Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2022/1072 E. 2023/436 K. 16.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1072
KARAR NO: 2023/436
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 31/03/2022
NUMARASI: 2019/510 E. – 2022/232 K.
ASIL DAVA: Tazminat
DAVA TARİHİ: 06/07/2012
BİRLEŞEN İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
2014/123 ESAS, 2014/87 KARAR SAYILI DOSYASI
BİRLEŞEN DAVA: Alacak
Taraflar arasındaki tazminat ve alacak davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın kabulüne dair verilen karara karşı, asıl davada temlik alan davacı, asıl davada davacı- birleşen davada davalı ve asıl davada davalı- birleşen davada davacı vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Asıl davada davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin Japonya’da kurulmuş bulunan … tarafından nano teknoloji ile üretilen ve tüm dünyada tanınmış olan …, …, … ve … ürünlerinin Türkiye’ye ithalatı ve ülke içinde satışı konusunda inhisari hak sahibi olduğunu, söz konusu ürünlerin “…”, “…”, “…”, “…” başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden çok sayıda ödül aldığını, müvekkili şirketin, davalı şirketin teklifi üzerine davalı şirketin bayilik sisteminin yaygın olması sebebiyle ürünlerin dağıtımı ve ülke çapında satılması ve pazarlanması amacıyla davalı şirket ile 28.07.2009 tarihinde sözleşme imzaladığını, sözleşmenin 3. maddesi ile de davalı şirketin yürürlükte olduğu her yıl için sözleşme konusu ürünlerden asgari 50.000 m² satın almayı taahhüt ettiğini, sözleşmenin 4. maddesine göre, müvekkili şirketin davalı şirketin asgari satın alma taahhüdünde bulunmasından ve bu taahhüdüne uyacağından hareketle, sözleşmenin yürülükte olduğu süre içinde sözleşme konusu ürünleri, sözleşmenin kurulduğu anda mevcut bulunan ve sözleşmenin 2 nolu ekinde belirtilmiş olan bayileri haricindeki üçüncü kişilere satmama ve bayilik vermeme yükümlülüğü altına girdiğini, sözleşmenin 3. maddesi uyarınca, davalı şirketin, yıl sonunda asgari satın alma taahhüdünü yerine getirmediği takdirde müvekkili şirketin 6 ay önceden yazılı olarak sözleşmeyi fesih ve muhatap şirketin sözleşmenin 4. maddesinde düzenlenmiş olan inhisari hakkını iptal etme yönündeki seçimlik haklarından herhangi birini kullanmakta muhtar olacağının kararlaştırıldığını, müvekkili şirketin, sözleşme hükümleri ile üstlendiği tüm mükellefiyetlerini tümüyle yerine getirmiş olduğunu, sözleşme konusu ürünlerin bayiliğini alma isteğini içeren çok sayıda teklifi, davalı şirket edimlerini yerine getirmediği için müvekkili şirketin kendi taahhüdüne uyma zorunluluğu bulunmamasına ve edimini yerine getirmek zorunda olmamasına rağmen, iyi niyetle ve ahde vefa ilkesi çerçevesinde sözleşmenin 4. maddesinde yer alan davalı şirketin inhisari haklarına riayeten geri çevirdiğini, ancak davalı şirketin sözleşmenin 3. maddesinde bir yıl içinde asgari 50.000 m² ürün satın alma taahhüdü olmasına rağmen 8.366,22 m² ürün satın aldığını, bu ürünlerden de 4.644 m²’sini iade ettiğinden bir yıllık sözleşme süresi içinde sözleşmenin 3. maddesi ile taahhüt ettiği yıllık asgari alım miktarının %10’una dahi tekabül etmeyen bir miktar olan 3.772,22 m² ürünün fiili satın alımının gerçekleştirdiğini, müvekkili şirket tarafından davalı şirketten taahhüde uyulmasını ve satın alma yükümlülüğünü yerine getirmesinin istenildiğini, ancak davalının bu yükümlülüğünü çeşitli bahaneler ileri sürerek yerine getirmediğini, TTK’nın 20/II hükmünde öngörülen mükellefiyetlere aykırılık teşkil eden bu fiilleri nedeniyle müvekkili şirket ile … ilişkilerinin de bozulduğunu, yaşanan bu olumsuzluklardan üretici şirket ile müvekkili şirketin büyük zarar gördüğünü, ürünlerin piyasa edinmesinin engellendiğini, eylemler neticesinde müvekkili şirketin, davalı şirkete Beyoğlu … Noterliğinden 24.09.2010 tarihinde … yevmiye numarası ile gönderdiği ihtarname ile sözleşmenin 3. maddesine göre 28.07.2009 tarihli sözleşmeyi feshettiklerini bildirdiğini, sözleşmenin feshinden sonra bayilerin ve davalı şirketin elinde kalan ancak iade etmek istedikleri ürünleri iade aldıklarını, davalı şirketin, sözleşme feshi sonrasında davacı şirket ile yeni bir sözleşme yapmak istediğini, kurulacak olan yeni sözleşmede yıllık alım taahhüdünün başlangıçta 20.000 m² olarak benimsenmesini, miktarların bilahare arttırılmasını teklif ettiğini, fakat müvekkili şirketin … ile yaşadığı olumsuzlukları dikkate alarak ve davalı şirketin bu taahhütlerini de yerine getiremeyeceği anlaşıldığından bu talebi kabul etmediğini, müvekkili şirketin sözleşmenin sona erdirilmesi üzerine davalı şirketten sözleşmenin 3. maddesine aykırılık nedeniyle, sözleşmenin feshinden önce doğmuş bulunan haklarına istinaden yoksun kalınan karını talep etmiş olmasına rağmen davalı şirketin çeşitli bahanelerle müvekkili oyaladığını, nihayet 16.01.2012 tarihinde gönderilen e-posta yazısı ile müvekkili şirketin tazminat talebini yerine getiremeyeceklerini kesin olarak beyan etmeleri üzerine, Beyoğlu … Noterliğinden 24.01.2012 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile davalı şirketten şimdilik 1.188.413,39 Euro’yu 3 iş günü içinde ödemesini talep etliğini, ancak bu ihtarnameye de herhangi bir olumlu yanıt alamadıklarını, davalı şirketin 28.07.2009- 28.07.2010 tarihleri arasında sözleşmenin 3. maddesi uyarınca asgari satın alması gereken ürün miktarının 50.000 m² olmasına rağmen muhatap davalı şirketin fiilen 3.722,22 m² mal satın aldığını, almadığı miktarın 46.277,78 m² olduğunu, bunun da 1.188.413,39 Euro’ya tekabül ettiğini, müvekkilinin bu zararlarının dışında da sair maddi ve manevi zararlarının da bulunduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin her türlü yasal ve sözleşmesel hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 25.000 Euro’nun fesih tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 13.10.