Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/938 E. 2020/1428 K. 17.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/938
KARAR NO: 2020/1428
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 07/11/2019
NUMARASI: 2018/686 E. – 2019/964 K.
DAVANIN KONUSU:Alacak (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik verilen hükme karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile davalı … A.Ş., …ve … A.Ş. grup şirketleri arasında 11.03.2016 tarihinde kurumsal bayiilik sözleşmesi akdedildiğini, sözleşmenin 4/2.maddesi gereğince 1 yıl süre ile uzatıldığını, daha sonra davalıların aynı hüküm gereğince 13.12.2017 tarihli bildirimle sözleşme süresinin uzatılmayacağını, sözleşmenin 11.03.2018 tarihinde sona ereceğini bildirdiklerini, davalı şirketler her ne kadar sözleşmenin 4/2.maddesine dayanarak süre uzatmama bildiriminde bulunmuş olsalar da ihtarın gerekçesiz olmak yanında dürüstlük kuralına da aykırı olduğunu, hakkın kötüye kullanılması yasağının bütün hakların kullanılmasında uyulması gereken emredici bir kural olduğunu, bu nedenle bozucu yenilik doğuran bir hak niteliğindeki fesih hakkının öncelikle dürüstlük kuralına uygun olarak kullanılması gerektiğini, sözleşmede herhangi bir sebep göstermeksizin fesih hakkının bulunduğuna dair bir hüküm olması halinde dahi sözleşmenin feshi için haklı bir sebebin bulunması ve sözleşme ile taraflara tanınan bu hakkın yasaya ve iyiniyet kurallarına uygun bir şekilde kullanılması gerektiğini, bu hususun Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 09.05.2017 tarih ve 2016/7313 E. ve 2017/2727 K. sayılı kararı gibi içtihatları ile sabit olduğunu, müvekkili kurumsal bayinin, bayilik sözleşmesi 1 yıl süre ile uzatıldığından arada oluşan güven ve istikrar gereği sözleşmenin 5 yıl süreceğine olan inançla bu süreçte uzun süreli kontratla iş yeri kiraladığını, sözleşme hükümlerine göre iş yerinin donanımını tesis ve 50 civarında işçi istihdam ettiğini, sözleşmeden doğan ticari yükümlülüklerini ifa edebilmek için kredi çektiğini, yükümlülüklerini yerine getirmesine karşın davalı şirketlerin haksız ve dürüstlük kuralına aykırı feshi sonucunda müvekkili şirketin işçi istihdamını azaltmaya gittiğini, bu nedenle yüklü miktarda kıdem tazminatı ödediğini ve yüklendiği büyük çaptaki giderlerin ekonomik bakımdan mahvına yol açtığını ileri sürerek, sözleşmenin sona erdirilmesinden dolayı müvekkilinin 185.000,00 TL yoksun kalınan karının ve davalılar tarafından ödenmeyen 120.000,00 TL cari hesap alacağının avans faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı tarafça ikame edilen belirsiz alacak davasının HMK. 107.maddesindeki şartları taşımadığını, basiretli bir tacir olarak alacağını bilebilecek durumda olan davacının belirsiz alacak davasının bu hükme aykırı düştüğünü, menfi ve müsbet zararların aynı davada bir arada talep edilemeyeceğinden davacının talebinin netleştirilmesi gerektiğini, yoksun kalınan karın dava dilekçesinin açıklamalar kısmında 200.000,00 TL sonuç kısmında ise 185.000,00 TL olarak gösterildiğini, davacının talepleri arasındaki çelişkiyi gidermesi gerektiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin belirli süreli bir sözleşme olduğunu ve hukuka uygun şekilde, 14.12.2017 tarihli ihtarnameyle bildirimde bulunularak 11.03.2018 tarihi itibariyle feshedildiğini, feshin haksız olmadığını, taraflar arasındaki sözleşme hukuka uygun şekilde, önceden bildirimde bulunularak feshedildiği için davacının yoksun kalınan kar kaybı talebinde bulunmasının mümkün olmadığını, davacının iş ilişkisinin en az 5 yıl süreceğine dair kendisine güven verildiği iddiasının gerçek olmadığını ve somut verilerle ispatlanamadığını, davacının her hangi bir prim alacağı bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “Dava; taraflar arasında akdedilen Kurumsal Bayilik Sözleşmesinin davalı tarafça haksız nedenle feshedilmesi iddiası sebebiyle davacının yoksun kaldığı karın tazmini ve sözleşme süresinde oluşan ve ödenmeyen hak ediş alacağının tahsili talebine ilişkindir. Davalı yan; davanın reddini savunmuştur. Davacı şirket ile davalılar … A.