Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/612 E. 2023/166 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/612
KARAR NO: 2023/166
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 21/11/2019
NUMARASI: 2015/1076 E. – 2019/1126 K.
DAVANIN KONUSU: Ceza koşulu alacağı (İşçinin rekabet yasağının ihlalinden kaynaklanan)
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; dava konusunun, davalının taraflar arasında düzenlenen 03.01.2014 tarihli hizmet akdinin 4 . maddesindeki diğer şartlar bölümünde yer alan rekabet yasağı (memnuniyeti) na aykırı hareket etmesi ile en son almakta olduğu aylık net maaşın 12 katı kadar cezai şart ödemesi şartına istinaden şu aşamada kısmi/şimdilik olarak 10.000,00-TL cezai şarta hükmedilmesi talebi olduğunu, iş ilişkisinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, sadakat borcu da dahil olmak üzere tarafların sözleşmeden doğan borçlarının sona erdiğini, bu durumda ise işçinin önceki işverenin yanında edindiği bilgileri rakip bir işverenin işinde kullanması veya kendisinin açmış olduğu rakip işletmede söz konusu bilgilerden yararlanmasının işverene zarar vereceğini, bu ihtimali engellemek amacıyla işçi ve işverenin iş sözleşmesi sona erdikten sonra işçinin rakip bir işletmede çalışmayacağı veya rakip bir işyeri açmayacağına ilişkin sözleşme yapmasının mümkün olduğunu, bu sözleşmeye Rekabet Yasağı Sözleşmesi adı verildiğini, müvekkillerinin uzunca bir süredir inşaat ve iş makinaları sektöründe ticari faaliyetlerine devam ettiğini, dünyada sektörün en önemli markalarının Türkiye distribütörlüğünü alıp, satış ve yedek parça bakımından tüm ülke genelinde faaliyetlerde bulunduğunu, müvekkillerinin her sene artan ciro ve kar marjları yakalamış iken aniden 2014 yılının başında müvekkilinin distribütörlüğünü yaptığı sektörün en önemli firmalarından “…, …, …, …, …, …” müvekkilleri ile aralarındaki distribütörlük anlaşmalarını sona erdirdiklerine ilişkin ihtarnameler gönderdiklerini, anılan fesihlerin aynı sektörde faaliyet göstermek üzere kurulan … Makîna San Ve Tîc A.Ş isimli firmanın Ticaret Odasında tescili ile ilgili işlemler ve başvuruları yapması ile eş zamanlı olarak gerçekleştiğini, rakip firmanın kurucu ortağının 2013 yılı … in Kasım ayında İngilterede tescili ile fesih ihbarnamelerinin paralel olarak müvekkiline gelmeye başladığını, İngiltere de 100 pound sermayesi bulunan firmanın 800.000,00 TL sermaye ile Mart 2014 tarihi itibariyle kuruluşunun gerçekleştiğini, müvekkilinin eski faaliyet adresinde eski distribütörlükleri ve müşteri portföyünü müvekkilinin personelinin nerede ise yarısını, ticari sırlarını haksız şekilde personellerin ve beraberlerinde götürdükleri bilgilerin sayesinde eline geçirerek aynı sektörde satış ve sonrası hizmetler vererek haksız rekabet hükümlerine tamamıyla aykırılık teşkil eden ve halen devam etmekte olan faaliyetlerine başladığını, davalının müvekkili nezdinde satış temsilcisi olarak işe başladığını, istifa ettiği tarihe kadar da bu pozisyonda çalıştığını dolayısı ile müvekkillerinin marka ile alakalı tüm müşteri portföyü, fiyatlandırma bilgileri ve ticari sırlarına haiz olduğunu, müvekkilleri sayesinde haiz olduğu bilgileri alarak rakip firmanın söz konusu bilgiler dahilinde haksız rekabet eylemlerinde bulunmasına katkı sağladığından bahisle davalının taraflar arasında düzenlenen 03.01.2014 tarihli hizmet akdinin madde 4 ve Diğer Şartlar bölümünde rekabet