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 1.190.059 Euro arttırarak 1.215.059 Euro tazminatın sözleşmenin fesih tarihinden itibaren işleyecek en yüksek yasal faiz uygulanarak tahsilini istemiştir. Asıl davada davalı vekili, savunmasında özetle; müvekkili şirketin sözleşmede yer alan yıllık minimum 50.000 m² asgari miktarı satmak için tüm çabasını sarf etmesine rağmen ülke gelir düzeyine göre ürünün pahalı olması sebebiyle sözleşmede belirtilen miktarda satılamadığını, müvekkili şirketin ürünün satışını yapan tüm personeli için ürünle ilgili kapsamlı eğitimler verdiğini, müvekkili şirketin … ürünü ile ilgili hazırlamış oldukları teşhir ünitelerini satış yapacak olan 31 bayiye sevk ettiğini, ayrıca, davacı şirket yetkililerinden 06.01.2010 ve 07.01.2010 tarihlerinde 2 ayrı tutanak ile teslim alınan toplam 153 koli … ürününün müvekkili şirketin bayilerine teşhir amaçlı olarak dağıtıldığını, müvekkili şirket tarafından ürünün tanıtımı için lüks konut projeleri için toplu ürün alımı yapan ve sektörün önde gelen şirketlerine ürün tanıtımlarının yapıldığını, ayrıca yazılı ve görsel medyada ve tüm sektörel yayınlarda da ürünle ilgili halkla ilişki ve tanıtım çalışmaları yapıldığını, ürünün medyaya tanıtılması için bir basın toplantısı yapıldığını, basın toplantısından sonra sektörün önde gelen internet sitelerinde, tanıtımlar ve haberler yapıldığını, bu tanıtım çalışmalarına ek olarak … Gazetesi ekinde dağıtılmak üzere de insert reklam çalışması hazırlandığını, müvekkili şirketçe sarf edilen tüm bu çabalara rağmen sözleşmede yer alan satış rakamına ulaşamadıklarını, sözleşmenin imzasından yaklaşık 14 ay sonra davacıdan gelen fesih bildirimi ile yapılan tüm yatırımların zarara dönüştüğünü, davacı şirketin distribütörlük aldığı tarihten beri hiçbir sene 50.000 m²’lik ürün satışına ulaşamamasına rağmen sözleşmeye bu yönde bir madde koydurması ve daha sonra da bu maddeden kaynaklı kâr kaybı talep etmesinin mümkün olamayacağını, sözleşmenin minimum alıma ilişkin maddesi yönünden müvekkil şirket açısından BK’nın 117. maddesi uyarınca ifa imkansızlığı bulunduğunu, taraflar arasındaki sözleşmenin imza tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı BK’nın ifa imkansızlığını düzenleyen 117. maddesinde; “Bir akdin konusu mümkün değilse o akit imkansızdır.” hükmünde söz konusu olan imkansızlığın başlangıçtaki sözleşme yapıldığı sırada mevcut olan imkansızlık olduğunu, müvekkili şirketçe ürünün tanıtımı ve satışı için tüm çalışmaların yapılmasına rağmen ürünün sözleşmede belirlenen miktarda satışının mümkün olmadığını, diğer yandan ülkemize … ürününün ithal edildiği Japonya’dan yapılan seramik ithalatına ilişkin raporlar incelendiğinde 6907 kodlu karo, küpler vb. eşya, cilasız sırsız seramikten olan ürünlerin ithalat miktarlarının 2007-2010 yılları arasında 170.596,00 USD olduğunun tespit edilebileceğini, 2007-2010 yılları arasında Japonya’dan davacı ve diğer firmalarca ülkemize toplam 26.422 m² ithalat yapılmasına rağmen davacı firmanın 50.000 m²’lik bir satış rakamını sözleşmeye ısrarla koymak istemesi ve bu bedele ilişkin kâr kaybı talep etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, ilgili gümrüklerden davacı şirketin son 5 yılda yaptığı ithalat miktarının sorulması ile davacının toplam ithalatının tespitinin mümkün olduğunu, davacı şirketin müvekkili şirketle işbirliği yapmadan önce herhangi bir şekilde tek başına 50.000 m² ürün satamadığını, uzun yıllardır piyasada olan … ürünün m² fiyatının 70-100 Euro olması sebebiyle yıllık satış miktarlarının bu rakama ulaşmasının imkansız olduğundan dolayı da sözleşmenin ilgili maddesinin başlangıçtan itibaren geçersiz olduğunu, sözleşmede belirtilen miktarda satın alınmaması ve satılması mümkün olmadığından müvekkili şirketin yetkilisi … tarafından davacı şirket yetkilisi …’ye gönderilen elektronik posta metninde yıllık 50.000 m² olan miktarın 2010 yılı için 15.000 m², 2011 yılı için 25.000 m², 2012 yılı için 45.000 m² olarak güncellenmesinin talep edildiğini, ancak davacı şirketin bu taleplerini kabul etmediğini ve bu davayı açtığını, davacı şirketin ithal edeceği ürünlerin gümrükten çekilmesi sürecinde gümrük müdürlüğüne verilecek olan teminat mektubunu dahi veremediğini, müvekkili şirketçe verilen 185.872,80 Euro bedelli 12.10.2009 düzenleme tarihli teminat senedi ile davacı şirket gümrükteki mallarını teslim alabildiğini, diğer taraftan davacı şirketin, müvekkili şirket ile olan sözleşmesini feshetmesinden sonra yine başka bir seramik şirketi ile çalışmaya başladığını, davacının talep ettiği değerin şimdilik 1.118.413,39 Euro olduğundan davacıya bu bedelin eksik harcının tamamlattırılması gerektiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Birleşen davada davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında 28.07.2009 tarihinde davalı şirketin Türkiye distribütörü olduğu … ürünleri olan … ve birtakım bazı ürünlerin satış ve pazarlamasının yapılması için sözleşme imzaladıklarını, sözleşmenin 2010 yılında sona erdiğini, sözleşmenin sona ermesinden sonra davalı şirkete iade edilen ürünlerden kaynaklanan müvekkili şirket alacakları konusunda taraflar arasında bir uzlaşmanın sağlanamadığını, müvekkili şirketin davalı şirketten olan 738.904,66 TL cari hesap alacağının