Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2021/1243 E. 2022/160 K. 10.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1243
KARAR NO: 2022/160
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 3.Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 07/04/2021
NUMARASI: 2016/874 Esas – 2021/441
BİRLEŞEN DAVA: İstanbul Anadolu 7 ATM’nin 2020/30 E, 2020/117 E. Sayılı dosyası
DAVA: Alacak
Taraflar arasındaki asıl ve birleşen davaların ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen hükme karşı, her iki taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında 29.01.201 2 tarihinde … Yurtdışı Temsilciliği Anlaşması imzalandığını, sözleşme ile bölge olarak tanımlanan tüm körfez ülkelerinde müvekkilinin yetkili tek temsilci olduğunu, bu kapsamda müvekkilinin Körfez ülkelerinde büyük müşteri kitlesi yaratarak binlerce gayrimenkul satışının yapılmasını sağladığını, ancak davalının basiretli ve dürüst tacir ilkesine aykırı olarak, taraflar arasındaki sözleşmeyi Kadıköy … Noterliğinin 29.01.2016 tarihli ve … Y sayılı ihtarnamesi ile hiçbir sebep göstermeksizin feshettiğini, davalının ihtarnamedeki iddialarının aksine müvekkilinin davalıya herhangi bir borcunun bulunmadığı gibi aksine sözleşmeden kaynaklanan bakiye komisyon alacağı, portföy tazminatı alacağı, her türlü tazminat ile diğer yasal alacaklarının bulunduğunu, müvekkilinin sözleşmede belirtilen körfez ülkelerindeki vatandaşlara …, …, …, … gibi projelerin ve Yeniköy arsasının satışı sebebiyle toplam 2291 bağımsız bölüm satışının gerçekleştiğini ve 2.066.949.479,87 TL satış cirosu sağlandığını, ancak davalının sözleşmeye aykırı bir şekilde, satış hasılatı üzerinden %6 oranında komisyon ödemesi gerekirken bunun altında komisyon oranını hesap ederek müvekkilinin alacağını tenkis etmeye çatıştığını, satışlar haricinde kalan toplu gayrimenkul satışlarının gerçekleştiği halde bu satışların müvekkiline bildirilen rakamlara eklenmediğini, hile ile gizlendiğini, iş bu gayrimenkul satımı nedeniyle müvekkiline ödenmesi gereken komisyon bedellerinin de haksız bir şekilde ödenmediğini, bu sebeple Kadıköy … Noterliğinin 16.02.2016 tarihli ve … Y sayılı cevabı ihtarnamesinin gönderildiğini, iş bu cevabı ihtarnameye karşılık davalı taralından Kadıköy … Noterliğinin 22.02.2016 tarih ve … Y sayılı cevabi ihtarnamesiyle taleplerin kabul edilmediğini belirterek bu hususla hiçbir girişimde bulunmadığını, bunun üzerine sözleşmeden kaynaklanan komisyon alacağı sebebiyle müvekkili tarafından 26.04.2016 tarihli ve 72 sayılı, 35.326.968,69 USD bedelli fatura aslının Kadıköy … Noterliğinin 06.05.2016 tarihli ve … sayılı ihtarname ile davalıya tebliğ edildiğini, ancak davalının Kadıköy … Noterliğinin 11/05/2016 tarih ve … sayılı ihtarnamesi ile bunu iade ettiğini, müvekkilinin 29.01.2012 tarihli sözleşmeden kaynaklanan alacağın tahsili amacıyla davalı aleyhine iş bu davanın açıldığını belirterek; müvekkilinin yabancı şirket statüsünde bir tüzel kişilik olduğundan ötürü MHK ve diğer ilgili mevzuat gereğince mahkemenin tensip ile takdir edeceği nakdi veya banka teminat mektubunu ibraz etmeye hazır olduklarını, mahkemece müvekkilinin haklı olmasına rağmen alacağını tahsil edememesi sebebiyle mağduriyeti de gözönünde bulundurularak dava değeri üzerinden en asgari miktardan teminata karara verilmesine, yapılacak yargılama neticesinde kuvvetle muhtemel hükmedilecek alacağın tahsilinin sağlanması bakımından dava konusu alacak yaklaşık olarak ispat edildiğinden ve muaccel olduğundan, öncelikle davalı şirketin hak ve alacakları ile taşınır ve taşınmaz malları ile üçüncü şahıslardaki her türlü hak ve alacaklarını ihtiyaten haczine, müvekkili şirketin “… Yurtdışı Temsilciliği Anlaşması” başlıklı ve 29.12.2012 tarihli sözleşmenin ve her türlü ticari ilişkinin davalı tarafa haksız ve hukuka aykırı şekilde feshi sebebiyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak, şimdilik 500.000,00 TL komisyon alacağının ve 500.000,00 TL protföy tazminatının avans faizleriyle birlikte davalıdan tahsiline, davalı tamamen haksız ve kötü niyetli dava açılmasına sebebiyet verdiğinden HMK’nın 329/1. maddesi gereğince müvekkili lehine avukatlık ücreti takdirine, kötü niyetli dava açılmasına sebebiyet verdiğinden HMK’nın 329/2. maddesi gereğince davalının üst sınırdan disiplin para cezasına mahkum edilmesine, yargılama giderlerinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davacının Ras Al Khaimah Serbest ticaret bölgesinde kurulan bir şirket olduğundan 5718 sayılı MÖHUK’un 48. maddesi gereği teminat göstermesi gerektiğini, müvekkili ile davacı firma sahibi ve yetkilisi olan … ve kendisinin hakim ortağı … Ltd.Şti. arasında dava konusu 29.01.2012 tarihli sözleşmenin imzalandığını, sözleşmenin niteliği itibariyle TBK’nın 520/1. maddesinde tanımlanan gayrimenkul simsarlığı sözleşmesi olduğunu, sözleşmenin konu başlıklı 2. maddesinde görüleceği üzere, davacının davalı tarafından gerçekleştirilen projelerinin tanıtım ve pazarlamasını yaparak sözleşmenin önce ve sonrasında müşteri ile bağlantı kurulmasını sağlayacağı ve aracılık faaliyeti sonunda gerçekleşen her bireysel satış için komisyon ücretine hak kazanacağının düzenlendiğini, davacının defalarca dava dilekçesinde müvekkilinin tek yetkili temsilci ve satıcı olduğunu belirtmesine rağmen taraflar arasındaki ilişkinin izah edildiği şekilde nitelendirilmesinin mümkün olmadığını, davacının müvekkilinin projelerindeki bağımsız bölümleri kendi nam ve hesabına satmadığını, sözleşmenin 4. maddesi uyarınca projelerin tanıtımı ile pazarlamasını yaptığını, müşteriler ile bağlantı kurmak suretiyle satış öncesi ve sonrasında taraflar arasındaki koordinasyonu sağladığını, kendi faaliyeti sonucunda gerçekleşen bireysel daire satışları sebebiyle komisyon ücreti ödendiği göz önüne alındığında davacının tek satıcı olmadığını, yine davacının acente olarak nitelendirilmesinin de mümkün olmadığını, dava dilekçesinde yer verilen davacının körfez ülkelerinde tanınan ve saygın bir firma olduğu ve taraflar arasındaki sözleşmenin davacının portföy yaratma gücünden faydalanma gayesi ile imzalandığı iddiasının mesnetsiz olduğunu, davacı şirketin … tarafından mezkur sözleşmenin imzalanmasından hemen önce kurulduğunu, bu nedenle körfez ülkelerinde tanınan saygın bir firma olmadığını, davacı şirket hakkında içerisinde … Grubu ibaresi geçmeyen tek bir haberin dahi bulunmadığını, davacı şirket yetkilisinin 2006 yılında Türkiye’de kurulan mezkur şirketin müvekkili ile imzalanacak sözleşme nedeniyle elde edilecek gelir göz önüne alındığında Dubai’ de davacı şirketin kurularak işlemlerin hu şirket üzerinden yaptığını, taraflar arasındaki sözleşmenin 5.l, 5.2, 5.3 ve 5.4 maddesinde yer alan hükümlerin davacının yerine getirmediğini, sözü edilen faaliyetlerin ve işlemlerin tamamının davacı şirket hesabına müvekkili tarafnıdan yerine getirildiğini, davacı şirketin müvekkiline faaliyetleri sonrasında gerçekleştirilen kayda değer bir tanıtım ve pazarlama faaliyetinin bulunmadığını, davacının Kadıköy … Noterliğinin 29/01/2016 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile 29.01.2012 tarihli sözleşmesinin münhasır temsilcilik ilişkisinin hiçbir sebep belirtilmeksizin haksız ve hukuka aykırı feshedildiği iddiasının doğru olmadığını, taraflar arasındaki sözleşmenin süresinin bir yıl olduğunu ve süre uzatılmasına ilişkin yazılı bir anlaşmaya varılmadığını, müvekkilinin 20.01.2016 talihli ihtarnameyi davacının etik ve iyi niyet kurallarından uzak davranışları ve kendilerince de ikrar edildiği üzere, müvekkili şirket projelerinin pazarlamasını yaptıkları ülkelerde aynı sektörde faaliyet gösteren rakip şirket projelerini de pazarlamak suretiyle sözleşme konusu