Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/911 E. 2023/606 K. 06.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/911
KARAR NO: 2023/606
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 12/12/2019
NUMARASI: 2014/573 E. – 2019/961 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Bayilik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; tarafalar arasında 2001 yılından bu yana süren bayilik ilişkisinde son olarak 31.12.2008 tarihinde sözleşme imzalandığını, bu sözleşmenin bayilik sözleşmesi olarak adlandırılmasına rağmen içeriği yönünden “alt tek satıcılık sözleşmesi” niteliğindeki sözleşme ile müvekkilinin, davalıya ait ürünleri, Mersin, Adana, Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa ve Kilis illerindeki satış noktalarına yeniden satımını üstlendiğini, sözleşmenin 2. maddesi uyarınca kapsama dahil olan ürünlerin davalıdan alınmasının zorunlu olduğunu, bu tür ürünlerin rakip işletmelerden satın alınmamasının da taahhüt edildiğini, bu durumun davacı açısından tam bir rekabet yasağı hali olarak değerlendirilmesi gerektiğini, ayrıca davalının başka kişilere ürünleri satma imkanı varken ürünleri başka kişilere satılmadığını, müvekkilinin kendi çabasıyla davalıya büyük bir müşteri portföyü kazandırdığını ve fiilen sözleşmeyle belirlenen ürünlerinin tek yetkili satıcısı olarak faaliyet gösterdiğini, ticari ilişkinin devam ettiği 11 yıl boyunca müvekkilinin büyük cirolara ulaştığını ve davalının ürünlerini 1.500 den fazla noktaya ulaştırıldığını, ticari ilişkinin karşılıklı güven ve bilgilerin tam paylaşımı esasına göre geliştiğini, davalının müşteri portföyünün son yıllarda %50’den fazla artırıldığını, müvekkilinin oluşturduğu müşteri portföyünden, sözleşmenin sona ermesinden sonra da davalının yararlanmaya devam edeceğini, davacının, müvekkili sayesinde hedeflenenin üzerinde ciroya ulaştığını, bu kapsamda müvekkilince yeni yatırımlar yapılarak personel istihdam edildiğini, müvekkilinin toplam iş hacminin % 40’ının, sözleşme kapsamında yaptığı satışların oluşturduğunu, davalının herhangi bir neden belirtmeden sözleşmeyi haksız fesih etmesi sebebiyle müvekkilinin ekonomik durumunun ciddi şekilde bozulduğunu, fesih için yasada ön görülen şekilde ihtar gönderilmediğini, sözlü olarak sözleşmenin feshedildiğinin belirtildiğini, daha sonra keşide edilen Beşiktaş … Noterliğinin 21.01.2013 tarihli ihtarla tarafların mutabakatı ile sözleşmenin fesih edildiğinin belirtildiğini, müvekkilinin fesihten kaynaklanan haklarından feragat etmediğini, fesih bildiriminin geçersiz olduğunu, haksız fesih nedeniyle müvekkilinin denkleştirme tazminatı alacağı bulunduğunu ileri sürerek, şimdilik 300,000,00 TL denkleştirme tazminatının temerrüt tarihi olan 15.07.2013 tarihinden itibaren faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi talep ve dava edilmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; taraflar arasında müvekkiline ait ürünlerin sözleşme kapsamındaki illerde bulunan satış noktalarına, davacı şirketçe yeniden satışına ilişkin 31.12.2008 tarihli sözleşmenin tarafların karşılıklı iradesiyle 10.01.2013 tarihinde sona erdirildiğini, dava konusu sözleşmenin bayilik sözleşmesi niteliğinde olduğunu, sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi niteliğinde olmaması nedeniyle, TTK’nın 122/5. maddesine göre denkleştirme talebinde bulunamayacağını, tek satıcılık sözleşmesinin temel unsuru olan ve bu yönüyle bu sözleşme türüne ismini veren unsurun, tek satıcıya belli bir yer ve bölgede sözleşme konusu malların dağıtımı ve/veya satımı hususunda