bulunduğunu ileri sürerek, 738.904,66 TL’nin dava tarihiden itibaren hesaplanacak faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Birleşen davada davalı vekili, savunmasında özetle; İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/123 Esas sayılı dosyasıyla işbu dosyanın birleştirilmesine karar verildiğini, ancak işbu dosyanın geldiği aşama gözönüne alınarak birleştirilen dosyaların tefrik edilmesine karar verilmesini talep ettiğini, davacı şirketin müvekkili şirketten herhangi bir alacağının bulunmadığını, taraflar arasındaki cari hesap sözleşmesinin delil olarak sunulmadığını, davacı şirketin müvekkili şirkete iade edilen ürünlerden kaynaklanan herhangi bir alacağının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “… taraflar arasında 28/07/2009 tarihli, davacı şirkete Türkiye’de pazarlamak ve satmak üzere münhasır hak tanınan …’un …, …, … ve … ürünlerinin pazarlanması ve satılması için sözleşme akdedildiği, bu sözleşmenin 3. maddesinde davalı şirketin en az 50.000 m2 ürün almayı taahhüt ettiği, davalının sene sonuna kadar bu miktarda ürün almaz ise davacı şirketin takdiren bu sözleşmeyi feshetmeye veya davalının münhasır hakkını iptal etmeye veya 6 ay önceden yazılı bildirimde bulunarak ülke kapsamında kısıtlama yapma hakkına sahip olacağının düzenlendiği, sözleşmenin 4. maddesinde münhasır hakların düzenlendiği, 8. maddesinde imza tarihinden itibaren sözleşmenin yürürlüğe gireceği ve 3.maddesi uyarınca feshine kadar yürürlükte kalacağı, sözleşmenin otomatik olarak her takvim yılı başında erken feshedilmediyse yenileneceği, taraflar tarafından yapılan ihlal haricinde sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde mağdur tarafın son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuna sınırlı kalmak üzere zararlarını talep etmeye hak kazanacağının düzenlendiği, sözleşmenin davacı şirket tarafından davalı şirkete gönderilen Beyoğlu … Noterliğinin 24/09/2010 tarih ve … yevmiye nolu fesih ihbarnamesi ile feshedildiği, ihtarnamenin davalı şirkete 24/09/2010 tarihinde tebliğ edildiği, davacı şirket tarafından davalı şirkete gönderilen Beyoğlu … Noterliğinin 24/01/2012 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile sözleşme ile taahhüt edilen miktardan daha az alım nedeni ile uğranılan 1.188.413,39 Euro zararın ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren 3 gün içerisinde ödenmesinin talep edildiği, ihtarnamenin 27/01/2012 tarihinde davalıya tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Asıl davada taraflar arasındaki uyuşmazlığın taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 3. nolu maddesinde yer alan satış taahhüdüne ilişkin hükmün hukuken geçerli olup olmadığı, davalının bu taahhüdünü ihlal edip etmediğini, davacının davalıdan söz konusu taahhüdün ihlalinden dolayı kar mahrumiyeti alacağına hak kazanıp kazanmadığı, birleşen davada ise, taraflar arasındaki uyuşmazlığın, birleşen davanın davacısı şirketin birleşen davanın davalısı şirketten cari hesap alacağı olup olmadığı noktasında olduğu anlaşılmıştır.Asıl davada davalı şirket, taraflar arasındaki sözleşmenin başlangıcından itibaren akdin konusunun ifasının mümkün bulunmadığını, gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunu, sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 20/1.maddesine göre bir akdin konusu mümkün değilse, o akdin imkansız olduğunun düzenlendiğini, yine aynı yasanın 117.maddesine göre edimin yerine getirilmesi sözleşme yapıldıktan sonra imkansız olursa ve bu imkansızlıkta borçlunun kusuru bulunmazsa borçlu borçtan kurtulur hükümleri göz önüne alındığında davacının kar mahrumiyeti talebinin yerinde olmadığını ileri sürmüştür. Davanın her iki tarafının da tacir olmakla gerek eski TTK, gerekse 6102 sayılı TTK hükümleri çerçevesinde tacir olmanın hüküm ve sonuçlarına tabi oldukları, TTK’ya göre tacir; ticarethanesine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. Davalı şirketin sözleşme konusu ürün grubu ile sektörde eskiden beri faaliyet gösteren bir şirkettir. Sözleşmelerde genel ilke ahde vefa olup, ifadan kaçınmayı veya sözleşme ile getirilen borç ve yükümlülüklerden kurtulabilmeyi öngören, işlem temelinin çökmesi, ifa imkansızlığı, aşırı ifa güçlüğü gibi kanun hükümlerinin olabildiğince dar yorumlanması esastır. Sözleşme hukukunda imkansızlık, ifanın objektif olarak imkansız olmasını ifade eder. Yoksa borçlunun kendi subjektif durumu itibariyle ifanın mümkün olmaması gerek 818 sayılı BK.nın 20. maddesi gerekse 117. maddesi anlamında imkansızlık sayılmayacaktır. Zira dava konusu … ürününün bir yılda 50.000 m2 üretimi, ithalatı ve satışı esasen mümkün olmakla birlikte davacı şirket piyasadan yeterince talep alamadığı için mümkün olmamıştır. Yoksa ürünün üretilmediği, satılmadığı veya alım taleplerinin karşılanmadığı gibi bir iddia veya savunma yoktur. Dolayısıyla gerek sözleşmenin hükümsüz sonucunu doğuracak şekilde baştaki imkansızlık gerekse, borçlunun ifa yükümlülüğünden kurtulması sonucunu doğuracak şekilde sonraki imkansızlık koşullarının somut olayda bulunmadığı Mahkememizce kabul edilmiştir.Kar kaybı, müspet zarar olup, sözleşmede açık bir düzenleme mevcut değil ise, sözleşmenin feshi halinde ancak uğranılan menfi zararların istenebilmesi mümkündür. Sözleşmede hüküm bulunması halinde fesih sebebiyle müspet zararların da istenebileceği kuşkusuzdur. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 09/10/2014 tarih ve 2013/8668 Esas, 2014/15289 K., Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 23/05/2016 tarih ve 2016/2825 Esas, 2016/9158 K.) Taraflar arasındaki 28.07.2009 tarihli sözleşmenin 8.maddesinin 3.pragrafındaki “Taraflar tarafından yapılan ihlal haricinde sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, mağdur taraf son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuyla sınırlı kalmak üzere zararlarını talep etmeye hak kazanacaktır.“ hükmü göz önüne alındığında sözleşmedeki bu açık hüküm nedeniyle davacının müspet zararlar bahsinden olan kar kaybını talep edebileceği Mahkememizce kabul edilmiştir. Davacının sözleşmenin sonuna kadar yapması gereken masrafların tespiti ile tespit edilen miktarın, davacının elde edeceği kardan mahsubu ile sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir. Davacının elde edeceği kardan mahsubu yapılması gereken masrafların, davacı şirketin çalışan sayısı, personel ve işletme maliyetleri, dağıtım ve büro giderleri gibi hususlar dikkate alınıp, somutlaştırılarak hesaplama yapılması, bu mümkün olmadığı takdirde olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 42-43. maddeleri uyarınca takdir edilmesi gerekmektedir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 08/06/2020 tarih ve 2019/4488 Esas, 2020/2695 K.) Taraflar arasındaki sözleşmenin 8.maddesi tarafların ticari defter ve belgeleri, gümrük kayıtları ve 31/01/2022 tarihli bilirkişi ek raporu ile tüm dosya kapsamına göre; davalı şirketin davacı şirketten sözleşmenin 3.maddesi gereğince yıllık 50.000 m2 alım taahhüdünde bulunduğu, davalı şirketin sözleşme boyunca davacı şirketten 4.199,91 m2 alım yaptığı, buna göre 50.000 m2 – 4.199,91 m2 = 45.800,09 m2 eksik alım yaptığı, taraflar arasında akdedilen sözleşmede davalı şirketin en düşük alım yaptığı tutarın 45 Euro olduğu, davacı şirketin davalı şirkete yapmış olduğu satışlarda 21.47 Euro maliyet ve 26,53 Euro kar elde ettiğinin bilirkişi ek raporunda tespit edildiği, yine bilirkişi ek raporunda sözleşme tarihi ile fesih tarihi arasında incelenen gelir tablosuna göre hesaplanmış olan maliyetlerin bu tabloda satışların maliyeti kalemini oluşturduğu, davacı şirketin personel giderlerinin faaliyet gideri kalemini oluşturduğu ve ortalama faaliyet giderlerinin net satışlara oranının %28,60 olduğunun tespit edildiği, buna göre davalı şirketin hedeflenen ürünlerden eksik kalan ürünlerin brüt satış değerinin 2.198.404,32 Euro olduğu, maliyetinin ise 983.327,93 Euro olduğu ve faaliyet giderlerinin %28,60 brüt satışlara ortalaması sonucunda faaliyet giderlerinin 628.743,64 Euro olduğunun tespit edildiği, net kar tutarının 26,53 Euro x 45.800,09 m2 = 1.215.076,39 Euro olduğu, bu rakamdan faaliyet gideri olan 628.743,64 Euro’nun çıkartılmasından sonra kalan 586.332,75 Euro’nun kar kaybını oluşturduğu, sözleşmede kar kaybının yabancı para cinsinden talep edilebileceğine dair her hangi bir hüküm bulunmadığından, davacının kar kaybını TL olarak talep edebileceği anlaşıldığından dava tarihi itibariyle 586.332,75 Euro’nun karşılığının 1.321.769,92 TL olduğu ve bu miktarın kar kaybı olarak davacı tarafından talep edilebileceği Mahkememizce kabul edilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin 8. Maddesindeki; ” Taraflar tarafından yapılan ihlal haricinde sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, mağdur taraf son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuyla sınırlı kalmak üzere zararlarını talep etmeye hak kazanacaktır.” hükmü göz önüne alındığında, taraflar tarafından yapılan ihlaller dışında sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuna sınırlı kalmak kaydı ile zararların talep edilebileceği ancak davamızda davalının eksik ürün alması nedeniyle davalının sözleşmeyi ihlalinden dolayı sözleşme feshedilmiş olduğundan davacının kar kaybının tamamını talep edebileceği, son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuna sınırlı kalmak kaydının davamızda uygulanmayacağı Mahkememizce kabul edilmiştir.Açıklanan nedenlerle, davacının kar kaybı davasının kısmen kabulü ile; 1.321.769,92 TL’nin Beyoğlu … Noterliğinin 24/01/2012 tarih ve … yevmiye sayılı ihtarnamesi ile davalı 31/01/2012 tarihi itibariyle temerrüte düşürülmüş olduğundan ve dava dilekçesinde yasal faiz talep edildiğinden, bu tarihten itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, davacının haklarının bir kısmını …’e temlik etmiş olduğu anlaşıldığından, temliknamede belirlenen miktar göz önüne alınarak, davalıdan tahsiline karar verilen 1.321.769,92 TL’nin 684.777,37 TL’sinin temlik alan davacı …’e, kalan 636.992,55 TL’sinin davacı şirkete verilmesine karar verilmiştir.Birleşen davada birleşen davanın davacısı şirket, cari hesap alacağı nedeniyle 738.904,66 TL’nin tahsilini talep etmiş, alınan bilirkişi raporları, tarafların ticari defter ve belgeleri, cari hesap ekstreleri ve tüm dosya kapsamına göre birleşen davanın davacısı şirketin birleşen davanın davalısı şirketten 738.904,66 TL cari hesap alacağı bulunduğu anlaşıldığından birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.” gerekçesiyle, asıl davanın kısmen kabulü ile 1.321.769,92 TL’nin temerrüt tarihi olan 31.01.2012 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalı … AŞ’den tahsili ile 684.777,37 TL’sinin temlik alan davacı …’e, kalan 636.992,55 TL’sinin ise davacı …’ne verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, birleşen davanın kabulü ile 738.904,66 TL alacağın dava tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte, birleşen davanın davalısı …’den tahsili ile birleşen davanın davacısı … Sanayi AŞ’ye verilmesine karar verilmiştir. Bu karara karşı, asıl davada temlik alan davacı, asıl davada davacı- birleşen