amacın gerçekleşmesini engelleyecek şekilde hareket ettiğini, müvekkil şirket kaynaklarını rakip şirketlerin menfaatinde kullanmaktan çekinmediğini, davacı ortaklarının şirket olanaklarını kullanarak Yalova’da körfez ülkelerine dönük proje yapıp satmaları ve müvekkili şirketi temsile yetkiliymiş gibi hareket etmeye devam etmeleri sebebiyle ihtarnamenin çekildiğini ve durumun kamuoyunun bilgisine sunulmasının zorunlu hale geldiğini, davacı tarafında müvekkili nezdinde doğmuş ancak ödenmemiş herhangi bir komisyon alacağının bulunmadığını, davacı Kadıköy … Noterliğinin 16.02.2016 tarih ve … yev nolu ihtarname ekinde gönderilen 26.04.2016 tarihli, … nolu, 35.326.968,69 USD faturanın Kadıköy … Noterliğinin 11.05.2016 tarihli ve … Y sayılı ihtarnamesi ile davacıya iade edildiğini, davacının körfez ülkeleri vatandaşlarına müvekkilinin projelerinden bir kısmının sattığını, Yeniköy arsasının da dahil 2.066.949.476,87 TL satış cirosu sağladığını bildirdiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin 6.2. maddesi uyarınca davacının kendi aracılık faaliyeti neticesinde gerçekleşen satışlar nedeniyle komisyon ödemesine hak kazanacağını, davacının kendisine ödenmeyen bir alacağının olmadığını, davacının iddia ettiği diğer bir hususun ise sözleşmeye aykırı şekilde komisyon alacağının %6 oranının altında belirlenerek alacaklarının tenkis edildiği olduğunu, ancak davacının davalı tarafından kendisine yapılan avans ödemelerinden kaynaklanan borcunu kapatmak amacıyla münferit bazı pazarlama faaliyetlerine girişilmesinin sona eren sözleşme kapsamına ele alınmayacağını, kabul anlamına gelememek kaydıyla, sözleşmenin sona erdiği 29.01.2013 tarihinden sonra davacının aracılık ettiği ve bu aracılık sonucunda gerçekleşen bireysel satışların bulunduğunun varsayılmalına karşın mezkur satışların bıı satışlardan doğduğu iddia edilen komisyon bedellerinin sözleşme dahilinde ve sözleşmeyle belirlenen %6 oranı üzerinden değerlendirilmesinin mümkün olmadığını; davacının iddia ettiği hususlardan bir diğerinin ise müvekkiline gerçekleştirilen toplu gayrimenkul satışlarının kendilerine bildirilen rakamlara eklendiğini, hile ile gizlenen toplu satışlara ilişkin komisyon bedellerinin haksız bir şekilde ödenmediği olduğunu, ancak toplu satışların sözleşmenin konusunu oluşturmadığından komisyon bedeli dahil hiçbir ödeme yapılmayacağının kararlaştırıldığını, bu nedenle davacının mesnetsiz iddialarına itibar edilmeyeceğini, davacının davalının komisyon ücretini düşük ödemek adına doğrudan kendi namına düşük bedellerle gayrimenkul satışı gerçekleştirdiğini, sonrasında yüksek bedelle satıldığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, davacının müvekkili nezdinde hiçbir hak ve alacağının bulunmadığı gibi, müvekkiline milyonlarca lira borcunun olduğunu, davacı şirket yetkilileri ile müvekkili şirket yetkilileri arasında şahsi yakınlık sebebiyle soyut ve mesnetsiz faturalar düzenlenerek avans niteliğinde ödemeler alındığını, sözleşmenin 4. maddesinde belirtilen sözleşmesel faaliyetleri kapsamında gerçekleşen harcamaların davacı tarafından ödemediğini, bu harcamaların müvekkili taralından davacı hesabına ödenmek zorunda kalındığını, yapılan incelemeler neticesinde cari hesap bakiyesinin kapatılmamış olması ve alacaklarını aşar şekilde faturalar tanzim edilmesinin ve bu yolla alınan avans ödemeleri sebebiyle 29/01/2016 tarihli ihtarname ile davacı şirket, şirket sahibi ile kardeşi …’ın ve aralarında organik bağ bulunan … Ltd.Şti.’ne ödenmeyen alacakların bir an evvel ödenmesi hususunun ihtar edildiğini, bu nedenle müvekkili şirket alacakları için takas mahsup talebinde bulunduğunu, sonuç itibariyle davacının sözleşmenin komisyon bedeli, temsilcinin aracılık ettiği ve bu aracılık sonucu gerçekleşen her bireysel satışı için şeklindeki 6.2 madde karşısında, komisyon ücretine hak kazanması için satışa aracılık etmesi ve bu aracılık faaliyetinin satış işlemiyle sonuçlanmasının şart olduğunu, davacının bu satışlardan pay alma peşinde olduğunu, müvekkili şirketin yönelim kurulu başkanı …’nun iyi niyetini ve güvenini istismar ederek hak edilen komisyon ücretlerinin çok üzerinde avans mahiyetinde ödemeler aldıklarını, bu bağlamada müvekkilinin davacıya yaptığı fazla ödemelerin, kendileri hesabına yapılan ödemeler ile sözleşmeye aykırı davranışları nedeniyle her türlü istirdat talep tazminat ve dava hakkı sakkı kalmak kaydıyla haksız ve mesnetsiz davanın reddini talep ettiklerini elirterek; öncelikle MÖHUK uyarınca teminat tayin edilerek teminatı yatırılması hususunda davacı şirkete kesin süre verilmesine, haksız ve mesnetsiz davanın reddine, kötü niyetli dava açılmış olması nedeniyle HMK’nın 329. maddesi uyarınca, müvekkili şirketle anlaşmaya varılan vekalet ücretinin tamamı ile üst sınırından disiplin para cezasına hükmedilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacıya tahmiline karar verilmesini talep etmiştir. Birleşen davada davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; taraf şirketler arasında 12/09/2011 tarihli sözleşmenin imzalandığını, davacının projelerinin pazarlanması, tanıtımı ve satış görüşmeleri yapılmasına ilişkin imzalanan bu sözleşmeden sonra davacı tarafından gerçekleştirilen konut projelerinin Körfez ülkelerinde tanıtımı ve pazarlanması hususunda 29/01/2012 tarihli simsarlık sözleşmesinin imzalandığını, devam eden süreçte davalının komisyon alacağı yönünden niza çıktığını; davalı şirketin komisyon alacağından dolayı Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/874 E sayılı dosyasıyla dava açtığını, sözleşmede bütün tanıtım ve organizasyon masraflarının simsarda olacağının düzenlendiğini, her ne kadar karşı taraf bu sözleşmeyi temsilcilik sözleşmesi olarak ifade etmekte ise de ortada açıkça bir simsarlık sözleşmesi bulunduğunu, sözleşmenin aksine tanıtım ve organizasyon masraflarının karşı tarafın yetkilisi …’ın talebi üzerine müvekkili şirket tarafından karşılandığını, davalı simsar şirket tarafından Türkiye’ye getirilen yabancı uyruklu müşterilerin otel, konaklama, yeme içme ve araç kiralama bedelleri ile Dubai, Katar gibi yurt dışında yapmış bulunduğu faaliyetlere ilişkin masrafları müvekkilinin karşıladığını, bu harcamaların davalının isteği üzerine yapıldığını, davalının bu harcamaları müvekkiline ödeyeceğini bildirdiğini, bu harcamalara ilişkin faturaları müvekkilinin ödediğini, bu masraflardan davalının sorumlu olduğunu, bu alacaklarını karyı tarafın alacaklarına takas ve mahsup haklarının bulunduğunu, TBK’nun 139. maddesi uyarınca takas ve mahsup şartlarının mevcut olduıunu, bu alacakların sözleşmeden kaynaklandığını, sözleşme gereği karşı tarafça yapılacak harcamaların onun isteği ile müvekkili tarafından karşılandığını belirterek; 18.488.956,39 TL masrafın davalıdan tahsiline, karşı tarafın İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/874 Esas sayılı dosyasında (ana davada) bir alacağı çıkarsa bu alacaktan takas ve mahsubuna karar verilmesini talep etmiş, iş bu dosyanında Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/874 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesini istemiştir. Birleşen davada davalı vekili, savunmasında özetle; birleşen davanın kasıtlı olarak açıldığını, birleşen davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, birleşen davada davacı tarafın taleplerinin zamanaşımına uğradığını, bu nedenle davanın reddi gerektiğini, müvekkilinin 12/09/2011 tarihli protokolün tarafı olmadığını, birleşme kararı verilen İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2020/30 E. 2020/117 K. Sayılı dosyası kapsamında …’ye husumet yöneltilmesinin de mümkün olmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunuda, gerekçeli kararda