Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/590
KARAR NO: 2020/1333
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 28/10/2019
NUMARASI: 2018/505 E. – 2019/820 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik verilen hükme karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin 1993 yılından itibaren spor ve ekipman marlaranının ihtalatı, toptan ve perakende satışı ve pazarlaması amacıyla kurulduğunu, müvekkili şirket ile davalı arasında başlayan işbirliği ile davalının markalarını Türkiye’de kendi pazarında en çok bilinen markalar haline getirildiğini, müvekkilinin 1993 yılından beri yaptığı satış ve pazarlama faaliyetleri kapsamında, 1997 yılında “…” markası ile özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde tanınan fakat Türkiye’de henüz tanınmayan … markasının Türkiye’deki yasal hak sahibi olan … firması ile tek satıcılık sözleşmesi imzalandığını, işbirliğinin başlaması ile müvekkil şirketin aslında işbu davanın özü olan “…” markası ile işbirliğinin başladığını, 2000 yılında … Şirketinin … tarafından satın alındığını ve … ile ticari ilişkinin devam eden yıllarda sürdürüldüğünü, buna istinaden sözleşmeler imzalandığını, … ile en son imzalanan 20.01.2014 tarihli Distribütörlük Anlaşması ve ek sözleşmeler ulunduğunu, daha sonra 20.01.2014 tarihli sözleşmenin 17.05.2016 tarihinde …’nın bağlı şirketi olduğu anlaşılan davalıya devredildiğini, bu kapsamda 1997 yılından itibaren imzalanan sözleşmeler gereği “…” markasının Türkiye’de yetkili distribütörünün müvekkil şirket olduğunu, müvekkili şirketin yaptığı çalışmalarla davalın markasının Türkiye’deki bilinirliğini artırdığını, yapılan çalışmalarla markanın üst gelir grubu için en çok tanına ve güvenilen sırt çantası markası haline getirildiğini, müvekkilinin markanın tanınırlığı için başta basın yoluyla olmak üzere çok sayıda faaliyette bulunduğunu, müvekkilinin markaya yaptığı katkıların satış ve ciro rakamlarıyla açıkça belli olduğunu, yıllar içinde meydana gelen artışın müvekkilinin sahip olduğu dağıtım ağı ve potansiyeli sayesinde gerçekleştiğini, süreç içinde imzalanan sözleşmenin 31.12.2016 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzadığını, ancak müvekkilinin tüm başarılı stratejilerine rağmen davalının satış rakamlarının düşmesini gerekçe göstererek, 31.12.2017 tarihinden itibaren müvekkili ile çalışmayacağını bildirerek sözleşmeyi feshettiğini, müvekkilinin davalının markasına yaptığı katkılar nedeniyle TTK’nın ilgili hükümleri gereği denkleştirme tazminatı istemeye hak kazandığını ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000,00 TL denkleştirme tazminatının davalı tarafından yasal faizi ile tasilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında, davalıya ait … marka sırt çantalarının Türkiye’de tanıtımı ve satışı amacıyla 2005 yılında distribütörlük anlaşması imzalandığını, 20.01.2014 tarihinde yeni sözleşmenin akdedildiğini, süresi 31.12.2016 tarihinde dolan sözleşmenin süresinin 31.12.2017 tarihine uzatıldığını, taraflar arasında imzalanan tüm sözleşmelerin Belçika Hukukuna tabi olduğunu, davacının satışlarının 2014 yılından itibaren düşü göstermeye başlayarak asgari alım miktarının altına düştüğünü, sürekli şans tanınmasına rağmen satış performansında düzelme olmaması nedeniyle 31.12.2017 tarihinde sözleşmenin haklı nedenle feshedildiğini, taraflar arasında düzenlenen sözleşmelerde Belçika hukukunun uygulanacağınını ve yetkili mahkemenin Belçika Mahkemeleri olduğunun açıkça kabul edildiğini, sözleşmenin 27 ve 29.maddelerinde yetki şartı bulunduğunu, sözleşmeye göre müvekkilinin yerleşim yeri olan Mechelen Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğunu, mahkeme yeri başlıklı 29. maddesinde sözleşmeden kaynaklanacak