekeffül, aldatma (hile) ve genel işlem kaşulları tahtında ileri sürülebilecek üç esaslı gerekçeye dayalı olduğunu, davalının sözleşmede öngörülen vasıf ve niteliğe aykırı olacak şekilde ayıplı mal tesliminde bulunarak sözleşmeye aykırı davrandığını, davalının sözleşme gereğince fazladan bedel ödenmesi nedeniyle oluşan zararın tazmininin talep edildiğini, davalının … A.Ş.’nin, ticari satışlar özelinde (ve kural olarak) ticari hayatın bir gereği olarak öngörülen kısa ihbar sürelerinin arkasına sığınarak, ayıplı malın kabul edildiği yönünde bir savunma argümanına dayanmasının hukuken himaye görmesinin kabul edilebilir hiçbir yönü bulunmadığını, gerçekten de ayıbın gizli olduğu hallerde, açık ayıp özelinde öngörülen iki (ve sekiz günlük) sürelerden hareketle ihbar süresinin dolmuş olduğu ve bu suretle malın kabul edildiğinin söylenemeyeceğini, müvekkilinin davalı şirketin aslında hile yoluyla imzalanmasını sağladığı ve esas itibariyle müşterek bir iradenin ürünü olmaması dolayısıyla genel işlem koşulu niteliğinde olan ve sözleşmede değil, sözleşme ekinde “gizlenmek suretiyle” yer verilen bir açıklamaya dayalı olarak ciddi şekilde zarar gördüğünü, müvekkilinin ayıbı, fark eder etmez satıcıya derhal bildirimde bulunduğunu, davalının sözleşme imzalanmadan hemen önce müvekkili şirket değerlendirmelerine sunduğu sözleşme ile noter nezdinde imzalatılan sözleşmenin birbirinden farklı olduğunu, sözleşme eklerinin ise paylaşılmadığını, imzalanan Sözleşme metni incelendiğinde, sözleşme’nin ekine “Net Alan: Duvarlar dahli alan” ibaresinin eklendiğinin görülebileceğini, eklenen bu ifadenin, normale göre oldukça ufak puntolarla ve sözleşme metni dışına dahil edildiğini, salt bu durum dahi davalı … A.Ş.’nin hile iradesinin gözler önüne getirilebilmesi açısından yeterli olduğu ve şu halde müvekkili şirket iradesinin, davalı tarafından hile yoluyla sakatlandığının açık olduğunu, TBM m 39/2 hükmünde yer alan düzenlemeye göre aldatmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılmasının, tazminat hakkını ortadan kaldırmayacağı, ağır kusurlu satıcı konumunda olan davalının süresinde ayıp ihbarında bulunulmadığını ileri süremeyeceğini, sözleşme metnine eklenen net metrekare tanımının TBK 20 vd maddeleri gereğince yazılmamış, yok hükmünde sayılması gerektiğini, sonuç olarak davalı şirketin ayıplı mal tesliminde bulunması, açıkça aldatma kastıyla hareket etmesi ve TBK md. 20 vd. hükümleri kapsamında geçersiz olan bir hükme dayanarak ifada bulunulduğunun sabit olmasından hareketle; zarar miktarının yargılama sürecinde yapılacak bilirkişi incelemesi sonucunda ortaya çıkacağı dikkate alınarak, müvekkilinin şirketin uğramış olduğu zararlara temel oluşturmak ve fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla, HMK md. 107 hükmü gereğince şimdilik 5.000 TL’nin dava konusu taşınmazın bedelinin ödendiği tarihten itibaren işletilecek ticari avans faiziyle birlikte davalı şirketten tahsili ile müvekkiline ödenmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı şirket üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davanın görülmesinde Asliye Hukuk Mahkemeleri görevli olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesini, davacının belirsiz alacak davasını açmakta hukuki yararının bulunmadığını, davacıya 365 no.lu bağımsız bölümün teslimi borcunun üstlenildiğini, sonraki aşamalarda bağımsız bölüm numarasının idari gereklilikler nedeni ile ve sözleşmeye uygun olarak 127 haline geldiğini, bunun dışında vadedilen bağımsız bölüm ile davacıya teslim ve davacı adına tescil edilen bağımsız bölümün tüm şartlarıyla aynı olduğu, sözleşmenin ikinci sayfasındaki lejant kısmında bağımsız bölüm brüt metrekaresi’nin 71,43 olarak belirlendiği, 17. Sayfada yer alan ne alan hesaplamasının ise tamamen bilgilendirme amaçlı olduğunu, asıl üzerinde sözleşme ve geçerli olan hesaplamanın lejantda yer alan brüt metrekare hesaplaması olduğu, sözleşmeye konu taşınmazın ve anahtarının 