gösterilen nedenlerle özetle; asıl davanın, taraflar arasındaki tek yetkili (acente) sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle bakiye komisyon alacağı ve denkleştirme tazminatı tahsiline, birleşen davanın ise birleşen dava davacısının davalı nam ve hesabına yaptığı masrafların tahsili istemine ilişkin olduğu, asıl davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu, davacının dava dilekçesinde davaya konu alacağını TL olarak talep etmesi nedeniyle alacağın TL’ye dönüştüğü ve bundan sonra ABD doları olarak talep etme imkanının kalmadığı, davacının komisyon alacağının dava tarihindeki kur üzerinden TL olarak belirlendiği, portföy tazminatı için yasada aranan koşulların bulunmadığı, birleşen davada ise davanın yaptığını iddia ettiği pazarlama giderlerinden davalının sorumlu olduğunun kanıtlanmadığın gerekçeleriyle; toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporları ışığında asıl davadaki komisyon alacağı talebinin kısmen kabulüne, asıl davada denkleştirme tazminatı (portföy tazminatı) talebinin reddine, birleşen davanın ise bütünüyle reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, her iki taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı – birleşen davada davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Asıl davadaki bakiye komisyon alacağı ile ilgili olarak, talep ettikleri gibi ABD Dolarının fiili ödeme tarihindeki TL karşılığı üzerinden hüküm kurulması gerekirken, dava tarihindeki kur üzerinden TL olarak hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğunu, mahkemenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, bu davada bakiye komisyon alacağının tutarının kesin olarak belirlenebilmesi için dava dışı …’dan müzekkere ile davaya konu satışlar ile ilgili bilgiler istendiğini ve bilirkişilerin hem dava dışı …’un hem de davalının kayıtlarını incelemek suretiyle bakiye komisyon alacağını kesin olarak belirlenebildiğini, davacının davadan önce bakiye komisyon alacağı ile ilgili davalıya gönderdiği 26.04.2016 tarihli faturasında belirtilen 35.326.968,69 USD tutarındaki bakiye komisyon alacağını tahminen ve yaklaşık olarak hesaplamışsa da davalının bu faturaya hemen itiraz ettiğini ve bilirkişi raporunda davacının 15.233.605,70 USD bakiye komisyon alacağı olduğunun hesaplandığını, görüldüğü gibi davacının bakiye komisyon alacağını kendi kayıtlarına göre kesin olarak hesaplayamadığının gerek bilirkişi raporundaki hesaplamalar ve gerekse davalının bu konudaki itirazı ile ortada olduğunu, kaldı ki davacının davaya konu satışlarla ilgili pazarlıklara ve nihai satış tutarlarına doğrudan vakıf olamadığı için ve … ve davalı kayıtlarına da erişemediği için bakiye komisyon tutarını kendisinin kesin bir şekilde hesaplayabilmesinin mümkün olamadığının açıkça ortada olduğunu ve bu durumun mahkemenin gerekçeli kararında da tespit ve teyit edildiğini, sözleşmenin uygulaması sırasında dahi davacının, davalının verdiği satış bilgileri üzerine fatura kesebildiğini, davacının o aşamada da doğrudan komisyon hesaplama yapabilmesinin mümkün olamadığını, davacının kestiği son bakiye komisyon faturasından eınin olmadığı için bu konudaki alacağını icra takibi ve olası bir itiraz halinde itirazın iptali davası şeklinde yürütmeyi uygun görmediğini ve bakiye komisyon alacağının belirlenmesi için işbu davayı açmayı hukuken daha doğru bulduğunu, mahkemenin iş bu davayı belirsiz alacak davası olarak nitelendirmesinden sonra bu tür bir davadaki talep artırımını, kısmi davalardaki ıslah işlemi şeklinde değerlendirmesi ve bu kapsamda TBK’nın 99. maddesine atıfla işbu davadaki talep artırımdaki ABD Dolarının fiili ödeme günündeki TL karşılığı talebi hakkında yanlış değerlendirme yapmasının hukuka açıkça aykırı olduğunu, belirsiz alacak davasında TBK’nın 99. maddesinin uygulanamayacağını, uygulanırsa belirsiz alacak davasının HMK’nın 107. maddesindeki tanımına aykırılık oluşturacağını, hukuken bu çelişkiye izin verilemeyeceğini, Davalının, 18.12.2019 tarihli talep artırım dilekçesine karşı verdiği 27.12.2019 tarihli itiraz dilekçesinde, talep artırımının ABD Dolarının fiili ödeme tarihindeki TL karşılığı şeklinde yapılmasına hiçbir itirazda bulunmadığını, itirazların zamanaşımı ve davanın belirsiz alacak davası olmadığı konularına ilişkin olduğunu, davalının bu konudaki itirazlarına talep artırımından çok uzun süre sonra aldığı uzman görüşlerinden sonra başladığını, bilindiği gibi HMK uygulamasında, talep artırımı ve ıslah dilekçeleri karşı tarafa gönderildikten sonra bu konudaki itirazların iki haftalık süre içinde bildirilmesi gerektiğini, bu davada da davalının iki haftalık süre içinde talep artırımı ile ilgili itiraz dilekçesini sunduğunu, ancak o dilekçede talep artırımının ABD Dolarının fiili ödeme tarihindeki TL karşılığı şeklinde yapılmasına hiçbir itirazda bulunmadığını, dolayısıyla mahkemenin kabulünün aksine, davalının bu konuda süresinde yaptığı kanuna uygun bir itiraz olmadığını, HMK’nın savunmanın değiştirilmesi ile ilgili yasak maddeleri kapsamında davalının süresinden sonra bu konuda yaptığı itirazların dikkate alınamayacağını, tüm bu açıklamalar dikkate alındığında, bir an için davadaki talep artırımının ıslah gibi işleme tabi tutulacağı kabul edilse ve TBK’nın 99. maddesindeki seçimlik haklar ile ilgili olduğu düşünülse dahi ıslah ile seçimlik haklar da değiştirilebileceğinden, mahkemenin aksi yöndeki gerekçesinin de kabul edilemez olduğunu, Tüm bunlardan ayrı olarak, mahkemenin talep artırımındaki rakamı çevirdiği kurun da hatalı olduğunu, bir an için davacının bakiye komisyon alacağının ABD Dolarının fiili ödeme tarihindeki TL karşılığı değil de TL üzerinden hükme bağlanması gerektiği kabul edilmesi halinde de dadacının ABD Doları olan alacağının hangi tarihteki kurun esas alınarak TL’ye çevrileceği ve hüküm altına alacağının doğru tespit edilmesi gerektiğini, mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, dava tarihinin 26.7.2016 ve bilirkişi raporunda tespit edilen bakiye komisyon tutarı üzerinden davadaki talep artırım tarihin 18.12.2019 olduğunu, mahkemenin herhangi bir hukuki dayanağı olmaksızın dava tarihi olan 26.7,2016 tarihindeki ABD Doları kuru olan 3,0453’ü esas alarak bilirkişi raporunda hesaplanan bakiye komisyon tutarı 15.215.700,62 ABD Dolarının 46.336.373,09 TL olduğunu belirterek bu tutar üzerinden hüküm kurduğunu, tamamlama harcının da tamamlama tarihindeki kurdan hesaplandığını, mahkemenin bakiye komisyon ile ilgili dava tarihindeki kuru esas almasının hiçbir hukuki dayanağı olmadığını ve gerekçede de bunun sebebini belirtilmediğini, bu davada bakiye komisyon alacağı bakımından eğer TL olarak hüküm kurulacak ise talep artırım tarihindeki kur dikkate alınarak alacağın TL’ye çevrilmesi ve bu konudaki alacağın tümüne dava tarihinden itibaren faiz isletilmesi gerektiğini, taraflar arasındaki ticari ilişkinin ABD Doları üzerinden yürütüldüğünün bilirkişi raporunda da tespit edildiğini, dolayısıyla, işbu davadaki talep artırımının ABD Dolarının fiili ödeme tarihindeki TL karşılığı olarak talep edilmesinin esas bakımından da kanuna ve emsal Yargıtay kararlarına uygun olduğunu, Asıl davadaki portföy (denkleştirme) tazminatı talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, çünkü TTK’nın 122. maddesinde düzenlenen portföy (denkleştirme) tazminatının hakkaniyet ilkesine dayalı olduğunu, dolayısıyla, bu konuda mahkemece yapılacak yorumların bu ilkeye olmaması gerektiğini, ayrıca bu madde yorumlanırken emsal Yargıtay uygulamaları ve kabullerinin ve karinelerin de gözden uzak tutulmaması gerektiğini, mahkemenin bu konudaki yorumunun açıklanan tüm bu hususlara aykırı olduğunu, bu konuyla ilgili Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Öğretim