bir “tekel hakkı” tanınması olduğunu, böyle bir sözleşme ilişkisi içinde olan üretici veya sağlayıcı ile bunların sözleşme konusu bölge dışında faaliyet gösteren bayi ve/veya toptancılarının, tek satıcının faaliyet gösterdiği bölgeye mal satamayacaklarını, bir tekel hakkının söz konusu olmadığı durumlarda bayilik sözleşmesinden söz edilse de tek satıcılık sözleşmesinden bahsedilemeyeceğini, bayilik sözleşmesinin açık hükümleri gereği davacı şirketin tekel hakkına sahip olmadığını ve müvekkilinin doğrudan veya dolaylı şekilde bölgedeki diğer satış noktalarına mal satmakta serbest bırakıldığını, sözleşmenin giriş bölümünün C bendinde ifade edildiği üzere, sözlemenin münhasırlık ilişkisini içermediğini, D bendinde ise davalının bölgedeki diğer noktalara mal satabileceği ve hatta ürünlerinin bölgede satışı amacıyla bölgede başka bayilikler, acentelikler, komisyonculuklar dahi ihdas edebileceğinin belirtildiğini, tekel hakkı bulunmayan bir bayilik sözleşmesine dayanarak denkleştirme talebinde bulunulamayacağını, talebin kabul görmemesi halinde ise denkleştirme için aynı yasa maddesinde öngörülen yasal şartların somut olayda gerçekleşmemiş olması sebebiyle davanın esastan reddi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Taraflar arasındaki ticari ilişki 2001 yılında başlamış ve 2013 yılına kadar devam etmiştir. Sözleşme davalı yanın fesih bildirimi ile son bulmuştur. Mahkememizce oluşturulan ilk bilirkişi kurulu tarafından usule uygun şekilde rapor sunulmamış, heyette yer almayan bilirkişinin katılımı ile tanzim edilmiş bulunan rapor, yetkisiz bir bilirkişi tarafından imzalanmış olmakla, işbu raporun dikkate alınması da mümkün görülmemiştir. Belirli süreli sözleşmelerde kural olarak sürenin dolmasıyla sözleşmenin bu nedenle sona ermiş olması halinde portföy tazminatı istenemez. Mahkememizce yeniden oluşturulan Bilirkişi Kurulu, ilk raporunda portföy tazminatı koşullarının bulunduğu yönünde görüş bildirmiş olmakla beraber, ek raporda, aşağıda yer verilecek olan hususlara da atıfla ve değişiklik gerekçesini de açıklamak suretiyle, dava konusu olay bakımından portföy tazminatı talep koşullarının bulunmadığını ifade etmiştir. Kök ve ek rapor arasındaki bu farklılık, somut belge ve kayıtlara yönelik bir görüş değişikliğinden değil, bizatihi portföy tazminatı koşullarına ilişkin genel değerlendirme farklılığından kaynaklanmakta olup, ek raporda portföy tazminatına dair gerekli şartlar bakımından görüş değişikliğine dair de yeterli ve doyurucu nitelikte açıklamaya yer verilmiş, ayrıca aynı yöndeki uzman mütalaasına da atıfla, genel olarak portföy tazminatı tayin koşulları bakımından yeni bir değerlendirme yapılmıştır. Portföy tazminatı talep şartları değerlendirildiğinde, yukarda belirtildiği üzere sözleşmenin tacirler arasında şekle bağlı bir fesih iradesiyle son bulmuş olması yanında; belirli süreli sözleşmelerde sözleşmenin portföy tazminatına dair bir hüküm içermemesi ve belirli sürenin dolmasıyla sona erme halinde anılan tazminatın da istenmeyeceği yönünde taraflar arasında bir mutabatın var olduğu benimsenmektedir. Diğer şart, bayiye bırakılmış münhasır yetkiyi haiz bir bölgenin varlığıdır. “inhisar” hakkı tek satıcılık sözleşmesine niteliğini veren unsur olarak görülmektedir. Bizatihi ‘tek satıcı’ deyimi de sözleşmenin bu vasfına göndermede bulunmaktadır. Yine önemli bir müşteri kitlesinin kazandırılması da diğer bir şart olarak yer almaktadır. Bunun içinde; önemli miktarda müşteri kazandırılması ve bu kazandırılan bu müşterilerin işletmeye bağlı olup, istikrarlı bir kazanç