Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2021/1818 E. 2022/491 K. 21.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1818
KARAR NO: 2022/491
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 25/11/2020
NUMARASI: 2016/641E. 2020/634 K.
DAVANIN KONUSU: Tapu iptali- Tescil, menfi tespit, tazminat
Taraflar arasındaki Tapu kaydının iptali ve tescili, borçlu olmadığının tespiti, gayrimenkul-menkullerin kullanımı nedeniyle maddi tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükme karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, davasında özetle; davacı …’in Ümraniye, Yukarı Dudullu … Mahallesi, … pafta, … ada, … parsel, … ada … ve … parselde kayıtlı taşınmazların maliki iken bu taşınmazları üzerine fabrika binası, idari birimler ve depo bölümlerinden oluşan binalar inşa ettiğini, davacı …’in sahibi bulunduğu … Tic.Ltd.Şti. ile anılan gayrimenkuller üzerindeki fabrikada metal profil ürettiğini, davalı … Tic. ve San. Ltd. Şti.’nin davacının ürettiği profilin hammaddesini oluşturan galvaniz sac ithalatı yaptığını, davacı ile davalı arasında hammadde alımı nedeniyle ticari ilişki bulunduğunu, davacı şirketin davalıdan daha önceki alımlardan kalan takriben 140.000 TL civarında cari hesap borcu bulunduğunu, davacı …’in davalıların oluşturduğu güven sonucu teminat olarak birlikte üretim ilişkisine dayalı ticari ilişkileri sonlandırdıktan sonra iade edilmek üzere 21/01/2001 tarih ve … yevmiye numaralı işlemle bedelsiz olarak satış gibi gösterilerek üç adet gayrimenkulun tapu kaydının … adına devredildiğini, davalıların rehin sözleşmesi yapılmasına ilişkin baskıları sonucu rehin sözleşmesi imzalandığını, davalıların Eylül 2001 tarihinden itibaren fabrikaya tamamen fiilen el koyduklarını ve müvekkili şirketin işçilerini işten çıkardıklarını, bu işçilerin ödenemeyen ücretleri ile haksız olarak işten çıkarılmalarına dayalı tazminatlarının müvekkili … tarafından karşılanmaya çalışıldığını, davacı ile davalı arasında inanç sözleşmesine dayalı bir ilişkinin söz konusu olduğunu, taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkının davalıya teminat amaçlı devredildiğini, teminat olarak verilen gayrimenkulün 1.300 metre kare alan üzerine kurulu fabrika, depo, idari binalardan oluştuğunu ve Eylül 2001 tarihinden itibaren davalının kullanımında olduğunu, Eylül 2001 tarihinden itibaren gayrımenkulün aylık getirebileceği kira bedelinin belirlenmesi suretiyle 2000 yılı sonlarında cari hesap nedeniyle müvekkili şirketin davalıya 140.000 TL civarında borcu olma ihtimali bulunsa da davalı ile olan hammadde alışverişinde her alım karşılığı ücretlerin nakit, çek, müşteri çeki verilmek suretiyle ödendiğini, dolayısıyla müvekkilinin borcu kalmadığını, karşılıksız çıkan çek ve senetler nedeniyle müvekkilinin borcu oluşmuşsa da bu konularda davalının davacıya açık bir borç bildirimi yapmadığını, sadece uyuşmazlığa düşüldükten sonra davalılar tarafından Üsküdar İcra Müdürlüğünde başlatılan 27/09/2001 tarihli icra takibi ile 500.000 TL cari hesap alacağının varlığı iddia edilmiş ise de müvekkili tarafça bu borcun kabul edilmediğini, taraflar arasında kararlaştırılan birlikte üretime davalıların temin edeceği hammadde tedariki nedeniyle teminat oluşturmak üzere devredilen ve bir borç kalmamasına rağmen iade edilmeyen Ümraniye, Yukarıdudullu … Mahallesi, … pafta, … ada … parselde kayıtlı 313,00 metre kare yüzölçümlü, … ada … parselde kayıtlı … metre kare yüzölçümlü ve … ada … parselde kayıtlı 1.732 metre kare yüzölçümlü gayrimenkullerin üzerine üçüncü kişilere devrinin, üzerinde ayni veya şahsi bir hak tesis edilmesinin önlenmesi zımnında ihtiyati tedbir konulmasını talep etmiş, esas yönünden ise davalarının kabulü ile tarafların muhasebe kayıtlarının tetkiki ile taraflar arasındaki ticari ilişki sonucu var olan alacak- borç ilişkisinin belirlenmesini, davacı aleyhine var olan bir borç çıkarıldığı takdirde, davalılar tarafından fiilen kullanılarak ya da kiraya verilerek elde edilen dava konusu gayrimenkullere dair “kira getirisi” hesabından müvekkillerinin borcu düşülerek müvekkili şirketin borçlu bulunmadığının tespitine, borç tespit edildiği takdirde müvekkili tarafından mahkeme veznesine depo ettirilmesine karar verilmesini; Ümraniye, Yukarıdudullu … Mahallesi, … ada … parsel ve … ada … ve … parselde kayıtlı gayrimenkullerin davalı … adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı … adına tapuya tesciline, davalılara “Teminat amaçlı devredilen” fabrika, idari binalar, deposu ve makine teçhizatının bulunduğu gayrimenkulün davalılar tarafından Eylül 2001 tarihinden itibaren kullanılması, kiraya verilmesi nedeniyle tahakkuk edecek tazminattan fazlaya ilişkin haklarını mahfuz tutarak, şimdilik 10.000,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, savunmasında özetle: zamanaşımı ve dava harcı yönünden itirazlarının bulunduğunu, taraflar arasında hiç bir zaman üretim ortaklığı gibi bir durumun bulunmadığını, dava konusu taşınmazların müvekkillerine satışını müteakip müvekkillerinin iyi niyetli olarak gayrımenkulü geri alabilmesi için davacıya yedi ay süre verdiklerini, inançlı muamele diye bir durumun söz konusu olmadığını, davacı tarafın müvekkiline hitaben verdiği 04/12/2002 tarihli ibranameyi ve davalı …’na hitaben davacı …’in kendi el yazısı ile yazarak imzaladığı beyan ve taahhütnameyi ekte sunduklarını, tüm bu nedenlerle davanın haksız olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…TBK’nin 97. Maddesi uyarınca, davacının karşılıklı edimleri içeren inanç sözleşmesine dayanarak inanç konusu taşınmazının tapu kaydının iptalini ve adına tescilini isteyebilmesi için öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur. Tarafların yazılı ve sözlü beyanlarından, dava konusu üç taşınmazın da mülkiyetinin, davacı … (malik) tarafından davalı …’na teminat amaçlı olarak devredilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Davacı taraf, her ne kadar, ‘davacı şirket ile davalı şirket arasında ortak üretim yapılması konusunda anlaşmaya varıldığını’ iddia etmişlerse de; davalılar bu iddiayı kabul etmemiş olup, davacı tarafça bu iddiayı ispata yönelik bir yazılı delil sunulamamıştır. Davacı … tarafından, davalılara hitaben verdiği 04.12.2002 tarihli taahhütnamede ‘…’na sattığım Dudullu’daki fabrika binasını, 30.6.2003 tarihine kadar parasını getirdiğim takdirde, 675.000 USD Dolara satın alacağım. Bu tarihe kadar parayı getirmediğim takdirde, bu konu bir daha gündeme gelmeyecek ve boy kesme makinesi ve fabrika binası ile borç kapanmış olacaktır. 