Üyeleri olan Prof. Dr. … ve Prof. Dr. … tarafından hazırlanan uzman görüşünün de ekli olduğunu, dolayısıyla mahkemenin ret gerekçesinin dosyadaki delillere, kanuna, emsal Yargıtay kararlarına, bu konudaki karinelere ve özellikle de hakkaniyete aykırı olduğunu, Davalı tarafın, davacının rakip başka firmalara da aracılık hizmeti verdiği iddiasının ise ispata muhtaç kaldığını, sırf davacının dava dilekçesinde kendini tanıtırken uluslararası gayrimenkul firmalarının projelerinin tanıtımı, pazarlanması faaliyetlerinde bulunduğuna dair beyanı ile davacının davalı ile rekabet halinde olan firmalara aynı tarih ve bölgede hizmet verdiği sonucunun çıkarılamayacağını, Mahkemenin, portföy tazminatını değerlendirirken bu konudaki bilirkişi tespitlerini de göz ardı ettiğini, bilirkişi raporunda sözleşmenin davalı tarafından haksız feshedilmesinin, davacının dört yıllık süredeki tanıtımı faaliyeti sonrasında yapılan yüksek satış tutarı, sözleşmenin feshinden hemen sonra Körfez ülkelerin vatandaşlarına davalının 27.002.947,11 USD gibi yüksek bir tutarda satış yaptığı gerekçe gösterilerek portföy tazminatı hesabı yapıldığını, mahkemenin yukarıda özetlenen hatalı gerekçelerinin, bilirkişi raporunun bu konudaki doğru gerekçelerini çürütemediğini, dolayısıyla bilirkişi raporundaki gerekçeler ve yapılan portföy tazminatı hesabının hukuka, emsal Yargıtay kararlarına ve hakkaniyete uygun; mahkemenin aksi yöndeki düşüncesinin ise hatalı olduğunu, TTK’nın 122/3. maddesi uyarınca, acentenin denkleştirme talebinde bulunabilmesi için sözleşmenin sona ermesinde acentelik veren tarafın kusurlu bulunmasının şart olmadığını, ancak sözleşmenin acentenin kusuru ile sona ermemiş olması gerektiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin asıl davaya dair istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, asıl davaya ilişkin kararın kaldırılmasına, 15.233.605,70 ABD doları bakiye komisyon alacağının, dava tarihinden fiili ödeme gününe kadar işleyecek şekilde Devlet bankalarının ABD doları ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranındaki faizi ile birlikte, fiili ödeme tarihindeki T.C. Merkez Bankasının efektif satış kuru üzerinden hesaplanacak TL karşılığının davalıdan tahsiline, 11.759.502,36 ABD doları portföy tazminatının dava tarihinden fiili ödeme gününe kadar işleyecek şekilde Devlet bankalarının ABD doları ile açılmış hir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranındaki faizi ile birlikte fiili ödeme tarihindeki T.C. Merkez Bankasının efektif satış kuru üzerinden hesaplanacak TL karşılığının davalıdan tahsiline; bu talebin kabul edilmemesi halinde ve bir an için, davacının bakiye komisyon alacağının ABD Dolarının fiili ödeme tarihindeki TL karşılığı değil de TL üzerinden hükme bağlanması gerektiği kabul edilirse, talep artırım tarihi olan 18.12.2019 tarihindeki kur olan 5,8752 üzerinden yapılacak hesaplama ile yukarıda belirtilen ve bilirkişi raporu ile tespit edilen bakiye komisyon alacağının (15.233.605.70 ABD doları) ve portföy tazminatının (11.759.502,36 ABD doları) hüküm altına alınmasına ve bu alacaklara dava tarihinden itibaren ticari (avans) faizi yürütülmesine; bu talep de kabul görmediği takdirde, talep artırım tarihi olan 18.12.2019 tarihindeki kur olan 5,8752 üzerinden yapılacak hesaplama ile yukarıda belirtilen ve bilirkişi raporu ile tespit edilen bakiye komisyon alacağının (15.233.605,70 ABD doları) ve portföy tazminatının (11.759.502,36 ABD doları) hüküm altına alınmasına ve bu alacaklarına talep artırım tarihinden itibaren ticari (avans) faizi yürütülmesine, yargılama giderlerinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı- birleşen davada davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davacının, asıl davada artırılan talep sonucuna göre, daha önce yatırdığı yabancılık teminatının artırılması gerektiğini, Asıl davada, alacak iddiasının kabulü anlamına gelmemek kaydıyla, iddia edilen alacağın konusu ve içeriği irdelendiğinde, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı ortada iken ilk derece mahkemesinin hatalı bir karar verdiğini, davacının bedel artırım olarak nitelendirdiği dilekçesinin bedel artırım değil, ıslah dilekçesi olduğunu, davacının söz konusu dilekçe ile faiz ve para birimini değiştirmek istemiş olup söz konusu dilekçenin bedel artırım olarak nitelendirilmesinin kabul edilemeyeceğini, söz konusu dilekçenin ıslah olarak nitelendirilmesi gerekmekte olup sonrasında ıslah hükümlerince süresinde ve hukuki şartlarda yapılmayan ıslahın yok hükmünde sayılması gerektiğini, yine alacağın kabulü anlamına gelmemek kaydıyla, asıl davada davacının alacak tercihini TL cinsinden yana kullanmakla artık alacağını USD cinsinden talep edemeyeceğini, davacı tarafından açılan dava TL cinsinden açılmış olup ıslah dilekçesi ya da bedel arttırım ile yabancı bir para birimi üzerinden talepte bulunulmasının mümkün olmadığını, mahkemenin bu konudaki değerlendirmesinin isabetli olduğunu, TBK’nın 99. maddesi uyarınca belirsiz alacak davalarında uygulanmayacağının salt yorumla iddia edilmesinin kabul edilebilir olmadığını, söz konusu dilekçenin ıslah olduğu ortada olup bu hususun davanın da belirsiz alacak davası olmayıp kısmi dava olduğunu ortaya koyduğunu, Eğer davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı kabul edilirse, bu kez öncelikle davanın belirsiz alacak davası olarak acılamayacağı dikkate alınarak, hukuki yarar yokluğu nedeniyle asıl davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, yine asıl davanın belirsiz alacak davası olduğuna kanaat getirilse dahi işbu davanın belirsiz alacak davası çeşitlerinden kısmi eda- külli tespit davası olduğu dikkate alınarak, faiz başlangıç tarihin de buna göre belirlenmesi gerektiğini, Asıl davada verilen bedel artırım dilekçesinin ıslah dilekçesi olduğu kabul edilerek öncelikle ıslah dilekçesinin usulüne uygun olmadığından yok hükmünde olduğuna karar verilmesi gerektiğini, aksine bir görüş olması halinde ise ıslah dilekçesi tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerektiğini, bu hukuki talep de dikkate alınmadığında bakiye komisyon alacağının kabulü anlamına gelmemek kaydıyla davanın kısmi dava olarak açıldığının kabulü ile birlikte öncelikle ıslah dilekçesinin yok hükmünde olduğuna aksi bir düşünce olması halinde ise faiz başlangıç tarihinin ıslah dilekçe tarihinin esas alınmasına karar verilmesi gerektiğini, Davacının istinaf başvuru dilekçesinde TBK’nın 99. madde incelemesi yaparken bir takım hukuki değeri olmayan, dayanaksız ve kafa karıştırma adına iddialarda bulunmuş olup bu hususların kabulünün mümkün olmadığını, Müvekkili şirket tarafından 26.01.2012 tarihli sözleşme haklı nedenle feshedilmiş olup, mahkemece sözleşmenin feshinin haksız olduğuna kanaat getirilmesinin hukuken kabul edilemez olduğunu ve reddi gerektiğini, TTK’nın 122. maddesi gereğince portföy tazminatına hak kazandığına ilişkin ispat külfeti davacı tarafta olup, davacı tarafından bu husus ispat edilemediğini, TTK’nın 122/3. madde kapsamında olumsuz bir durum söz konusu olmayıp, hakkaniyet ilkesine aykırılık bulunmadığını, Taraflar arasındaki sözleşmenin sona ermesinden sonra müvekkilinin, davacı tarafından sağlanan yeni müşteriler sayesinde önemli bir menfaat elde etmediğini, davacının ücret kaybına sebep olmadığını, mahkemenin “Davalının önemli ölçüde menfaat elde etmeye devam ettiğinin ispatlanmadığı, davacının fesih ihtarından sonra körfez ülkeleri vatandaşlarına başka şirketler adına satış faaliyeti için pazarlama faaliyetini yürütebileceğini, davacının davalıya devrettiği müşteri çevresinden gelir elde etme imkanını kaybetmediği” yorumlarıyla, müvekkilinin önemli bir menfaat elde