Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/616 E. 2023/178 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/616
KARAR NO: 2023/178
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 14/11/2019
NUMARASI: 2014/175 E. – 2019/883 K.
DAVANIN KONUSU: Banka Dışındaki Diğer Kredi Kuruluşlarına İlişkin Düzenlemelerden Kaynaklanan (Tazminat)
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, 28.05.2014 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin iki çocuk sahibi, mütevazı, fakir, kıt kanaat geçimini sürdüren bir aile reisi olduğunu, müvekkilinin kaybettiği veya çaldırdığı kimliğini ele geçiren dolandırıcıların bu kimliği kullanarak, … San.Tic.Ltd.Şti adı altında sahte bir şirket kurduklarını ve bu şirket adına müvekkilinin imzasının taklit edilerek davalı bankanın Altunizade Şubesinden çok sayıda çek alarak üçüncü kişilere kullandırdığını, sahte şirket kurmak ve onun adına çek düzenlemek için müvekkilinin kimlik bilgilerini kullanan dolandırıcıların bununla kalmayarak müvekkili adına sahte ikametgah ve nüfus kayıt örnekleri de düzenleyerek şirket adına borçlanma işlemleri ile kurumlar arası yazışmalarda gerçekleştirildiğini, dolandırıcıların müvekkiline ait kimlik bilgilerini kullanarak imzalarını da taklit etmek suretiyle kurdukları şirket adına her türlü işlemi yaparak kurum ve şahısları yanılttıklarını, dolandırıcıların kurdukları, sahte şirket adına davalı bankanın Altunizade Şubesinden aldıkları çeklerin ciro edildiği üçüncü kişiler tarafından şirket yetkilisi ve müdürü olarak müvekkili hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu ve müvekkili hakkında karşılıksız çeklerden dolayı davalar açılarak mahkumiyet hükümleri verildiğini, gerek davalı banka şubesi, gerek çeklerin ciro edildiği üçüncü kişiler tarafından yapılan şikayet üzerine müvekkili hakkında karşılıksız çekten dolayı çeşitli mahkemelerden verilen mahkumiyet kararlarının imzaların müvekkiline ait olmamasının anlaşılması üzerine verilen iade muhakeme kararları ile infazın durdurulması kararları verildiğini, ancak sahte şirket adına davalı banka şubesinden alınan çeklerden dolayı müvekkili hakkında verilen mahkumiyet kararları sonucu müvekkilinin Metris cezaevinde 1 aya yakın haksız yere yatmak zorunda kaldığını, bunlardan dolayı ağır maddi ve manevi çöküntüye uğradığını, 8 ayrı mahkemede yargılama konusu yapılmış sahte çeklerin tamamının aynı sanıklar tarafından sahte olarak kurulan şirket adına keşide edildiğini, dolandırıcıların bir kısmının İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/301 Esas, 2013/57 Karar sayılı dosyasında mahkum olduklarını, müvekkilinin mağdur katılan sıfatında olduğunu, bazı kişiler hakkında 2005/16572 soruşturma sayılı dosyada takipsizlik kararı verildiğini, matbaada işçi olarak çalıştığını, cezaevinde bir aya yakın haksız nedenle kalması nedeniyle 15.000,00 TL manevi tazminat ile bir aylık iş güçten kalma nedeniyle 2.000,00 TL olmak üzere toplam 17.000,00 TL tazminatın müvekkilinin cezaevine girdiği tarihten itibaren en yüksek banka faizi ile birlikte davalı bankanın ticari faaliyetleri çerçevesinde mağdur olduğunu iddia ederek davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili savunmasında özetle; davacının sahte kimliği kullanılarak müvekkili bankanın Altunizade Şubesinden GKS imzalandığını ve çek karnesi çıkartıldığını, dava dilekçesi ekinde sunulan belgelerin tamamının 2005-2006 yıllarına ait olduğunu, davacının en geç 2006 yılında zarara uğradığını ve tazminat yükümlüsünün kim olduğunu bildiğini olay tarihinden yaklaşık 10 yıl sonra haksız fiile dayanılarak tazminat istenmesinin zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle mümkün olmadığını, olay tarihinde yürürlükte bulunan BK md 60 uyarınca 1 yıllık dava zamanaşımı süresinin geçtiğini, TBK 72. madde gereğince dahi 2 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olduğunu