Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/573 E. 2023/186 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/573
KARAR NO: 2023/186
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 10.07.2019
NUMARASI: 2018/287 E. – 2019/809 K.
DAVANIN KONUSU: Tanıma Ve Tenfiz
Taraflar arasındaki yabancı mahkeme karanının tenfizi davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı, davalı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında Essen 2.Asliye Hukuk mahkemesinin (2 O 407/10) sayılı tazminat davasında, 144.890,08 Euro’nun 02.09.2010 tarihinden itibaren %5 oranınında faizi ile birlikte tahsiline ilişkin verilen kararın 04.02.2015 tarihinde kesinleştiğini, kararın apostille onayının yapıldığıını, müvekkilinin davalıdan bu miktarı tahsil edemediğini ileri sürerek, Essen 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.12.2012 tarih ve 2 O 407/10 sayılı kararının tenfizine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davacı şirketin 12.07.2010 tarihinde tasfiye edildiğini, tasfiye edilerek tüzel kişiliği sona eren şirketin davada taraf olamayacağını, Essen Yerel Mahkemesinin Ticari sicil B adlı belgesinde, şirketin sermaye yetersizliği nedeniyle tasfiye edildiğinin yazıldığını, bu nedenle yabancı mahkemede verilen hükmün Türkiye’de tenfizinin mümkün olmadığını, aynı belgede şirkete aciz müdürü atandığının belirlendiğini, bunun da iflas yöneticisine karşılık geldiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “.. somut uyuşmazlıkta taraf ehliyeti ve dava ehliyeti yönünden MÖHUK.nun 9.ve 2/3 maddesi kapsamında değerlendirme yapılması gerektiği, bu hususta Alman hukukunun maddi hükümlerine göre değerlendirme yapılmaıs gerektiği anlaşılmıştır. Dosyaya sunulan belgenin noter onaylı ve yeminli tercümesinin incelenmesi sonucunda; Alman hukukuna göre tasfiye memuru olarak … isimli kişinin atandığı ve bu kişinin davada taraf ve dava ehliyeti bulunduğu, yine Essen Bölge mahkemesi tarafından bir örneği sunulan belgeye göre de ek tasfiye memurunun davacı şirketin tasfiyesi için atanan ve şirketi tek başına temsil gücüne sahip olduğu ifade edilen … isimli kişi olduğu anlaşılmıştır. Tenfizi istenen kararın değerlendirilmesi sonucunda; Essen Asliye Hukuk mahkemesi 2.Hukuk Dairesinin vermiş olduğu hukuk davasına ilişkin kararın kesinleşmiş bir ilam olduğu, bu ilamın Apostil şerhinin onaylı örneğinin ve noter onaylı yeminli tercümesinin dosyaya sunulduğu, Almanya ile yabancı mahkeme kararlarının tenfizi konusunda karşılıklılık esasının belirlenmiş olduğu, tenfizi istenen kararın Alacak davasına ilişkin olduğu, bu davayla ilgili olarak Türkiye’de münhasır yetkili bir mahkemenin bulunmadığı, ayrıca davalının bu hususta bir itirazının da bulunmadığı, tenfizi istenen karara konu uyuşmazlığın kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturmadığı, bu kapsamda bir tenfiz engeli bulunmadığı ve diğer şartların değerlendirilmesinde de tenfize engel bir durumun bulunmadığı, MÖHUK’un madde 50, madde 53, madde 54, madde 55 de belirtilen şartların mevcut olduğu anlaşılmakla…” gerekçesiyle davanın kabulü ile Essen 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin ( 2 O 407/10 ) sayılı, 13.12.2012 tarihli kararının tenfizine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davacı şirketin 12.07.2010 tarihinde tasfiye edilmesi nedeniyle aktif dava ehliyetinin bulunmadığını, şirketin 12.07.2010 tarihinde tasfiye edilmesi nedeniyle aktif husumet ehliyeti olmadığına ilişkin belgenin dosyaya sunulduğunu, Essen Yerel Mahkemesi Ticari Sicil B Adlı belgenin 10.10.2016 tarihli resmi dökümünün aslı ve Türkçe çevirisinin özellikle 6. sütununun en alt bölümünde “b) Şirket sermayesizlik nedeniyle FamFG madde 394 fıkra 1 gerekçesi tasfiye edildi.” şeklinde bilgi bulunduğunu, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davanın özelliklerine uymayan bilgilerin paylaşıldığını, özellikte raporun 9.sayfasındaki vekalete ilişkin açıklamanın hatalı olduğunu, şirketin sicilden silinmesinin gerçek kişinin ölümü ile aynı sonucu doğurduğunu, bir şirketin tasfiye işlemlerinin yürütülmesi sırasında yapılanların, tasfiye görevlisi ve işlemin niteliğine göre önceden yetki verilmiş avukat tarafından yerine getirilmesinin olanaklı olduğunu, oysa tasfiyenin tamamlanıp şirketin sicilden terkininden sonra önceki yetkilinin işlem yapmasının Türk Hukukuna göre olanaksız olduğunu, terkin edilen bir şirketin ihya edilmeden davanın görülemeyeceğini, bu şekilde işlemin kamu düzenine açıkça aykırı olduğunu, maktu vekalet ücreti yerine nispi vekalet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, MÖHUK’un 50 ve devamı maddeleri gereğince yabancı mahkeme kararının tenfizi isteğine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne, karar verilmiş; bu karara karşı, davalı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davanın açıldığı İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesince daha önce davanın kabulüne ilişkin verilen hükümler istinaf başvurusu üzerine dairemizce, önce harcın tamamlanması ardından da göreve ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle kaldırılmıştır. Uyuşmazlık, yabancı mahkeme kararının tenfizi şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye’de icra olunabilmesi, yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır (5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, m. 50) Kesinleşmiş karara ilişkin tenfizin şartları 5718 sayılı MÖHUK’un 54. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde gereğince; kararın verildiği devlet ile Türkiye Cumhuriyeti arasında karşılıklılık bulunması, kararın münhasıran Türk mahkemelerinin yetkisine giren bir konuda verilmemiş olması, kararın Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmaması, o yer kanunları uyarınca kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması gerekir. Anılan maddeye göre; tenfiz şartlarından birisi Türkiye Cumhuriyeti ile ilamın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma veya o devlette Türk Mahkemeleri’nden verilmiş ilamların tenfizini mümkün kılan bir anlaşma veya kanun hükmünün veya fiili uygulamanın bulunmasıdır. Tenfizi istenen kararın verildiği Almanya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında, yabancı ilamların tenfizine ilişkin sözleşme ve karşılıklılık ilişkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. MÖHUK’un 54/b maddesi gereğince yabancı mahkeme kararlarının tenfizi için aranan şartlardan ikincisi, kararın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmamasıdır. Somut olaydaki tenfizi istenen kararın, yabancı mahkeme tarafından verilmiş olup eda hükmü içerdiği ve Alman Hukukuna göre kesinleştiği yönünde apostilli şerh içerdiği; kararın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. MÖHUK’da kabul edilen sisteme göre, tenfiz talep edilen mahkemenin, yabancı mahkeme kararını esastan inceleme ve hukuka uygunluğunu denetleme yetkisi yoktur. Ancak hâkim, kararda yer alan hüküm fıkrasının Anayasanın veya hukuk sisteminin temel ilkelerine, Türk toplumunun genel örf-adet ve ahlak telakkilerine aykırı olup olmadığını inceleyerek, yabancı bir kararın Türk kamu düzenine açıkça aykırı olup olmadığını incelemekle yükümlüdür. Bu nedenle davalının davanın esası hakkındaki itirazları konusunda sadece kamu düzeni denetlemesi yapılmalıdır. MÖHUK’un 54/ç maddesi gereğince, o yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmaması, mahkemede temsil edilmemesi ve bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında karar verilmiş olması hâllerinde ilgilinin tenfize karşı Türk mahkemesinde itiraz etmesi üzerine yabancı mahkeme kararının tenfizi mümkün olmayacaktır. Bu maddede belirtilen hususların ihlal edilip edilmediği tenfizi istenilen kararın verildiği yer kanunlarına göre belirlenecektir. Somut olayda, yabancı mahkemede yapılan yargılamada davalının savunma hakkının kısıtlanmadığı anlaşılmaktadır. Davacı MÖHUK’un 54/c maddesi uyarınca, hükmün Türk Kamu düzenine açıkça aykırı olduğunu savunmaktadır. Bu kapsamda, davacı şirketin 12.07.2010 tarihinde sicilden terkin edildiğini ve bu nedenle aktif dava ehliyetinin bulunmadığını, tasfiye döneminde şirketi temsile yetkili kılınan kişinin terkinden sonra şirketi temsil yetkisinin bulunmadığını belirtmiştir. MÖHUK’un 9.maddesinde, hak ve fiil ehliyetinin milli hukuka göre belirleneceği düzenlenmiştir. Davacının aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı tenfize konu ilamda değerlendirilmiş olup, davacı şirketin 12.07.2010 tarihinde FAMFG yasasının 394.maddesinin 1.paragrafı uyarınca ticaret sicilinden silindiği, 1. maddedeki kişinin, şirket mal varlığının mevcudiyetini yeterli derecede inandırıcı şekilde ortaya koyması nedeniyle, ek işlem için tasfiye memuru olarak atandığı belirtilerek, …’ın ek tasfiye için tasfiye memuru olarak atandığı belirtilmiştir. Bu nedenle, davacı şirketin Alman Hukuku’na göre aktif dava ehliyetinin bulunduğu ve şirketin tasfiye işleminden sonra tespit edilen hak ve menfaatlerinin tahsili amacıyla görevlendirilen …’ın şirketin yasal temsilcisi olarak şirket adına dava açma yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Alman Hukuku’na göre bir çeşit ihya hükmü olduğu anlaşılan bu hükümle, …’ın şirketi temsile yetkili olduğu anlaşılmakla taraf teşkilinin usulüne uygun şekilde sağlandığı sonucuna varılmıştır. İlk derece mahkemesince, aslı incelenerek kasaya alınan yabancı mahkeme ilamının tenfizine engel her hangi bir durum bulunmadığı, Dairemizin kaldırma kararı üzerine nispi harcın ödenmesi nedeniyle nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, davalı vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davalı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının Hazineye gelir kaydına; bakiye 47.939,75 TL istinaf karar harcının davalıdan tahsiline, 3-Davalı tarafça istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 09.02.2023 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.