ettiğini ispat külfetinin davacıda olduğunu ve davacının herhangi bir ücret kaybına uğramadığı gerekçesi ile portföy tazminatını reddetmesinin yerinde olduğunu, Asıl davada reddedilen komisyon alacağı ve portföy tazminatı tutarları üzerinden müvekkili lehine tayin edilen yargılama gideri niteliğinin ve vekalet ücretinin eksik ve yanlış hesaplandığını, reddedilen her iki kalem alacak üzerinden ayrı ayrı nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, vekalet ücreti hesabında hata edilerek eksik ücrete hükmedildiğini, yargılama giderlerine de yanlış hükmedilmiş olduğunu, Birleşen davada müvekkili tarafından yapılan pazarlama faaliyeti giderlerinin talep edildiğini, müvekkilinin yaptığı bu giderlerden davalının sorumlu olduğunu, müvekkilinin bu harcamaları davalının isteği ve ödeyeceğini bildirmesi üzerine yaptığını, birleşen davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verildiği, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu asıl ve birleşen davalara ilişkin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve asıl davadaki tüm taleplerin reddine, birleşen davanın kabulüne, karşı tarafın istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Asıl dava, taraflar arasındaki tek yetkili aracı acentelik sözleşmesinden kaynaklanan bakiye komisyon alacağının ve sözleşmenin haksız feshi nedeniyle denkleştirme tazminatı (portföy tazminatı) alacağının tahsili taleplerine; birleşen dava ise birleşen dava davacısının davalı nam ve hesabına yaptığı pazarlama masraflarının davalıdan tahsili talebine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda, asıl davada komisyon alacağı talebinin kısmen kabulüne, denkleştirme tazminat talebinin reddine, birleşen davanın ise reddine karar verilmiş; bu karara karşı, her iki taraf vekillerince, yasal süreler içinde istinaf başvurularında bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Asıl davada davacı vekilinin, asıl davaya yönelik istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde: Asıl davada davacı- birleşen davada davalı vekilinin istinaf başvurusu, sadece asıl davaya yöneliktir; birleşen dava hakkında verilen hükme karşı bir istinaf başvurusu yoktur. Asıl davada mahkemece taraflar arasındaki ilişkinin acentelik sözleşmesi olduğu, sözleşmedeki komisyon oranının %6 olarak belirlendiği, bu oranın daha sonra değiştirildiğinin kanıtlanmadığı, davanın belirsiz alacak davası olarak kabul edildiği, dava dilekçesiyle davacının TL talep etmesi nedeniyle alacağın artık döviz olarak talep edilemeyeceği, zamanaşımı definin yerinde olmadığı gerekçeleriyle asıl davadaki komisyon alacağı talebi kısmen kabul edilmiş; denkleştirme tazminatı için yasal koşulların kanıtlanmadığı gerekçesiyle de denkleştirme tazminatı talebi reddedilmiştir. Davacı vekili, portföy tazminatı talebinin kabulü gerektiğini belirterek, bu konudaki ret kararını istinaf etmiştir. İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde de işaret edildiği üzere, portföy tazminatı talep edebilmesi için dört koşulun gerçekleşmesi gerekir: 1-Acentelik sözleşmesinin denkleştirme talep edecek şekilde sona ermiş olması, 2-Acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra müvekkilin, acentenin çabasıyla oluşturulan yeni müşteri çevresinden önemli menfaatler elde etmeye devam etmesi, 3-Sözleşmenin sona ermiş olması nedeniyle acentenin, müvekkiline devrettiği yeni müşteri çevresinden gelir elde etme imkanını kaybetmiş olması, 4-Acenteye denkleştirme ödenmesinin hakkaniyete uygun (hakkaniyetin bir gereği) olması ( Özge Ayan, Acentenin Denkleştirme Talep Hakkı, Seçkin Yayınları, Ankara 2008, s. 146 vd; Arslan Kaya, Ticaret Kanunu Şerhi- Birinci Kitap Ticari İşletme- Yedinci Kısım-Acentelik, 2. Basım, İstanbul 2016, s.247 vd). Bu açıklamaya göre, mahkemece öncelikle bu dört koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilmelidir. Bundan sonra, koşulları varsa, alacağın hesaplanmasına geçilmelidir. Somut olayda ilk derece mahkeme gerekçesinde de isabetli şekilde yer verildiği üzere; fesih ihtarnamesinden sonra davalı şirketin Körfez ülkeleri vatandaşlarına 27.002.947,11 USD tutarında satış yaptığı tespit edilmişse de bu satışların davacının daha önce kazandırdığı müşterilere yapıldığı kanıtlanmadığı gibi, davacının taraflar arasındaki sözleşmenin feshinden sonra Körfez ülkeleri vatandaşlarına başka şirketler adına satış faaliyeti için pazarlama faaliyeti yürütülebilme imkanının bulunduğu, bu kapsamda davacının davalıya ait taşınmazların satışında kullandığı müşteri portföyünden gelir elde etme imkanını kaybettiğinin söylenemeyeceği, işin mahiyeti itibariyle davalının da bu müşteri çevresinden önemli ölçüde menfaat elde etmeye devam ettiğinin, yani daha önce davacı aracılığı ile satış yapılan müşterilere fesihten sonra da davalı tarafından başka satışlar yapıldığının kanıtlanmadığı, bu koşullar gerçekleşmeden sadece hakkaniyetin denkleştirme tazminatı ödenmesini gerektirmediği kanaatine varıldığından, denkleştirme tazminatı isteminin reddine dair ilk derece mahkemesi kararı isabetli olup, aksi yöndeki istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir. Davacı vekili, dava dilekçesinde TL talep etmiş olmalarının talep artırma/ ıslah dilekçesiyle alacağın döviz olarak talep edilmesine engel olmayacağını, belirsiz alacak davasında TBK’nın 99. maddesinin uygulanamayacağı, alacak taleplerinin, talep artırım dilekçesinde belirtildiği üzere ABD doları üzerinden kabulü gerektiğini, tahsil tarihindeki kurun esas alınması gerektiğini, bu kabul edilmediği takdirde ise talep artırım dilekçesinin verildiği tarihteki kurun esas alınması gerektiğini ileri sürerek kararı istinaf etmiştir. TBK’nın 99/2. maddesi uyarınca, döviz alacağı olan bir alacaklıya, seçimlik haklar verilmiştir. Buna göre alacaklı, alacağının aynen (tahsil tarihindeki kur üzerinden) tahsilini talep edebileceği gibi vade tarihindeki kur üzerinden TL karşılığının ödenmesini isteyebilir. Alacaklı bu hakkını bir kez kullandığında, bu beyan yenilik doğurucu bir hak olarak, alacağı TL alacağına dönüştürür. Bu hukuki sonuç; usul hukukuna değil, maddi hukuka ilişkin bir sonuç olup usul hukukuna ilişkin bir işlemle (örneğin ıslah yoluyla) alacağın tekrar döviz alacağına dönüştürülmesi mümkün değildir. Çünkü, alacaklı tarafından tercih hakkının kullanılması, maddi hukukta sonuçlarını doğurmuştur. Bu konuda ayrıntılı hukuki değerlendirme, dosyaya sunulan Prof. Dr. …’in mütalaasında yapılmıştır. Bu hukuki açıklamaya göre somut olaya gelindiğinde; davacı, dava dilekçesinde gerek komisyon alacağını gerekse portföy tazminatı alacağını TL olarak istemiştir. Yani, TBK’nın 99/2. maddesinde düzenlenen seçim hakkını dava dilekçesiyle kullanmış ve dava tarihi itibariyle tüm alacağını TL’ye dönüştürmüştür. Bundan sonra herhangi bir usul işlemiyle (bedel artırımı ya da ıslah dilekçesiyle) bundan dönülmesi ve alacağın tekrar döviz alacağına dönüştürülmesi mümkün değildir. Bu nedenle davacının, alacağın döviz olarak ya da tahsil tarihindeki kur üzerinden tahsil kararı verilmesi yönündeki talepleri yerinde değildir. Aynı şekilde davacı, dava tarihinde alacağını TL’ye dönüştürdüğüne göre, talep artırımı ya da ıslah yoluyla davaya konu edeceği bakiye alacağının da dava tarihinde TL’ye dönüştüğünün kabulü gerektiğinden, davacı vekilinin talep artırım/ ıslah tarihindeki döviz kurunun esas alınması gerektiği yönündeki istinaf nedeni de yerinde görülmemiştir. Bu nedenlerle, asıl davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddi gerekmiştir. Asıl davada davalı vekilinin, asıl davaya yönelik istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde: Asıl davada davalı- birlişen davada davacı vekili, hem asıl davada verilen hükmü