sağlamaya devam ettirilmesi şeklinde iki şartın birarada gerçekleşmiş olması zorunludur. Tek satıcının gayretleri ile önemli büyüklükte müşteri kitlesinin işletmeye kazandırılması ve kazandırılan bu önemli müşteri kitlesinin tek satıcı ayrıldıktan sonra da işletmeyle iş yaptığının, işletmeye bağlı kaldığının tek satıcı tarafından kanıtlanması gerekir. Tek satıcının bu anlamda müşterilerle temasın sağlanması ve devamı bakımından elindeki bilgileri vermesi, bir nevi müşteri devri yapılması gerekir. Yine bir diğer şart, tek satıcı ya da acentenin portföy tazminatı talebinin, somut olayın gerçekliğine göre hakkaniyete uygun olmasıdır. Hakkaniyetin belirlenmesinde kıdem yanında tek satıcının işletmeye uyumu ve bunun için gösterdiği çaba, müşteri kazanma için yaptığı fedakarlıklar ve gayretler, filo kurma, eğitim hizmeti verme, müşteri memnuniyeti bakımından gerekli gayretin sarfedilmesi ve pazar hakkında ve pazar değerlendirmesi için verilen raporların kalite ve düzeni gibi unsurlar dikkate alınmalıdır. Bu bilgier ışığında dava konusu olaya bakıldığında; öncelikle davacının sözleşme ve fiili duruma göre de tek satıcılık hakkı bulunmamaktadır. Davalıya geçirmiş olduğu müşterilerin daha önce on iki yıl boyunca distrübütörlük yapan şirketin müşterileri olmadığına ilişkin herhangi bir somut delil de sunulmamıştır. Sözleşmeler bir yıllık süre ile yapılmış ve bizzat davacının da beyanı üzre yapmış olduğu işin sadece %47’lik bir bölümü davalıya ait bulunmaktadır. Davalı şirketin piyasa büyüklüğü ve tanınırlılığı ve yapmış olduğu işin niteliği de, yukardaki tesbit ve kabullerle birlikte dikkate alındığında, davacı açısından portföy tazminatı şartlarının mevcut olmadığı kanaatine varılmıştır…” gerekçesiyle davanın reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Mahkemece alınan ilk raporun geçersiz sayılarak oluşturulan ikinci bilirkişi raporundaki tespitlerin somut bir neden olmaksızın değiştiren aynı kuruldan alınan ek raporun dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesinin hukuksuz olduğunu, ek bilirkişi raporunda dikkate alınan hukuki görüşün esas rapor tarihinde de dosyada bulunduğunu, raporda somut bir Yargıtay kararından söz edilmeden son Yargıtay kararları denilerek çelişki oluşturulduğunu, önceki iki raporda denkleştirme tazminatı alacağının belirlenmesine rağmen ek raporda bilirkişilerin görev sınırlarını aşarak rapor düzenlediklerini, yetkisiz bilirkişi imzası bulunduğu belirtilen ilk raporun mahkeme ara kararlarındaki çelişkiler nedeniyle geçersiz sayıldığını, mahkemece bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler giderilmeden karar verilmesinin usul ve Yargıtay kararlarına aykırı olduğunu, bu hususta sunulan uzman görüşünün dikkate alınmadığını, ek raporda sözü edilen Prof. Dr. …’e ait uzman görüşünün kök rapor düzenlenirken dosya içerisinde olduğunu, buna rağmen kök rapor ile tamamen çelişen bir görüş belirtilmesinin manidar olduğunu, raporda dayanakları gösterilmeden önceki görüşten tamamen rücu edilerek aksi görüş bildirilmesinin hatalı olduğunu ve bu ek rapora itibar edilerek karar verilemeyeceğini, dosyada bulunan Doç. Dr. … tarafından, dosya incelenerek sunulan uzman görüşünde, yasada belirtilen tekel ibaresinden ne anlaşılması gerektiğinin etraflıca açıklandığını, bu hukuki görüşte ek raporda dikkate alınan Prof. ..e ait hukuki görüşünde etraflıca irdelenerek tekel ibaresinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlendiğini ve sonuçta sözleşmede münhasırlık bulunduğunun tespit edildiğini; Denkleştirme tazminatının TTK’nın 