yasağına aykırı hareket etmesi nedeni ile müvekkiline sözleşmede belirtilen 12 net maaş tutarında cezai şartın 10.000,00 TL tutarlı cezai şartının söz konusu eylemin vuku bulduğu tarihten itibaren davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili,24.09.2019 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 54.000.00 TL olarak artırmıştır. Davalı vekili savunmasında özetle; usule ilişkin olarak, dava dilekçesinde davanın Ticaret Mahkemelerinde görülmesi gerektiğinden söz edilse de usule ilişkin ularak davada görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğunu, esasa ilişkin olarak da taraflar arasındaki rekabet yasağı sözleşmesinin geçersiz olduğunu, esasa ilişkin olarak, davacı şirkette; son yıllarda mali ve fınansal açıdan ciddi şekilde küçülme ve bozulma meydana geldiğini, personelini azaltma yönüne gittiğini, bu süreçte özellikle distribütör firmaların davacı ile olan sözleşmeleri feshettiklerini, personel maaş ve primlerinin ödenmesinde sıkıntılar yaşandığını, iş akdi fesih edilen personellerin yasal haklarının bile ödenemediğini, maaşların ise geç ödendiğini, davacının 2014 yılı başında distribütör anlaşmalarının sona erdiğini belirtse de yapılan görüşmelerde sonuç alınamadığından firmaların anlaşmalarını sona erdirdiklerini, rekabet yasağı sözleşmesinin geçersiz olduğunu, davacının üretici firma olmadığını, know how dan söz edilemeyeceğini, distribütör firmaların anlaşmalarını fesih ettiklerinden davacı şirketin rekabetini kaldıran tüm unsurların ortadan kalktığını, davacı şirketin personel azaltması karşısında davalının işini kaybetme endişesi yaşadığını, TMSF müdahalesi ile davacı şirketin itibar kaybına uğradığını, mali kriz nedeni ile yedek parça temin edemediğini, müşterileri nezdindc olumsuzluklar yaşadığını, davacının distribütörü olduğu “…, …, …, …, …, …” markalarındaki faaliyet alanının kaybettiğini, sonuç olarak müvekkilinin eylem ve işlemleri arasında davacı tarafından kurulmak istenen illiyet bağı bulunmadığını beyanla davanın reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda;”…Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü amacıyla yapılan yargılama ve yargılama sırasında bilirkişiden alınan denetime elverişli rapor içeriklerine göre; davalının, davacı şirket nezdinde; satış temsilcisi olarak işe alındığı ve işten ayrıldığı tarihe kadar da bu pozisyonda çalıştığı, davalının bu çalışması sırasında, işyerinin müşteri çevresini ve işverenin yaptığı işleri bilebilecek bir pozisyonda çalıştığı; davalının istifa sonrası davacı için çalıştığı esnada faaliyet gösterdiği adres ile aynı adres ve bina ile aynı faaliyet alanında faaliyet gösteren dava dışı … A.Ş.’nde işinden ayrıldıktan sonra çalışmaya başladığı; davalı ve dava dışı 66 çalışanla birlikte dava dışı şirkete geçiş yapması sonrasında, davacının satışlarında büyük oranda azalma/düşme bulunduğu; davalının, davacı ile rakip olan firmada rekabet sözleşmesine rağmen çalışmaya başladığı; taraflar arasında düzenlenen, dava konusu işçi sözleşmesinde öngörülen rekabet yasağına dair 4. maddede rekabet yasağı faaliyet alanı ve yer yönünden sınırlarının açıkça belirlenmediğinden; yer ve faaliyet alanının davacı şirket nezdinde yapılan iş ve tüm ülke sınırları şeklinde kabulünün gerektiği; rekabet yasağının tüm ülke sınırlarını kapsaması sebebiyle aşırı nitelikte olduğu; ancak, TBK.nun. 445/2.maddesi uyarınca, süre ve coğrafi alan ile faaliyet alanı