hem de birleşen davada verilen hükmü istinaf etmiştir. Öncelikle, asıl davada verilen hükme yönelik istinaf nedenlerinin incelenmesinde; Asıl dava yönünden, davacı tarafından dava şartı niteliğindeki yabancılık teminatı davanın başında yatırılmış ve dava şartı tamamlanmış olup, yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verildiğinden, davalı vekilinin teminata yönelik istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Asıl davada davalı vekilinin istinaf sebeplerinin açıklanabilmesi için öncelikle, asıl davanın kısmi dava mı yoksa belirsiz alacak davası mı olduğu konusunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Davacı vekili dava dilekçesinde, her iki alacak kalemi yönünden fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak, şimdilik her iki alacak kalemi yönünden 500 biner TL talepte bulunmuştur. Dava delikçesinde bazı alacak kalemlerini hesaplayamadığını, bu hususların davalının kayıtlarından ve celbediecek delillerden tespit edileceğini belirtmiş ise de davanın belirsiz alacak davası olduğuna dair bir ibareye yer verilmemiş, fazlaya ilişkin dava ve talep haklarının saklı tutulduğu belirtilmiştir. Yargıtay 3. HD’nin 2021/5148 E- 2021/9250 K sayılı, 29.09.2021 tarihli karar gerekçesinde de belirtildiği üzere; davacı vekili dava dilekçesinin hiç bir yerinde belirsiz alacak davasında söz etmemiş, hukuki dayanak olarak HMK’nın 107. maddesine dayanmamıştır. İstisnai dava türlerinden olan belirsiz alacak davasından söz edebilmek için bunun açıkça belirtilmesi ya da davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının anlaşılması gerekir. Dava dilekçesinde bu konuda bir açıklık bulunmadığı sürece dava, kısmi dava kabul edilir. Nitekim dava dilekçesinde fazlaya ilişkin dava ve talep haklarının saklı tutulmuş olması da davanın kısmi dava olduğunu ortaya koymaktadır. Somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde alacak kalemlerini tek tek açıkladıktan sonra dava dilekçesinin 4. sayfasında ” Tablo 1’de belirtilen veya belirtilmeyen tüm deliller hem müvekkil hem davalı şirket hem de kamu kurumu niteliğinde bulunan … A.Ş VE tapu müdürlüklerinden celp edilecek ticari defter ve kayıtları ile müvekkil şirketin gerçek alacağının tespit edilmiş olacağını” yine dava dilekçesinin 5. sayfasında bir kısım satışların gizlendiği ve komisyon tutarlarının ödenmediği belirtilerek mahkemece yapılacak inceleme ve değerlendirmelerle netlik kazanacağı” belirtilerek fazlaya ilişkin bakiye komisyon alacak ve haklarını saklı tutulduğunu belirterek açıklama yapmış ise de davasını belirsiz alacak davası olarak açtığına dair bir beyana yer vermemiştir. İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde de belirtildiği üzere, belirsiz alacak davası açma koşullarının bulunduğu durumlarda da kısmi dava açılması mümkündür. Davacı kanunun kendisine verdiği belirsiz alacak davası açma imkanını kullanmamış olup, dava, tüm talepler yönünden kısmi davadır. Bu konuda ayrıntılı hukuki değerlendirmeler Prof. Dr. … ve Prof. Dr. … tarafından düzenlenen hukuki mütalaalarda yer almaktadır. Bu nedenlerle, ilk derece mahkemesinin davayı belirsiz alacak davası olarak nitelendirmesi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan, asıl davada davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedenleri yerinde olup karar gerekçesinin düzeltilmesi gerekmiştir. Acentelik sözleşmesinden doğan tüm talepler TBK’nın 147/b-5 maddesi uyarınca beş yıllık zaman aşımına tabi olup, zaman aşımı sözleşmenin fesih tarihinden itibaren işlemeye başlar (Prof. Dr. Arslan Kaya, Acentelik, İstanbul, 2016, s.221). Çünkü alacak hakkındaki zamanaşımı süresi alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin devam ettiği dönemde alacağın herhangi bir vadesinin bulunmaması nedeniyle zamanaşımının işlemediğinin, zamanaşımının sözleşmenin feshi tarihinden itibaren işlemeye başladığının kabulü gerekir. Buna göre, somut olayda dava ve ıslah dilekçelerinin tarihleri dikkate alındığında, beş yıllık zamanaşımı süresinin geçmediği anlaşıldığından, davalı vekilinin zamanaşımı definin reddine dair ilk derece mahkemesi kararı sonucu itibariyle isabetli bulunmuştur. Bu nedenle davalı vekilinin zamanaşımına dayalı istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Asıl davada davalı vekili ıslahın süresinde olmadığını ileri sürmüş ise de mahkemece verilen süre içinde ıslahın yapıldığı, ıslaha dair kanuni sürenin geçtiğinden söz edilemeyeceği, ıslahın tahkikat bitmeden yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacının ıslah beyanı kısmi ıslah niteliğindedir. HMK’nın 181. maddesindeki bir haftalık sürenin uygulanabilmesi için, ıslahı yapan tarafın açıkça ıslah ettiği hususu beyan etmesi gerekir. Yani bir ıslah beyanının ileri sürülmüş olması, hangi işlemin ıslah edildiğinin belirtilmesi gerekir. Somut olayda davacı talep artırımı yapacağını bildirmiş, mahkeme kendisine süre vermiş ve verilen bu süre içinde dilekçe verilmiştir. Davacının ıslah iradesi, ıslah dilekçesiyle (terditli olarak ıslah beyanı içeren dilekçesiyle) ortaya çıkmış olup, davalı vekilinin ıslahın süresinde olmadığına dair istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Asıl davada davalı vekili, ıslahla artırılan kısım yönünden temerrüt faizinin ıslah tarihinden itibaren yürütülmesi gerektiğini ileri sürmüş ise de dosyanın yapılan incelemesinde; davacı, asıl davaya konu komisyon alacağı için düzenlediği faturayı da tebliğ etmek suretiyle Kadıköy … Noterliğinin 06.05.2016 tarihli, … Y sayılı, ihtarnamesiyle alacağını talep etmiş ve yedi günlük ödeme süresi vermiştir. Davalı … vekili bu ihtara karşı düzenlediği Kadıköy … Noterliğinin 11.05.2016 tarihli, … Y sayılı cevabi ihtarnamesiyle cevap vermiş ve bu alacak iddiasına karşı koymuştur. Bu durumda davalının, davacının komisyon alacağı yönünden, yedi günlük ödeme süresinin sonunda 18.05.2016 tarihi itibariyle mütemerrit olduğunun kabulü gerekir. Dava ise bu tarihten sonra açılmıştır. Davalının temerrüdü dava ve ıslahtan önce gerçekleştiğinden, temerrüt faizinin başlangıcı yönünden ıslah tarihinin bir önemi yoktur. Davacı, daha önceki bir tarihten itibaren faiz talep etme hakkı mevcut iken ıslah dilekçesinde dava tarihinden itibaren faiz talep ettiğinden, ilk derece mahkemesince, toplam alacak üzerinden dava tarihinden itibaren temerrüt faizi yürütülmesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiş, bu yöne ilişkin davalı vekilinin istinaf nedenleri kabul edilmemiştir. Mahkemece taraf delileri toplanmış, bilirkişi incelemesi yaptırılarak raporlar alınmış, gerekçeli kararında da sunulan uzman raporları da değerlendirilerek hüküm kurulmuştur. Bilirkişi raporları ve taraflarca sunulan uzman görüşlerinin takdiri delil niteliğinde olduğu da tartışmasızdır. Kaldı ki HMK’nın 33. maddesi uyarınca hukuki konular mahkemece bilinmesi gereken konular olup mahkemece kararın hukuki gerekçeleri ortaya konulmuş olup hukuki gerekçesindeki hatalar Dairemizce düzeltilmiştir. İlk derece mahkemesi, ayrıntılı gerekçelerini göstermek suretiyle, taraflar arasındaki sözleşmenin acentelik sözleşmesi niteliğinde olduğunu ortaya koymuştur. İlk derece mahkemesinin bu konuda ortaya koyduğu hukuki gerekçe isabetli bulunmuştur. Taraflar arasındaki sözleşme hükümleri dikkate alındığında, sözleşmenin acentelik ilişkisi niteliğinde olduğu kanaatine varılmaktadır. 