ihtilaflarda davalının kayıtlı olduğu yasal bölge mahkemesinin yetkili olduğunun açıkça kararlaştırıldığını, müvekkilinin kayıtlı adresinin … Bornem Belçika olması ve adresin sözleşmenin 28. maddesinde belirtilmesi karşısında sözleşmenin Belçika Hukukuna tabi olduğu, dava konusu uyuşmazlığın Belçika Hukukuna göre değerlendirilmesi gerektiğini, Belçika Hukukuna göre denkleştirme tazminatı istenebilmesine ilişkin maddi şartların gerçekleşmediğini, ayrıca, sözleşmede açıkça denkleştirme tazminatı istenemeyeceğinin düzenlendiğini, hak düşürücü süre/zaman aşımı süresinin dolduğunu, distribütörlük ilişkisinin 31.12.2017 tarihinde sona ermesinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ İlk Derece Mahkemesinin kararında; ” …İhtilaf konusunun taraflar arasında düzenlenen distribütörlük mutabakatını ve uygulamalarını davalı tarafın haklı ve geçerli bir nedene dayanarak sona erdirip erdirmediği, haksız ise denkleştirme tazminatının talep edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır. Davalı taraf milletler arası yetki itirazında bulunmuştur. Dosyaya sunulan ve taraflar arasında imzalandığı hususunda uyuşmazlık bulunmayan sözleşmenin incelenmesinde 27. Maddesinin Sadece Belçika Mahkemeleri bu anlaşma üzerinde yetkiye sahip olacaktır hükmünü içerdiği görülmüştür. Davanın taraflarının HMK’nın 17. maddesi kapsamında yetki sözleşmesi yapabilir tacir oldukları anlaşılmıştır. Davalı tarafça her ne kadar denkleştirme tazminatı talebinin sözleşmeden kaynaklı bir alacak hakkı olmadığı belirtilmişse de taraflar arasındaki sözleşme sebebiyle ortaya çıkan ve bu sözleşme dolayısı ile istenebilen bir alacak türü olup bu itiraz yerinde görülmemiştir. Bu nedenle milletlerarası yetki söz konusudur ve MÖHUK 31.maddesi yetki konusunu düzenlemiştir. Bu yasa kapsamında ve sözleşme hükümleri de gözetilerek davalı … hakkında açılan davanın yetkisizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerekmiştir.” gerekçesiyle, davanın MÖHUK’un 31. maddesi gereği yetkisizlik nedeniyle reddine, karar vermiştir. Bu karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde; Mahkemece, tarafların olası ihtilaflarda HMK’nın 17.maddesi gereğince yetki sözleşmesi yapabilme kabiliyetine sahip tacir alması nedeniyle MÖHUK’un 31.maddesine atıf yapılarak davanın reddine karar verildiğini, ancak bana ilişkin ayrıntılı gerekçeden bahsedilmediğini, verilen kararın gerekçesinin bulunmaması nedeniyle Anayasanın 14/3.maddesi ile HMK’nın 297.maddesinin c bendinde aykırı karar verildiğini, kararların gerekçeli olması gerektiğinin ulusal ve uluslararası belgelerde korunmuş bir hak olduğunu, gerekçeli kararda davanın yetki dolayısıyla reddine ilişkin somut bir gerekçe gösterilmeyerek sadece mahkemenin yetkisiz olduğunun belirtildiğinden kararın öncelikle gerekçesizlikten kaldırılması gerektiğini, uyuşmazlıkta yetkili mahkemenin Türk Mahkemeleri olduğunu, zira denkleştirme tazminatının TTK’nın 122.maddesinde düzenlendiğini, denkleştirme talebinin, taraflara sözleşmeye dayanan bir talep hakkı getirmediğini, bu hakkın kanun tarafından düzenlenmiş, bizzat taraflara kanundan doğan “ex lege” bir talep hakkı olduğunu, hakkın ancak TTK’nın 122.maddesindeki 3 koşulun bir araya gelmesi ile istenebileceğini, TTK’nın 122/4.maddesi gereğince tarafların bu haktan önceden vazgeçemeyeceğini, hakkın sözleşmedeki sürelere bağlı olmaksızın TTK’nın 122. maddesi uyarınca, sözleşmenin sona ermesinden itibaren bir yıl içerisinde ileri sürülmesi gerekmesi karşısında, hakkın sözleşmesel ilişki ile doğmadığını, hakkın koşullarının kanun tarafından belirlenmesi nedeniyle Milletlerarası Özel Hukuk ve Usül Hukuku Hakkında Kanunun 24.maddesinin 1.bendi olan “Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tabidir” hükmünün