4.12.2002.’ şeklinde yazılı beyanda bulunulmuştur. Davacı taraf, 28.06.2016 tarihli dilekçe ile, bu taahhütnamenin davacı … tarafından düzenlenmiş olduğunu kabul etmiştir. Her ne kadar, davacı taraf, bu taahhütnamenin baskı (tehdit-korkutma) etkisi altında düzenlediğini iddia etmiş ise de, bu konuda geçerli olabilecek herhangi bir delil sunmadığından bu iddiasının hukuken kabulü mümkün değildir. Bu taahhütnameden sonra davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan ibranamede ‘Bizler bir taraftan … Ltd. Şti diğer taraftan … Tic. Ltd. Şti. birbirimizi karşılıklı olarak 4.12.2002 tarihi itibariyle borç-alacak kalmaması nedeniyle ibra ederiz.’ şeklinde beyanlar yer almıştır. 04.12.2002 tarihli taahhütnameden ‘taahhütname tarihi itibariyle davacı şirketin davalı şirkete aralarındaki mal alım-satımı akdi ilişkisinden dolayı bakiye 675.000 ABD Doları cari hesap borcu bulunduğu’ anlaşılmaktadır. Davalı … tarafından İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/124 esas sayılı dosyasında 21.1.2014 tarihli duruşma zaptına yer alan ifadesinde ‘ … Sanayi Ltd. Şti adında şirketimiz vardı, sonra A.Ş. oldu, biz demir çelik üzerine ticaret yaparız, suç tarihinde …’in de … Ltd. Şti. adında şirketi vardı, hatırladığım kadarıyla 2000 yıllarında sanığın şirketi ile ticari ilişkiye başladık, bizden aldığı mala karşılık 225.000 $ civarında bize borçlandı ve borcunu ödeyemedi, karşılığında kendi teklifi üzerine borcuna karşılık bize fabrikasının tapusunu devretmeyi kabul etti ve bize tapusu ile beraber devretti, ticari ilişkiye de devam etmek istediğini mal almak istediğini belirtti, biz de kabul ettik, borç bittiği takdirde fabrikayı tapusu ile beraber iade edeceğimiz konusunda anlaştık, anlaşmamıza göre yeni aldığı mala karşılık borcunu 15 günde ödeyecekti, bizden aldığı malı sattığı takdirde yaptığı karın %10 unu da eski borçtan düşecektik. fakat sanık bu taahhütlerin hiçbirini yerine getirmedi, malzeme almaya devam ettiği halde ödemesini yapmadığı gibi borç 3 katma çıkınca yani 675.000 -$ a çıkınca kendisine mal vermeyi durdurduk . kendisine borcu ödemesi için 3 ay süre verdik, borcunu ödeyip tapusunu geri almasını istedik. Üçer aylık olmak üzere 1,5 yıl müsaade ettik.Biz bunu yazılı sözleşmeye tabi tutalım dedik 3 ay yerine 7 ay süre cerdik. Ancak hiçbir borcunu ödemedi.Kendisi ile 7 ay süre sonunda ibralaşarak 350.000 Doları fabrikayasaydık.80.000 Dolarlık makinesini aldık geriye kalan 245.000 Dolar civarındaki alacağıda hiç bir şeyi kalmadığını söylediği için de sildik.’ şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, inanç sözleşmesi gereği davacı tarafın davalı tarafa olan borcunu ödeyip davalı taraf adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptalini talep etme hakkı bulunmakta ise de, davacı şirket 675.000 ABD Doları tutarındaki borcunu ödeyememiştir. … Ltd. Şti. adına …, … Ltd. Şti. adına … tarafından imzalanan 04.12.2002 tarihli el yazılı ibranamede ‘Bizler bir taraftan … Ltd. Şti. diğer tarafta … San. Ve Tic. Ltd. Şti. birbirimizi karşılıklı olarak 04.12.2002 tarihi itibariyle borç alacak kalmaması nedeniyle ibra ederiz’ beyanlarının yer aldığı anlaşılmıştır. Bu ibraname ile tarafların aralarında var olan bütün akdi ilişkilerden yani hem … Temlik Anlaşmasına dayalı akdi ilişkiden, hem de mal-alım satımı sözleşmesine dayalı akdi ilişkiden dolayı birbirlerini karşılıklı olarak bütün borç ve alacakları bakımından ibra ettikleri anlaşılmıştır. Her ne kadar, davacılar vekili 27.11.2018 tarihli bilirkişi raporuna beyan ve itiraz dilekçesinde ‘davalı delillerinden ‘İbraname’ başlıklı belgedeki imzanın müvekkili davacıya ait olmadığını ve sahte olduğunu savunmuş ise de, davacılar vekili tarafından sunulan cevaba cevap dilekçesinin 5. maddesinde ‘ibraname belgesindeki imzanın davacının kabulünde olduğuna’ ilişkin beyanda bulunduğu anlaşıldığından, ibranamedeki imzanın davacı …’e ait olduğu ve geçerli olduğu kanaatine varılmıştır. Bu ibra geçerli olduğundan, dava tarihi itibariyle davacı şirketin davalı şirkete 675.000 ABD Doları tutarında borcunun bulunmadığı, ayrıca davacı …’in davalı …’ndan, dava konusu üç tane taşınmazın mülkiyetinin devredilmesini talep edemeyeceği kanaatine varılmış ve Davacı …’in, davalı …’na karşı açtığı tapu iptal ve tescil talebine ilişkin davanın reddine karar vermek gerekmiştir. Davacıların, davalılara borcu olmadığının tespitine ilişkin dava ile ilgili olarak, yukarıda açıklandığı üzere karşılıklı ibra geçerli olduğundan, davacıların davalılara borcu olmadığı anlaşılmış ise de, davacı tarafın tapu iptal ve tescil davasının kabulü için davacının davalıya borcu olmadığının tespiti gerekir. Menfi tespit davası, tapu iptal davasının içinde olan bir dava olup, davacılar, davalılara borçlu olmadıkları için tapu iptal ve tescil talebinde bulunmakta olduklarından, bu doğrultuda menfi tespit davasının kabulü için ibranamelerin geçersizliğinin tespiti gerekir. Yani, davacı tarafın menfi tespit talebi ibranamelerin geçersizliğinin tespitine ilişkindir. Bu durumda menfi tespit davasının açılmasında davacıların hukuki yararı var ise de, taşınmazların tapusunun iptali için ibraların geçerli olmaması ve davacıların davalılara borçlu olmadıklarının tespiti gerektiği için menfi tespit davasının da reddine karar vermek gerekmiştir. Davacılar, dava dilekçesi ile ‘davalılar tarafından kullanılan veya kiraya verilerek gelir elde edilen fabrika, idari binalar, depo, makine teçhizatının kullanılması ve kiraya verilmesi’ nedeniyle tahakkuk edecek 10.000 TL’lik maddi tazminat talebinde bulunmuş iseler de, davacılar vekili tarafından 30.09.2020 tarihli duruşmada bu taleplerden feragat edilmiştir. Davadan feragat HMK’nin 307, 309. ve 311. maddeleri hükümleri gereğince uyuşmazlığı ve