bakımından rekabet yasağının sınırlanmasında hakime takdir/uyarlama yetkisi verildiği de dikkate alındığında; taraflar arasındaki rekabet yasağının; davalı, İstanbul’da davacı iş yerinde çalışırken, rekabet yasağı sözleşmesini imzaladığına göre, rekabet yasağı hükmünün İstanbul ili için geçerli olduğunun kabulü gerektiği; bu durumda, taraflar arasındaki rekabet yasağına ilişkin sözleşmenin yasal unsurları aykırılığı bulunmadığından davacının, davalı aleyhine işbu davayı açmakta haklı ve hukuki yararının da bulunduğu görülmekle; davalının, davacıya ödemesi gereken hizmet akdinin 4/d maddesinde bulunan en son aylık net ücretinin 12 katına tekabül eden tutarın 54.000,00 TL olarak hesaplandığı; TBK.m.182/3 maddesi uyarınca, taraflarca kararlaştırılan cezai şartın mahkememizce fahiş nitelikte bulunduğu kabul ve takdir edilmekle; cezai şartın, davalı tarafından alınan en son aylık net ücretin 1/2’si olarak kabulünün taraflar arasındaki menfaatler dengesine/hakkaniyete daha uygun olacağı resen kabul edilerek; davacı tarafından, davalı aleyhine açılan işbu davanın sübut bulduğundan kısmen kabulü ile (54.000,00 TL/2=) 27.000,00 TL cezai şart alacağının, dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin (bakiye cezai şart alacağının fazlaya ilişkin bölümün resen tenkis edildiği de dikkate alınarak) istemlerin reddine, karar vermek gerekmiş olmakla; aşağıdaki hüküm kurulmuştur. ” gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında imzalanan iş sözleşmesinin 4.maddesinin rekabet yasağıyla ilgili olarak geçerli olup olmadığı konusunun incelenmesi gerekirken yeterince inceleme yapılmadığını, TBK 420/1.maddesi uyarınca hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olduğunu, davacı tarafından 37 personele karşı aynı rekabet yasağı maddesinden dolayı 37 dava açıldığını, bu davalardan birinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14.HD’nin 2018/1193 Esas, 2019/802 Karar sayılı kararıyla kesinleştiğini ve yukarıda belirtilen gerekçe ile davanın reddine karar verildiğini, kararda rekabet yasağı maddesinin tek taraflı düzenlendiği için maddenin geçersiz olduğu ve bu nedenle davalı personel aleyhine ceza koşulunun işletilemeyeceği nedeni ile davanın reddine karar verildiğini, rekabet yasağından söz edebilmek için sektörde kabul görmüş rakip bir firmanın olması gerektiğini, davacı şirketin 2013-2014 yıllarında …, …, …, … vs. Yurtdışı markaları ile ilgili olarak faaliyet alanını kaybettiğini, yurt dışı markalarının davacı ile sözleşmelerini feshettiğini ve iş ilişkilerini sona erdirdiğini, bu markaların davacı şirketlerin ayrılmasından sonra davacının büyük oranda müşteri kaybettiğini, satışlarının düştüğünü, işler hızla azalınca şirket yönetim kurulunun küçülme, işçi çıkarılması ve tasarruf edilmesi ile ilgili kararlar aldığını, yönetim kurulu kararlarının ibraz edildiğini, davacı şirketin personelin bir kısmını kendisinin işten çıkardığını, bir kısmının ise kendisinin ayrılmak zorunda kaldığını, dava dışı şirketin davacı şirketle rekabetinin söz konusu olmadığını, farklı segmentlerdeki yerli iş makineleri sattığını, davacı şirketin yabancı-yurt dışı markaların ürünlerini satmadığı nazara alındığında dava dışı … ile rekabet ortamının bulunmadığı ve bu sebeple rekabet yasağı hükümlerinin uygulanamayacağının açık olduğunu, davacı şirket ile dava dışı şirketin faaliyet alanının kesinlikle farklı olduğunu, müvekkilinin davacı şirkette yedek