Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2021/1617 E. 2023/672 K. 13.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1617
KARAR NO: 2023/672
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 29/03/2021
NUMARASI: 2020/469 E. – 2021/441 K.
DAVANIN KONUSU: Tespit
Taraflar arasındaki tespit davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın aktif dava ehliyeti yokluğundan reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin hakkında İstanbul 23.Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde açılan ceza davası sırasında davacının şahsi malvarlığı ile yöneticisi olduğu şirketlere kayyım atandığını, UYAP vatandaş portaldan yapılan inceleme sonucunda eski ortağı ve yöneticisi olduğu, kayyım yönetiminde olan davalı …Ticaret Limited Şirketi tarafından müvekkili aleyhine Arabuluculuk Daire Başkanlığının … arabuluculuk başvuru ve … karar numaralı, … arabuluculuk başvuru ve … karar numaralı başvurularının yapılmış olduğunu ve arabulucu olarak …’ın atandığını öğrendiğini, arabuluculuk görüşmelerinin “Anlaşma” ile sonlandırıldığının anlaşıldığını, iş bu arabulucuk sürecine, konusuna ve anlaşma haline ilişkin müvekkilinin herhangi bir bilgisinin bulunmadığını, kayyımların TMSF tarafından atandığını, bu hususta kayyımlara ve arabulucuya Beyoğlu … Noterliğinin 21.09.2020 tarihli, … yevmiye numaralı ihtarnamenin de gönderildiğini, cevap alınamadığını, kayyımlar hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına avukat portal üzerinden 24.09.2020 tarihinde suç duyurusunda bulunulduğunu, tek kayyım heyetinin hem başvuran hem başvurulan olarak katılımı ile sürecin arabulucu … tarafından gereği gibi yürütülmemesi sonucunda müvekkilinin gıyabında sonlandırılmasının alenen yetki ve görevin kötüye kullanılması olduğunu, aynı kayyım heyetinin hem müvekkili hem müvekkilin eski ortağı ve yöneticisi olduğu, müvekkil hakkında yapılan yargılama kapsamında atandığı şirketi temsil ettiğini, alenen menfaat çatışması bulunmakta iken gerek kayyımlar gerekse arabulucu tarafından süreç devam ettirilerek müvekkilinin zararına sebebiyet verildiğini, arabuluculuk tutanağının içeriğinin kendilerince bilinemediğini, bu sebeple zararın boyutunun da henüz bilinmediğini, kayyımların görevlerinin sadece şirketi ve malvarlığı değerlerini yönetmek olduğunu, kayyımların sulh olmalarının hukuken mümkün olmadığını, bu nedenle yapılan işlemlerin hukuken yok hükmünde olduğunu, HMK’nın 74. maddesi gereği “sulh olmak” için özel yetki gerektiğini, kayyımların müvekkilinin kanuni temsilcisi ya da vasisi olmadığını, dolayısıyla müvekkili hakkında dava açma, takip etme ya da muhtemel davalarda şahsı temsil etme gibi hak ve yetkiye sahip olmadıklarını ileri sürerek Arabuluculuk Daire Başkanlığının … arabuluculuk başvuru numaralı, 10.09.2020 tarihli, … karar numaralı, … arabuluculuk başvuru numaralı, 10.09.2020 tarihli ve … karar numaralı dosyalardaki anlaşma tutanağının yok hükmünde olduğunun tespiti ile ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle;davacının üzerinde kayıtlı taşınmaz mallara, kara, deniz ve hava ulaşım araçlarına, banka ve diğer mali kurumlardaki her türlü hesaba, gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, kıymetli evraka, ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına ve diğer mal varlığı değerlerine el konulmasına karar verildiğini ve müvekkili şirkete Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun kayyım olarak atandığını, TMSF tarafından muhtelif tarih ve sayılı kararlarıyla davacının mal varlığı değerlerine de kayyım temsilciliklerine atanan kurul üyeleri …, …, … ve …’nün atandığını, adı geçen kayyımlar tarafından yapılan arabuluculuk başvurusunun konusunun ise bir başka yargı kararına dayandığını, müvekkili şirket nezdinde 2014-2015-2016 ve 2017 yıllarında çeşitlia tarihlerde Türk Lirası ve döviz cinsinden belirlenen bedellerle hisse devirleri yapıldığını ve hisse devirleri neticesinde şirketlerin ortaklık yapılarının değiştirildiğini, bazı grup şirketlerine ait ortaklık paylarının devrinde, hisse devrini yapan ortakların söz konusu devirden kaynaklanan alacaklarını borçlu oldukları