24/05/2017 tarihinde her hangi bir itiraz veya ihtirazi kayıt olmaksızın davacı temsilcisine teslim edildiğini, daha sonra davacı adına tapuda devir yapıldığını, 01/03/2016 tarihinde davacıya bağımsız bölümün teslim alınması için iadeli tahahütlü posta ve email olarak davet gönderildiğini, davacının geç teslim iddialarının hüküm taşımadığını, davacının süresi içinde ayıp bildirimi yapmadığını bu sebeple malın kabullenmiş olduğunu, davacının hile iddialarının gerçek dışı olduğunu, davacı vekiline email ekinde gönderilen sözleşme gövdesi ile noter huzurunda imzalanan sözleşme gövdesinin birebir aynı olduğunu, müvekkilinin sözleşme kapsamında üzerine düşen edimi gereği gibi ve eksiksiz olarak yerine getirdiğinden ortada bir ayıp ve ayıptan doğan sorumluluk bulunmadığını, noterde yapılan düzenleme şeklindeki sözleşmenin 17/c hükmü ile noterlik makamının “gerçek isteklerinin aynen yazıldığını” belirten ibaresi karşısında davacının genel işlem koşulları uygulandığı iddiasının kabul edilemez olduğunu, davacının yazılmamış sayılmasını talep ettiği kısmını “net metrekare” hesabından ibaret olduğunu, bu kısmın davacı alıcı için özel olarak hesaplandığını bahsi geçen kısmın sadece yol gösterici nitelikte olup, asıl bağlayıcı hesaplamanın sözleşmenin lejant kısmında yer alan brüt metrekare olması nedeniyle salt net metrekare hesaplamasının yazılmamış sayılmasını davanın haksız olduğu sonucunu değiştirmeyeceğini, yazılmamış sayılması istenen kısım açık ve anlaşılır olup birden fazla anlama gelmediğini, kamu düzenine mevzuata ve genel ahlaka uygun olduğunu, davacının aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte olmadığını, sözleşme serbestesi hükümleri çerçevesinde tarafların ortak onayları ile yürürlüğe girdiğini, tüketici sıfatını haiz bir şahsa yönelmediğini, sözleşme özgürlüğünde bulunması gerekli güç dengesinin sözleşmede mevcut olduğundan hukuka uygun olduğunu, savunarak davanın usulden reddine mahkeme aksi kanaate ise esasdan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Tüm dosya kapsamında 16/01/2020 tarihli ek rapordaki maddi hata da giderilmek suretiyle düzenlenen ve denetime elverişli görülen 14/04/2021 tarihli bilirkişi raporu ile taşınmaz satış vaadi sözleşmesi eki planda belirtilen 48,57m² net alanın duvarlar dahil alan olarak tespit edilmiş olduğu, sözleşme ekindeki planda verilen iç ölçülere göre net alanın 45,72m² olarak belirlendiği, bağımsız bölümün fili durumda net alanının 45,56m² olduğu, (45,72-45,56=0,16), 0.16m²’lik farkın teknik olarak kabul edilebilir bir fark olduğu tespit edilmiş olmakla, dava konusu taşınmazın davacıya ayıplı olarak teslim edilmediği, davacı tarafça 6102 Sayılı TTK’nun 23/1,c maddesi ile belirlenen süre içinde ayıp ihbarında bulunulmamış olduğu anlaşılmakla, davanın reddine…” karar verilmiştir. Bu karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. İlk derece mahkemesi istinaf başvurusunu değerlendirdiği 27.01.2022 tarihli kararla, “…Mahkememizin 2017/1089 esas nolu, 2021/604 karar nolu, 15.09.2021 tarihli kesin kararı davacı … A.Ş. vekili tarafından istinaf talebinde bulunulmuş ise de; Mahkememizin 15.09.2021 tarihli kararı taraf vekillerinin yüzlerine karşı, kesin olmak üzere karar verilmiş olduğundan, HMK.346.maddesinde “İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder.” denildiğinden, istinaf konusu kararın kesin karar olması nedeniyle…” HMK.346.maddesi gereğince davacı vekilinin istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince ve katılma yoluyla davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Başta davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılması, dava değerinin artırılmasına imkan tanınmaması, asıl alacağın çok daha yüksek bir tutara tekabül etmesi ve ilk derece mahkemesince verilen hatalı kararın yargısal denetiminin yapılamayacak olması ve kesin delil teşkili gözetilerek, istinaf talebinin kabulü gerektiğini, nitekim istinaf talepleri