davada davalı ve asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili, asıl davaya yönelik istinaf başvuru dilekçesinde özetle; asıl davanın 1.215.059,89 EURO üzerinden kabulüne karar verilmesi gerektiğini, kararın Borçlar Kanunu m. 99/3’e ve taleple bağlılık ilkesine aykırı olduğunu, tazminat alacağının EURO olarak talep edilmesine bir engel bulunmadığını, sözleşmede tüm ürünlerin fiyatlarının EURO olarak belirlendiğini, sözleşmede aynen ödeme veya vade ya da alacağın fiili ödeme günündeki Türk Lirası rayici üzerinden ödeneceğine dair bir ek ibare yer almadığını, mevcut durumda kanun hükmü uyarınca seçimlik hakka sahip olan müvekkilinin işbu davada da alacağını EURO olarak aynen ifa şeklinde talep ettiğini, seçimlik hakkın ihlal edilerek ıslah tarihi bile dikkate alınmadan dava tarihindeki EURO kur üzerinden TL olarak hüküm kurulmasının hatalı olduğunu, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin E. 2018/318 K. 2019/7234 30.09.2019 tarihli ilamının da bu yönde olduğunu, İstanbul BAM 16.Hukuk Dairesinin kaldırma kararından sonra eksiliğin giderildiğini, 23.12.2015 kök ve 02.09.2016 tarihli ek bilirkişi raporlarında da davacı tarafın 45.800.09 m2’lik alım taahhüdünü yerine getirmeyerek sözleşmeye aykırı davrandığı ve müvekkil şirketin akde aykırılık nedeniyle 1.215.059,89 Euro zarara uğradığının belirtildiğini, 19.08.2017 tarihli bir bilirkişi raporu alındığını, bu raporda da davalı karşı davacı tarafın 45.800,09 m2’lik alım taahhüdünü yerine getirmediği, müvekkil şirketin zararının 1.215.059,87 Euro olduğunun tespit edildiğini, ancak yerel mahkemece usule ilişkin eksikliği gidermesine ve hükme elverişli 08.02.2021 tarihli bilirkişi heyeti raporunu almasına rağmen dosyada usul ekonomisine aykırı olarak bir kez daha bilirkişi incelemesi yaptırıldığını, ilgili heyetin sunmuş olduğu dosyadaki tüm raporlarla çelişen 31.01.2022 tarihli raporunu hükme esas alarak karar verdiğini, hükme esas alınan bu bilirkişi raporda yapılan net kâr kaybı hesaplamasına ayrıca itiraz etiklerini, müvekkil şirketin sadece uyuşmazlığa konu iş/sözleşme için kurulmuş bir şirket olmadığını, uzun yıllardır sektörde faaliyet gösteren bir şirket olduğunu, uyuşmazlık konusu sözleşmede ise müvekkil şirket bahsi geçen ürünleri münhasır Türkiye yetkilisi olarak ithal etmekte ve davalı şirkete satmakta olduğunu, söz konusu iş müvekkil şirketin edimini ifa ederken halihazırda var olan faaliyet giderlerini katlayarak arttıran ek masraflara katlanmasını gerektiren bir iş olmadığını, müvekkili şirketin 2008 yılında 119.524,64 TL olan brüt satışı 2009 yılında 812.258,68-TL’ye çıktığını, 2010 yılında 750.058,12-TL olarak gerçekleştiğini, aynı süreçte 2008 yılı için faaliyet giderleri 182.178,33-TL, 2009 yılında 222.625,17-TL, 2010 yılında ise 221.228,62-TL olduğunu, geçen yıllar içinde brüt satışlar yaklaşık %700 artmış olmasına rağmen faaliyet giderlerinin 182.178,33-tl’den 222.625,17-TL’ye çıkarak yaklaşık %22 artmış bulunduğunu, yerel mahkemenin hesabına göre ise uyuşmazlık konusu işin yapılması halinde yol açacağı brüt satış artışında faaliyet giderlerindeki artışın %600 olacağını, ayrıca mahkeme kararında Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 08/06/2020 tarih ve 2019/4488 Esas, 2020/2695 K numaralı ilamına atıfta bulunulduğunu, ancak hesaplamanın ilgili karara uygun olarak yaptırılmadığını, mahkeme sözleşme konusu iş için katlanılması gereken faaliyet giderini bir oran üzerinden 628.743,64-€ EURO olarak belirlediğini, oysa ki faaliyet giderinin Yargıtay ilamında belirtildiği gibi; iş artışı sonucu ek çalışan sayısındaki yaşanacak artış, işletme maliyetinde yaşanacak artış, büro ve dağıtım giderlerinde yaşanacak artış üzerinden somutlaştırılması gerektiğini, faaliyet giderini esasen 818 sayılı BK m. 42-43 uyarınca takdiren belirlemesi gerektiğini, bu nedenle fahiş tutarda bir faaliyet gideri hesabı yapıldığını, kaldı ki; uyuşmazlık konusu işin müvekkili şirketin faaliyet giderlerinde bir artışa yol açmayacağının da ortada olduğunu, zira ürünlerin davalı karşı davacı tarafça satın alınması gerektiği 2010 yılında sözleşme konusu işe ilişkin maliyetlere zaten faaliyet giderlerinde yer verildiğini, müvekkil şirket satın alınacağı taahhüt edilen ürünler için masraflarını yaptığını, müvekkili şirketin bu masraflara halihazırda o yılın faaliyet giderlerine katlandığını, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu asıl davada verdiği kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, asıl davada verilen kararın kaldırılmasına ve asıl davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.Asıl davada temlik alan davacı vekili, asıl davaya yönelik istinaf başvuru dilekçesinde özetle; tazminat alacağının EURO olarak talep edilmesine bir engel bulunmadığını, müvekkili lehine de EURO cinsinden hüküm kurulması gerektiğini, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu asıl davada verdiği kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, asıl davada verilen kararın kaldırılmasına ve asıl davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.Asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekili, asıl ve birleşen davaya yönelik istinaf başvuru dilekçesinde özetle: davacının yabancı paranın aynen tahsili biçiminde talepte bulunamayacağı gibi mahkemelerce yabancı paranın tahsili biçiminde hükmün infazını olanaksız kılacak şekilde hüküm oluşturamayacağını, bu sebeple dava dilekçesinin HMK m 119, TBK 99 (eski 83) aykırı olması sebebiyle, aynı Yasanın 114.maddesi gereğince reddi gerektiğini, sözleşme konusunun