Ş., …ve … A.Ş. grup şirketleri arasında 11.03.2016 tarihinde kurumsal bayilik sözleşmesi akdedildiği, sözleşmenin, 4/2. maddesi gereğince 1 yıl süre ile uzatıldığı, daha sonra davalıların aynı hüküm gereğince 13.12.2017 tarihli bildirimle sözleşme süresinin uzatılmayacağı, sözleşmenin 11.03.2018 tarihinde sona ereceğini bildirdikleri ve sözleşmenin ve ticari ilişkinin sona erdiği hususlarında yanlar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Yanlar arasındaki ihtilaf ; yanlar arasındaki sözleşmenin 4.2.maddesi gereğince sözleşme ilişkisine devam etmeme bildiriminin sözleşmenin devam edeceğine yönelik güven oluşturulduğundan bahisle sözleşmenin feshi niteliğinde olup olmadığı, bu kapsamda fesih mahiyetinde ise dürüstlük kuralı gereğince feshin haklı nedene dayanmasının gerekip gerekmediği, ayrıca sözleşme ilişkisi içinde davacının ödenmeye hakediş prim alacağının bulunup bulunmadığı hususlarına ilişkindir. Davalı yan, davanın reddini savunmuştur. Taraflar arasındaki sözleşmenin; süreye ilişkin 4/2. maddesi; …işbu sözleşmenin süresi, sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 1 yıldır. Sözleşme, taraflardan herhangi birinin sözleşme süresinin sona ermesinden 1 ay önce yazılı bildirimde bulunmadığı takdirde 1 yıl uzamış sayılacaktır. İşbu sözleşmenin süresinin bu şekilde ve devam eden yıllarda uzaması halinde sözleşme süresi hiçbir şekilde 5 yıldan fazla olamayacak ve taraflar 5 yılın sonunda sözleşme konusu işe devam etmek istedikleri takdirde aralarında anlaşarak yeni bir sözleşme imzalayacaklardır…’ hükmünü taşımaktadır. Ayrıca sözleşmenin fesih maddesi olan 25.maddesinde de sözleşmenin hangi hallerde feshedilebileceği ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu hükümde, sözleşmenin kendiliğinden sona ereceği haller (25.1.), davalı tarafın haklı nedenle sözleşmeyi feshetme hakkına sahip olduğu haller (25.2) her iki tarafın da, sözleşmeyi ihlal eden tarafın verilen sürede bu ihlali gidermemesi halinde sözleşmeyi feshetme hakkı (25.3.), her iki tarafın önceden bildirimde bulunmak kaydıyla, haklı bir sebep göstermeksizin önceden (sürenin dolmasından önce) sözleşmeyi feshetme hakkı (25.4), ayrı fesih/sona erme hükümleri olarak düzenlenmiştir. Hukukun emredici hükümlerine, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı olmamak kaydıyla taraflar sözleşme özgürlüğü kapsamında sözleşmenin içeriğini serbestçe belirleyebilirler. Bu kapsamda taraflar; azami uzama süresini 5 yıl olarak belirlemek suretiyle sözleşme süresini 1 yıl olarak belirlemiş ve sona erme tarihinden 1 ay öncesinde bildirimde bulunulmadığı takdirde sözleşmenin aynı şartlarda 1 yıl uzayacağı hüküm altına alınmıştır. Anılı sözleşme bu haliyle belirli süreli sözleşme mahiyetinde olup sözleşmenin uzatılmış olması sözleşmeyi belirsiz süreli sözleşme haline getirmez. Nitekim sözleşmenin belirsiz süreli sözleşmeye dönüştüğü yönünde davacı yanın da herhangi bir iddiası yoktur. Davacı yan; davalının sözleşmenin 5 yıl uzayacağı yönünde kendisinde güven oluşturduğunu ve hakkın dürüstlük kuralına aykırı kullanılamayacağını ileri sürmüş ise de; sözleşmenin süresi ve uzama şartları sözleşmenin imzalanması sırasında tarafların serbest iradeleriyle belirlendiğinden ve davalı tarafça sözleşmenin 4.2. maddesine uygun olarak sözleşmeye devam edilmeyeceği iradesi ortaya konulmuş olmakla bu hakkın kötüye kullanıldığını ve bu hak kullanılırken haklı bir fesih nedeni ileri sürülmesi gerektiği yönündeki yorum anılı maddeyi bir fesih maddesi haline gelir ki bu husus sözleşmenin imzalanması sırasındaki tarafların gerçek iradelerine göre yorumlanması ilkesine aykırılık teşkil eder ve aksine tarafların sözleşme ile hüküm altına aldıkları haklarını kullanmalarının önünde engel teşkil etmek suretiyle hak kaybına sebebiyet verir. Nitekim taraflar sözleşmenin fesih halini; sona erme hali olan 4.2. maddesinden bağımsız olarak 25. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlemişlerdir. Dolayısıyla davacı yan tacir olup; basiretli tacir olmanın gereği olarak sözleşmeye devam edilmeme ihtimalini öngörerek yatırım yapmalıdır ki kendisine yatırım yapması ve sözleşmeye devam edileceği yönünde karşı yanın yazılı veya eylemsel olarak talimatının olduğu kanıtlanamamıştır. Davalı yan; sözleşmeyi sözleşmeye uygun olarak sona erdirmiştir. Bu anlamda davacı yanın haksız fesih sonucuna bağlı olarak talep edilebilecek olan kar mahrumiyeti istemi yerinde değildir. Davacı talepleri arasında yer alan; sözleşmenin uygulandığı döneme ilişkin hak kazandığı prim ve alacağı her ne kadar sözleşmenin sona ermesi ve/veya haklı- haksız nedenle feshi sonucuna bağlı olmaksızın kanıtlandığı sürece talep edilebilir ise de de; raporda betimlenen davacı tarafın davalıya keşide ettiği faturaların kar mahrumiyeti hesabına yönelik olduğu, davacının sözleşme gereğince prim ve alacağa hak kazandığı hususunun gerek kendi mali verileri gerekse davalı tarafça sunulan cari hesap özeti gereğince kanıtlanamadığı sübuta ermekle davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde; Kendine özgü yapısı olan bayiilik sözleşmesinde, bir uyuşmazlık çıkması durumunda, uyuşmazlığın çözümü için taraflar arasındaki sözleşmenin tarafların farazi iradeleri doğrultusunda ve güven ilkesi çerçevesinde sözleşmede bulunmayan veya çelişkili olan kısımların doldurularak yorumlanması, yorumda tarafların iradelerinin esas alınması, sözleşme ve yasada hüküm bulunmaması halinde örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa hâkim hukuk yaratma yoluna gitmesi gerektiğini, bayiilik sözleşmelerinin genellikle bayilik verenlerce tek yanlı olarak belirlenerek tüm bayiilerle aynı sözleşmelerin yapıldığını, sözleşme şartlarının tek taraflı olarak belirlendiğinden genel işlem koşullarını içer sözleşmelerin mahkemece zayıf konumdaki bayinin korunması ilkesinden hareketle içerik denetimine tabi tutulması gerektiğini, ancak mahkemenin sözleşmenin kendisine has özelliklerinin dikkate alınmadan, sözleşmenin lafzından hareketle karar verilmesinin yerinde olmadığını, genel işlem koşulu barındıran bu tür sözleşmelere hakim tarafından içerik denetimi yapılarak müdahale edilmesinin çok sayıda Yargıtay kararında vurgulandığını; sözleşmenin süresi bakımından ilk sayfası ile sonraki hükümler arasında çelişki bulunduğu halde bu husus göz ardı edilerek sözleşme süresinin 1 er yıllık olarak yenilendiğinin kabulü ile sözleşmenin belirli süreli akdedilmesinin yasaya aykırı olduğunu, sözlemenin ilk sayfasında süresinin 5 yıl olduğunun belirlendiğini, sonraki maddelerde ise bir yıl olarak belirlenmesi karşısında süre yönünden çelişki bulunması nedeniyle TBK’nın 23.maddesi gereğince davacı lehine yorumlanarak çelişkinin giderilmesi gerektiğini; mahkemece kabul edilen 1 er yıllık yenileme sürelerinin, bayiilik sözleşmesinin ruhuna ve yapısına aykırı olduğundan bu düzenlemelerin genel işlem koşulu içermesi nedeniyle hükümsüz sayılması gerektiğini, sözleşmenin ifası için bayinin yapması gereken kiralama, araç ve personel temini işlemlerinin bir yıl için temin edilmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığını, bayiinin