dolayısıyla davayı sona erdiren, davalı tarafın kabulünü gerektirmeyen ve kesin mahkeme hükmünün hukuksal sonuçlarını oluşturan bir taraf işlemidir. Davacıların, davalılar tarafından kullanılan veya kiraya verilerek gelir elde edilen fabrika, idari binalar, depo, makine teçhizatının kullanılması ve kiraya verilmesi nedeniyle tahakkuk edecek 10.000 TL’lik maddi tazminat talebine ilişkin davanın HMK’nin 307. maddesi uyarınca ‘feragat’ nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar, davacılar vekili 02.10.2020 tarihli dilekçe ile ‘davacılar vekili olarak zapta geçen Av. …’ın feragat hususunda yetkilendirilmediğinden feragatin geçersiz olduğu’nu savunmuş ise de, davacılar vekili Av. … ve diğerlerinin vekaletnamesinin incelenmesinde, vekilin feragata yetkili olduğu, davacılar vekilinin Av. …’a verdiği 20.11.2019 tarihli yetki belgesinde vekaletnamedeki bütün hak ve yetkileri kapsadığı anlaşıldığından davacılar vekilinin ilgili talepleriyle ilgili feragat beyanının geçerli olduğu kanaatine varılmış ve davaların reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm ihdas edilmiştir…” gerekçesiyle, davacı …’in, davalı …’na karşı açtığı tapu iptal ve tescil talebine ilişkin davanın reddine, davacıların, davalılara borcu olmadığının tespitine ilişkin davanın reddine, davacıların davalılar tarafından kullanılan veya kiraya verilerek gelir elde edilen fabrika, idari binalar, depo, makine teçhizatının kullanılması ve kiraya verilmesi nedeniyle tahakkuk edecek 10.000 TL’lik maddi tazminat talebine ilişkin davanın HMK’nin 307. maddesi uyarınca ‘feragat’ nedeniyle REDDİNE, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacılar vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Önceki beyanlarını tekrarlamış ve ilk derece mahkemesi kararının öncelikle usul yönünden hukuka aykırı olduğunu, 25.11.2020 tarihinde celse açıldığını ve taraflara söz verildiğini, taraf vekillerince beyanda bulunulduğunu, mahkeme başkanının “beş dakika ara verdik” açıklaması üzerine vekillerin salondan çıkarıldığını, birkaç dakika sonra taraf vekillerinin salona alındığını ve mahkeme başkanınca “tüm davaların reddine karar verildiği” açıklanarak kararın tefhim edildiğini ve iki sayfadan ibaret duruşma zaptının taraf vekillerine verildiğini, taraf vekilleri duruşma salonundan çıkma hazırlığı yaparken mübaşir tarafından “dava dosyasının fiziki klasörü ve klasör üstünde davacı vekilince 24 Kasım 2020 tarihinde uyaptan dosyaya gönderilen dilekçenin” mahkeme başkanına verildiğini, mahkeme başkanının “durun çıkmayın” beyanı üzerine taraf vekillerinin duruşma salonundan çıkmadığını, davacı tarafça duruşmadan önce UYAP üzerinden dosyaya gönderilen 24 kasım 2020 tarihli dilekçeyi ele alarak, önce mübaşiri ve katibi “bu dilekçeyi niçin zamanında vermedikleri” yönünde azarlayarak katibe “yeniden bilgisayarda dosyayı açması” emrini verdiğini, katip bilgisayarda dava dosyasını açtıktan sonra mahkeme başkanınca, dilekçede ne demek istediği hususunda davacı vekilinin beyanlarının alındığını ve duruşma zaptının 9. satırından başlamak üzere; “Davacılar vekilinin feragat talebinin geçerli olmaması nedeniyle o kısım açısından dava devam edeceğinden davaların tefriki talebine ilişkin dilekçesi okundu” cümlesinin eklendiğini, yeniden zabıt çıkartmak suretiyle taraf vekillerine verildiğini, Av. …’ın feragat hususunda yetkilendirilmediğini, dolayısıyla Av. …’ın 30.09.2020 tarihli duruşma celsesindeki feragat beyanının geçersiz sayılması gerektiğini, Dava konusu gayrımenkullerin davalı yana, aradaki işbirliği ilişkisi çerçevesinde teminat olarak verildiğini, dosyada davalı şirketin ortaklarından … tarafından imzalandığı anlaşılan 19.02.2001 tarihli yazıda “Riskin izalesi ile teminat olarak alınan tapunun geri verileceği” şeklinde ibarenin mevcut olduğunu, sonrasında davalı tarafın asıl amacının “davacının üretimini ve büyümesini engellemek, galvaniz saç profil imalatında başarılı olamaması ve iflasa sürüklenmesi amacını taşıdığının ortaya çıkmış olduğunu, 21 Eylül 2001 tarihinde davalıların fabrikanın girişini zincirlerle kilitlemek suretiyle, idari binalarda bulunan yazışma, muhasebe kuyudatı ve her türlü bilgi ve belgenin davacı tarafından alınmasını engelleyerek tüm kayıtlarına ve fabrikaya el koymuş olduklarını, Taraflar arasında 2000 yılının ortalarına kadar devam eden “mal alımları” fatura bedellerinin davalılara nakit, çek, senet olarak ödendiğini, davalıdan en son mal alımının Temmuz 2001 ayında gerçekleştiğini, o tarihten sonra her hangi bir mal alım satımının olmadığını, müvekkilinin tapuda devir yapıldığı 21.02.2001 tarihinde davalıya her hangi bir borcu bulunmadığı gibi esasen davalıdan 75.733.556.153 (eski) TL alacaklı olduğunu, taraflar arasında açık hesap şeklinde yürüyen bir ticari ilişki olmadığı gibi döviz cinci üzerinden alım satım da yapılmadığını, bu itibarla davalılara mal bedeli olarak ödenen çek-senetlerin karşılıksız çıkması neticesi müvekkili aleyhine borç doğabileceğini, Davalı tarafın 19.07.2016 tarihli cevaba cevap dilekçesinde sunulan 4.12.2002 tarihli “ibraname” ve 4.12.2002 tarihli “taahhüt” isimli belge asıllarının dosyada bulunmadığını, delil başlangıcı sunan tarafın bu delillerle birlikte tanık dinletme hakkı olduğunu, nitekim delil listesinde taraflar arasındaki işbirliği ilişkisini, mal alım ilişkisini, görüşme süreçlerini ve delil başlangıcı teşkil eden cari hesap ve muavin defter kayıtlarını tutan ve davalı şirketten alan kişilerin şahit olarak gösterildiğini, ancak mahkemece dinlenmediğini, Diğer taraftan İnanç sözleşmesi gereği davalıya devredilen, “üç parça gayrımenkul, gayrımenkuller üzerinde- 1 atelye, ağır sanayiye uygun 1 fabrika binası, idari binalar,depolar, 1 adet boy kesme makinesi, 3 adet gezer sanayi vinçlerinin” bulunduğu nazara alındığı takdirde bütün bu menkul ve gayrımenkullerin 675.000 USD’ye karşılık verilmeyeceğinin makul koşullarda bilinmesi gerektiğini, 04.12.2002 tarihli süre talebini havi belgenin sahte olduğunu, müvekkilinin böyle bir belge imzalanmadığını, bu belgenin 4.12.2002 tarihli ”İbraname” başlıklı belge ile ile aynı tarihte hazırlandığını, 27.09.2001 tarihinde müvekkilinin