29.02.2012 tarihli sözleşmenin 4.1 maddesinde davacının belirlenen sözleşme konusu bölgede tek yetkili temsilci olduğu hüküm altına alınmıştır. Buna göre davacının tek yetkili temsilci olmadığı yönündeki davalı iddiaları mesnetsizdir. İlk derece mahkemesinin karar gerekçesinde gösterilen nedenlerle ve dosyaya sunulan Prof. Dr. … ve Prof. Dr. … tarafından düzenlenen hukuki mütalaadaki tespitler doğrultusunda, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin acentelik ilişkisi olduğu, acentenin TTK’nın 102. maddesinde tanımlanan “aracı acente” niteliğinde olduğu kanaatine varılmıştır. Bu nedenle davalı vekilinin, taraflar arasındaki ilişkinin acentelik ilişkisi olmadığı, simsarlık ilişkisi olduğu yönündeki istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Sözleşmenin 8.1 maddesinde sözleşme süresinin bir yıl olarak belirlendiği, yine aynı sözleşme hükmü uyarınca sözleşme süresi sonunda tarafların ancak yazılı olarak anlaşmaya varmak suretiyle sözleşmeyi uzatabilecekleri düzenlenmiştir. Davalı vekili, bu hükme göre sözleşmenin yazılı olarak yenilenmediğini ileri sürerek, süreli sözleşmenin 29.01.2013 tarihinde kendiliğinden sona erdiğinin kabulü gerektiğini ileri sürmüştür. Davalının davacıya gönderdiği anlaşılan Kadıköy … Noterliğinin … Y sayılı, 29.01.2016 tarihli fesih ihtarının içeriği dikkate alındığında, davalı tarafından taraflar arasındaki 29.01.2012 tarihli sözleşmenin 29.01.2016 tarihi itibariyle feshedildiğinin bildirildiği gözetildiğinde, sözleşmenin bu tarihe kadar davalı yanca da benimsendiği ve uygulandığı sonucuna ulaşılmaktadır. Kaldı ki aksinin kabulü davalı yönünden çelişkili davranış yasağına aykırı olacağı gibi sözleşme zımni ve fiili olarak yenilenip dört yıl kadar uygulandıktan sonra, yenileme işleminin yazılı yapılmadığının savunulması, TMK’nın 2. maddesine de aykırıdır. Bu nedenlerle, davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir. Yine davalı tarafından göndereilen fesih ihtarı içeriğinde haklı bir neden ileri sürülmediği gibi, feshin haklı nedene dayalı yapıldığı da kanıtlanmadığından, mahkemece taraflar arasındaki sözleşmenin davalı tarafından haksız feshedildiğine dair ilk derece mahkemesinin karar ve gerekçesi tespiti de isabetli olup, davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin 6. maddesinde her bireysel satış için satış bedeli üzerinden net %6 oranında komisyon bedeli ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davalı her bir taşınmaz satışı için farklı oranların kabul edildiğini, buna dair 02/07/2015 ve 03/12/2014 tarihli belgelerin mevcut olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme gerekçesinde söz konusu belgeler tartışılmış, iş bu belgelerin taraflar arasındaki komisyon oranının değiştirildiğini kanıtlamayacağı, kaldı ki komisyon oranının sonradan değiştirildiğine dair davacı yanca imzalanmış bir belge veya başkaca bir kanıt sunulmadığı gerekçesiyle dava kısmen kabul edilmiş olup bu gerekçeler Dairemizce de benimsendiğinden, davalı vekilinin aksi yöndeki istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir. İlk derece mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi kök ve ek raporlarındaki komisyon alacağı hesabında üçüncü kişi durumundaki …’nun kayıtları esas alınarak yapılan satışların esas alındığı, bu satışların davacının ve davalının kayıtları ile de uyumlu olduğu, davalının projelerinde yer alan toplam 2114 taşınmazı Körfez ülkeleri vatandaşlarına sattığı, toplam satış tutarının 808.083.629,52 USD olduğu, bu satış tutarından fesihten sonraki satışlar düştükten sonra davalı şirketin körfez ülkeleri vatandaşlarına toplamda 781.080.682,40 USD tutarında satış yaptığı anlaşılmaktadır. 781.080.682,40 USD’lik satış … projesinde …, … projesinde …, … projesinde olmak üzere toplam 5 adet projedeki taşınmazların toplam satış bedelidir. Bu satışların içinde sözleşmenin 4.1 ve 6.2 maddeleri kapsamında komisyon ücretinden ayrık tutulan banka, yatırım fonu ve benzeri kişilere toplu satış olmadığı belirlenmiştir. 781.080.682,40 USD’lik satış rakamının %6’sı oranı üzerinden belirlenen 46.864.840,94 USD’nin, davacının hak ettiği toplam komisyon alacağı olduğu hesaplanmıştır. Bu alacak toplamından, davacının kayıtlarına göre davalıdan tahsil ettiği anlaşılan 31.822.308,83 USD ödemenin mahsubu ile bakiye 15.042.532,11 USD komisyon alacağı bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bunun dışında bilirkişi ek raporunda işaret edilen, yine davalı projesi olan … projesinde …, … projesinde 6 adet taşınmazın daha satıldığı bunların toplam satış tutarının 2.886.141,84 USD olduğu, bu satışlar üzerinden %6 oranına göre belirlenen komisyon alacak tutarının da 173.168,51 USD olduğu anlaşılmış ve davacının talep edebileceği alacağa eklenmiş ve sonuçta, davacının talep edebileceği bakiye komisyon alacak tutarının 15.215.700,62 USD olduğu belirlenmiştir. Bu tutar esas alınarak ve dava tarihindeki kur üzerinden hesaplama yapılarak davacının alacağı TL olarak hesaplanmış ve buna göre kurulan hükmün isabetli olduğu sonucuna varılmıştır. Davalı vekili, savunmasında ve istinafında, komisyon hesabına esas alınan satış sayısının belirlenmesinde bu satışlara davacının aracılık edilip edilmediğinin dikkate alınmadığını, davalının bu satışlara aracılık ettiğini ayrıca kanıtlaması gerektiğini ileri sürmektedir. Oysa, davalı tarafından sunulan 02.07.2015 tarihli belgede davalı taraf, davacının aracılığıyla satılan taşınmaz sayısının, hükme esas alınan sayıdan daha yüksek olduğunu kabul etmektedir. İlk derece mahkemesi kararının gerekçesinde yer verildiği üzere, davalının delil olarak sunduğu ve nazara alınmasını talep ettiği 02/07/2015 tarihli belgede 2189 adet taşınmazın satışı için komisyon hesabı yapılması gerektiği ileri sürülmüş, ancak mahkemece komisyon alacağı hesabında nazara alınan taşınmaz sayısı 2064 adetle sınırlı olarak yapılmıştır. Üstelik esas alınan satışların üçüncü kişi …’nun kayıtlarıyla da teyit edildiği gözetildiğinde, davalı vekilinin sözleşmede belirtilen bölgede ve bölge vatandaşlarına satış yapılıp yapılmadığının dikkate alınmadığı, taşınmazların niteliğinin araştırılmadığı, sözleşmenin 4.1 ve 6.2 maddeleri kapsamında komisyon ücretinden ayrık tutulan satışlar olup olmadığının değerlendirilmediği, bu taşınmazların satışına davacının aracılık edip etmediğinin araştırılmadığı yönündeki istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir. Davalı tarafından 02.07.2015 tarihli belge ile komisyon hesabına konu olabileceği belirtilen taşınmazların sayısı dikkate alındığında ve bilirkişiler tarafından komisyon alacağına esas alınan satışların taksitli satış olmadığı, satış vaadi ile satılan taşınmazlar olmadığı yönündeki tespitleri dikkate alındığında ve davalı vekilinin bazı taşınmazlar yönünden satış bedellerinin tahsil edilmediğine, bazı satışların taksitli olduğuna dair savunması yönünden herhangi bir kanıt sunulmadığı gözetildiğinde, davalı vekilinin aksi yönündeki istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Yukarıda asıl davaya yönelik olarak davacı vekilinin istinaf başvurusunun değerlendirilmesi bölümünde açıklandığı üzere; davacının dava dilekçesinde her iki kalem alacağını TL olarak talep ettiği, böylece TBK’nın 99. maddesindeki seçim hakkını TL yönünde kullandığı dikkate alındığında, dava tarihindeki kurun esas alınarak alacağın TL olarak ve TL faiziyle hüküm altına alınması isabetli olup aksi yöndeki davalı istinaf nedenleri yerinde değildir. Asıl davada davalı vekili reddedilen komisyon alacağı ve portföy tazminatı tutarları yönünden lehlerine tayin edilen yargılama gideri niteliğindeki vekalet ücretinin eksik ve yanlış tayin edildiğini ileri sürerek kararı istinaf etmiştir. Davacı vekilince 19.12.2019 tarihli bedel arttırım dilekçesinde 5,8752 TL kur karşılığı gösterilerek 15.233.605,70 USD komisyon alacağı talep edilmiş, yine aynı kur gösterilerek 11.759.502,36 USD portföy tazminatı alacağı talep edilmiş ve harçlandırılmıştır. Buna göre davacının bedel arttırım dilekçesinde gösterdiği kura göre komisyon alacak