Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2021/1847 E. 2021/1585 K. 09.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1847
KARAR NO: 2021/1585
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 26.05.2021
NUMARASI: 2019/574 Esas – 2021/336 Karar
DAVA: Alacak
Taraflar arasındaki alacak davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen hükme karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalı şirkete ait bulunan Düzce ili, Merkez, … Mahallesi, … ada, … parselde kayıtlı, Düzce Organize Sanayi Bölgesinde bulunan 8.900 m² arsa ve içindeki 5.750 m² büyüklüğündeki fabrikanın satışı hususunda müvekkili şirket ile davalı şirket arasında 08/01/2016 tarihli ve 180 gün süreli gayrimenkul aracılık sözleşmesi imzalandığını, müvekkili şirketin sözleşmenin imzalanmasına binaen davalının taşınmazının satışı için derhal aracılık faaliyetlerine başladığını, aracılık faaliyetleri kapsamında gerek … Türkiye gerekse diğer internet sitelerinden ilanlar yayınladığını, taşınmazın satış ilanının ayrıca SMS ve e-posta yoluyla yüzlerce firmaya ulaştırıldığını, sözleşme yürürlükte iken ve müvekkili şirketin taşınmazın satışına yönelik aracılık faaliyetlerini aktif bir şeklide devam ettirmekte iken davalının 19/05/2016 tarihinde müvekkili şirket yetkilisine e- posta ile göndermiş olduğu yazı ile 08/01/2016 tarihli sözleşmeye konu taşınmazı satmaktan vazgeçtiğini ve internete konulan ilanların kaldırılmasını bildirerek sözleşmeyi feshettiğini ve davalının aynı taşınmazı bir süre sonra sattığının tespit edildiğini, sözleşmenin 6.1. maddesi uyarınca ve Yargıtayın konuya ilişkin içtihatları gereğince davalı tarafın müvekkili şirkete sözleşmede kararlaştırılan ücreti ve ücret kadar bedeli ifaya ekli cezai şart olarak ödemekle yükümlü olduğunu, davalının sözleşmeyi haklı veya mücbir sebebi olmaksızın feshetmesi nedeniyle müvekkili şirketçe davalıya keşide olunan Beyoğlu … Noterliğinin 21/07/2017 tarih … yevmiye sayısıyla keşide olunan ihtarname ile davalı tarafın sözleşmede öngörülen 3.600.000,00 TL asgari satış bedelinin %3 + KDV’ si olan 127.440,00 TL hizmet bedeli ile bu bedel kadar cezai şart olmak üzere toplam 254.880,00 TL’nin ihtarnamenin tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde ödenmesinin talep edildiğini, ihtarnamenin davalıya 18/08/2017 tarihinde tebliğ edildiğini, davalı tarafça Ankara … Noterliğinden keşide olunan 21/08/2017 tarihli ve … yevmiye sayılı cevabi ihtarnamede ”web sitesindeki ilan aracılığı ile satışın gerçekleştiğini iddia ederek buradan bedel talep etmesinin tam manasıyla abesle iştigal olduğu” şeklinde cevap verildiğini, bu hususların yasal ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000,00 TL ücret ve 10.000,00 TL cezai şart olmak üzere toplam 20.000,00 TL alacağın, 26/08/2017 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte, davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; dava konusu alacağın zamanaşımına uğradığını, davacı simsarın, sözleşmenin üzerinden uzunca bir zaman geçtikten sonra tarafınca gerçekleştirilen satışa istinaden ücret talebinde bulunduğunu, ancak davacının aracılığı olmaksızın davalı tarafından gerçekleştirilen satış ile ilgili olarak davacının hiçbir talep ve dava hakkı bulunmadığını, davacı sözleşme konusu edimlerini yerinde getirmediğini, ücrete hak kazanamadığını, sözleşmenin ücrete hak kazanmak için tek başına yeterli olmadığını, taraflar arasında ikale sözleşmesi vücut bulduğunu, bu nedenle resen gözetilecek hususlar birlikte değerlendirildiğinde davanın haksız olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Eldeki davanın 16/03/2018 tarihinde açıldığı, davacının ticari simsarlık faaliyetlerine yönelik olarak simsarlık ücreti alacağının en geç taşınmazın satıldığı tarihte muaccel hale geleceği, bu bakımdan davalı şirketin simsarlık sözleşmesine konu taşınmazı 29/08/2016 tarihinde dava dışı üçüncü şahsa satarak devrettiği, bu tarih itibariyle en geç alacağın muaccel hale geldiği ancak dava tarihi gözetildiğinde ticari simsarlık ücretinden kaynaklanan alacağın bir yıllık zamanaşımı süresi dolduktan daha sonra davanın ikame edildiği anlaşılmakla, davalının zamanaşımı defi dikkate alınarak…” gerekçesiyle, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Sözleşmenin