imkansız olduğunu, imkansızlığın anlaşılabilmesi için davacı Şirketin, 2012, 2013, 2014, 2015, 2016, 2017, 2018, 2019, 2020 ve 2021 yılları defterlerinin incelenmesi, bu yıllara ilişkin Kurumlar Vergisi Beyannamesinin celp edilmesi gerektiğin, böylece davacının sözleşme konusu ürünlerin, sözleşmede belirtilen miktarda satışının yapılıp yapılmadığı, bu satış rakamlarına ulaşmanın mümkün olup olmadığı ortaya çıkacağını, davacı tarafından iddia edildiği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde sözleşme konusu ürünlerden yılda 50.000. m2 satılmasının mümkün olmadığını, 10.000 m2 dahi satılmadığını, sözleşmenin doğuşundan geçersiz imkânsızlık objektif imkânsızlık bulunduğunu, sözleşme butlan ile malul olmakla, sözleşme ve şart yok hükmünde olduğunu, sözleşmeyi fesheden tarafın “Kar Kaybı” isteyemeyeceği yönündeki hukuki konunun yanlış anlaşıldığını, sözleşmenin 8.maddesinin hiçbir yerinde kar kaybı istenebileceğine dair herhangi bir düzenleme bulunmadığını, sözleşmenin sürelere uyulmadan feshedildiğini, davacının 3.maddeye aykırı olarak 5 ay önceden feshettiğini, davacı tarafından eksik sunulan defterler üzerinden yapılan inceleme sonucu, sayın Bilirkişi Heyeti’nin Ek Raporunun 10 ncu sayfasına alıntı yaptığı TTK maddelerine göre eksik defter sunulduğundan, tüm defterlerin sunulmamış olması nedeniyle Defterlerin sahibi lehine delil olmasına imkân bulunmadığı, usulüne uygun tutulduğu yorumunun yapılmasına imkan bulunmadığını, iki defter parçası üzerinden yapılan incelemenin davacı lehine delil kabul dilmesinin hatalı olduğunu, bilirkişi ek raporuna itiraz ettiklerini, raporun 12’nci sayfasında “H” bendinde davacının ürün satışından dört farklı kar oranına göre kar ettiği belirtilmiş ise de neye göre hesaplandığı anlaşılamayan bu kar oranlarından en yüksek olanının alınmasının sebebinin anlaşılamadığını, satılan malın maliyeti hesaplansa da şirket envanterinde o miktarda malın bulunmadığını, bilirkişinin envanter defterini incelemediğini, bilirkişi ek raporunda yer alan ithalat bilgilerine bakıldığından ticari ilişki sona erdikten sonra yapılan alımlar olduğunu, davacının ithal etmediği ürünlerle maliyet hesabı yapılamayacağını, mahkeme, müvekkiline ulaşmayan bir ihtarnamenin düzenleme tarihi üzerine davacı tarafından kendi takdirine konulmuş üç günü ilave ederek, 31.1.2012 gibi hiçbir hukuki değerlendirmeye uymayan bir temerrüt tarihi varsaydığını, ihtarnamenin müvekkil şirkete usulüne göre tebliğ edilmediğini, ihtarnamenin usulüne uygun olmadığını, EURO talep edilmesine rağmen ama mahkeme kararında TL üzerinden tahsile karar verildiğini, kabul anlamına gelmemek üzere dava tarihi ve ıslah edilen kısım için ıslah tarihinden başlatılması gerektiğini, kabul tarihindeki kur üzerinden kabul edilen 1.321.769,92 TL’nin kabul tarihindeki Euro karşılığı 80.895,13 olup toplam değeri 1.215.059 Euro olan davanın) 1.134.163,87 Euroluk kısmının reddedildiğini, karar tarihindeki kur üzerinden red edilen kısmın karşılığının 18.531.443,72 TL olup davalı tarafa ödenmesi gereken vekalet ücretinin de 273.939,44 TL olduğunu, hükümde red edilen kısmın nasıl hesaplandığının açıklanmadığını, kabul edilen kısım 1.321.769,92 TL’yi düştüğünüzde kalan 3.896.049,45 TL’nin red tarihindeki geçerli tarifeye göre vekalet ücreti miktarının 127.585,49 TL olduğunu, hükmün 3 numaralı bendinin c fıkrası ile temlik alan …’ü davacı sıfatı lehtar kabul ederken, bir sonraki paragarafta davacıya masraf ve avukatlık ücreti yönünden bir hüküm tesis edilmediğini, …’ü yargılama giderleri yönünden muaf tuttuğunu, bu yönden kararın hatalı olduğunu,Temlik alanın vekalet ücreti ve yargılama giderlerinden dolayı sorumlu tutulmamasının da usul ve yasaya aykırı olduğunu, yargılama giderlerinin hatalı hesaplandığını, birleşen dava yönünden; mal satımından doğan alacağa uygulanacak faizin ticari faiz olduğunu, faiz başlangıç tarihinin de her bir dayanak fatura alacağının düzenleme tarihini takip eden 30 ncu gün olması gerektiğini, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu asıl ve birleşen davada verdiği kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, asıl davada verilen kararın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Asıl dava, kar kaybı nedeniyle doğan zararın tazmini; birleşen dava, cari hesap alacağının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda asıl davanın kısmen kabulüne birleşen davanın kabulüne karar verilmiş; bu karara karşı, asıl davada kısmen temlik alan davacı, asıl davada davacı-birleşen davada davalı ve asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilince yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilinin asıl ve birleşen davaya yönelik yaptığı istinaf başvurusu yönünden yapılan incelemede; Asıl davada taraflar arasındaki uyuşmazlık, taraflar arasındaki 28.07.2009 tarihli sözleşmenin 3.maddesinde yer alan satış taahhüdüne ilişkin hükmün geçerli olup olmadığı, davalının bu taahhüdünü ihlal edip etmediğini, davacının davalıdan söz konusu taahhüdün ihlalinden dolayı kar mahrumiyeti alacağına hak kazanıp kazanmadığı noktalarında toplanmaktadır. Taraflar arasında 28.07.2009 tarihinde, davacı şirketin ithal ettiği ve münhasır hak sahibi olduğu ”…’un …, …, … ve …” ürünlerinin pazarlanması ve satılması için sözleşme akdedilmiştir. Sözleşmenin 3. maddesinde asıl davalı şirketin en az 50.000 m2 ürün almayı taahhüt ettiği, davalının sene sonuna kadar bu miktarda ürün almaz ise davacı şirketin takdiren bu sözleşmeyi feshetmeye veya davalının münhasır hakkını iptal etmeye veya 6 ay önceden yazılı bildirimde bulunarak