parça müdürü olarak çalıştığını, davalının görev tanımının davacı şirketin ticari sırlarına vakıf olmaya imkan tanımadığını, davacı tarafça ticari sırla ilgili herhangi bir delil sunulmadığını, her ticari bilginin ticari sır olmadığını, BK 444.madde de koşulların sayıldığını, mahkeme kararında davalının davacı şirketi önemli bir zarara uğratma ihtimali olup olmadığının değerlendirilmediğini, emsal kararda belirtildiği üzere sadece müşteri çevresinin bilinmesinin yeterli olmayıp davalının davacıyı ne şekilde zarara uğrattığının da ispatlanması gerektiğini, davalı personelin davacı şirketin kusuru nedeniyle işten çıkmak zorunda kaldığını, bu nedenle rekabet yasağı maddesinin geçersiz ve uygulanamaz olduğunu iddia ederek, mahkeme kararının kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, hukuki niteliği itibariyle, işçinin rekabet yasağını ihlal ettiği iddiasına dayalı cezai şart alacağının tahsili istemine ilişkindir.İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; bu karara karşı, davalı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Uyuşmazlık, davacı şirkette çalışmış olan davalının taraflar arasındaki rekabet yasağı taahhütnamesini çalışma ilişkisinin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin ihlal edip etmediği, ceza koşulunun geçerli olup olmadığı ve bu bağlamda sözleşmede yar alan cezai şartı ödemekle yükümlü olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır. Dosyada davacı ve davalının taraf olduğu 03.01.2014 tarihli belirsiz süreli hizmet akdinin imzalanmış olduğu anlaşılmaktadır. 03.01.2014 tarihli hizmet sözleşmesine göre davalı satış temsilcisi olup, rekabet yasağına ilişkin 4. maddesine, personelin yaptığı işin BK’nın 348.maddesine uygun bir iş olması nedeniyle gerek işveren şirkette çalıştığı sürede, gerekse iş sözleşmesinin herhangi bir sebeple sona ermesi halinde sona erme tarihinden itibaren iki yıl müddet içinde işverenin iştigal mevzuuna giren ve asıl işi sayılan konularda faaliyet gösteren resmi ya da özel müessese, şirket, ortaklık, şahıs ve sair iş yerlerinde her ne nam altında olursa olsun çalışmamayı, ortak olmamayı, bu alanlarda doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir iş yapmayacağını, söz konusu işleri faaliyet kendi namına ya da başkası hesabına yürütmemeyi kabul ve taahhüt etmiş olup, ancak iş sözlemesinin personel tarafından haklı sebeple feshedilmesi ve işveren tarafından haksız ya da geçersiz sebeple feshedilmesi durumunda bu yükümlülüklerinin geçersizleşeceği, personelin sır saklama yasağına ve rekabet memnuniyetine ilişkin yukarıda yer alan yükümlülüklerinin herhangi bir şekilde ihlali halinde işvereni son aylık net ücretinin 12 katını cezai şart olarak gayri kabili rücu ve gayri kabili tenkis olarak ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği belirtilmiştir. Davalının, davacı yanındaki satış temsilcisi görevini 29.08.2014 tarihinde istifa ile sonlandırdığı, sonrasında ise aynı işi yapan dava dışı …AŞ’de işe başladığı hususunda ihtilaf olmayıp, davacı şirketin işten ayrılmalar öncesinde kâr etmekte iken akabinde zarara geçtiği bilirkişilerce yapılan mali incelemelerde tespit edilmiştir. İlk derece mahkemesince bilirkişi inlemesi yapılmış ve bilirkişi raporuna göre TBK’nın 182/3. maddesi uyarınca cezai şartın fahiş nitelikte olduğu kabul edilerek 1/2 oranındaki cezai şart alacağının tenkisi sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraflarca dosyaya çok sayıda mahkeme ilamları ve Yargıtay emsal ilamları ibraz edilmiştir. İlk derece mahkemesince davanın kabulün karar verilmiş ise de öncelikle sözleşmedeki ceza koşulu anlaşmasının geçerli olup olmadığının ortaya konulması gerekir.Liberal hukuk anlayışı, sözleşme taraflarının eşit olduğu, sözleşme yapılırken tarafların kendi çıkarlarını en üst düzeyde koruyabilecekleri ön kabulüyle, tam bir sözleşme özgürlüğü ilkesi üzerine kurulmuştur. Türk Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu liberal anlayışı esas alan temel kanunlardır. Ancak, zaman içinde, sosyolojik bir olgu olarak, tarafların eşit olmadığı durumların bulunduğu, böyle durumlarda sözleşme özgürlüğüne, zayıf olan taraf yarına müdahale edilmesi gerektiği anlayışı gelişmiş, yani, liberal hukuk anlayışı bazı alanlarda terk edilerek sosyal hukuk anlayışı ikame edilmiştir. Örneğin İş Kanunu, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun gibi. Türk Borçlar Kanunu sözleşme özgürlüğünü esas almış olmakla birlikte, bazı konularda sosyal hukuk anlayışının yansımaları olmuştur. İşte, olayımızda uygulanması tartışılan 420. maddenin 1. fıkrasındaki düzenleme bu anlayışın bir yansımasıdır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile işveren karşısında zayıf durumda bulunan, çalışması ve emeğiyle hayatını idame ettiren işçiyi korumak istemiş ve hizmet sözleşmelerine, sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olduğunu hükme bağlamıştır. Böylece, işçi – işveren ilişkisinin sürdürülebilir bir ilişki olmasının sağlanması yanında, Anayasa’nın 48. maddesiyle teminat altına alınan çalışma ve sözleşme hürriyeti’nin korunması amaçlanmıştır. TBK’nın 420/1. maddesiyle, işçinin çalışma ve sözleşme hürriyetinin korunması amaçlandığından, anılan yasal düzenleme emredici bir düzenleme olup, kamu düzenini ilgilendirir ve mahkemelerce de resen dikkate alınmalıdır. Bu yasal düzenleme, temel kişilik haklarını, hakkın sahibine karşı koruyan Türk Medeni Kanunu’nun 23. maddesiyle uyumlu olduğu gibi, TBK’nın 27. maddesi anlamında, sözleşme özgürlüğünün, kanunda tanımlanmış özel bir sınırını oluşturur (Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C:I, İstanbul 2012, s. 279-280).Yüce Yargıtay 11. HD’nin 2016/1461 E- 2017/4271 K sayılı, 12.09.2017 tarihli karar gerekçesinde; ” Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti başlıklı 48. ve devamı maddelerinde, herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olduğu bildirilmiş, BK’nın 19. maddesinin ilk fıkrasında, bir akdin mevzunun kanunun gösterdiği sınır dairesinde serbestçe tayin olunacağı belirtildikten sonra, 2. fıkrasında bu serbestinin sınırları gösterilmiş, 20. maddesinde ise bir akdin mevzunun gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olması halinde o akdin batıl olacağı, MK’nin 23/2. maddesinde de kimsenin özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği veya onları hukuka yada ahlâka aykırı olarak sınırlayamayacağı düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemeler karşısında, tarafların sözleşme içeriğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güvence altına alınan çalışma hürriyeti ilkesine aykırı olarak ve bu özgürlüğü ihlal anlamına gelecek herhangi bir düzenleme yapmalarının mümkün değildir.” denilmek suretiyle, temel hakların korunmasını amaçlayan yasal düzenlemelerin emredici olduğu ve kamu düzenini ilgilendirdiği açıkça vurgulanmıştır. Temel