cari hesap borcu olduğundan bahisle müvekkili aleyhine 500.000.000.000. eTL tutarında ilamsız icra takibi başlatan davalının, ödenmediğini iddia ettiği senetleri takibe dayanak yapmadığını, bu durumun esasen ödenmemiş çek ve senetten kaynaklı bir alacak bulunmadığını gösterdiğini, davacı adına kayıtlı beş milyonun üzerinde değeri olan gayrımenkulleri teminat olarak alındığını yine bu kapsamda rehin sözleşmesi yapıldığını, yani müvekkilinin davalıya borcu kalmadığını, 16.05.2018 tarihli duruşma sırasında kıymet takdirine esas olmak üzere ilk derce mahkemesince taraflarına süre verildiğini, karşı tarafa ise kendileri tarafından sunulacak belgelere karşı beyanda bulunması için süre verildiğini, ancak zaten emsal bedellerin kendileri tarafından önceden dosyaya ibraz edilmiş olduğunu, mahkeme tarafından salt davalının yeni delil sunmasına olanak vermek için bu şekilde ara karar oluşturulduğunu, Mahkemenin tarafsız ve adil yargılama yapmadığını, son celse için dosya muhtevasını bilmeyen üye hâkimin kasten başkanın görüşü doğrultusunda oy kullanmasının sağlanması açısından duruşmaya çıkarıldığını, İlk derece mahkemesince 02.11.2016 tarihli duruşmanın 3 nolu ara kararında; taraf defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına, defterlerin inceleme günü olan 23.12.2016 günü mahkeme kaleminde hazır bulundurulmasına karar verilmesine rağmen 02.11.2016 tarihli ara kararı ile de defter incelemesine dair ara karardan hukuka aykırı şekilde dönülmüş olduğunu, ilk derece mahkemesince davalının davacıdan fazla tahsilat yaptığını doğrular nitelikteki 19.11.2019 tarihli bilirkişi raporu gözönünde bulundurulmadan karar verildiğini, Üye Hakimlerin mahkeme başkanının kararı açıklayıp, celseyi ve dosyayı kapattıktan sonra usule aykırı biçimde uyaptan tekrar dosyayı açtırarak duruşma zaptına “sonradan ekleme yapılmasına” itiraz etmediklerini, duruşma sona erdikten sonra zapta müdahale edilerek değişiklik yapılması üzerine, 26.11.2020 tarihinde reddi hakim dilekçesi gönderildiğini, ayrıca HSK’ya şikayet dilekçesi verildiğini Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, teminat amaçlı devredilen taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ve davacı arına tescili, menfi tespit ve gayrimenkulün haksız kullanımı nedeniyle tazminat taleplerine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, gerekçede gösterilen nedenlerle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacılar vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. 30.09.2020 tarihli duruşmada, davacılar vekili Av. …’ın hazır olduğu, davacılar vekilinin duruşma sırasında “müvekkilin karşı tarafa borçlu olmadığının tespiti, inanç sözleşmesi uyarınca davaya konu taşınmazların, davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkiller adına tescilini talep ettiklerini, bunun dışında kalan tazminat taleplerinin tümünden kayıtsız şartsız feragat ettiklerini, bu nedenle kira bedelinin hesaplanmasına ilişkin taleplerinin bulunmadığını, yine dava konusu 3 adet vinç ve 1 adet boy kesme makinesi ile ilgili tazminat taleplerinden de feragat ettiklerini” beyan ederek, beyanını imzası ile onamıştır. Davacılar vekili Av. …’nın 02.10.2020 tarihli dilekçesinde, Av. …’ın feragat hususunda yetkilendirilmediğini, dolayısıyla Av. …’ın 30.09.2020 tarihli duruşma celsesindeki feragat beyanının geçersiz sayılması gerektiğini, asıl vekil sıfatının kendisinde olduğunu ve Av. .. tarafından yapılan feragati onaylamadıklarını bildirmiştir. Davacılar vekilinin 24.11.2020 tarihli dilekçesinde; davalılar aleyhine ikame ettikleri asıl ve feri davaların tefrik edilmesi yönünden talepte bulunarak, asıl davaların kabulüyle; davacının davalıya borçlu olmadığının tespiti ile Ümraniye Yukarı Dudullu, … Mahallesi … ada, … parsel, … ada … parsel ve … ada … parselde kaim gayrimenkullerin davalı adına olan kayıtlarının iptali ile davacı adına tesciline, davalının yedinde bulunan 3 adet vinç ile bir adet boy kesme makinesinin iadesine, iade edilmediği takdirde bedelinin davalıdan tahsiline yönelik olarak açtıkları dava ile davacının ticari faaliyetlerini yürüttüğü gayrimenkulün davacıya kullandırılmamasından kaynaklı olarak talep edilen ecrimisile ilişkin davanın tefrik edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesinin 25.11.2020 tarihli karar celsesinde verilen ara kararla Av. …’ın 20.11.2019 tarihli yetki belgesinde vekaletnamedeki bütün hak ve yetkilerin bulunduğu anlaşıldığından, davacılar vekilinin 02.10.2020 tarihli dilekçesine esas; Av….’ın yapmış olduğu kısmi feragatin geçersiz sayılmasına yönelik talebin reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere, davacının davasından feragat etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer, kesin hükmün hukuksal sonuçları doğar (HMK m.311). Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragatten dönemez (rücu edemez). Başka bir ifadeyle davacı, feragat beyanı ile bağlıdır. Ancak, feragatle ortaya çıkan sonucun iradeyi bozan bir nedene dayandığı (HMK m.311) kanıtlanırsa, doğurduğu netice bakımından iradesi fesada uğrayan kimseye talep hakkı bahşedeceğinden kuşku yoktur. Somut olayda Av. …’ın yetki belgesinde feragat yetkisi olduğu anlaşılmakla ve iradeyi sakatlayan bir durumun varlığının iddia ve ispat edilmemiş olmasına göre, ilk derece mahkemesinin bir kısım davacı talepleri yönünden davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesi isabetli olup davacı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun reddi gerekmiştir. Ara kararları, yargılamaya (davaya) son vermeyen, bilakis onu yürütmeye, ilerletmeye yarayan kararlardır. Hâkim, yargılamayı yürütmek (ilerletmek) için davada birçok ara kararı verir. Bütün bu kararların ortak niteliği, hâkimin ara kararı ile davadan (işten) elini çekmeyip, bilâkis davaya devam etmesidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s.2998). Bu kapsamda davacı vekili , mahkemenin 19 09.2018 tarihli keşif zaptında 16.07.2018 tarihli ara kararının etkisini ortadan kaldıracak nitelikte ara karar verdiğini öncelikle yargılama aşamasında ileri sürmüş, sonra ise bu hususu istinaf başvurusu olarak dile getirmiştir. Taraflara