müzakere imkanı bulunmaması ve tip sözleşmenin aynı şartlarda başka kişilerce imzalanması nedeniyle davacının basiretsiz davrandığından söz edilemeyeceğini, bayiilik sözleşmesinin doğası gereği bir yıl için akdedilmediğinin doktrinde de tartışıldığını, müvekkilinin de sözleşmenin 5 yıl devam edeceği inancıyla uzun süreli kira sözleşmesi düzenlediğini, iş yerinin süre dikkate alınarak tesis edildiğini, sözleşmenin ifası için yaklaşık elli kişi istihdam edildiğini, uzun vadeli banka kredisi kullanıldığını, çok sayıda uzun süreli araç kiralandığını; sözleşmenin 14.maddesinde düzenlenen rekabet yasağı hükmüne göre bayinin beş yıl süreyle başka şirketle iş yapılmasının engellendiğini, bayiinin kazandırdığı müşterilenin uzun yıllar davalılarla çalışmaya devam edildiğini, tüm bu olguların sözleşmenin en az beş yıl süreceği konusunda müvekkilinde güven oluşturduğunu, bir yıl süreli sözleşme için bu miktarda yatırım yapılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, müvekkilinin yaptığı işlemlerle henüz yaptığı yatırım bedelini kazanmadığının bilirkişi raporuyla belirlendiğini, bu nedenle sözleşmenin süreye ilişkin çelişkili hükümlerinin bayii lehine yorumlanarak sözleşmenin beş yıl süre için düzenlendiğinin kabulü gerektiğini, feshin ticari teamüller ile davalının diğer bayiilerine yaptığı uygulamalar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, davalının bayiisi olan davacıya karşı diğer bayiilere oranla eşit davranıp davranmadığının araştırılmadığını, davalı şirketin bayiilerinin büyük kısmının yaklaşık on yıldır bayiilik yaptığını, mahkemece eşitlik ilkesinin araştırılmadan karar verilmesinin hatalı olduğunu; mahkemenin sözleşmenin beş yıl süreceğine ilişkin davalının, davacı nezdinde güven oluşturduğunun kanıtlanmadığını kabul ederek karar verdiğini, sözleşmenin ilk sayfasında dahi beş yıl süreceğinin belirtildiğini, müvekkilinin sözleşmede belirlenen edimini yerine getirecek yatırımları yapmasının, davalının sözleşmenin uzun yıllar devam edeceğine ilişkin oluşturduğu güvenden kaynaklandığını, sözleşmenin esas süresi olan bir yıllık sürenin dolmasından sonra davalının sözleşmeye devam etmesinin de müvekkilinde sözleşmenin uzun yıllar süreceğine ilişkin inanç oluşturduğunu, müvekkilinin tüm yatırım organizasyonunu sözleşmenin beş yıl süreceğine ilişkin davalının oluşturduğu inançla yaptığını, ilk yıldan sonra aynı inançla davalının onayı ile daha büyük bir yer kiralanarak yatırım yapıldığını, sözleşmenin ikinci yıl sonunda tek yanlı feshinin açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, bozucu yenilik doğuran fesih hakkının, dürüstlük kurallarına uygun olarak kullanılması gerektiğini, feshedenin haklı bir menfaatinin bulunmaması, çelişkili davranışlarda bulunması, karşı tarafa zarar verme kastı gibi durumlarda, fesih hakkının kötüye kullanıldığının kabul edilmesi gerektiğini, bu hususun ek raporda da belirlendiğini, davalının, müvekkilinin sözleşmesini feshetmesinde hiç bir menfaati bulunmadığını, oysa feshin müvekkiline ciddi zararlar verdiğini, müvekkilinin yatığı iş kadar davalıdan gelir elde ettiğini, sözleşmeyi fesheden davalının başka bir bayi ile sözleşme yaptığını, fesih sonucu davalının sağladığı menfaat ile müvekkil şirketin zararı arasında aşırı bir orantısızlık bulunduğunu; mahkemece inceleme ve tahkikatın eksik yapıldığını, bilirkişi kurulunda sektör bilirkişisinin bulunmaması nedeniyle iddialarının, davada ayrıca feshe kadar tahakkuk eden prim alacaklarının istenilmesine rağmen mahkemece alacağın miktarı prim faturalarına göre belirlenmesi gerekirken buna ilişkin rapor alınmadan karar verildiğini belirterek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak istemiştir. Davalılar vekili