ülke kapsamında kısıtlama yapma hakkına sahip olacağının düzenlendiği, sözleşmenin 4. maddesinde münhasır hakların düzenlendiği, 8. maddesinde imza tarihinden itibaren sözleşmenin yürürlüğe gireceği ve 3.maddesi uyarınca feshine kadar yürürlükte kalacağı, sözleşmenin otomatik olarak her takvim yılı başında erken feshedilmediyse yenileneceği, taraflar tarafından yapılan ihlal haricinde sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde mağdur tarafın son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuna sınırlı kalmak üzere zararlarını talep etmeye hak kazanacağının düzenlendiği görülmektedir. İş bu sözleşmenin davacı şirket tarafından, asgari alımın yapılmadığı, sadece %20 oranında alım yapıldığı gerekçesiyle davalı şirkete gönderilen Beyoğlu … Noterliğinin 24.09.2010 tarih ve … yevmiye nolu fesih ihbarnamesi ile feshedildiği, daha sonra davalıya gönderilen Beyoğlu … Noterliğinin 24.01.2012 tarih ve … yevmiye nolu ihtarname ile de sözleşmede taahhüt edilen miktardan daha az alım nedeni ile uğranılan 1.188.413,39 Euro zararın ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren 3 gün içerisinde ödenmesinin talep edildiği, bu ihtarnamenin 27.01.2012 tarihinde çalışana tebliğ edildiği bilgisinin yer aldığı görülmektedir. Sözleşmenin 3.maddesi; ” …, en az 50.000 metre karelik ürünleri satın almayı taahhüt etmektedir. Eğer kale en az miktarı senenin sonuna kadar almazsa …, taktiren, bu sözleşmeyi feshetme veya … en az miktarı senenin sonuna kadar almazsa …, taktiren, bu sözleşmeyi feshetme veya … münhasır hakkını iptal etme veya 6 ay önceden yazılı bildirimde bulunarak ülke kapsamında kısıtlama yapma hakkına sahip olacaktır. Bununla beraber bu hak, yazılı olarak ancak yıl sonundan iki ay sonra en az miktar elde edilmemişse uygulanabilecektir.” hükmünü, 8/3 maddesi ise,” Taraflar tarafından yapılan ihlal haricinde sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, mağdur taraf son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuyla sınırlı kalmak üzere zararlarını talep etmeye hak kazanacaktır.” hükmünü içerir. Mahkemece, 28.07.2009 tarihli sözleşmenin 8.maddesinin 3.pragrafındaki hükmü nazara alınarak sözleşmedeki bu açık hüküm nedeniyle davacının müspet zararlar bahsinden olan kar kaybını talep edebileceği gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kâr kaybı, müspet zarar kapsamında olup, akdin hiç ya da gereği gibi yahut vadesinde yerine getirilmemesinden kaynaklanan zarardır. Sözleşmenin feshi halinde ancak uğranılan menfi zararların yani sözleşmenin ifa edileceğine güvenilerek iyiniyetle yapılmış giderler ve yine sözleşmenin ifa edileceğine güvenilerek kaçırılan daha elverişli fırsatlardan dolayı uğranılan menfi zararların istenebilmesi mümkündür Mahkeme kararında da belirtildiği gibi ancak sözleşmede açıkça belirtilmiş ise sözleşmenin feshi halinde müspet zarar talep edilebilir. Ancak taraflar arasındaki sözleşmenin 8/3 maddesine göre sözleşmenin ihlal haricinde bir sebeple sona ermesi durumunda mağdur tarafa son takvim yılına kayıtlı ürün satım cirosuyla sınırlı kalmak üzere zararlarını talep etme hakkı tanınmış olup somut olayda davacı, sözleşmeyi 3.maddeye göre en az alım taahhüdünün yerine getirilmemesi sebebiyle feshetmiş olup sözleşmenin bu sebeple feshi halinde müspet zararın talep edileceğine dair bir sözleşme hükmü bulunmadığından asıl davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır. Bu nedenlerle asıl davada davalı vekilinin asıl davaya yönelik istinaf istemi yerinde olduğundan, ilk derece mahkemesince verilen asıl davanın kabulüne dair kararın Dairemizce kaldırılarak asıl davanın reddine dair yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına karar verilmiştir. Asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekili birleşen dava yönünden de kararı istinaf etmiştir. Birleşen davada davacı, davalıdan cari hesap alacağının tahsilini istemiş, taraf defterleri üzerinde yapılan incelemede davalının davacıya borçlu olduğu tespit edilmiş, mahkemece birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir. Birleşen davada davacı vekili 738.904,66 TL’ cari hesap borcunun dava tarihinden itibaren hesaplanacak faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece yasal faize hükmedilmiştir. Birleşen davacı faizin ticari faiz olduğunu, faiz başlangıç tarihinin de her bir dayanak fatura alacağının düzenleme tarihini takip eden 30 ncu gün olması gerektiğini istinaf sebebi olarak ileri sürmüştür. Birleşen davacı dava dilekçesinde dava tarihinden faiz talep ettiğinden bu talebi ile bağlı olup bu talebini değiştirerek her fatura tarihinden faiz işlemesi gerektiğini istinaf aşamasında ileri süremeyeceğinden bu yöndeki istinafı yerinde görülmemiştir. Birleşen dava dilekçesinde davacı vekili, dava tarihinden itibaren hesaplanacak faizi ile tahsil talep ettiğinden ve faiz türü belirtmediğinden mahkemece yasal faize hükmedilmesi de yerinde olmuştur. Bu nedenlerle, asıl davalı-birleşen davacı vekilinin, birleşen dava yönünden ileri sürdüğü istinaf sebepleri yerinde görülmemiş ve birleşen dava yönünden istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekilinin ve temlik alan vekilinin asıl davaya yönelik istinaf başvurusu yönünden yapılan incelemede; Yukarıda açıklandığı üzere asıl davanın reddi gerektiğinden, asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada temlik alan vekilinin asıl dava yönünden yaptığı istinaf başvursunun esastan reddine karar verilmiştir. Diğer yandan, asıl dava dilekçesinde dava değerinin 25.000 EURO (56.652,50 TL) olarak