davanın zamanaşımına uğradığını, çek hesabının gerçeğinden ayırt edilemeyen ve aldatma kabiliyeti evraklarla açıldığını, bankanın, kamu kurumları tarafından şüphelilere verilen aldatma kabiliyetine haiz evrakların sahte olduğunu bilecek veya bilecek durumda olmadığını, davacının kimliğini ele geçirilerek zarara uğramasına sebep olan asıl sorumluların ceza ilamında belli olduğunu, ilamda sanık konumunda yer alan … ‘nin sahte evraklarla şirket kurduğunu, çek hesabı açtırdığını ve davacı zararından sorumlu olduğunu bilmesine rağmen müvekkili hakkında açılan davanın kötüniyetli olduğunu, müvekkilinin üzerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini, hesap açılışında, davacıya ait muhtarlıkça düzenlenen ikametgah senedi aslını, nüfus cüzdan talep belgesini, nüfus cüzdan aslı ve fotokopisini, şirket ana sözleşmesini, İstanbul Ticaret Sicil Memurluğundan verilen şirket sicil tasdiknamesini, şirkete ait vergi levhası, imza sirkülerinin bankaya sunulduğunu,sunulan evraklara itibar edilerek dava dışı şirkete 170 yaprak çek verildiğini, 10 yaprağın halen kullanılmadığını ve müşteride göründüğünü, 33 adet karşılıksız çekin mevcut olduğunu, devletin resmî kurumları tarafından verilen iş bu belgelerin sahteliğinin müvekkili banka tarafından anlaşılacak ya da anlaşılması beklenecek seviye de olmadığını, müvekkilinin tüm bu belgeleri isteyerek ve gerekli istihbarat araştırmasını yaparak kanun tarafından kendisine yüklenen yüksek özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini, müvekkili bankanın Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2005/16572 soruşturma sayılı dosyasında şirket hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, davacı adının geçmediğini, talebin haksız ve fahiş olduğunu savunarak davanın öncelikle usul ve aksi halde esastan reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Bu minvalde dosyaya ibraz edilen son bilirkişi raporunda davacının cezaevinde tutuklu kaldığı süre dahilinde maddi zararının 577,48 olduğu yönündeki nihai kanaate iştirak edilmiş, bu süre dahilinde davacının SGK döküm kayıtlarına göre de herhangi bir yerde giriş kaydı bulunmadığı anlaşıldığından başkaca maddi menfaat temin edildiğine yönelik davalı banka itirazına itibar edilmemiştir. Her ne kadar faiz hesabı yapılmış ise de tazmin isteminin haksız fiil temelinde ele alınması gerektiğinden haksız eylemin son bulduğu tarih itibariyle 09/07/2008 tarihinden itibaren tespit olunan miktara avans faizi uygulanmıştır. Davacının uğradığı manevi zarar karşılığı olarak ise davacının yaşadığı süreç, karşı karşıya kaldığı yasal sorumluluklar nedeniyle manevi tazminatın bir zenginleşme aracı olamayacağı keza manevi tazminatın takdirinde tazminat isteyenin ekonomik ve sosyal durumu gibi unsurlar da gözetilmek suretiyle ayrıca haksız eylem tarihi de dikkate alınarak davacının uğradığı manevi zararı telafiye yönelik 7.500 TL tazminat miktarına hükmedilmesi uygun görülmüştür. Gerek maddi gerekse manevi tazminat kalemleri açısından bankanın tacir olması ve işin ticari iş mahiyetinde sayılması gerektiğinden tatbiki gereken faiz türü Yargıtay 11. H.D. 2008/9535 E. 2010/911 K. ve Yargıtay 11. H.D 2013/4224 E. 2013/20440K. sayılı ilamlarında da değinildiği üzere avans faizi olmalıdır. İzah edilen gerekçe uyarınca davanın kısmen kabulüne ilişkin neticeden aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.” gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, davanın konusunun davacının kaybettiğini beyan ettiği dolandırıcı olan şahıslarca ele geçirilerek noterde imza beyannamesi düzenlenmesi ve ticaret sicil müdürlüğünde şirket kurulması ile kurulan bu şirketin evrakları ile müvekkili bankada hesap açıldığı, resmi evraklara dayanılarak müvekkili banka tarafından düzenlenen çek karnesinin karşılıksız çıkması nedeniyle davacının karşılıksız çek keşide