incelendiğinde, istinaf talebinin ne denli haklı bir zemin üzerine oturtulduğu da çok net bir şekilde görüleceğini, tüm bu gerekçeler gözetilerek, istinaf talebinin reddine yönelik verilen kararın kaldırılarak, taraflarınca verilen istinaf dilekçesinin esas alınması gerektiğini, Esasa yönelik istinaf taleplerinde; ilk olarak, mahkeme kararına dayanak olarak alınan bilirkişi raporundaki tespitler hatalıdır. İlk bilirkişi heyeti kök raporu, ek raporu ve ikinci bilirkişi heyeti raporu bir birinden farklı üç rapor olarak hazırlanmıştır. Ancak Sayın Mahkeme tarafından, Sayın Mahkeme tarafından verilen talimatlara aykırı şekilde hazırlanan, keza ilk kök rapor ile de çelişki içerisinde olan bilirkişi raporu dikkate alınmıştır. Keza ilgili bilirkişi raporunda hukuki değerlendirmeler yapılmış, Sayın Mahkeme’nin taleplerine aykırı rapor düzenlenmiş ve hatalı ölçümler yapılmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu düzenlemesi ile bilirkişinin hukuki nitelendirme ve değerlendirme yapmasını yasakladığını, ancak 14.04.2021 tarihli ve mahkemenin kararına etki etki eden bilirkişi raporunun son cümlesinde aynen; “değerlendirildiğinde ayıplı bir maldan bahsedilemeyeceği kanaat ve sonucuna varılmıştır” ibaresi şeklinde düzenlendiğini, ilgili bilirkişi heyetinin mimar, inşaat mühendisi ve gayrimenkul değerleme uzmanından oluşan bir heyet olduğunu, hukuki bir değerlendirme olan ayıplı mal tespitini yapamayacak yetkiye sahip oldukları HMK hükmü ile sabittir ve aynı zamanda bu niteliğe sahip eğitimleri olmadığının da açık olduğunu, 20.11.2020 tarihli duruşma tutanağının 2 no’lu ara kararında Sayın Mahkeme “1-duvarlar dahil ve hariç, 2-pencere boşlukları dahil ve hariç, 3-kolonlar dahil ve hariç olmak üzere ihtimalli değerlendirmenin yapılmasını ve taşınmazın brüt alanı yönünden de değerlendirme yapılmasını” talep etmiş olsa da bilirkişi heyetinin böyle bir değerlendirmenin yapılmayacağını belirterek -her ne kadar ölçüm sırasında bu talebi yinelesekte- kendi tercihleri doğrultusunda ölçüm yaparak, değerlendirmede bulunduğunu, ne var ki net alanın tanımlamasından da kaynaklanan uyuşmazlık mevcutken bilirkişinin bunu göz ardı ederek değerlendirmede bulunmasının ve mahkemenin ara kararına rağmen bunu dikkate alması sonucunda hatalı bir karar ortaya çıktığını, Sözleşmede satılması vadedilen gayrimenkulün net metrekaresinin 48,57 m2 olduğunu, sözleşmede davalı şirket tarafından teslimi taahhüt edilen net alan 48,57 m2 metrekare olarak düzenlenmiş olup bu metrekare hesabına duvarların kolonların ve/veya pencere boşluklarının dahil olup olmadığına ilişkin değerlendirmenin mahkemeye ait olduğunu, ancak bunu bilirkişi heyetinin yaptığını, aslına bakılırsa, bilirkişi heyetinin, bağımsız bölüm fiili net alanını 45,56 m2 olarak hesapladığını, yani aslında teslim edilen gayrimenkulün, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinde vaad edilen 48,57 m2’den daha küçük olduğunu tespit ettiğini, ne var ki bilirkişi heyetinin hatalı tespitte bulunmasına sebebiyet veren noktanın, bir hukukçu gibi sözleşmeyi yorumlaması ve mahkemenin ara kararında ayrıntısıyla ortaya koyduğu çerçevenin aksine, ihtimale dayalı hesaplama yapmayarak, mahkemenin yerine yorum faaliyetinde bulunması olduğunu, mahkemenin tabii olarak teknik boyut içeren hesaplama konusunda bilirkişiden yardım aldığını, ancak tesis ettiği kararda hukuki değerlendirmeyi bilirkişi heyeti raporuna uygun olduğunu, ancak hatalı şekilde yaptığını, Bu noktada mahkmeenin raporda yer verilen ve gayrimenkulün fiili durumda net alanını 45,56 m2 olduğu yönündeki tespit üzerine, sözleşmede vadedilen tutarın 48,57 m2 olduğu ve haliyle 3,01 m2 eksik teslim edildiği yönünde hüküm tesis etmesinin önünde bir engel olmadığını, dolayısıyla yapılan hesaplama karşısında eksik teslim yapıldığı noktasında en ufak bir duraksamaya yer olmadığını, ancak tüm bunların aksine, raporlarda yer alan çelişkili değerlendirmelerin varlığına karşılık, tahkikatın