122.maddesinin yanı sıra TBK’nın 125/3 ve TTK’nın 120.maddesinden de kaynaklanmış olabileceğini, ancak mahkemenin sadece TTK’nın 122.maddesini değerlendirerek karar verildiğini, kaldı ki bu hükmün de yanlış uygulandığını, mahkemece müvekkili lehine olan delillerin değerlendirilmediğini, iki bilirkişi raporu ve bilimsel görüşle kanıtlanan davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, mahkemenin gerekçeli kararının üçüncü sayfasında denkleştirme tazminatı şartlarının belirlendiğini, ancak bu tazminatın olaya hatalı uygulandığını, sözleşmenin bir yıl süreli olmadığını, yenileme ile belirsiz süreli hale gelen sözleşme nedeniyle tazminat talep edilebileceğini, sözleşmenin haksız şekilde fesih edildiğini, sözleşme ile davacının üstlendiği talimat alma, stok bulundurma, raporlama, müşteri verilerini paylaşma, pazar hakkında bilgi verme, promosyon ve kampanyalara katılma, bildirilen fiyatlara uyma, asgari satın alma yükümlülüklerinin tekel niteliğindeki bir organizasyona işaret ettiğini, müvekkilinin 12 yıl boyunca davalının talimatları ile kendisine ait bölgede davalının satışlarını ciddi şekilde artırarak yeni müşteriler bulduğunu, dilekçede ayrıntısıyla açıklandığı üzere rakip ürün satmama, malın sadece davalıdan alınması, satış şartlarının davalı tarafından belirlenmesi ve aylık hedef ile primlere bağlanması gibi durumların bağımlılık ve tekel unsurlarını gösterdiğini, Somut olayda, tek satıcılığın kabul edilmemesi halinde özellikle yabancı şirketlerce tek taraflı düzenlenen sözleşmelere bu olumsuz şartların konularak ulusal şirketlerin denkleştirme tazminatı alma hakkının fiilen engellenebileceğini, sözleşmenin yürürlükte kaldığı 12 yıl boyunca müvekkilinin fiilen tekel hakkına sahip olduğunu, bu organizasyonun TTK’nın 122/5.maddede kullanılan tekel ifadesinin eş anlamlısı olduğunu, sözleşme süresince davalının zincir marketler dışında başka kişiye satış yapmadığını ve yapılmasına da müsaade etmediğini, sağlayıcıların bazı büyük müşterileri kendisi için ayırarak sözleşme yapmalarının olan ticari uygulamalardan olduğunu ve bu durumun sözleşmedeki tekel hakkını ortadan kaldırmayacağını, belirsiz süreli hale gelen ticari ilişkide denkleştirme tazminatı talep edilebileceğini, müvekkilinin kazandırdığı müşteri çevresinin davalı ile iş yapmaya devam ettiğini, bu durumun aksinin kabul edilemeyeceğini, müvekkilinin hazır müşteri portföyünü devir almadığını, uzun süredir biriktirdiği müşteri portföyünü davalıya kazandırdığını ve davalının yeni ürettiği ürünler ile ismini değiştirdiği ürünlerini müşteri kitlesine tanıttığını, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, taraflar arasında düzenlenen bayilik sözleşmesinin haksız şekilde feshi nedeniyle denkleştirme alacağının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın reddine, karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Taraflar arasında 2001 yılından itibaren bayilik sözleşmesi ilişkisinin devam ettiği ve bu ilişkinin en son yazılı şekilde imzalanan 31.12.2008 tarihli sözleşme ile devam ettiği, bir yıllık sözleşmenin fesih edilmemesi nedeniyle 01.01.2010 tarihinden itibaren sözleşmenin belirsiz süreli sözleşme haline geldiği açıktır. Uyuşmazlığın esası bakımından taraflar arasındaki sözleşmede TTK’nın 122/son maddesinde belirtilen tek satıcılık vb tekel hakkı veren bir sözleşme ilişkisinin bulunup bulunmadığının öncelikle belirlenmesi gerekir. Taraflar arasındaki sözleşmenin konusu başlıklı A maddesinde bu sözleşmenin bayilik sözleşmesi olduğu açıkça belirtilmiş olup, sözleşmenin herhangi bir hükmünün bayiye acentelik, komisyonculuk, tellallık, simsarlık ve ortaklık hakkı vermeyeceği belirlenmiştir. Sözleşme ile davacı bağımsız bir tacir olarak kendi nam ve hesabına davacıdan satın alacağı ürünlerin sözleşmede belirlenen bölge içerisinde üçüncü kişilere ve satım noktalarına satmayı üstlenmiştir bu husus da sözleşmenin B maddesinde belirlenmiştir. Sözleşmenin C maddesinde “bu sözleşme bayiye ürünlerin veya Reckıtt Benckıers’in pazarladığı diğer ürünlerin satışa arz edilmesi hususunda bölgede veya herhangi bir bölgede, ilde, ilçede veya mahalde tekel hakkı veya münhasır yetki vermez. Ademi rekabet ve satış/gelir garantisi sağlamaz. Buna karşılık bayi satışlarda serbest olmakla birlikte satışlarını bölge içinde yoğunlaştırmakla birlikte her türlü çabayı gösterecektir… bayinin satış yapacağı bölgeleri her zaman değiştirebilir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Sözleşmenin bu maddesinde de açıkça davacıya belirli bir bölgede tekel yetkisi verilmediği açıktır. Belirtilen maddede, davacının bölge dışında da satış yapabileceği kabul edilmiş olup, davacının münhasıran davalıya ait ürünlerin satışını yapmadığı ve davalı ürünlerinin satışının davacının satışlarının yarısından azını oluşturduğu açıktır. Diğer yandan, yargılama sırasındaki tespitler ve istinaf başvurusundan da anlaşılacağı üzere davalının, sözleşme konusu bölgede büyük çaplı satış yapan müşterilere davacıyı aracı kılmaksızın doğrudan satış yapması da sözleşmede münhasırlık ilişkisinin bulunmadığını ve bu bölgede davacıya tekel hakkı tanınmadığını göstermektedir. Sözleşmenin 2. maddesinin çeşitli bentlerinde, ürünlerin münhasıran davalıdan alınması, rapor ve bilgi verilmesi, depo ve satış noktalarında yeterli sayıda ürün bulundurulması, satış fiyatının davalı tarafından belirlenmesi gibi hususlar tekel hakkı verildiği şeklinde yorumlanamaz. Zira, bayilik sözleşmesi ile davalı, ürünlerinin belli bir disiplin içinde satılması ve satışlarının artırılması için belirli yükümlülükler getirmiştir. Davacının, sözleşme konusu ürünleri davalıdan satın alması bu sözleşmenin doğal gereği olduğu gibi satış, servis ve marka değerinin korunması bakımından bu sözleşmeyle bir takım yükümlülükler getirilmesi yerindedir. Tarafların sözleşmedeki açık iradelerinin bu olması karşısında, Dairemizce bu sözleşme ve iradelerinin farklı yorumlanarak taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin tekel hakkı veren bir sözleşme niteliğinde olduğunun kabulü mümkün değildir. Sözleşmenin, denkleştirme tazminatı talep edilebilecek türden sözleşmelerden olmaması nedeniyle davalının feshinin haklı olup olmadığının ve denkleştirme tazminatının diğer unsurlarının değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır. Bayilik sözleşmesinin konu başlıkla A,B ve C maddelerindeki düzenleme ile 31.12.2008 tarihli bayilik sözleşmesi hükümlerine göre, davacıya faaliyet bölgesi içinde tekel hakkı verilmediğinin anlaşıldığı, bunun dışında TTK’nın 122. maddesine göre denkleştirme tazminatı talebinde bulunabilmek için öngörülen şartların gerçekleştiğine dair dosyada delil de bulunmadığı anlaşıldığından, ilk derece mahkemesi karar ve gerekçesi esası itibariyle yerindedir. Sözleşmenin denkleştirme tazminatına uygun olmaması nedeniyle istinaf başvurusunda belirtilen TTK’nın 20 ve TBK’nın 125.maddesine göre bir değerlendirme yapılmasına da gerek bulunmamaktadır. İlk derece mahkemesince oluşturulan bilirkişi kurulundan 07.12.2016 tarihli kök rapor alınmıştır. Bu raporun SMM …, Prof. … ve … tarafından düzenlendiği ve sonuç olarak denkleştirme tazminatı alacağı bulunduğu tespit edilmiştir. 