etmekten hüküm giymesi sebebiyle zararın tazminini talep ettiğini, davacının CMK 141.maddesi gereğince devlete karşı açılması gereken davayı süresi içinde açmadığını, kendi kusuruyla devletten tazmin edemediği zararlarını müvekkili bankadan tazmin etmek istediğini, CMK 141-e madde hükmü düzenlemesi gereğince kanuna uygun olarak tutuklandıktan sonra haklarında beraat kararı verilenlerin kararın kesinleştiğinin kendilerine tebliğinden itibaren üç ay içerisinde ikamet ettikleri yer ağır ceza mahkemesinde açacakları dava ile maddi ve manevi zararlarının tamamını devletten talep edebileceklerini, davacının beyanlarının mahkemece yazılan müzekkerelere verilen cevaplarla açıkça ortaya konduğunu, süresi içerisinde tazminat talebini ileri sürmediğini, müvekkili bankaya atfedilecek kusur ile uğranıldığı iddia olunan zarar arasında uygun illiyet bağı bulunmadığından veya üçüncü kişinin ağır kusuru ile illiyet bağı kesildiğinden davacının tazminat taleplerinin reddi gerektiğini, Yargıtay 11.HD’sinin 2000/5855 Esas ve 2000/8492 Karar sayılı kararında dava dışı kişinin sahtecilik eyleminden dolayı bankanın sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının kesilmiş bulunduğunun belirtildiğini, somut olayda noter tasdikli belgelerle kurulan şirket adına çek karnesi verilmesi halinde bankanın sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının kesilmiş olması nedeniyle bankanın kusurlu olmadığını, Yargıtay 11.HD’nin 2012/18109 Esas, 2013/23532 Karar sayılı kararında davalı banka nezdinde karşılıksız çek hesabı açılmasına sebep olan olayın davacının sürücü belgesini kaybetmesi sonucun oluştuğunun anlaşılması karşısında sürücü belgesinin korunması konusunda üzerine düşen özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmeyen davacının zararın meydana gelmesinde müterafık kusurunun bulunduğunun belirtildiğini, HMK 61.madde gereğince ihbar taleplerinin dikkate alınmadığını, davacının kimliği ile şirket kurulmasında kusurlu olduğu sabit olan İTO ve notere davanın ihbar edilmesi talebi ile ilgili 18.10.2016 tarihli dilekçenin dosyaya sunulduğunu, 19.10.2017 tarihli celsede ihbar taleplerinin yasaya aykırı olarak reddedildiğini, dava sonuçlanıncaya kadar davanın üçüncü kişiye ihbar edilebileceğini, reddedilen tazminat miktarına göre verilen vekalet ücretinin hatalı olduğunu iddia ederek, kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, çalıntı veya kayıp kimlik bilgileri kullanılarak sahte kimlik belgesi ile kurulan şirket adına banka tarafından verilen çeklerin, şirket tarafından keşide edilmesi ve çeklerin karşılıksız çıkmasından dolayı cezaevinde kalan davacının maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; bu karara karşı, davalı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Taraflar arasında, davacının davalı bankanın mudisi olmadığı, davacının kimliğini, kayıp veya çaldırdığı, kimliğini ele geçiren kişi veya kişilerin, davacı adına çıkarılan kimlik ve dayanak belgeleri ile dava dışı … San.Tic.Ltd.Ştini kurdukları, dava dışı şirket tarafından davalı bankanın Altunizade Şubesi ile 5000 YTL bedelli Genel Kredi Sözleşmesi imzaladığı, çek karnesi çıkarıldığı, sözleşmede şirket kaşesi üzerinde Vergi Dairesi adı ve numarası İle imzanın yer aldığı, davalı bankanın şikayeti üzerine, Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2005/16572 soruşturma nolu dosyasında, suç tarihinin 21/07/2005 olarak gösterildiği, şüphelilerin davacı ve dava dışı iki kişi olduğu suçun resmî belgede sahtecilik olduğu, ek kovuşturmaya yer olmadığına dair 10.02.2009 tarihli kararda, … sorumlusu hakkında 3167 sayılı yasanın 13/1 maddesine aykırı davranmaktan dolayı … hakkında soruşturma başlatıldığı, …’nın savunmasında kimliğini yitirdiğini, bunu ele geçiren kişilerin bankaya başvurarak sahte hesap açtığını iddia ettiği,…Ltd.