kişilik hakkını ve Türk kamu düzenini ilgilendiren ve bu nedenle emredici olan TBK’nın 420/1. maddesine göre, hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir. Kanun koyucu, bu düzenlemeyi yaparken hiç bir istisna öngörmemiştir. Tek taraflı ceza koşulunun geçersiz olduğunu söylerken, sözleşmenin devam ettiği dönem veya sözleşmenin sona ermesinden sonraki dönem arasında her hangi bir ayrım yapmamıştır. Kanun koyucu, hizmet ilişkisinde işçiyi konuma iradesini ortaya koyarken böyle bir ayrım yapmamıştır.Esasen, sözleşmenin devam ettiği dönem içinde uygulanacak bir ceza koşuluna uygulamada pek rastlanmamaktadır. Hizmet sözleşmelerindeki ceza koşulu, genellikle sözleşmenin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin olmaktadır. Ceza koşulunun, sözleşmenin sona erdikten sonraki döneme ilişkin olması, ceza koşulu içeren maddeyi, hizmet sözleşmesinin bir maddesi veya hizmet sözleşmenin eki olmaktan çıkarmaz.TBK’nın 444. maddesi uyarınca, fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir. Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir. Yine, aynı Kanun’un 445. maddesi uyarınca, rekabet yasağı anlaşmasının yer, süre ve işin türü açısından yasal sınırlara uyularak yapılması gerekir. Aşırı düzenlemeler hâkimin müdahalesiyle sınırlandırılır. 446. maddenin 2. fıkrasına göre, yasağa aykırı davranış bir ceza koşuluna bağlanmışsa ve sözleşmede aksine bir hüküm de yoksa, işçi öngörülen miktarı ödeyerek rekabet yasağına ilişkin borcundan kurtulabilir; ancak, işçi bu miktarı aşan zararı gidermek zorundadır. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre, işveren, ceza koşulu ve doğabilecek ek zararlarının ödenmesi dışında, sözleşmede yazılı olarak açıkça saklı tutması koşuluyla, kendisinin ihlal veya tehdit edilen menfaatlerinin önemi ile işçinin davranışı haklı gösteriyorsa, yasağa aykırı davranışa son verilmesini de isteyebilir.Yukarıdaki yasal koşulları taşıyan rekabet yasağı anlaşmaları, geçerli anlaşmalardır. TBK’nın 446. maddesi uyarınca, rekabet yasağına aykırı davranan işçi, bunun sonucu olarak işverinin uğradığı bütün zararları gidermekle yükümlüdür. Kanun koyucu, geçerli bir rekabet yasağı anlaşmasının sınırlarını kesin olarak çizmiş, gerekirse hâkimin müdahalesini de öngörmüş, bu şekilde yapılan rekabet yasağı anlaşmasını ihlal eden işçiyi de işverenin zararlarını tazmin yükümlülüğü altına almıştır. Böyle bir durumda işveren, işçinin rekabet yasağını ihlal ettiği olgusunun yanında, bu nedenle bir zararının da oluştuğunu kanıtlayarak tazminat talep edebilecektir. Görüldüğü üzere, işçi ve işverenin, TBK’nın 445. maddesindeki sınırlar içinde kalmak kaydıyla, rekabet yasağı anlaşması yapmalarına yasal bir engel yoktur. Zaten cezai şartın amacı da zararın tazminidir. Ancak borçlu, cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının kapsamını ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etmek imkanı bulacaktır. Çünkü, ceza koşulu, borcun ihlali halinde verilmesi gereken, önceden kararlaştırılmış kesin miktarlı (maktu) bir tazminattır (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Basım, Ankara 2017, s. 1210 ). Ancak, ceza koşulunun işçi aleyhine tek taraflı olarak kararlaştırıldığı durumlarda, ceza koşulu geçerli olmayacağından, işveren, bu kolaylıktan artık yararlanamayacak, zararını ve illiyet bağını ispat etmek zorunda kalacaktır. Yani, işveren, rekabet yasağı sözleşmesine aykırı davranan