23.07.2016 tarihli ara kararla heyetten çıkarılan bilirkişi tarafından rapor düzenlenmesi nedeniyle yeni oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor alınmasına karar verilmiştir. Mahkemece oluşturulan yeni bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 14.11.2018 tarihli kök raporda portföy tazminatı şartlarının oluştuğu belirtilerek hesaplama yapılmıştır. İtiraz üzerine alınan ek raporda ise dosyada bulunan uzman görüşü ve son Yargıtay kararları açıklaması ile denkleştirme tazminatı koşullarının oluşmadığı belirtilmiştir. HMK’nın 266.maddesi gereğince, mahkeme, çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verebilir. Ancak, genel bilgi veya tecrübe ile ya da hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulmaz. Somut olayda, bilirkişi kök ve ek raporu arasındaki fark dava konusu sözleşmenin TTK’nın 122/5. maddesi kapsamında, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkisi niteliğinde olup olmadığıdır. Bu sonuca dosyada bulunan sözleşme maddelerinin ve sunulan uzman görüşlerinin yorumlanması ile ulaşılabilecektir. Diğer bir anlatımla, bu tür bir değerlendirme hukuk dışında özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hal değildir. Bir sözleşmenin tekel hakkı verip vermediği sözleşme hükümlerinin hakim tarafından yorumlanması ile anlaşılabileceğinden yeniden bir bilirkişi incelemesi yapılmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Hukuki görüşler arasındaki fark nedeniyle ek bilirkişi raporu alınamayacağından bu konu hakkında ibraz edilen 24.09.2019 tarihli usul hukuku uzmanı tarafından düzenlenen uzman görüşüne itibar edilmemiştir. Dosyada bulunan ve istinaf başvurusuna eklenen Doç. Dr. … tarafından düzenlenen uzman görüşünde, denkleştirme tazminatına hükmedilmesi için tekel hakkının varlığının gerektiği, TTK’da bulunan bu ibarenin fiili tekel de dahil olmak üzere her türlü tekel olarak anlaşılması gerektiği ve taraflar arasındaki sözleşmenin tekel hakkı içermesi nedeniyle denkleştirme tazminatı bulunduğu kabul edilmiştir. 03.03.2015 tarihli Dr. … tarafından düzenlenen uzman görüşünde ise, yasadaki tekel hakkına sahip olunma ibaresinin meclis görüşmeleri sırasında bilinçli olarak konulduğunu, bu ibare ile acente ile tek satıcı arasındaki tek farkın ortadan kaldırılması yolunun açıldığını, ancak somut olay bakımından tekel şartı ile denkleştirme tazminatının diğer koşullarının oluşmadığı bildirilmiştir. Dairemizce incelenen sözleşmenin bayilik sözleşmesi niteliğinde olduğu, tarafların iradesinin bu yönde oluştuğu, sözleşmenin herhangi bir hükmünün sözleşme konusu bölgede davacıya tekel hakkı verecek şekilde düzenlenmediği veya bu anlama gelmediği, sözleşme süresinin uzun sürmesi ve bu sözleşme kapsamında davalıya ait ürünlerin satışı ve müşteriye ulaştırılması ile ilgili satış organizasyonu içerisinde ve bayilik sözleşmesi ölçüsünde, davacının davalıya hesap ve bir kısım raporları vermesinin, sözleşme konusu ürünlerin davalıdan alınmasının, davacıya tekel hakkı verildiği şeklinde yorumlanamayacağı anlaşılmakla, davacı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun esastan reddi gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/.b.1 maddesi gereğince dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye gelir kaydına, bakiye 125,50 TL istinaf karar harcının davalıdan tahsiline,3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına,4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 06.04.2023 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.