dahi sağlıklı bir şekilde sonlandırılması söz konusu olmaksızın, hatalı bir karar verildiğini, Gayrimenkuldeki ayıbın gizli ayıp olup, fark edilir edilmez hemen ihbarda bulunulmuş olması bir kenara, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) 225’e göre hileli davranan satıcı ayıp ihbar süresine dayanamayacağını, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 25.04.2017 tarih ve 2016/13459E. 2017/3309 K. sayılı kararının ekli olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler ışığında hatalı ölçüm ve hukuki değerlendirme bulunan çelişkili bilirkişi raporları esas alınarak verilen ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını ve uyuşmazlığın esasına ve dosyanın tekrar incelenebilmesi adına yeniden ilk derece mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir. Davalı vekili katılma yoluyla istinaf başvuru dilekçesinde özetle, Her ne kadar ilk derce mahkemesince dava esastan reddedilmiş ise de, ilk derce mahkemesince hatalı tespitler içeren bilirkişi raporunun hükme esas alınmasının doğru olmadığını, bilirkişiler tarafından net alan üzerinden yapılan değerlendirmenin hem taraf iradelerine hem de ilgili yönetmeliklere aykırı olduğunu, bürüt metre kare üzerinden satış, satış tarihinde yürüklülükte olan ve uygulanması gereken İstanbul İmar Yönetmeliğine uygun olduğunu ileri sürerek, ilk derece mahkemesinin esasa ilişkin hükmünün ortadan kaldırılarak, talepleri doğrultusunda davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davacı tarafından davalıya satılıp teslim edilen taşınmazın net metre karesinin taahhüt edilenden küçük olduğu iddiasıyla, ayıplı satış nedeniyle uğranılan zararın tahsili istemine ilişkindir. İlk derce mahkemesince 15.09.2021 tarihli gerekçeli karar ile davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilince gerekçeli karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacının istinaf başvurusunun incelenmesi sonucu ilk derece mahkemesince 27.01.2022 tarihli ek karar ile, kesin karara yönelik istinaf başvurusunun HMK 346 Maddesi uyarınca reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekilince ve katılma yoluyla davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulduğu anlaşılmıştır. İstinaf incelemesi HMK 355 maddesi uyarınca istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı vekilinin istinaf başvurusunun incelenmesinde, Davacı vekilince ilk derce mahkemesinin gerekçeli kararına karşı istinaf başvurusunun HMK 346 maddesi uyarınca kesin karara karşı istinaf başvurusu yapıldığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. İlk derce mahkemesinin davacının istinafının reddine ilişkin 27.01.2022 tarihli ek karara karşı davacı istinaf başvurusunun ön sorun olarak öncelikle incelenmelidir. Davacı vekilince dava dilekçesinde, taraflar arasındaki satış sözleşmesi ile davalıdan satın alınan bağımsız bölüm metre karesinin taahhüt edilenden daha küçük olduğu, buna göre ayıplı satış nedeniyle uğranılan zararın tahsilinin istenildiği, müvekkilinin zararının belirsiz olması nedeniyle HMK 107 Maddesi uyarınca belirsiz alacak olarak şimdilik 5.000 TL nin tahsilinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Davacı yanca dava dilekçesindeki iddialar kapsamında eldeki davanın HMK 107 maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olarak açılmış olduğu anlaşılmakla, ilk derece mahkemesinin 15.09.2021 tarihli davanın reddine dair verdiği esasa ilişkin hükmünün kesin nitelikte karar olduğu söylenemez. Buna göre ilk derce mahkemesinin 27.01.2022 tarihli istinafa konu kararın kesin karar olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 346 Maddesi uyarınca reddine ilişkin ara kararın yasa ve usule aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu nedenle davacı vekilinin ilk derce mahkemesinin esasa dair verdiği 15.09.2021 tarihli karara karşı istinaf başvurusunun esastan incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Davacı vekilinin 