gerek kuruluş gerekse feshi tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerinin tatbiki gerektiği hususunun tartışmadan uzak olduğunu, Sözleşmenin gerek kuruluş gerekse fesih tarihi itibariyle ticari simsarlık ücretinin tabi kılındığı özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğini, açık ve net olarak görüldüğü üzere 6762 sayılı eTTK’da öngörülen 1 yıllık zamanaşımı süresinin 01.07.2012 tarihi itibariyle yürürlükten kalktığını, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 Sayılı TTK’da kanun koyucunun ticari simsarlık ücretine ilişkin özel bir zamanaşımı süresine gerek görmediğini, (Hatta sadece 1 yıllık zamanaşımı süresi değil eski TTK’da yer alan Ticaret İşleri Tellallığı başlığı taşıyan fasıl tümüyle kaldırılmış olup 6102 Sayılı TTK’da ise ticari simsarlıkla ilgili hiçbir hükme lüzum görülmediğini), dolayısıyla davaya konu sözleşmenin gerek akdedildiği tarih gerekse feshedildiği tarih gerekse ücret alacağının muaccel hale geldiği tarih itibariyle ticari simsarlık ücreti alacağının bir yıllık zamanaşımı süresine tabi olacağına ilişkin ne kanun, ne yönetmelik ne de başkaca hiçbir mevzuat hükmü bulunduğunu,
TBK’nın 146. maddesi uyarınca ticari simsarlık ücret alacağının on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu kabul edilebileceğini, aksi halde ise beş yıllık zamanaşımı süresinin dikkate alınması gerektiğini, ekte sunulu emsal içtihat ve doktrin görüşleri doğrultusunda bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün olmadığını, Neticeten davaya konu olayda müvekkili şirketin ücret ve cezai şart alacağının, davalının akdi feshetmesiyle muaccel hale geldiğinden, 19.03.2018 fesih tarihinden itibaren beş veya on yıllık zamanaşımı süresinin hesaplanması gerektiğini, bu nedenle davanın 16.03.2018 tarihinde açılmış olması karşısında beş veya on yıllık zamanaşımı sürelerinin dolmadığını, ayrıca 31.03.2021 tarihli dilekçesinde beyan ettikleri ve ekte sundukları birbirleriyle aynı doğrultudaki karar ve görüşü dışlayarak salt …’un bir dergide yayınlanmış şahsi değerlendirmelerini içerir makalesine itibar olunarak davaya konu alacağın yasalarda yer almayan bir yıllık zamanaşımı süresine tabi tutularak davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olmasının da hukuka açıkça aykırılık teşkil ettiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılarak davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, simsarlık ücret alacağı ile cezai şart alacağının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonuucunda, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Somut uyuşmazlıkta sözleşme tarihi 08.01.2016 ve sözleşmenin fesi tarihi itibariyle 6098 sy TBK ve 6102 sy TTK yürürlükte olup, 6762 sayılı TTK yürürlükte değildir. 6762 sayılı TTK’nın 100 vd. maddelerinde “Ticaret İşler Tellallığı” düzenlenmiş idi. Aynı Kanun’un 16/2. maddesinde ise ticaret işleri tellallığı sözleşmelerinden doğan alacak hakları için bir yılık zamanaşımı süresi öngörülmüştü. 7672 sayılı TTK’daki bu düzenleme, özel hüküm niteliğinde olduğundan, Borçlar Kanunu’ndaki genel hükümlerden önce uygulanması gerekiyordu (Cevdet YAVUZ, Türk Borçlar Kanunu- Özel Hükümler, 10. Basım, İstanbul 214, s.1311-1312). 6102 sayılı TTK’da ise ticaret işleri telalığına (simsarlığına) ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiş, böylece simsarlık konusunda özel hüküm- genel hüküm ayrımına son verilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin yapıldığı ve feshedildiği tarihlerde yürürlükte olan yeni TTK’da simsarlıkla ilgili özel hüküm getirilmediğinden, ticari işler simsarlığına da TBK’nın simsarlığa ilişkin hükümleri uygulanacaktır. Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan TBK’nın 147/5. maddesinde, ticaret işleri simsarlığı ücreti alacağı dışında, simsarlık sözleşmesinden doğan alacakların beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu düzenlenmiştir. Bu düzenleme yapılırken, 6102 sayılı TTK’da ticaret işleri simsarlığının düzenlenmediği hususunun dikkatten kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Yeni TTK’da ticaret işleri simsarlığının düzenlenmediği ve özel bir zamanaşımı düzenlemesinin de artık mevcut olmadığı dikkate alındığında, ticaret işleri simsarlığına hangi zamanaşımının uygulanacağının ortaya konulması gerekir. Öncelikle, 6762 sayılı eski TTK artık yürürlükte olmadığından, oradaki bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması artık söz konusu değildir. Yani, yürürlükten kalkmış (mülga) bir kanundaki zamanaşımının halen geçerli olduğunu söylemek hukuken mümkün görülmemektedir. TBK’nın 147/5. maddesinde ticaret işleri simsarlığı hariç tutulduğu halde, bu tür sözleşmeler için özel bir kanuni düzenleme de getirilmediğinden, genel zamanaşımını düzenleyen TBK’nın 146. maddesindeki on yıllık zamanaşımının burada da uygulanması gerektiği savunulabilir. Çünkü, anılan 146. madde uyarınca, kanunda aksine bir düzenleme bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. TBK veya başka bir kanun, ticaret işleri simsarlığı için özel bir zamanaşımı süresi getirmediğine göre, bu sözleşmelere de on yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanacağının söylenmesi, hukuken tutarlı bir söylem olabilir ise de aşağıda yapılan açıklama ışığında bu yorum Mahkememizce benimsenmemiştir. Kanunun amaca uygun bir yorumuyla farklı bir sonuca ulaşmak mümkündür. Şöyle ki; kanun koyucu simsarlık sözleşmelerini beş yıllık zamanaşımı süresine tabi tuttuğuna göre ve yeni pozitif hukukumuzda ticaret işleri simsarlığı adı altında özel bir sözleşme türü bulunmadığına göre; diğer bir deyişle simsarlık konusundaki özel hüküm- genel hüküm ayrımı kaldırılmış olup ticaret işleri simsarlığı da sonuçta bir simsarlık sözleşmesi olduğuna göre, bu tür sözleşmelere de 147/5. maddedeki beş yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının doğru ve kanun koyucunun amacına uygun bir yorum olacağı sonucuna varılmaktadır. Bu hukuki gerekçeyle, simsarlığın türü ne olursa olsun, her türlü simsarlık sözleşmelerinden doğan alacaklar, beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir (YAVUZ, a.g.e., s.1320). Bu açıklamalara göre, ilk derece mahkemesince, yürürlükten kalkmış mülga bir kanundaki zamanaşımı gerekçe gösterilerek davanın davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Kaldı ki somut olaydaki simsarlık sözleşmesi, mülga 6762 sayılı TTK’nın 100. maddesinde tanımlanan ticaret işleri simsarlığı niteliğinde de değildir. Çünkü, ticaret işleri simsarlığı, bir tacirin ürettiği mal veya hizmetlere ilişkin sözleşmelere sürekli olarak aracılık edilmesi amacıyla kurulan bir sözleşme ilişkisini ifade etmekteydi. Nitekim anılan 100. maddenin üçüncü fıkrasında, ticari bir aracılık işini arızi olarak yapanlar hakkında Borçlar Kanunu’nun tellallığa ilişkin genel hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştı. Ticaret işleri tellallığından söz edebilmek için her iki tarafın tacir olması yeterli olmayıp aracılık yapılan sözleşmenin de ticari olması ve tacirler arasında devamlılık arz etmesi gerekmekteydi. Yani, somut olayda, davalı tarafından piyasaya sunulan ticari mallara veya hizmetlere ilişkin sözleşmelere aracılık edilmesine dair sürekli bir ilişki bulunmadığı, sadece bir adet taşınmazın satışına aracılık etmek üzere sözleşme ilişkisi kurulduğu dikkate alındığında, mülga Kanun’un tanımladığı anlamda bir ticaret işleri simsarlığı söz konusu olmayıp, taraflar arasındaki ilişkinin bir tek taşınmaza dair taşınmaz simsarlığı sözleşmesi niteliğinde olduğu anlaşıldığından, ilk derece mahkemenin dayandığı hukuki gerekçenin bu açıdan da temeli bulunmamaktadır (Yargıtay 11. HD’nin 2009/10114 E- 2011/2872 K sayılı, 17.03.2011 tarihli emsal içtihadı- UYAP). Açıklanan bu gerekçelerle, ilk derece mahkemesince, taraf delilleri toplanıp davanın esası hakkında yargılama yapılarak bir hüküm verilmesi gerekirken, mülga kanun hükmü gerekçe gösterilerek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, deliller usulünce toplanıp yeniden yargılama yapılmak üzere, HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davacı vekili tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, ilk derece mahkemesi tarafından, talep halinde iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Gerekçeli kararın ilk derece mahkemesince taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 09.12.2021 tarihinde, oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.