delillerini göstermeleri, tanık, bilirkişi incelemesi ve keşif masraflarını yatırmaları için süre vermesine ilişkin mahkeme kararları birer ara kararıdır ve hâkim ara kararı niteliğinde bulunan kararlardan dönülebilir. Dolayısıyla davacı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun reddi gerekmiştir. Davacı vekili 16.05.2018 tarihli duruşma sırasında kıymet takdirine esas olmak üzere taraflarına süre verildiğini, karşı tarafa ise kendileri tarafından sunulacak belgelere karşı beyanda bulunması için süre verildiğini ancak zaten emsal bedellerin kendileri tarafından önceden dosyaya ibraz edilmiş olduğunu, mahkeme tarafından salt davalının yeni delil sunmasına olanak vermek için bu şekilde ara karar oluşturulduğunu istinaf başvurusu olarak öne sürmüş olsa da ; sözkonusu ara kararının sadece emsal değer sunulması için tesis edildiği ve her iki tarafa da aynı şekilde süre verildiği görülmektedir. Bu noktada; her iki taraf vekilinin de emsal değere ilişkin belge sunma hakkı olduğu, davacının hukuki dinlenilme hakkına aykırılık oluşturan bir durum bulunmadığı anlaşıldığından, davacı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun da reddi gerekir. … isimli belgenin incelenmesinde; alıcı firmanın …, satıcı firmanın ise … olduğu, alıcı firmanın satıcı firmaya mal bedeli olarak … Bankası çeki vereceğini, bu çeklerin teminat amaçlı verileceğini ve ileride alıcı firmanın müşteri çekleri ile değiştirileceğini, çeklerin ilkinin 90 günlük ve sonuncusunun 150.000,00 TL’lik vadelerle tanzim edileceklerini, bu çeklerin tahsile konmayacağını ve ciro edilmeyeceklerini, USD bedelleri çekler yönünden ödeme günündeki Merkez Bankası döviz satış kurunun esas alınacağını, protokolde belirlenen yükümlülüklerin taraflarca yerine getirilmesi halinde protokolün hükümsüz kalacağını bahsi geçen protokol kapsamında taraflar kabul etmiştir. Protokolün 1.maddesine ilave olarak “Bu şekilde bankaya teminat olarak verilecektir” şeklinde ekleme yapılarak eklemenin altına paraf atıldığı görülmektedir. Üsküdar … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra takip dosyasındaki ilamsız takiplerdeki ödeme emrinin incelenmesinde; alacaklının … Ticaret, borçlunun …, icra takibine konu alacağın 500.000.000.000 eTL, alacağın %70 reeskont faizi, takip konusunun cari hesap borç bakiyesinden olan alacak şekilinde gösterildiği anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesince yargılama aşamasında alınan 12.07.2017 havale tarihli bilirkişi raporunun incelenmesinde; davaya konu edilen İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yukarı Dudullu, … Mahallesinde bulunan … ada … parsel sayılı taşınmazın rayiç değerinin 768.508,60 TL, İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yukarı Dudullu, … Mahallesinde bulunan … ada … parsel sayılı taşınmazın rayiç değerinin 1.045.716,00 TL, İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yukarı Dudullu, … Mahallesinde bulunan … ada … parsel sayılı taşınmazın rayiç değerinin 3.391.258,00 TL olduğu, ancak … ada … parsel sayılı taşınmazın tamamının … adına kayıtlıyken bir kısım hisselerin 3. kişilere satıldığı, bunun sonrasında 3. kişilere yapılan satış ve hisse oranlarına göre maliklerin hisselerinin dava tarihi itibariyle rayiç değerleri hesaplandığında, …’nun 533.197,89 TL rayiç değeri olan taşınmaza sahip olduğu, taraflar arasında 21.02.2001 tarihinden yani az yukarıda rayiç bedelleri hesaplanan taşınmazların tapudaki devir tarihlerinden biraz önceki bir tarihte inançlı temlik anlaşması akdedildiği, bu anlaşmaya göre davacı şirket ile davalı şirket arasındaki hammadde alım-satımından kaynaklı davacı şirketin davalı şirkete cari hesap borcu bulunduğu, davacı şirketin ortaklarından …’e ait olan dava konusu 3 adet taşınmazın mülkiyetinin davalı şirketin ortaklarından olan davalı …’na devredileceği, davacı şirketin borçlarını ödemesi durumunda söz konusu taşınmazların mülkiyetinin davacı …’e geri devredileceği kararlaştırılmakla, davacıların, davacı şirket ile davalı şirket arasında ortak üretim yapılması yönünde anlaşmaya varıldığına ilişkin iddialarına dosyada bu yönde delil bulunmaması sebebiyle itibar edilemeyeceği, davacı …’in davalılara hitaben 04.12.2012 tarihli bir taahhütnamesinin bulunduğu, davacıların 28.06.2016 tarihli replik dilekçesinde, taahhütnamenin tehdit ve korkutma etkisi altında düzenlendiğine ilişkin iddialarını ispat edemedikleri, sonrasında davacı şirket ile davalı şirket arasında ibraname yapıldığı, 04.12.2002 tarihi itibariyle davacı şirketin davalı şirkete 675.000,00 USD cari hesap borcunun bulunduğu, sonrasında bu borcun ödenmediği ve tarafların 675.000,00 USD borç yönünden tarafların birbirlerini ibra etmiş oldukları, dolayısıyla davacı şirketin davalı şirkete dava tarihi itibariyle herhangi bir cari hesap borcunun bulunmadığı, davacı …’in davalı …’ndan dava tarihi itibariyle dava konusu 3 adet taşınmazı tapu iptali ve tescile ilişkin bir talep hakkının bulunmadığı ve yine davacıların davalılardan herhangi bir tazminat alacaklarının (kira bedeli alacağı) bulunmadığı yönünde değerlendirme yapılmıştır. Farklı bilirkişilerden alınan 27.11.2018 tarihli bilirkişi raporunun incelenmesinde; İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yukarı Dudullu, … Mahallesinde bulunan … ada … parsel sayılı taşınmazın rayiç değerinin 768.508,60 TL, İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yukarı Dudullu, … Mahallesinde bulunan … ada … parsel sayılı taşınmazın rayiç değerinin 595,332,82 TL, İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yukarı Dudullu, … Mahallesinde bulunan … ada … parsel sayılı taşınmazın rayiç değerinin 4.514.458,00 TL olduğu, taraflar arasındaki ilişkinin inanç sözleşmesine dayalı olduğu, dava konusu 3 adet taşınmazın mülkiyetinin malik davacı … tarafından davalı …’na teminat amaçlı olarak devredildiği, davacı şirket ile davalı şirket arasında ortak üretim yapılması konusunda anlaşmaya varıldığına ilişkin iddianın ispat edemediği, yine davacıların 28.06.2016 tarihli dilekçelerinde dosya içerisindeki 04.12.2002 tarihli taahhütnamenin tehdit ve korkutma ile alındığına ilişkin iddiaları olmuş