istinaf başvurusuna karşı cevabında; sözleşmede genel işlem koşulu bulunmadığını, sözleşme aşamasında davacıya hak ve yükümlülükleri kapsamında gerekli bilgilendirmenin yapıldığını, sözleşmede tarafların yükümlülükleri dışında şaşırtıcı hükümler bulunmadığını, sözleşme hükümlerinin açık ve anlaşılır olduğunu, edimler arasında dengesizlik bulunmadığını, taraflardan birinin şartlarının ağırlaştırılmadığını, sözleşmenin süreli sözleşme olduğunu, sözleşmenin yürürlüğe girişi ve süresine ilişkin 4.2.maddesinde açıkça sözleşmenin bir yıl için düzenlendiğinin kararlaştırıldığını, taraflardan birinin bir yıllık süre dolmadan önce sözleşmeyi tek yanlı olarak feshedebileceğinin düzenlendiğini, basiretli tacir olan davacının sözleşmenin süresine ilişkin hüküm ile bağlı olduğunu, müvekkilinin sözleşme hükümlerine göre süresinde bildirimle sözleşmeyi sona erdirdiğini, sözleşmenin süresi, uzaması ve azami süresinin sözleşme serbestiyeti çerçevesinde taraflarca kararlaştırıldığını, sözleşmenin süresinin yoruma yer vermeyecek şekilde sözleşmede belirlenmesi nedeniyle davacı iddialarının yerinde olmadığını, sözleşmenin belirsiz süreli hale gelmediğini, zira sözleşmenin uzama süresinin de belirlendiğini, davacı tarafından yapılan yatırımların değerinin sözleşmenin süresine etkisinin bulunmadığını, müvekkilinin yatırımın amorti edileceğine ilişkin herhangi bir taahhüdü bulunmadığının 6.4.maddede düzenlendiğini, sözleşmeye uygun şekilde müvekkilince sona erdirilen sözleşme nedeniyle kar kaybı tazminatı talep edilemeyeceğini, müvekkilince sözleşmenin beş yıla uzatılacağına ilişkin davacıda inanç oluşturulduğuna ilişkin iddiaların yersiz olduğunu, her bayiilik ilişkisinin kendine özgü yapısı bulunması karşısında eşitlik ilkesinin uygulama alanının bulunmadığını, sözleşmenin devamı veya feshinin ancak sözleşmenin tarafları yönünden değerlendirilebileceğini, davacının diğer bayiilere ilişkin duyuma dayalı bilgilerinin bu davada delil niteliğinde değerlendirilemeyeceğini, davacının sözleşmenin sürdüğü dönem için prim alacağı bulunmadığını belirterek, istinaf başvurusunun reddini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, bayilik sözleşmesinin süresinden önce haksız feshi nedeniyle davacının uğradığı kazanç kaybı ve hizmet bedelinin tahsili istemlerine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355.maddesi gereğince, tarafların ileri sürdüğü istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Taraflar arasında 11.03.2016 tarihli kurumsal bayilik sözleşmesi düzenlenmiş olup sözleşmenin madde numaralarını teselsül ettiği ve her bir sayfanın ayrı ayrı davacı tarafından imzalandığı anlaşılmıştır. Sözleşmenin 4/2.maddesi; “İşbu sözleşmenin süresi, sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 1 yıldır. Sözleşme, taraflardan herhangi birinin sözleşme süresinin sona ermesinden 1 ay önce yazılı bildirimde bulunmadığı takdirde 1 yıl uzamış sayılacaktır. İşbu sözleşmenin süresinin bu şekilde ve devam eden yıllarda uzaması halinde sözleşme süresi hiçbir şekilde 5 yıldan fazla olamayacak ve taraflar 5 yılın sonunda sözleşme konusu işe devam etmek istedikleri takdirde aralarında anlaşarak yeni bir sözleşme imzalayacaklardır…” hükmünü taşımaktadır. Belirtilen madde gereğince sözleşmenin süresi bir yıl olarak belirlenmiş olup, sürenin sona ermesinden bir ay önce yazılı bildirimde bulunulmadığı takdirde sözleşme bir yıl süreyle uzamış sayılacak ancak her halükarda sözleşmenin süresi 5 yıldan fazla olmayacaktır. Beş yılın sonunda taraflar bir araya gelerek yeniden sözleşme imzalayacaklardır. Davacı vekili, bayilik sözleşmesinin süresinden önce feshi nedeniyle davacının uğradığı kazanç kaybını talep etmiş, bu kapsamda davalının fesih hakkını, dürüstlük