talebi 89.500.480,20 TL olup, mahkemece 46.336.373,09 TL lik bölümü yönünden kabul kararı verilmiş, bu durumda reddedilen komisyon alacak tutarının 43.164.107,11 TL olduğu hesaplanmıştır. Bu tutar üzerinden karar tarihindeki AAÜT esaslara göre davalı lehine 520.266,07 TL nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, gerekçeli kararın 8 nolu bendinde 7.888,42 TL vekalet ücretine hükmedildiği anlaşılmakla, davalı vekilinin bu yöndeki istinafı haklı görülmüş ve kararın bu yönden düzeltilmesi gerekmiştir. Denkleştirme tazminatı tümüyle reddedilmiştir. TTK’nın 122. maddesinde denkleştirme tazminatının, açıkça “tazminat” olduğu belirtilmiştir. Karar tarihinde yürürlülükte bulunan AAÜT’nin 13. maddesinin 4. bendi uyarınca, tümüyle reddedilen portföy tazminatı talebi yönünden maktu vekalet ücretine hükmedilmesi isabetli olup, aksi yöndeki davalı istinafı yerinde değildir. Asıl davada davalı vekilinin, yargılama giderlerinin yanlış hesaplandığına dair istinaf sebebinin incelenmesinde; HMK’nın 326/2. maddesi uyarınca davadaki yargılama giderlerinin, davadaki haklılık oranlarına göre taraflara tahmili gerekir. Somut olayda davacının her iki alacak kalemi yönünden harçlandırılmış toplam talebi 158.589.908,47 TL’dir. Bu talebin 46.336.373,09 TL’lik kısmı kabul edilmiş, fazla talep reddedilmiştir. Bu durumda davacının davadaki haklılık oranı %29,20 olup, yaptığı giderlerin bu orana tekabül eden kısmını karşı taraftan talep edebilir. İlk derece mahkemesinin yargılama giderlerini taraflara dağıtırken yanlış oran esas aldığı anlaşıldığından, davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedeni de haklı bulunmuş ve karar bu yönden düzeltilmiştir. Birleşen davada davacı vekilinin, birleşen davaya yönelik istinaf nedenlerinin incelenmesinde: Birleşen davada davacı …A.Ş. vekili, 29/01/2012 tarihli sözleşmenin 4.21 maddesine göre tüm masrafların … şirketi tarafından karşılanması gerektiğini, ancak dava dışı şirket yetkilisi …’ın talebi üzerine, sonradan hesaptan düşülmek üzere pek çok masrafın davalı adına kendileri tarafından yapıldığını, TBK’nın 139. maddesi doğrultusunda 18.488.956,39 TL masrafın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Sözleşmeye göre, birleşen davanın davalısı tarafından yapılacak pazarlama faaliyetlerinin masraflarının kendisine (davalı …’e) ait olduğu sözleşme hükmüdür. Sözleşmede, davacı … tarafnıdan yapılacak pazarlama giderlerinin davalı …’e ait olacağına dair bir hüküm bulunmamaktadır. Birleşen davada davacı … vekili, birleşen davaya konu masrafları davalı …’in isteği üzerine ve cari hesapta …’in alacağından düşülmek üzere yapıldığını ileri sürmüşse de buna dair bir belge ve kanıt sunmamıştır. Yani, bu masrafların davalı … adına ve onun isteğiyle yapıldığına dair iddia kanıtlanmamıştır. İlk derece mahkemesince alınan 10.02.2021 tarihli bilirkişi raporu içeriğinde, davacının 18.488.956,39 TL pazarlama faaliyeti altında yaptığını ileri sürdüğü harcamalara ilişkin olarak defterlerinde somut bir kayıt olmadığı, bu hususta taraflar arasında mutabakat belgesi bulunduğunun ileri sürülmediği gibi kanıtlanmadığı, yansıtma faturası da düzenlenmediği belirlenmiştir. Bu nedenlerle, kanıtlanamayan birleşen davanın reddi yönündeki ilk derece mahkemesi kararı isabetli olup, aksi yöndeki istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Sonuç olarak yukarıdaki açıklamalar ışığında, asıl davada davalı- birleşen davada davacı vekilinin birleşen davada kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine; asıl davada davacı- birleşen davada davalı vekilinin asıl davada verilen hükme karşı istinaf başvurusunun esastan reddine; asıl davada davalı vekilinin asıl davaya yönelik istinaf başvurusunun ise HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca kısmen kabulü ile yukarıdaki gerekçeler ışığında, asıl davaya ilişken kararın ve gerekçesinin düzeltilmesi içini ilk derece mahkemesinin asıl dava hakkında verdiği hükmün kaldırılarak asıl davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; A- Birleşen İstanbul Anadolu 7 ATM’nin 2020/30 E, 2020/117 E. Sayılı davası yönünden: 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine, 2-Birleşen dava için davacı tarafından yatırılan 162,10 TL istinaf başvuru harcının ve 59,30 istinaf peşin karar harcının Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından birleşen dava için yapılan istinaf kanun yolu giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına. B-Asıl dava yönünden: Asıl davada davacı vekilinin istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; asıl davada davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesinin asıl davaya ilişkin istinafa konu kararının kaldırılarak, asıl davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, bu doğrultuda; 1-Asıl davanın KISMEN KABULÜ ile 46.336.373,09 TL bakiye komisyon alacağının, dava tarihi olan 26/07/2016 tarihinden itibaren işleyecek ve 3095 sayılı yasanın 2/2. maddesi uyarınca avans esasına göre hesaplanacak temerrüt faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin komisyon alacağı talebinin reddine, 2-Davacının portföy tazminatı talebinin reddine, 3-Alınması gerekli 3.165.237,65 TL harçtan davacı tarafından peşin ve tamamlama harcı olarak yatırılan 2.725.577,50 TL harcın mahsubu ile bakiye 439.660,15 TL harcın davalıdan tahsili ile Hazineye irad kaydına, 3-Davacı tarafından dava açılırken yatırılan 29,20 TL başvurma harcı, 2.725.577,50 TL peşin harcın toplamı olan 2.725.606,70 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 4-Davacı tarafından sarf edilen toplam 15.458,40 TL yargılama giderinin, davadaki haklılık oranına göre belirlenen 4.550,50 TL’lik bölümünün davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye kısmın davacı üzerinde bırakılmasına, 5-Davalı tarafından sarfedilen toplam 122,60 TL yargılama giderinin, davadaki haklılık oranına göre belirlenen 86,80 TL’lik kısmının davacıdan alınarak davalıya verilmesine, bakiye kısmın davalı üzerinde bırakılmasına, 6-Kullanılmayan gider avanslarının, karar kesinleştikten sonra yatıran tarafa iadesine, 7-Hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre davacı (…) lehine takdir olunan 551.988,73 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 8-Hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, reddedilen komisyon alacağı miktarı üzerinden davalı (…) lehine takdir olunan 520.266,07 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 9-Hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, reddedilen portföy tazminatı bedeli üzerinden davalı (…) için takdir olunan 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 10-Davacı tarafından MÖHUK’un 48. maddesine göre yatırılan teminatın, karar kesinleştiğinde ve talep halinde iadesine, 11-Asıl davada, istinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden; a-Davacı tarafça yatırılmış olan istinaf başvuru ve peşin harçlarının Hazineye irat kaydına, b-Davalı tarafça yatırılmış olan istinaf başvuru harcının Hazineye irat kaydına; davalının asıl dava için iki ayrı makbuzla yatırdığı 59,30 TL ile 791.310,00 TL’nin toplamı olan 791.369,30 TL istinaf peşin karar harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalı tarafa iadesine, c-Davacı tarafından yapılan istinaf giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, d-Davalı tarafından harcanan 162,10 TL istinaf başvuru harcı gideri ile 200,00 TL posta giderinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, 12-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine, 13-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 10.02.2021 tarihinde, oy birliğiyle ve temyiz yol açık olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.