denkleştirme talebinde uygulanamayacağını, maddede açık şekilde belirtildiği üzere tarafların hukuk seçme serbestisinin “sözleşmeden doğan borç” ile sınırlı olduğunu, denkleştirme istemi gibi kanundan doğan bir hakkın talep edilmesinin taraflar arasında var olan sözleşmedeki hukuk seçimini kapsamayacağını, sonuç olarak denkleştirme talebinin sözleşmeden kaynaklanan bir hak olmadığını, bu hakkın sözleşme sona erdikten sonra sözleşme tarafının, sözleşmenin sona ermesinden dolayı diğer tarafın elde etmesi muhtemel kazanç nedeniyle belli bir pay verilerek kazanç denkleştirmesi anlamına geldiğini, talebin sözleşmeden kaynaklı bir borç ilişkisi olmadığından sözleşmede kararlaştırılan hukuk ve yetki kuralının geçersiz olduğunu, sözleşmeyle müvekkiline Türkiye sınırları içerisinde bir hak verdiğinden Türk Hukukunun ve Türk Mahkemelerinin yetkili olduğunu, MÖHUK’un 6.maddesinde de, “Yetkili yabancı hukukun uygulandığı durumlarda, düzenleme amacı ve uygulama alanı bakımından Türk hukukunun doğrudan uygulanan kurallarının kapsamına giren hâllerde o kural uygulanır.” hükmü gereğince doğrudan uygulanan kural olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, taraflar arasındaki distribütörlük sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle TTK’nın 122. maddesi uyarınca denkleştirme tazminatının tahsili istemlerine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi gereğince, tarafların ileri sürdüğü istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Taraflar arasında 2005 yılından itibaren davalıya ait “…” markalı ürünlerin Türkiye’de tanıtımı ve satışına ilişkin sözleşme ilişkisi bulunduğu sabittir. Bu kapsamda taraflar arasında çeşitli tarihlerde sözleşmeler akdedilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen ve 01.01.2014 tarihinde yürürlüğe giren sözleşmenin süresi en son 31.12.2016 tarihinde bir yıl uzatılmış ve davalının feshi sonucu sözleşme 31.12.2017 tarihinde feshedilmiştir. Anılan sözleşmenin 27.maddesinde, ” İşbu anlaşma ve buradaki hak ve görevleri, kanun ihtilafı hükümlerine bakılmaksızın Belçika yasalarına göre yorumlanacak, uygulanacak ve yönetilecektir. Sadece Belçika mahkemeleri bu anlaşma üzerinde yetkiye sahip olacaklardır, bu nedenle taraflar, işbu anlaşmanın, diğer tarafın yazılı izni olmaksızın Türk Ticaret Bakanlığı Sicil Dairesi de dahil ancak bunlarla sınırlı olmak üzere, herhangi bir kamu hizmetine kayıtlı olmayacağını açıkça kabul ederler” düzenlemesi bulunmaktadır. Aynı sözleşmenin mahkeme yeri başlıklı 29.maddesinde ise, “Bu Sözleşme’den doğan veya bu Sözleşme’yle ilgili dostane bir şekilde çözülemeyen herhangi bir ihtilaf veya talep, Müvekkil’in kayıtlı olduğu yasal bölge mahkemelerinin yetkisi dahilinde ele alınacaktır” düzenlemesi bulunmaktadır. Uyuşmazlığın yabancılık unsuru taşıdığı gözetilerek; 5718 sayılı Kanun’un 47. maddesine göre davanın yetki sözleşmesinde belirtilen yerde görülebileceği, Türk Mahkemelerinin ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması ya da Türk Mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması hallerinde uyuşmazlığa bakabileceği kanaatiyle yetki yönünden dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. 