kuralına aykırı şekilde herhangi bir sebep gösterilmeksizin kullanılması nedeniyle müvekkilinin sözleşmenin 5 yıl uzatılacağına olan inancı nedeniyle yaptığı masraflar nedeniyle zarara uğradığını, masrafların sözleşmenin süresine güvenilerek yapıldığını beyan etmiştir. Dava dilekçesinde yoksun kalınan karın yanı sıra davacının sözleşme gereklerini yerine getirmesine rağmen ödenmeyen 120.000,00 TL bedelindeki prim ve alacaklarında tahsili talep edilmiştir. Mahkemece sözleşmenin feshinin yerinde olup olmadığı, erken feshedilip edilmediği konusunda bilirkişi incelemesi yapılmış, taraflarca düzenlenen faturalar incelenerek erken fesih nedeniyle yoksun kalınan kar hesaplanmıştır. Bilirkişi raporunda, davacının diğer istek kalemi olan prim ve diğer alacaklar yönünden herhangi bir inceleme yapılmamıştır. Tarafların itirazı üzerine mahkemece alınan ek raporda da bu istek kalemine ilişkin herhangi bir inceleme yapılmamıştır. Mahkeme gerekçesinde isabetli bir şekilde sözleşmenin uygulandığı döneme ilişkin hak kazanılan prim veya alacakların sözleşmenin feshinden bağımsız olarak kanıtlanması halinde talep edileceği ancak raporda değerlendirilen faturaların kar mahrumiyeti hesabına yönelik olduğu, davacının sözleşme gereğine prim ve diğer alacaklarının bulunduğunu kanıtlamadığı gerekçesi ile talebin reddine karar verilmiştir. Mahkemece yapılan inceleme belirtilen sonuca varılması için yeterli olmayıp bilirkişi kurulu tarafından tarafların defterleri incelenmesine rağmen inceleme sözleşmenin erken feshi ve bu feshe yönelik kazanç kaybına yönelik olarak yapıldığı, bu cari döneme ilişkin olarak davacı tarafından hak edilmiş prim veya başka bir alacak bulunup bulunmadığı incelenmemiştir. Ek raporda da sözleşmenin yürürlükte kaldığı döneme ilişkin, davacının prim veya diğer bir alacağının bulunup bulunmadığı konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkemece tarafların her bir istek kalemlerine yönelik olarak delillerin toplanması, değerlendirilmesi ve bu kapsamda her bir istek kalemi yönünden delillere ve dosya kapsamına uygun şekilde bir gerekçe oluşturularak karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemece, tarafların kar mahrumiyetine yönelik faturaların incelendiği, ancak prim ve cari hesap alacağına ilişkin herhangi bir inceleme yapılarak alacağın varlığı veya yokluğu noktasında bir değerlendirme yapılmamıştır. Bilirkişi kök raporunun 12. sayfasında davalının, davacı şirkete 2017 yılında düzenlediği faturaların yoksun kalınan kar hesabından düşüldüğü belirtildiği halde, davacının sözleşmenin feshinden önceki döneme ilişkin tahakkuk etmiş ve tahsil edilmeyen bakiye bir alacağı bulunup bulunmadığı konusunda denetime elverişli bir tespit bulunmamaktadır. Bu durumda, davacının cari hesap (prim) alacağı konusunda yeterli bir inceleme yapıldığından söz edilemez.Açıklanan nedenlerle, mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması nedeniyle HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca işin esası incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, işin esası incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının KALDIRILMASINA, 2-Yukarıdaki açıklamalar ışığında davanın yeniden görülmesi için dosyasının kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davacı tarafça yatırılan istinaf harçlarının, talep halinde kendisine iadesine, 4-Davacı tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince esas hükümle birlikte, yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Duruşma açılmadığından avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına dair; HMK’nın 353/1.a. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.17.12.2020
KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.