15.09.2021 tarihli ilk derece mahkemesinin esasa ilişkin hükmüne karşı 06.12.2021 tarihli istinaf başvurusunun incelenmesinde ise; Davacının davalıdan satın aldığı taşınmaz bağımsız bölümünün 24.05.2017 tarihinde davacıya teslim edildiği, 08.12.2017 tarihinde ise tapuda devir ve tescil ile davacı adına tescil edildiği ihtilafsızdır. Davacı davalıdan satın aldığı bağımsız bölümün net metre karesinin taahhüt edilenden küçük olduğunu ileri sürerek, ayıplı satışa dayalı tazminat istemektedir. ilk derece mahkemesi gerekçesinde de işaret edildiği üzere, davacının iddia ettiği ayıbın açık ayıp niteliğinde olduğu, satışın ticari satış olduğu, buna göre TTK 23 maddesi uyarınca süresinde ayıp ihbarında bulunulduğu davacı tarafından kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddi isabetlidir. Kaldı ki mahkemece yargılama aşamasında alınan bilirkişi rapor içeriklerine göre 0.16 metre karelik farkın teknik olarak kabul edilebilir bir fark olduğu, buna göre satışın ayıplı olduğunun da kabul edilemeyeceği anlaşılmakla, mahkemece kurulan hüküm isabetli olup, aksi yöndeki davacı vekili istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmemiştir. Davalı vekilinin, davacı vekilinin 27.01.2022 tarihli ek karara yönelik istinaf başvurusuna karşı katılma yolu ile istinaf başvurusunun incelenmesinde, İlk derce mahkemesince yapılan yargılama sonucu 15.09.2021 tarihli gerekçeli karar ile davanın reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davalı vekiline 15.09.2021 tarihli gerekçeli karar 27.01.2021 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı vekilince gerekçeli karara karşı HMK 345 maddesi uyarınca iki haftalık yasal sürede istinaf başvurusunda bulunulmamıştır. Davacı vekilinin esasa ilişkin gerekçeli karara karşı istinaf başvuru dilekçesi ise 11.12.2021 tarihinde davalı vekiline tebliğ edilmiş, davalı vekilince HMK 348-347 maddesi uyarınca usule uygun şekil ve sürede esasa ilişkin karara karşı katılma yoluyla istinaf başvurusunda da bulunulmamıştır. Daha sonra davacı vekilinin esasa ilişkin gerekçeli karara karşı istinaf başvurusunun ilk derece mahkemesince 27.01.2022 tarihli ek kararı ile reddedilmesi üzerine, iş bu karara karşı davacı vekilinin istinaf başvurusunda bulunması üzerine, davalı vekilince katılma yolu ile esasa ilişkin karara karşı istinaf nedenleri ileri sürülerek istinaf başvurusunda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Buna göre davalı vekilinin ilk derece mahkemesinin 15.09.2021 tarihli esasa dair gerekçeli kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmadığı, davacı yanın esasa ilişkin karara karşı istinaf başvurusu üzerine, HMK 348 Maddesi uyarınca esasa ilişkin karara karşı katılma yoluyla istinafı da bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin davacı vekilince 27.01.2022 tarihli ek karara karşı istinaf başvurusu üzerine katılma yoluyla esasa dair karara yönelik katılma yoluyla istinaf başvurusunda bulunamayacağı anlaşılmakla, davalı vekilinin katılma yoluyla istinaf başvuru dilekçesinin HMK 348- 352 maddeleri uyarınca reddi gerekmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine, davalı vekilinin katılma yoluyla istinaf başvuru dilekçesinin HMK 348-352 Maddesi uyarınca reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; A-Davalı vekilinin istinaf başvurusu yönünden; 1-Davalı vekilinin katılma yoluyla istinaf başvurusunun HMK’nın 348/2-352 maddesi uyarınca reddine, 2-Davalı vekili tarafından yatırılan istinaf harçlarının Hazineye gelir kaydına, 3-Davalı vekilinin yaptığı istinaf giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, B-Davacı vekilinin istinaf başvurusu yönünden; 1-HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin harçlarının Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine, 5-Dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 23.06.2022
KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca, dava konusunun değerine göre karar kesindir.