işçiden tek taraflı ceza koşulunu isteyemeyecekse de tazminat talep edebilecektir. Bu durum, borçların ifa edilmemesinin sonuçlarını düzenleyen TBK’nın 112. maddesinin doğal bir sonucudur (Turgut Akıntürk/ Derya Ateş Karaman, Borçlar Hukuku- Genel Hükümler Özel Borç İlişkileri, 21. Basım, İstanbul 2013, s. 85-86). Bu açıklamalara göre, işçi ve işveren, rekabet yasağı anlaşmasına bir ceza koşulu koyabilir. Ancak, bu ceza koşulunun geçerliliği TBK’nın 420/1. maddesine bağlıdır. Yani, burada getirilecek bir ceza koşulunun sadece işçi aleyhine bir ceza koşulu olmaması, bunun karşılığında işverenin de bir edim üstlenmiş olması gerekir. Yani mademki işçi, temel bir hak olan çalışma hakkının sınırlandırılmasını üstlenmekte ve buna uymazsa ceza koşulu ödemeyi üstlenmektedir; işveren de bunun karşılığında bir edim üstlenmelidir. Kanun’da bu yorumun aksinin kabulünü gerektirecek hiç bir hüküm yoktur. Aksine kanun koyucu, tamamen tarafların eşitliği anlayışıyla düzenlediği TTK’da, acentenin rekabet yasağı anlaşmasına dair 123. maddesinin 1. fıkrasında, acentenin yapacağı rekabet yasağı anlaşmasının geçerliliğini, müvekkilin rekabet sınırlaması dolayısıyla acenteye uygun bir tazminat ödemesi koşuluna bağlamıştır. Kanun koyucunun tamamen işçiyi korumak üzere sosyal amaçlarla düzenlediği TBK’nın hizmet sözleşmesine ilişkin düzenlemelerini yaparken işçi aleyhine, bir tacir olan acenteye göre daha ağır bir hüküm getirdiği söylenemez. TBK’nın 393 ilâ 447. maddelerinin tamamı hizmet sözleşmelerini düzenleyen maddelerdir. Sözleşmedeki bir hükmün, sözleşme sona erdikten sonra hüküm ifade edecek olması, o hükmün sözleşmenin bir maddesi olmadığı, başka bir sözleşme olduğu anlamına gelmez. Taraflar arasındaki rekabet yasağı içeren sözleşme 446. maddedeki yasal sınırlar içinde geçerli bir anlaşma olmakla birlikte, buna bağlanan tek taraflı ceza koşulu hükümsüz olur. Buradaki hükümsüzlük, TBK’nın 27/2. maddesi anlamında kısmî hükümsüzlüktür. Yani, hizmet sözleşmesi ve rekabet yasağı anlaşması geçerli olup, sadece tek taraflı ceza koşulu içeren maddeler hükümsüz olacaktır. Bu durumda, işveren, rekabet yasağını ihlal eden işçiden ceza koşulunu isteyemeyecektir. Ancak, zararını kanıtlayarak tazminat isteyebilir.Nitekim, sözleşmenin süresinden önce feshine bağlanan ceza koşulunun geçerli olup olmadığının tartışıldığı Yargıtay İBHGK’nun 2017/10 E- 2019/1 K sayılı, 08.03.29019 tarihli kararında, esasa girişilmeden önce yapılan ön sorun oylamasında, meselenin hem işçi, hem de işveren yönünden getirilen ceza koşulu için değerlendirilmesi gerektiği, zira işçi aleyhine tek taraflı olarak getirilen ceza koşulunun geçersiz olduğu kabul edilmiştir. Anılan içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde belirtildiği üzere; iş hukukunda kararlaştırılan cezai şartın genellikle iş sözleşmesinin belirli süreli sözleşmelerde, süre boyunca haklı neden olmaksızın feshini önlemek, eğitim verilen işçinin asgari çalışma şartına uyulmaması halinde eğitim giderlerini geri talep edebilmek veya rekabet yasağı sözleşmesine uygun davranılmasını sağlamak amacıyla getirildiği görülmektedir. Tüm bu hallerde taraflar sözleşmeden doğan bir yükümlülük yüklenmekte ve cezai şart ile söz konusu taahhütlerin etkinliği sağlanmaktadır.