şirketlere temlik ettiklerinin belirlendiğini, anlaşmalara taraf olan şirketler nezdinde çeşitli tarihlere gerçekleştirilen hisse devirlerine ilişkin olarak İstanbul 12. Sulh Ceza Hakimliği’nin 2019/747 sayılı kararı ile OHAL Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 4.maddesi ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geçici 1.maddesi uyarınca davacı ve …, … ve … Şirketleri ile ilgili soruşturmanın başladığı tarihten yasal düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar yine davacı ile … ve … şirketleri tarafından … şirketlerinin hisselerine ilişkin yapılmış olan devir ve temlik işlerinin muvazaalı olduğu kabul edilerek geçersiz sayılması ve söz konusu devirlerin ticaret sicilinden resen terkin edilmesine karar verildiğini, kayyımların keyfiyetle anlaşma taraflarını borç altına sokan bir işlem gerçekleştirmediklerini, zaten yargı kararları neticesinde ve KHK ile ilgili yasal mevzuat uyarınca ortaya çıkan borçlar bakımından gerekli ticari ve hukuki görevleri ifa ettiklerinin önemli bir nokta olarak gözden kaçırılmaması gerektiğini, davacı tarafın dava konusu arabuluculuk anlaşmalarının fiilen tarafı olmadığını, bu nedenle eldeki davada dava ehliyeti bulunmadığını, dava konusu arabuluculuk anlaşmasının açıklanan yetki ile görevlendirmeler doğrultusunda ve alınan yargı kararlarının icrası bakımından kamu görevi ifa etmek üzere TMSF tarafından görevlendirilen kayyımlık yönetimi ve kayyım temsilciler kurulunca ”asil sıfatıyla” gerçekleştirildiğini, davacının dava konusu arabuluculuk nezdinde gerçekleşen anlaşma konusu hususlar ve malvarlıkları üzerinde herhangi bir tasarruf ya da itiraz hakkı, yasal mevzuat ile mevcut yargı ve atama kararları gereği bulunmadığını, şirketlerin idaresi ve şahısların mal varlığı yönetiminde yetkili olan kayyımların iki farklı sıfatı haiz olarak, kayyımlık yönetimi sıfatıyla şirketler ve kayyım temsilciler kurulu sıfatıyla şahıslar arasında işlem tesis etmesi mümkün iken, hukuki işlem kabiliyeti bakımından birbirinden bağımsız olan işbu tüzel kişiler ile gerçek kişiler bakımından da bir uzlaşı kurumu olarak arabuluculuk işlemlerini asil sıfatıyla başvurarak başlatmasından bir çeşit menfaat çatışması doğacağını, bu çatışmanın arabuluculuk haricinde anılan taraflar arasındaki tüm işlemler için de geçerli olacağı sonucunu doğuracağını ve bu anlamda kayyımlık görevinin atanan şirketler ve şahıslar arasındaki işlemler bakımından ifa kabiliyetinin de ortadan kalkmış olacağını savunarak, davanın usulden ve esastan reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “… Eldeki dava ;davacı müvekkili aleyhine davalı tarafça yapılan arabuluculuk başvurusunun anlaşma ile sonuçlandığını ,arabuluculuk tutanağının kendilerinde olmadığını ,anlaşmanın içeriğini bilmediklerini,müvekkilinin malvarlığına ve davalı şirkete atanan kayyımların aynı kişi olduğunu ,çıkar çatışması bulunduğunu aynı kayyımın tarafları temsilen anlaşma yapamayacağını ileri sürerek arabuluculuk tutanağının yok hükmünde olduğunun tesbitini talep etmiştir. Mahkememizin 02/11/2020 tarihli ara karar ile davacı vekilinin ihtiyati tedbir talebi koşulları bulunmadığından reddedilmiştir. Mahkememizce uyuşmazlık öncelikle hukuki yarar bakımından incelenmiştir. Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartıdır. Eda ve inşaî davalarda hukuki yararın bulunduğu varsayılır. Tespit davalarında ise her olayın özelliğine göre davacının tespit davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı değerlendirilmeli, özellikle eda davası açılması mümkün olan hallerde olumlu tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmelidir. Hukuki yarar somut uyuşmazlık bakımından incelendiğinde davacının açacağı veya açılan bir dava da anlaşma tutanağının geçersizliğini ileri sürebileceği gözetildiğin de tesbit davası açmakta hukuki yararın olmadığı anlaşılmaktadır. Zira açılmış ve görülmekte olan ya da açılacak bir davada iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek konular için ayrı bir saptama (tesbit) davası açmakta hukuksal bir yarar bulunmamaktadır. Ayrıca dava şartı olarak aktif dava ehliyetinin de somut olayda irdelenmesinde faide vardır. Davacının yöneticisi olduğu şirketler ve şahsi malvarlığına 5271 sayılı CMK’nın 133 ve 688 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi uyarınca İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/3985 ve 2016/3986 D.