5718 sayılı MÖHUK’un “Yetki anlaşması ve sınırları” başlıklı 47. maddesi hükmü ile Türk mahkemelerinin yer itibariyle yetki kurallarının münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, tarafların, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan bir uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesini kararlaştırmalarının Türk Hukuku bakımında da geçerli olacağı düzenlenmiştir. Yabancı devlet mahkemesine yetki tanıyan anlaşmanın Türk hukuku bakımından hukuki değer taşıması için öncelikle yazılı ve taraflar arasında yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığa ilişkin olmalıdır. İkinci olarak söz konusu uyuşmazlık yönünden münhasır bir mahkeme tayin edilmemiş olmalıdır. Üçüncü olarak ise yetki anlaşması “uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda” olmalıdır. Diğer yandan yetki anlaşmasıyla yetkilendirilen yabancı devlet mahkemesinin HMK’nın 17 ve 18. maddelerindeki düzenlemeye paralel olarak “belirli” olması şartı MÖHUK’un 47. maddesi yönünden de aranmalıdır. Somut uyuşmazlıkta ise açıkça uyuşmazlığın çözümünde Belçika mahkemelerinin, davalının kayıtlı olduğu yasal bölge mahkemesinin yetkili olduğu kararlaştırılmıştır. Sözleşmenin 28. maddesinde sözleşmenin taraflarının yasal tebligat adreslerinin belirtilmesi karşısında yetki şartı “belirli olma” kriterini taşımaktadır. Sözleşmenin 28. maddesi gereğince, sözleşme ilişkisine Belçika Hukukunun uygulanacağı ve anılan ülke mahkemelerinin yetkili olduğu düzenlendikten sonra, sözleşmenin 29. maddesinde yetkili mahkeme belirlenmiştir. Davalı şirket yabancı uyruklu olup, yetki itirazının ileri sürülmesinin TMK m.2 hükmüne aykırı olduğundan da söz edilemez. Bu durumda, taraflar arasında yabancılık unsuru taşıyan sözleşme bakımından kararlaştırılan yetki şartı geçerli olduğu kabul edilmelidir. Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde mahkeme kararında yeterli gerekçe bulunmadığını ileri sürmektedir. Mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması, taraflara yüklenen hak ve sorumlulukların ve sonuca varılmasında etkili olan nedenlerin gösterilmesi gerekmektedir. Mahkeme kararının gerekçeli olması adil yargılanma ve hukuki dinlenme hakkına ilişkin olması nedeniyle hukuki güvenliğin zorunlu bir unsurudur. Bu kapsamda, mahkemece yapılan değerlendirmede, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin irdelendiği, uyuşmazlığın sözleşme kapsamında çözülmesi gerektiğinin gerekçeli kararda tartışıldığı, sözleşme ve yasal normlar karşısında tarafların yabancılık unsuru taşıyan sözleşme bakımından yabancı ülke mahkemesinin yetkisini kararlaştırmaları nedeniyle Türk Mahkemelerinin yetkisinin bulunmadığı konusunda yasal ve yeterli gerekçe oluşturulduğu anlaşılmakla davacı vekilinin bu yönlere ilişkin istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmemiştir. Diğer yandan, davacı vekili dava konusu denkleştirme talebinin sözleşmeden kaynaklanmadığı ve sözleşmenin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde talep edilebilecek bir hak olduğunun TTK’nın 122.maddesinde düzenlenmesi karşısında sözleşmedeki yetki şartının bağlayıcı olmadığını ileri sürmüştür. Ancak, mahkeme gerekçesinde de belirtildiği üzere denkleştirme tazminatı talebi, taraflar arasındaki distribütörlük sözleşmesinin sona erdirilmesi nedeniyle davacı tarafından talep edilebilecek bir hak olup, sözleşmeye sıkı sıkıya bağlıdır. Yasada, sözleşmenin sona ermesinden sonra, sözleşmenin taraflarından birinin isteyebileceği denkleştirme tazminatının hesaplanması ve şartlarına ilişkin düzenleme yapılması, bu hakkın sözleşmeden bağımsız bir hak olduğu anlamına gelmez. Hakkın, sözleşmenin sona ermesinden kaynaklı ve davacının davalıya ait markaya kattığı değer nedeniyle istenebilmesi karşısında davacı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2013/4001 Esas, 2014/1285 Karar sayılı ilamında da benzer hususlar tartışılmıştır.) Açıklanan bu gerekçelerle ve ilk derece mahkemenin gerekçeleri kapsamında ulaşılan sonuca göre, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf harçlarının Hazineye irad kaydına, 3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine, 5-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 03.12.2020 tarihinde oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açıktır.