Ştinin sorumlusunun şüpheli … olduğu, bu kişinin boyacılık yaptığı, okuma yazma bilmediğini elli lira karşılığında kimliğini tanımadığı birisine verdiğini, çeki kendisinin düzenlemediğini belirttiği, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli kanıt bulunamadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, …’nın kimliğini kullanarak hesap açan kişinin yakalanması için emniyete yazı yazılmasına karar verildiği, İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/301 Esas, 2013/57 Karar ve 06.03.2013 tarihli kararı ile sanık … hakkında resmî evrakta sahtecilik suçundan dolayı 2 yıl hapis cezası verildiği, davacının katılan olduğu, kararda, katılanın, nüfus cüzdanını kaybettiğini, adına şirket kurup bankadan çek aldıklarını, piyasaya sürdüklerini, sanığın 1. ciranta hanesinde olduğu el yazıları ile ciranta imzasının sanığa ait olduğu, sahtecilik suçunu işlediğinin yer verildiği, suç tarihinin 18.08.2005 olarak gösterildiği, davacı hakkında Şişli 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/383 Esas, 2007/123 Karar ve 14.02.2007 tarihli kararı ile karşılıksız çek keşide etmek suçu nedeniyle 3167 sayılı kanunun 16/1. maddesi gereğince cezalandırıldığı, suç tarihinin 16.08.2005, katılanın … olduğu, mahkemenin 03.01.2008 tarihli kararı ile yargılamanın iadesi talebinin kabulü ile beraatine karar verildiği, Şişli 5.Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/284 D.İş kararı İle davacıya verilen karşılıksız çek keşide etmek suçu nedeniyle verilen 29.09.2006 tarihli mahkumiyet kararının, sanık adına sahte belgelerle … San Tic.Ltd.Şti kurularak şirket adına bankadan çek karneleri alınıp sanığın kimlik bilgileri ile sahte olarak düzenlenen Denizbank /Altunizade Üsküdar Şubesine ait 15.07.2005 tarihli 7.750 USD bedeli tarafa verilmek suretiyle banka aracı kullanılarak dolandırıcılık ve nitelikli sahtecilik eylemleri bulunulduğu gerekçesiyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği, benzer nitelikte birden fazla karar olduğu, Bakırköy / Metris 1 nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 01.07.2015 tarihli cevabı yazısında davacının 09.07.2008 tarihinde hükümlü olarak cezaevine alındığı ve 24.07.2008 tarihinde tahliye edildiği konularında herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, iş bu olayda davalı bankanın sorumlu olup olmadığı, sorumlu olduğunun kabulü halinde davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı, mahkemenin 24.02.2005 tarihli ara kararı ile ceza zamanaşımı gerekçesiyle zamanaşımı defini red kararının ve kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığıdır. 19.09.2016 tarihli bilirkişi heyet raporunda; TTK 812.madde de sahte ve tahrif edilmiş çekin ödenmiş olmasından doğan zararın muhatap bankaya ait olacağının hükme bağlandığını, bu konuda objektif özen borcunun gereği olarak hafif kusurlardan dahi sorumlu olduğunu, davalı bankanın savunmasının kusursuz sorumluluk esasları ile uyumlu görülmediğini, TBK 72. Hükmünün zamanaşımı savunmasında hatırlatılması gerektiğini, iki yıl ve on yıllık zamanaşımının söz konusu olduğunu, somut olayda haksız fiil teşkil eden hareketlerin aynı zamanda cezayı gerektiren fiillerden olduğundan Ceza Kanunundaki zamanaşımı sürelerinin devreye gireceği ve onun uygulanması gerekeceği, davacının 09.07.2008 tarihinde ceza evine girdiği 24.07.2008 tarihinde ise tahliye edildiğinin anlaşıldığı, davacının on beş günlük iş kaybının maddi tazminat karşılığı olarak tespit edilebileceği belirtilmiştir. Davacı vekili müvekkilinin haksız olarak cezaevinde yatması ile ilgili hazineye karşı herhangi bir dava açmadıklarını, müvekkilinin o dönemde matbaa işçisi olduğunu, sosyal yardımlar hariç en az asgari ücretin bir buçuk katı oranında çıplak maaş aldığını, hesaplamaların buna göre yapılmasını talep etmiştir. Davalı vekili bilirkişi raporuna karşı itiraz ederek 18.10.2016 tarihli dilekçe ile davanın İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü ve Eyüp …Noteri …’e ihbar edilmesini talep etmiştir. Davalı vekili 21.09.2017 tarihli duruşma zaptına geçen beyanında, müvekkili bankaya sahte kimlik sunularak belge alındığını, bankanın kusurlu olmadığını ayrıca davanın ihbarını talep ettiklerini beyan etmiştir. 