İş sayılı kararları ile el konulmuş ve akabinde İstanbul 13. Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/401 D.İş ve İstanbul 8.sulh Ceza Hakimliğinin 2016/5240-5393 D.İş sayılı kararları ile davalı şirkete TMSF kayyım olarak atanmıştır. Tekmil dosya kapsamında bu durumda artık davacının davalı şirketlerde yönetim, ortaklık ve benzeri tasarruf hakkı olmamakla dava ikame edebilmesi için gerekli olan aktif dava ehliyetinin bulunmadığına mahkememizce kanaat getirmiş ve açılan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir. ” gerekçesiyle, davanın aktif dava ehliyeti yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; şirkete 02.12.2016 tarihinde kayyım atandığını, bunun idare kayyımı olduğunu, bu nedenledir ki şirket kayyımlarının hangi karara dayanarak arabuluculuk görüşmelerinde asil olarak yer aldıklarının anlaşılmadığını, söz konusu arabuluculuk görüşmelerinde asıl tarafın müvekkili olduğunu, aktif dava ehliyetinin yokluğunun anlaşılamadığını, tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamakla yükümlü olduğunu, söz konusu müvekkilinin mallarında bir değişimin olduğunun davalı tarafça sunulmayan arabuluculuk anlaşma tutanığıyla kanıtlandığını, tespit davasının, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıktığını, arabuluculuk anlaşma tutunağıyla zararın olduğu konusunda tartışma olmamakla birlikte ne tür bir zarar olduğu ancak mahkemenin arabulucuk anlaşma tutanağının celbiyle anlaşılacağını, arabuluculuk görüşmelerinde öne sürülmüş görüş, vakıa ve delilin mahkemeye sunulması istenmemekte olup anlaşma tutanağının mahkeme talebi üzerine sunulmamasının hukuka aykırı olduğunu, davalı tarafça ivedilikle arabuluculuk anlaşma tutanağının mahkemeye sunulması gerektiğini, sunulmamasının açıkça suç olduğunu, belirtilen anlaşma tutanağının yok hükmünde olduğunu, menfaat çatışması ve görev aşımı olduğunu, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, arabuluculuk tutanağının yok hükmünde olduğunun tespiti istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın aktif dava ehliyeti yokluğundan reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı, UYAP vatandaş portalından yaptığı sorgulama sırasında eski ortağı ve yöneticisi olduğu ve kayyım yönetiminde olan davalı şirket tarafından kendisi aleyhine Arabuluculuk Daire Başkanlığının … arabuluculuk başvuru numaralı, … karar numaralı ve …arabuluculuk başvuru numaralı, … karar numaralı başvurularının yapılmış olduğunu, arabuluculuk görüşmelerinin “Anlaşma” ile sonlandırıldığını öğrendiğini, bu arabuluculuk anlaşma tutanağının yok hükmünde olduğunu ileri sürerek, arabuluculuk tutanağının yok hükmünde olduğun tespitine karar verilmesi istemiş, mahkemece, davacının, davalı şirkette yönetim ve benzer tasarruf hakkı olmadığı ve dava açması için gerekli aktif dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davacı tarafça numaraları belirtilen ve yok hükmünde olduğunun tespiti istenen arabuluculuk tutanağının davacının malvarlığına atanan kayyım heyeti ile davalı şirkete atanan kayyım heyeti arasında yapılan görüşmeler sonucunda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacının aktif husumet ehliyeti olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Sıfat, dava  konusu  sübjektif  hak  (dava hakkı) ile  taraflar arasındaki ilişkiyi ifade eder.Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle (usul hukuku sorunu) ilgili olduğu halde; taraf sıfatı, dava konusu sübjektif hakka (maddi hukuk sorunu) ilişkindir. Sübjektif bir hakkı dava etme yetkisi (davacı sıfatı-dava hakkı) o hakkın sahibine ait olup (aktif husumet); hakkını o hakka uymakla yükümlü kişiden (davalı sıfatı-pasif husumet) isteyebilir.  Sübjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu, daha açık bir ifadeyle bir davada davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu hususu, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin olması nedeniyle maddi hukuk sorunudur. Bu açıklamalara göre uyuşmazlık konusu talep yönünden davacının kendisine ait olan ancak kayyım yönetimindeki mal varlığına ilişkin olarak kayyımlarca yapılan görüşmeler sonunda düzenlenen arabuluculuk tutanaklarının yok hükmünde olduğunun tespitini istemek konusunda aktif husumet ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle mahkemece, davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Ancak HMK’nın 53. maddesinde ”Dava Takip Yetkisi” düzenlenmiştir. Maddeye göre dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir. Dava ve taraf ehliyetine sahip olan kişi, taraf olduğu bir davayı (davacı veya davalı olarak) takip edebilir. Bir diğer deyişle, bir kişinin taraf olduğu bir davayı kendisinin takip edebilmesi veya vekil ile takip ettirebilmesi yetkisine, dava takip yetkisi denir. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, davayı takip yetkisi tamamen şekli taraf kavramının bir sonucudur. Kural olarak dava ehliyeti bulunan kişinin davayı takip yetkisi de mevcuttur. Ancak bazı durumlarda tarafın dava ehliyeti olmakla birlikte dava takip yetkisi kendisi dışında üçüncü bir kişi tarafından kullanılabilir ya da kanun gereği kullanılması zorunlu olabilir. Bu yetkiyi kullanan kişinin gerçekte hukuki ilişkinin tarafı olmasına gerek yoktur. Örneğin müflisin taraf ve dava ehliyeti mevcut olmakla birlikte ifla masasına giren mal ve haklar bakımından takip yetkisi iflas idaresi tarafından kullanılmaktadır. Dava takip yetkisi de HMK’nın 114/1-e maddesi uyarınca bir dava şartı olup resen nazara alınması gerekir. Buna göre taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve dava takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka ilişkin olup somut olayda da, dava konusu edilen arabuluculuk tutanaklarının davacının malvarlığına atanan kayyımlarca yapılan görüşmeler sonunda düzenlendiği, bu tutanaklara ilişkin olarak eldeki davada davacının dava takip yetkisinin bulunmadığı, dava takip yetkisinin kayyımlarda bulunduğu anlaşıldığından davanın, davacının dava takip yetkisi bulunmadığından usulden reddine karar verilmesi gerekirken aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Bu nedenlerle, davacı vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemekle birlikte, mahkeme kararının resen gözetilen bu sebeplerle düzeltilmesi gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, davacı vekilinin istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmemekle birlikte, mahkeme kararının resen gözetilen sebeplerle düzeltilmek üzere HMK’nın 33., 355 ve 353/1.b.2 maddeleri uyarınca kaldırılmasına, davanın, dava takip yetkisi bulunmaması sebebiyle usulden reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; Davacı vekilinin istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmemekle birlikte HMK’nın 33., 355 ve 353/1.b.2 maddeleri uyarınca resen gözetilen sebeplerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının düzeltilmek üzere kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, bu doğrultuda; 1-Davanın HMK’nın 114/1-e ve 115/2 maddeleri uyarınca usulden reddine, 2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gerekli 179,90 TL harçtan peşin alınan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 125,50 TL harcın davacıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına,3-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirlenen 9.200,00 TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avanslarının yatıran taraflara iadesine,6-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden;a-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına; davacı tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde, ilk derece mahkemesince davacıya iadesine,b-Davacı tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 7-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,8-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 33, 355 ve 353/1.b.2. maddeleri uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 13.04.2023 tarihinde, oybirliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.