olsa da bu iddiaları da ispatlayamadıklarını, 04.12.2002 tarihli taahhütname itibariyle davacının davalıya mal alım-satımından kaynaklı 675.000 USD borcunun bulunduğu, tarafların 04.12.2002 tarihli el yazısıyla yazılan ibranamede aralarındaki bütün akdi çerçevesindeki alacak ve borçlardan birbirlerini ibra ettikleri, dolayısıyla dava tarihi itibariyle davacı şirketin davalı şirkete borcunun bulunmadığı, davacının davalı …’ndan dava konusu üç adet taşınmazın mülkiyetinin devredilmesini talep edemeyeceği, davacının dava konusu taşınmazların kira bedellerinin hesaplanarak borçlarından mahsubunun yapılmasını talep etmiş ise de davalı tarafların davacının rızası ile taşınmazın ellerinde bulundurdukları ve taşınmazın maliki konumunda oldukları, kaldı ki iade koşulları oluşsa bile davacının mevcut borcunu ödeyinceye kadar davalıların gayrimenkuller üzerinde hapis hakkı bulunduğundan, davacının yine ecrimisil talebinde bulunamayacağı yönünde değerlendirme yapılmıştır. Davacılar vekili 26.12.2017 tarihli dilekçesiyle; esasen mahkemece kendilerine görev verilmediği halde görevlendirme dışındaki konularda rapor hazırlamak suretiyle mahkemeyi davalı lehinde yönlendirmeye çalışmaları nedeniyle bilirkişilerin taraflı davrandıklarını öne sürerek bilirkişilerin reddini talep etmiştir. İlk derece mahkemesi 27.02.2019 tarihli celsenin 4 nolu ara kararında bilirkişi raporundaki hukuki değerlendirmelerin dikkate alınmayacağı, ayrıca ret sebeplerinin bilirkişilerin şahsında gerçekleşmemesi nedenleriyle davacının talebini reddetmiştir. İlk derece mahkemesince 02.11.2016 tarihli duruşmanın 3 nolu ara kararında; taraf defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına, defterlerin inceleme günü olan 23.12.2016 günü mahkeme kaleminde hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi, 02.11.2016 tarihli ara kararı ile de defter incelemesine dair ara karardan dönmüştür. İlk derece mahkemesince 10.04.2019 tarihli celsenin 9 nolu ara kararıyla, tekrar taraf şirketlerin defter ve kayıtları üzerinde mali müşavir bilirkişi tarafından inceleme yapılmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine 20.11.2019 tarihli SMM bilirkişi raporu dosyaya ibraz edilmiştir. Davacının ticari defterleri, davacı şirketin aktif ticari faaliyeti olmadığından ve TTK kapsamında on yıllık saklama süresi geçtiğinden fiziki olarak sunulamamış, davalının 2000-2001-2002 yıllarına ilişkin ticari defterleri de saklama müddeti geçtiğinden bilirkişi incelemesine ibraz edilememiştir. Davalı yanın delil listesinde, ”ibraname” başlıklı belge yer almaktadır. Her ne kadar davacı vekili, bahsi geçen belge altındaki imzanın müvekkiline ait olmadığı yönünde beyanda bulunmuş olsa da, cevaba cevap dilekçesinde ”ibraname” başlıklı belgeyi müvekkilinin iradesinin fesada uğratılması suretiyle imzalamak durumunda bırakıldığını ileri sürmüş olduğu görülmektedir. Yine davalı vekilince az yukarıda bahsi geçen ”ibraname” başlıklı belge kapsamında ödenmemiş çek ve senetlerin tevdiine ilişkin belgelerin sunulduğu görülmektedir. Dosya içerisinde Kadıköy … Noterliğine ait 22 Mayıs 2001 tarihli düzenleme şeklinde ticari işletme rehin sözleşmesi başlıklı belge bulunmaktadır. Sözleşmede, …’in borçlu, … şirketinin alacaklı sıfatının bulunduğu, sözleşmenin 1. maddesinde sözleşmenin yapıldığı tarihte mevcut olan ve borçlunun faaliyetlerine tahsis edilmiş bulunan ekli listede sayılan makine alet ve menkul malların borçlunun adına doğmuş ve doğacak tüm risk ve borçların ana para tutarlarının faizlerinin, vade farkları kapsamında tutulacağı, alacağın 500 milyar TL’ye kadar olan meblağ üzerinden hüküm doğurmak koşuluyla ticari işletme rehni tesis edildiği anlaşılmaktadır. İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/124 Esas sayılı dosyasında müşteki …’nun ifadesinde, … ile aralarında ticari ilişki bulunduğu, …’in aldığı mala karşılık 225.000 USD civarında borçlandırıp, borcu ödememesi üzerine borcuna karşılık fabrikasının tapusunu devretmeyi kabul ettiği, bu şekilde ticari ilişkiye devam etme kararı aldıklarını, …’in yeni aldığı mala karşılık borcunun 15 günde ödeyeceği, malı sattığı takdirde elde ettiği kârın %10’unu eski borcundan mahsup edileceği yönünde anlaşmaya varıldığını, ancak …’in taahhüdünü yerine getirmediğini beyan etmiş olduğu görülmektedir. Sözkonusu yargılama neticesi … hakkında beraat kararı verilmiş ve karar kesinleşmiştir. 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz. Somut uyuşmazlıkta davacı vekili, taraflar arasındaki işbirliği ilişkisine dayalı ticari ilişki kapsamında müvekkilinin, davalı yana üç adet gayrimenkulü devrettiğini, bahsi geçen ticari ilişkiden doğan borçlarını ödediği taktirde gayrimenkullerin davalı tarafından tekrar kendisine devredileceğinin kararlaştırıldığını, yani taraflar arasında inanç sözleşmesi bulunduğunu, müvekkilinin davalıya ödemesi gereken herhangi bir borcu kalmadığından gayrimenkullerin devrini talep etmektedir. Davalı vekili ise taraflar arasında işbirliğine dayalı ve ticari ilişki ve inanç sözleşmesinin bulunmadığını, davacının kendilerine borçlu olduğunu, söz konusu borcunu ödeyemeyince davaya konu edilen üç adet gayrimenkulün ifa uğruna edim olarak müvekkillerine devredildiğini ileri sürmektedir. 