31.12.2017 tarihli bilirkişi ek heyet raporunda; taleple bağlılık ilkesi gereği mahkemece verilen görev çerçevesinde dosya mübrez belgeleri üzerinde yapılan iceleme ile maddi tazminat hesabının, davacının hürriyeti bağlayıcı ceza aldığı tarihten bilirkişi rapor tarihine kadar 20.361,01 TL olarak hesaplandığı, tazminatın varlığına kanaat getirilmesi halinde hüküm tarihinden bilirkişi rapor tarihine kadar işlemiş faizi ile birlikte 20.361,01 tazminat+20.508,63 İşlemiş faiz ile birlikte 40.869,64 TL olduğu belirtilmiştir. 26.02.2019 tarihli bilirkişi heyet 2.ek raporunda; 15 günlük maddi tazminatın davacının SGK hizmet dökümleri incelenerek 577,48 TL olarak hesaplandığı, bu maddi tazminat talebinin varlığına karar verilmesi halinde işlemiş faiz ile birlikte (577,48 TL Anapara +434,71 TL İşlemiş faizi ile birlikte) 1.012,19 TL olduğu belirtilmiştir. Mahkemece, 19.10.2017 tarihli duruşma zaptının 3 no’lu ara kararında, HMK’nın 62/2 maddesi ve dosyanın gelmiş olduğu aşama itibariyle davalı vekilinin ihbar isteminin reddine karar verilmiş, yargılama sonucunda bilirkişi rapor sonucuna göre maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne dair karar verilmiştir. Mahkemece her ne kadar bilirkişi incelemesi yapılarak karar verilmiş ise de söz konusu bilirkişi raporları dosya kapsamına uygun, yeterli ve gerekçeli değildir. Somut olayda, öncelikle meydana gelen zarardan dolayı davalı bankanın sorumlu olup olmadığının tespiti ve sorumlu olduğunun kabulü halinde ise zamanaşımı definin değerlendirilmesi gerekecektir. Sorumluluk, için mutlaka kusurun aranması bazı hâllerde modern tekniğin ve makineleşmenin icaplarına yabancı düşmektedir. Bu sebeple hukukun, esas prensibi olan kusur sorumluluğu yer yer zayıflamış hatta bazı hâllerde tamamen ortadan kalkarak yerini kusursuz sorumluluğa terk etmiştir. Teknik ilerlemeler ve ona bağlı olan tehlikelerin artması karşısında, kusura dayanan sübjektif sorumluluk artık, yalnız başına, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti gerçekleştirmek bakımından yetersiz kalmıştır. Kusur yoksa sorumluluk da ortaya çıkmaz görüşü artık geçerliliğini kaybetmiştir. Objektif ihtimam vazifesinin ihlâli mülâhazası gereğince; bir şeye veya şahsa karşı kendisine, kanunî bir ihtimam vazifesi yükletilen kimse, bu vazifeyi kusuru olmaksızın yerine getirmese dahi, bu yüzden doğan zarardan mesul olmalıdır. Kusura dayanmayan sorumlulukta; sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu olay arasında bir illiyet bağı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir (TANDOĞAN Halûk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku Ankara 1981 s. 3-10; TEKİNAY/ AKMAN/ BURCUOĞLU/ ALTOP, Borçlar Hukuku, Cilt I, Beşinci Bası, İstanbul 1985 s. 671). Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (EREN Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; TANDOĞAN Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (TEKİNAY/ AKMAN/ BURCUOĞLU/ ALTOP Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498). Kusursuz sorumluluk, genellikle olumsuz bir biçimde sorumlu kişinin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk olarak tanımlanır. Oluşan zarar ile davalı işlemi arasındaki illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Doktrindeki kabul edilen görüşe göre illiyet bağının kesilmesi olasılığı dar yorumlanmalıdır. Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır (ERTEN Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.230; BAŞ Ece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Bina ve Yapı Eserlerinden Doğan Sorumluluk, XII Levha Yayınları, s.113; DESCHENAUX Henri, TERCİER Pierre, Sorumluluk Hukuku, Çeviren Salim Özdemir, Ankara 1983, s.37) Eldeki davada ise illiyet bağını kesen sebeplerden; zarara “üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir eyleminin sebep olması” tartışılmalıdır. Kural olarak, hiç bir kimse, aynı zarardan üçüncü kişinin de sorumlu olduğunu ileri sürerek, kendi sorumluluğundan kurtulamaz. Her biri, zincirleme sorumluluk kuralları uyarınca zararın tamamından sorumlu olur. Bununla birlikte, üçüncü kişinin kusurunun çok ağır olması veya olaya neden olan eylemin çok önemli olması nedeniyle, birinci eylemin geri plana itilmesi durumunda, sonuç değişebilir. Belirtmek gerekir ki, üçüncü kişinin kusuru gerekli objektif yoğunluğa, başka deyişle gerekli ağırlığa ulaşmadıkça, zarar görenin kusurunda olduğu gibi illiyet bağını kesmeye yetmeyecektir. Diğer bir anlatımla, üçüncü kişinin kusuru yeterli ağırlığa ulaşıp, illiyet bağını kesmedikçe sonuç doğurmayacaktır. Somut olayda, dava dışı sahtecilik yapan kişilerin davacının kimlik bilgilerine ulaşarak davacı kimlik bilgileri ile şirket kurdukları, şirketle ilgili sicil kayıtları oluşturdukları ve söz konusu bilgi ve belgelerle davalı bankaya başvurarak kredi işlemleri ile birlikte çek hesabı açtırdıkları anlaşılmaktadır. Mahkemece davalı savunmaları da dikkate alınarak, konusunda uzman bankacı bilirkişi vasıtasıyla çek karnesi verilmesine esas olan sahte belgelerle kurulmuş olduğu anlaşılan şirket kayıtları ve çek hesabı için bankaya ibraz edilen tüm kayıtlar üzerinde bilirkişi incelemesi gerçekleştirilerek, bilirkişiden bilgi ve belgelerin iğfal kabiliyeti olup olmadığı, üçüncü kişinin eylemi ile oluşan zarar arasında illiyet bağının kesilip kesilmediği, davalının zarardan sorumlu olup olmadığı konularında denetime elverişli bir rapor alınarak uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekir iken dosya kapsamına uygun olmayan gerekçeye istinaden hüküm tesisi isabetli olmamıştır. Diğer taraftan, davalı vekili tarafından 18.10.2016 tarihli dilekçe ile davanın, İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü ile Eyüp 5.Noteri …’e ihbar edilmesi talebinin, 19.10.2017 tarihli celsenin 3 no’lu ara kararında belirtildiği biçimde, HMK’nın 62/2. maddesi uyarınca dosyanın gelmiş olduğu aşama itibariyle ihbar isteminin reddine karar verilmesi de isabetli olmamıştır. Şöyle ki HMK’nın 61/1 maddesinde, “Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Mahkemenin ret gerekçesine esas aldığı HMK’nın 62/2. maddesi ise; “…(2)-Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.” hükmünü içermektedir. Somut olayda HMK’nın 61/1.maddesinde belirtildiği üzere tahkikat sonuçlanıncaya kadar dava üçüncü kişiye ihbar edilebilir. Mahkemece HMK’nın 62/2 madde uyarınca ihbar talebinin reddine karar verilmesi usule aykırı olmuştur. Çünkü davacı vekili tarafından yazılı ihbar dilekçesi 18.10.2016 tarihli olarak dosyaya ibraz ibraz edilmiş, ihbar talebi ise 19.10.2017 tarihli ara karar ile reddedilmiştir. Hüküm ise 14.11.2019 tarihinde verilmiştir. Bu durumda, davalı tarafın ihbar isteminin yargılamanın bir başka güne bırakılacağı hususu gözetilerek ret kararında isabet görülmemektedir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, işin esasına dair istinaf nedenleri incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Yukarıdaki açıklamalar ışığında davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davalı vekili tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, talep halinde, ilk derece mahkemesince iadesine,4-Davalı tarafından İİK’nın 36. maddesi uyarınca yatırılan teminatın iadesine,5-Davalı vekili tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine dair; HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 09.02.2023
KANUN YOLU:HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.