İBK uyarınca, sözleşmenin süresinden önce feshi hali için öngörülecek ceza koşulunun karşılıklı olması, yani sadece işçi aleyhine öngörülmemiş olması zorunludur. Bu konu, İBK’nın açık gerekçesi karşısında artık tartışılamaz.Yine, işçiye verilen eğitim giderleri nedeniyle, işçinin asgari çalışma şartlarına uymaması hali için eğitim giderlerinin işçiden tahsil edileceğine dair ceza koşulunun sadece işçi aleyhine konulması mümkün olmamalıdır. Burada, işverinin zaten eğitim giderlerini ödediği ve ceza koşulunun karşılıksız olmadığı savunulabilir. Çünkü işveren, giderini kendisi karşılayarak işçiye eğitim hizmeti vermiştir. Ancak, davamıza konu olayda olduğu gibi, rekabet yasağına bağlanan ceza koşulunun sadece işçi aleyhine öngörüldüğü durumlarda, işverenin her hangi bir karşı edim üstlendiğinden söz edilemez. Bu halde hizmet sözleşmesi karşılıklı olarak ifa edilmiş, işçi bilgisini ve emeğini işverene tahsis etmiş, işveren bunun karşılığında işçinin ücretini ödemiştir. İş sözleşmesinin sona ermesinden sonra, işveren, işçinin rakip firmalarda çalışmamasını, yani çalışma hak ve özgürlüğünün sınırlandırılmasını istemekte, ancak bunun karşılığında hiçbir karşı edim üstlenmemektedir. İşveren, işçinin çalışma alanını ve çalışma konusunu belli bir süre sınırlandırmakta, karşılığında hiçbir edim üstlenmemektedir. Kanun, hizmet sözleşmelerinde sadece işçi aleyhine ceza koşulu getirilmesini sosyal amaçlarla, yani işçiyi korumak amacıyla getirmiştir. İşçi aleyhine konulan ceza koşuluna karşılık, işverene de bir ceza koşulu öngörülebileceği gibi, karşılıklılık başka şekillerde de sağlanabilir. Örneğin, rekabet yasağı karşılığında işveren, işçiye belirli bir miktar ödeme yapmayı veya yoksun kalacağı çalışma hakkı karşılığında aylık ücretinin belli bir kısmını yasak süresi boyunca ödemeyi üstlenebilir. Kanun, karşılığın mutlaka bir ceza koşuluyla düzenlenmesini aramamıştır.Açıklanan bu gerekçelerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekir iken kısmen kabulüne dair verdiği karar usul ve yasaya aykırı olduğundan, HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve davanın reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Ayrıntısı yukarıda açıklanan gerekçelerle;Davalının istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/1.b.2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, bu doğrultuda;1-Davanın reddine,2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 179,90 TL harcın, peşin alınan 922,20 TL harçtan mahsubu ile artan 742,30 TL harcın, talep halinde davacıya iadesine,3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına,4-Davalı tarafından yapılan yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 5-Davalı kendini vekille temsil ettirdiğinden, hüküm tarihinde geçerli olan AAÜT’deki esaslara göre belirlenen 9.200,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,6-Kullanılmayan gider avanslarının, yatıran tarafa iadesine, 7-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden;a-Davalı tarafından yatırılan 148,60 TL istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına,b-Davalı tarafından yatırılan 461,10 TL istinaf nispi peşin karar harcının talep halinde davalıya iadesine, c-Davalı tarafından harcanan 148,60 TL istinaf başvuru harcı ile 48,70 TL posta gideri olmak üzere toplam 197,30 TL kanun yolu giderinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,8-Gerekçeli kararın ilk derece mahkemesince taraf vekilline tebliğine,9-Dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 362/1.a maddesi uyarınca, iş bu karar tarihi itibariyle, dava değerine göre karar kesindir.