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İBK uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir. Dosyada davalı şirketin ortaklarından … tarafından imzalandığı anlaşılan 19.02.2001 tarihli yazıda “Riskin izalesi ile teminat olarak alınan tapunun geri verileceği” şeklinde ibarenin mevcut olduğu görülmektedir. Şirket ortağı …’nun 2001 tarihi itibariyle şirketi temsil yetkisi bulunduğuna ilişkin herhangi bir delil olmadığı, ortak sıfatının taraf olmaya yetmeyeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu belge davalı tarafça verilen inanç sözleşmesinin ispata yarar yazılı bir belge şeklinde kabul edilemeyecektir. Ancak dosya içerisinde İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2013/124 Esas sayılı dosyasında …’nun ifadesi bulunmaktadır. Sözkonusu ifadede …’in şirkete olan borcu sebebiyle gayrımenkullerini şirkete devrettiğini, borçlarını ödeyince gayrımenkullerin tekrar kendisine iade edileceğinin kararlaştırıldığını beyan ettiği anlaşılmaktadır. Bu ifadenin, eldeki dava açısından hukuki sonucu; davalının arada inanç sözleşmesi bulunduğuna dair ikrarının mevcudiyetinin kabulüdür. Bu sebeple davacının davaya konu ettiği gayrımenkulleri, inançlı temlik sözleşmesi gereği davalı şirkete devrettiği ispat meselesi olmaktan çıkmıştır. Ticari ilişkinin dayanağı, birlikte üretim olgusu olabileceği gibi farklı bir sebep de olabilir. Bu hususun uyuşmazlığın çözümüne bir etkisi yoktur. Bu noktada, uyuşmazlığın çözümündeki ihtilaflı mesele, davacının inanç sözleşmesiyle devrettiği taşınmazların iadesini talep şartlarının sağlanıp sağlanmadığıdır. Çünkü davacı, inanç sözleşmesi uyarınca taşınmazları geri isteyebilmesi için, davalı şirkete olan borçlarını ödemiş, sona erdirmiş olması gerekir. Teminat amaçlı olarak taşınmaz mülkiyetinin alacaklıya geçirilmesi TMK’nın 873. Maddesinde düzenlenen lex commissoria yasağına tabi olmayıp geçerlidir. Bu gibi işlemlerde mülkiyet daha baştan alacaklı yana geçirilmekte borç ödendiği takdirde borçluya mülkiyeti iadeyi talep hakkı tanınmakta ve fakat bu şart gerçekleşmezse mülkiyet alacaklı tarafta kalmaktadır. Böyle bir sözleşme, ifa yerini tutan edim olarak geçerli kabul edilmelidir. Somut uyuşmazlıktaki inançlı temlik sözleşmesinde, davacının mülkiyeti geri talep edebilmesi için kararlaştırılan şart, davacının davalı ile olan ticari ilişkisinden doğan tüm borçları ödemiş olmasıdır. Davacı davalılara hiç bir borcunun bulunmadığını öne sürmektedir. Dosya içerisindeki ibraname başlıklı adi yazılı belgede; … Tic. Ltd. Şti.’nin birbirlerini karşılıklı olarak 04.12.2002 tarihi itibariyle borç-alacak kalmaması nedeniyle ibra etmiş olduklarına ilişkin beyanlarının bulunduğu, söz konusu beyanların her iki şirket yetkilisi tarafından imzalandığı anlaşılmaktadır. Davacı vekili yargılama aşamasında, ibraname altındaki imzanın müvekkilinin elinin ürünü olmadığını öne sürmüş olsa da cevaba cevap dilekçesinde bahsi geçen ibranamenin müvekkili tarafından tehdit ve baskı altında imzalandığını beyan etmiştir. Dolayısıyla bahsi geçen belge altındaki imzanın davacı gerçek kişiye ait olduğu hususunun çekişmesiz olduğunun kabulü gerekmektedir. Dosya içerisinde davacı …’in el yazısıyla yazdığı imzalı belge bulunmakla, belgenin tarihinin 04.12.2002 olduğu, bahsi geçen bu belgede …’na …’in satmış olduğu Dudullu’daki fabrika binasının 30.06.2003 tarihine kadar 675.000 Dolara satın alacağını, 30.06.2003 tarihine kadar parayı getirmediği takdirde boy kesme makinesi ve fabrika binası ile borç alacak ilişkisinin kapanmış olacağına ilişkin ibare bulunduğu görülmektedir. Davacı vekili, söz konusu ibranameyi ve aynı tarihli taahhütnameyi müvekkilinin karşı tarafın tehdit ve baskısı ile imzaladığını iddia etmekle, esasen irade sakatlığından ötürü sözleşmelerin iptali talebini mahkemeye yöneltmektedir. 818 sayılı BK’nın 31 (TBK’nın 39.) maddesine göre korkutma (ikrah) sonucu yapıldığı ileri sürülen işleme maruz kalan kişinin, bu durumun ortadan kalkmasından itibaren bir yıl içinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi gerekmektedir. Somut olayda, davalının davacı hakkında yaptığı şikayet üzerine ceza yargılaması yapıldığı, beraat kararı verildiği ve kararın kesinleştiği görülmüştür. 26.04.2013 ceza davasının açılış tarihi olmakla, bahsi geçen ceza yargılamasına ilişkin suç duyurusu … tarafından …’e karşı yapılmıştır. Sonuç olarak, bir yıllık hak düşürücü süreye yönelik değerlendirmelerde bahsi geçen bu ceza yargılamasının etkisi yoktur. Davacı, 04.02.2002 tarihinden çok sonra eldeki istinafa konu davayı açmış olmakla hak düşürücü süre geçmiş olduğundan irade fesadına ilişkin iddianın dinlenmesi mümkün değildir. Kaldı ki davacı, korkutma ve irade fesadı iddiasını somut olay ve olgulara da dayandırmamıştır. Bilindiği ve 6098 sayılıTBK’ın 131. maddesinde işaret edildiği üzere; asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur, keza aynı yasanın 132. maddesinde ” Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.” düzenlemesine yer verilmiş olup, benzer düzenlemelere 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda da yer verilmiştir. 04.02.2002 tarihli taahhütname, sadece davacı tarafça imzalanmıştır. Bu taahhütname ile davacı, davalılara devrettiği gayrımenkulleri 30.06.2003 tarihine kadar 675.000 Dolara satın alacağını, 30.06.2003 tarihine kadar parayı getirmediği takdirde boy kesme makinesi ve fabrika binası ile borç alacak ilişkisinin kapanmış olacağına ilişkin yazılı beyanda bulunmaktadır. Bu şekildeki yazılı beyanın hukuki sonuç olarak ibranın etkisini ortadan kaldırması beklenemez. Somut uyuşmazlıkta her iki taraf da birbirlerini karşılıklı olarak ibra etmiştir. Dolayısıyla ibra tarihi itibariyle ticari ilişki kapsamında birbirlerinden alacak ve borçları kalmamıştır. Ancak bu beyan, taraflar arasında varlığı tartışmasız inançlı temlik sözleşmesi üzerinde hüküm ve sonuç doğurmaktadır. Taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, borcunu ödeyerek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Somut olayda davacı, 04.02.2002 tarihli taahhütname isimli belge ile 30.06.2003 tarihine kadar 675.000 Dolar karşılığı gayrımenkulleri satın alacağını, bu tarihte parayı getirmediği takdirde boy kesme makinesi ve gayrımenkullerin davalılarda kalmasını kabul ettiğini beyan etmektedir. Yani taşınmazların kendisine devrinin ancak 675.000 USD ödeme yapması karşılığında gerçekleşebileceği davacı tarafça ikrar edilmektedir. 19.11.2019 tarihli bilirkişi raporunda, on yıllık saklama süresi dolduğundan taraf ticari defterlerinin incelenemediği, tek taraflı olarak düzenlenecek nitelikte cari hesap kaydının ve muavin defter ekstrelerinin tacir olan taraf arasındaki alacaklılık borçluluk ilişkisinin ticari kayıtlar üzerindeki tespiti aşamasında tek başına belirleyici olamayacaktır. Kaldı ki sözkonusu cari hesap kaydının hukuki dayanağına ilişkin bir belgenin de delil olarak sunulmadığı, taraflar arasındaki her türlü para alışverişinin mutlaka ticari defterlere işlenmesinin gerekmediği, davacının ancak 675.0000 Dolar ödeme yapması karşılığında taşınmazların kendisine devrinin gerçekleşebileceğini kabul etmiş olduğu ve sözkonusu parayı ödediğine dair bir iddia ve kanıt bulunmadığı da görülmektedir. Davacı vekilinin, 20.11.2019 tarihli bilirkişi raporunda tespit edildiği üzere müvekkilinin cari hesap kayıtlarına göre alacaklı olduğu, bu rapor doğrultusunda değerlendirme yapılması gerektiği oysa davanın reddine dair 25.11.2020 tarihli kararda mali bilirkişi tarafından verilen 19.11.2019 tarihli rapordan hiç bahsedilmemiş olduğu yönünde istinaf başvurusunun bahsi geçen sebeplerle reddi gerekmektedir. HMK’nın 282. maddesi uyarınca, hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer deliller ile birlikte serbestçe değerlendirir. Buna göre bilirkişi raporu takdiri delil olup, mahkemece tarafların sunduğu deliller ile alınan bilirkişi raporundaki tespitler hadisenin oluş şekli birlikte gözönünde bulundurularak gerekçesi yazılmak suretiyle ilk derece mahkemesince karar verildiği anlaşıldığından davacı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun da reddi gerekir. Davacı vekili, taraflar arasındaki işbirliği ilişkisini, mal alım ilişkisini, görüşme süreçlerini ve delil başlangıcı teşkil eden cari hesap ve muavin defteri kayıtlarını tutan ve davalı şirketten alan kişiler şahit olarak gösterildiğini ancak mahkemece dinlenmediğini öne sürerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Az yukarıda bahsi geçtiği üzere taraflar arasında ticari ilişki bulunduğu, taraflar arasındaki inançlı temlik sözleşmesi kapsamında davacıya ait üç adet taşınmazın davalıya devredildiği, davacının davalıya olan borçlarını ödemesi halinde taşınmazların tekrar davacıya devredileceği yönünde anlaşma bulunduğu hususları zaten ispatlanmıştır. İnançlı temlik sözleşmesinde davacının tüm borçlarını ödemiş olması koşuluyla taşınmazların davacıya geri verileceği kararlaştırılmış, ancak bunun için davacıya bir süre de verilmiştir. Az yukarıda bahsi geçen taahhütname ile davacı borç ikrarında bulunmuş ancak yargılama aşamasında sözkonusu borcu kabul etmemiştir. Davacı zaten taahhütnamenin geçersiz olduğunu ileri sürmekle; bu sebeple taahhütnamede bahsi geçen borcu kabul etmemektedir. İptal hakkını hak düşürücü süre içinde kullanmamış, geçersizliği süresinden sonra eldeki davayı açarak ileri sürmüştür. İradeyi sakatlayan somut bir olay da ileri sürülmemiştir. Davacının borcu kabul ederek ödemiş olduğu iddiası zaten mevcut olmamakla; delil başlangıcı niteliğinde olduğu ileri sürülen ve davalının elinden sadır cari hesap kaydı ve muavin kayıtlarının, taahütnamenin korkutmanın etkisiyle verildiğini ispat açısından delil veya delil başlangıcı nitelikleri bulunmamaktadır. Davacı vekili, taraflarına yemin teklif etme hakkının hatırlatılmamış olması sebebiyle istinaf başvurusunda bulunmuşsa da dava dilekçesinde, cevaba cevap dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmamış oluğu gibi delil listesinde de yemin deliline dayanıldığına ilişkin bir ibare yoktur. Bu sebeple ilk derece mahkemesince iddialarını ispat açısından yemin delilinin hatırlatılmamasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Sonuç olarak; taraflar arasındaki ticari ilişkide davacıların davalı şirkete borçlarının olduğu, bu borçlar karşılığı davacıya ait taşınmazların davalı tarafa inançlı işlemle devredildiği, davcının borcunu ödemesi halinde taşınmazların devredileceğinin kararlaştırıldığı, bu taşınmaz devirleri sonucunda tarafların alacak- borç ilişkisinin sona erdiği ve taraflar arasında 04.12.2002 tarihli ibranamenin imzalandığı, yani davacının davalıya devredilen taşınmazlar sonucu alacak borç ilişkisinin tasfiye edildiği, ancak taraflar arasındaki anlaşma uyarınca, davacını bizzat imzaladığı 04.12.2002 tarihli belge uyarınca, davacının davalıya 675.000 USD borcu bulunduğunu ve taşınmazları bu nedenle davalıya devrettiğni ikrar ettiği, ancak davacının kendi imzaladığı taahhütnamede 30.06.2003 tarihine kadar 675.000 USD borcu ödemesi halinde taşınmazları geri alabileceğini belirttiği, bu borcu anılan tarihe kadar ya da sonrasında ödediğine dair iddiada bulunmadığı gibi ödeme belgesi de sunmadığı, bu taahhüdün irade fesadı nedeniyle geçersiz olduğunu da ispat edemediği sonucuna varılmıştır. Taahhütname ve ibre belgelerine ve dosya kapsamına göre, davacıların davalı tarafa 675.000 USD borçlu oldukları anlaşılmakla, menfi tespit talebinin reddi isabetlidir. Davacının davalı taraf olan borcunun, taşınmaz devirleriyle sona erdiği ve taşınmaz devirleri sonrası tarafların karşılıklı olarak birbirlerini ibra ettikleri anlaşılmaktadır. Davacının menfi tespit talebi, taşınmazların devri dışındaki ödeme iddiasına dayalıdır. Oysa, davacının imzaladığı taahhütname borç ikrarı niteliğinde olup borç, taşınmaz devriyle sona ermiş durumdadır. Dosyadaki deliller, bu sonuca varılmasını gerektirmektedir. Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin gerek menfi tespit talebini gerekse tapu iptal ve tescil talebini reddetmiş olması isabetli olduğundan, davacı vekilinin aksi yöndeki istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Davacı vekilinin, yukarıda bahsi geçenler dışında istinaf dilekçesinde yer verdiği Mahkeme Başkan ve üyelerinin şahsında gerçekleştiğini iddia ettiği hususların davanın esasına etkili olmayan usule ilişkin konular olduğu anlaşılmaktadır. Davacı vekili, “üç adet vinç ve bir adet boy kesme makinasının” da davacıya aidesi gerekeceğinden aynen iade edilmemesi halinde bedelinin davalıdan tahsiline karar verilmesi hususunda istinaf başvurusunda bulunmuş olsa da davacı vekilinin dava dilekçesinde bu konuda doğrudan bir talebi bulunmadığı gibi, bu konuda davacı vekilinin yukarıda incelenen feragat beyanı mevcuttur. Açıklanan bu gerekçelerle, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararı isabetli olduğundan, HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacılar tarafından yatırılan istinaf peşin ve başvuru harçlarının Hazineye gelir kaydına; bakiye 21,40 TL istinaf karar harcının davacılardan tahsiline, Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 21.04.2022 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.