belirtildiği, asıl davada davacı vekilince sunulan ıslah dilekçesi ile dava değeri 1.190.059,00 EURO (5.161.166,87 TL ) arttırılarak, 1.215.059,00 EURO (5.217.819,37 TL) ‘nin tahsilinin talep edildiği nazara alındığında, asıl davanın reddine dair Dairemizce yeniden hüküm kurulurken bu dava değeri üzerinden asıl davada davalı lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada temlik alan davacı vekilinin asıl davaya yönelik kurulan hükme ilişkin istinaf başvurularının ayrı ayrı HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine, birleşen davada davacı vekilinin birleşen davaya yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine, asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilinin asıl dava yönünden kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun ise kabulü ile asıl davada kurulan hükmün HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca kaldırılarak, asıl davanın reddi ile asıl dava değeri olan 1.215.059,00 EURO (5.217.819,37 TL) üzerinden asıl davada davalı lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmek suretiyle yeniden hüküm kurulmasına dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; A-Asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada temlik alan davacı vekilinin asıl davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurusu yönünden: 1-Asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada temlik alan davacı vekilinin asıl davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurularının HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca ayrı ayrı esastan reddine, 2-Asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada temlik alan davacı vekilince asıl dava için yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının Hazineye gelir kaydına; 99,20 TL bakiye karar harcının asıl davacıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına; 99,20 TL bakiye karar harcının asıl davada temlik alan davacıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına, 3- Asıl davada davacı-birleşen davada davalı ile asıl davada davacı temlik alan tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, B-Birleşen davada davacı- asıl davada davalı vekilinin, birleşen davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurusu yönünden: 1-Birleşen davada davacı – asıl davada davalı vekilinin birleşen davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine, 2-Birleşen davada davacı- asıl davada davalı vekilince birleşen dava için yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının Hazineye gelir kaydına; 99,20 TL bakiye karar harcının birleşen davada davacıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına; C-Birleşen davada davacı- asıl davada davalı vekilinin asıl davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurusu yönünden: Birleşen davada davacı-asıl davada davalı vekilinin asıl davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, asıl davada davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulmasına, birleşen dava yönünden verilen hüküm usul ve yasaya uygun olduğundan buna ilişkin hükmün aynen tekrar edilmesine, bu doğrultuda; 1-Asıl davanın reddine, 2-Asıl dava yönünden alınması gerekli 179,90 TL harcın peşin olarak yatırılan 89.865,20 TL harçtan mahsubu ile artan 89.685,3‬0 TL harcın, karar kesinleştiğinde ve talep halinde asıl davada davacı tarafa iadesine, 3-Asıl dava yönünden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince, dava değeri üzerinden hesaplanan 290.178,19 TL nispi vekalet ücretinin, asıl davada davacıdan alınarak asıl davada davalıya verilmesine, 4-Asıl davada davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 5-Birleşen davanın kabulü ile 738.904,66 TL alacağın dava tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte, birleşen davanın davalısından tahsili ile birleşen davanın davacısına verilmesine, 6-Karar tarihinde yürürlükte bulunan harçlar tarifesine göre, alınması gereken 50.474,58 TL harçtan, peşin alınan 12.618,65 TL harcın mahsubu ile kalan 37.855,93 TL harcın birleşen davada davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına, 7-Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesaplanan 53.995,23 TL vekalet ücretinin birleşen davalıdan alınarak birleşen davacıya verilmesine, 8-Birleşen davacı tarafından yapılan 25,20 TL başvurma harcı ve 12.618,65 TL peşin harç olmak üzere toplam 12.643,85‬ TL yargılama giderinin birleşen davalıdan alınarak birleşen davacıya 9-Birleşen davada davacı tarafça yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde birleşen davacıya iadesine, 10-İstinaf aşamasındaki harç ve giderler yönünden: a-Asıl davada davalı- birleşen davada davacı tarafından yatırılan 220,70 TL istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına; asıl davada davalı- birleşen davada davacı tarafından yatırılan 80,70 TL ve 22.572,53 TL peşin istinaf karar harçlarının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde, ilk derece mahkemesince birleşen davada davacıya iadesine, b-Asıl davada davalı-birleşen davada davacı tarafından yapılan 220,70 TL istinaf başvuru harcı gideri ile ayrıntısı UYAP’ta kayıtlı olmak üzere 101,50 TL posta giderinin toplamı olan 322,20 TL istinaf kanun yolu giderinin asıl davada davacıdan alınarak, birleşen davada davacıya verilmesine, 11-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine, 12-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.1 ve 353/1.b.2 maddeleri uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 16.03.2023 tarihinde, oy birliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır