Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/443 E. 2023/188 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/443
KARAR NO: 2023/188
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 21.10.2019
NUMARASI: 2017/495 E. – 2019/933 K.
DAVANIN KONUSU: Alacak (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
Taraflar arasındaki alacak davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı, taraflarca istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında 20.08.2014 tarihinde acentelik sözleşmesi akdedildiğini, davalının 04.02.2015 tarihinde acentelik ilişkisini tescil ve ilan ettirdiğini, acentelik ilişkisi süresince müvekkilinin Dask, Ferdi Kaza, Hukuksal Koruma, Kasko, Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası, Muhtelif Kaza Sigortası, Sağlık Sigortası, Yangın Sigortası sözleşmelerine aracılık ettiğini, sigorta sektöründe tacir olan müvekkilinin tecrübe ve müşteri kitlesi ile davalı şirkete önemli ölçüde menfaatler sağladığını, müvekkilinin aracılık faaliyetlerini devam ettirirken ve henüz sözleşme süresi dolmamışken davalı şirketin 23.06.2016 tarihli fesih ihbarı ile tek taraflı olarak haksız şekilde tebliğden itibaren 3 ay sonra hüküm ifade etmek üzere sözleşmeyi feshettiğini, davalının aynı gün gönderdiği yazı ile ZMMS poliçelerinde komsiyon tutarını 5%’e düşürdüğünü, ihtarın 29.06.2016 tarihinde müvekkiline tebliğ edildiğini, müvekkilinin aracılık hizmetleri nedeniyle davalının önemli ölçüde menfaat elde ettiğini ve elde ettiği bu menfaatlerin halen devam ettiğini, müvekkilinin acentelik süresince yaklaşık 4.000 adet poliçe ürettiğini, bu poliçelerin büyük kısmının yeni müşterilerle yapıldığını, davalının portföyüne yeni müşteriler katıldığını, davalının fesih sonrası müvekkilinin temin ettiği müşterilere poliçe düzenlediğini, TTK’nın 122. ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunun 23/16.maddesi hükümleri gereğince portföy tazminatı şartlarının oluştuğunu ileri sürerek, sonradan artırılmak üzere 10.000,00 TL portföy tazminatının faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, bilirkişi raporunun ibrazından sonra belirsiz alacak davası şeklinde ileri sürdüğü denkleştirme tazminatı talebini 13.09.2019 tarihli bedel artırım dilekçesi ile 151.307,48 TL artırarak 161.307,48 TL’sına yükseltmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; taraflar arasındaki sözleşmenin müvekkilince TTK’nın 121/1. maddesi gereğince tebliğden itibaren üç ay sonra hüküm doğurmak üzere feshedildiğini, belirtilen süre sonunda acentenin işlem yapma yetkisinin sonlandırıldığını, davacı taleplerinin feshin haksız olması koşuluna bağlı olduğunu, oysa müvekkilinin kanun hükümlerine uygun hareket ederek sözleşmeyi haklı nedenle feshettiğini, sözleşmenin haksız feshedildiği kabul edilse dahi davacı iddialarının yerinde olmadığını, davacı aracılığı ile tanzim edilen sigorta poliçeleri ile ilgili olarak tahakkuk eden tüm acentelik komisyonlarının fesih tarihi ile ilişkilendirilmeksizin tüm poliçe vadelerini kapsayacak şekilde ödendiğini, sözleşme ilişkisinin bitmesinden bir gün önce dahi tanzim edilmiş poliçelerin komisyonları tamamen ödendiğinden, davacının mahrum kaldığı herhangi bir komisyon alacağından söz edilemeyeceğini, komisyon oranlarının sözleşme hükümlerine uygun olduğunu, sözleşmede komisyon oranlarının belirlenme yetkisinin müvekkiline verildiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin de bu şekilde uygulanarak sonuçlandırıldığını, davacı tarafından kazandırılan müşteri bulunmaması nedeniyle denkleştirme tazminatı talep edilemeyeceğini, müvekkiline devir edilmiş bir portföy bulunmadığını, poliçe vadesinin bitimi ile müşterilerin müvekkili şirketle olan ilişkisinin sona erdiğini, davacının münhasıran müvekkili şirketin acenteliğini yapmadığını, vadesi dolan poliçelerin başka şirketlerle yapılması nedeniyle davacının denkleştirme tazminatı alacağı bulunmadığını, davacı tarafından temin edilen müşterilerle yeniden sözleşme yapıldığının kanıtlanması gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda;”… Taraflar arasında 20/08/2014 tarihinde düzenlenmiş acentelik sözleşmesi, 20/08/2014 tarihinden itibaren 2 (iki) yıl süreli olarak yapılmıştır. Ancak, davalı şirketin incelenen ticari defter ve belgelerinin incelenmesinde, davacının fiilen faliyetine 16/Mart/2015 (düzenlenmiş ilk poliçe tarihi) tarihinde başladığı tespit edilmiştir. Davalı şirket, davacıya 23/06/2016 tarihinde göndermiş olduğu sözleşme fesih yazısında da yazının tebliğinden itibaren 3 ay sonra sözleşmenin fesh edileceği bildirilmiştir. Sözleşmenin fesih ihbarnamesi davacıya 29/06/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu durumda, sözleşme 30/09/2016 tarihinde fesh olmuş olmaktadır. Davacının talep ettiği denkleştirme bedeli son beş yıl prim tahakkuklarının toplamının ortalaması hesaplanarak tespit edilmesi gerekmektedir. Ancak, davacı acentenin çalıştığı yıllar beş yıldan az olduğundan denkleştirme bedeli çalıştığı yılların prim tahakkukları toplamının ortalaması alınarak denkleştirme bedeli (portföy tazimatı) 249.253,24 (2015 yılı:26.153,41 TL+ 2016 yılı: 227.832,53 TL (-) 2017 yılı: 4.733,70 TL iptallerden) TL /564 gün x 365 gün = 161.307,48 TL olarak hesaplanmış, dava ve ıslah dilekçelerine göre davanın kabulü ile, 161.307,48 TL portföy tazminatının 10.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren, 151.307,48 TL’sinin ıslah tarihi olan 13.09.2019 tarihinden itibaren işleyen avans faizi ile birlikte… ” gerekçesiyle davanın kabulü ile 161.307,48 TL portföy tazminatının 10.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren, 151.307,48 TL’sinin ıslah tarihinden tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalı vekili ve davacı vekilince ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Mahkemece davanın kabulü ile 161.307,48 TL portföy tazminatının tahsiline karar verildiğini, oysa davacının feshin haksız olduğuna ilişkin iddialarının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, müvekkilince yasal şartlara uygun şekilde fesih hakkının kullanıldığını, müvekkilince 23.06.2016 tarihli fesih ihbarı ile yazının tebliğinden itibaren 3 ay sonra hüküm ifade etmek üzere acentelik sözleşmesinin feshedildiğini ve bu feshin sözleme ile kanun hükümlerine uygun olduğunu, davacının aracılığı ile tanzim edilen sigorta poliçelerine ilişkin tahakkuk eden tüm acentelik komisyonlarının fesih tarihi ile ilişkilendirilmeksizin ödendiğini, ödenmemiş poliçe komisyonunun bulunmadığını, fesih tarihi itibariyle davacının aracılık ettiği tüm poliçelerin vadesinin sona erdiğini, ZMMS poliçelerindeki komisyon oranının %5’e düşürülmesinin sözleşmeye uygun olduğunu ve bu uygulama ile davacının bir zararının oluşmadığını, sözleşmede komisyon oranlarının belirlenmesi konusunda müvekkiline yetki verildiğini, denkleştirme tazminatı şartlarının gerçekleşmediğini, sözleşmenin sona ermesinden sonra acentenin bulduğu müşterilerden önemli ölçüde menfaat elde edilmediğini, müvekkili şirkete portföy devri yapılmadığını, hangi müşterinin poliçesinin müvekkil şirket tarafından doğrudan yenilenerek kazanç elde edildiğinin ispatlanması gerektiğini, davacının farklı şirketlerin acenteliğini yapıp yapmadığının araştırılmadan düzenlenen raporun hatalı olduğunu, müşterilerin acenteden bağımsız olarak uygun fiyat veren sigorta şirketleri ile sözleşme düzenlediklerini, davacının başka şirketlere kaydırdığı poliçeler nedeniyle da tazminat talep edemeyeceğini, hükme esas alınan bilirkişi raporunda yapılan portlöy tazminatı hesabında bir çok verinin dikkate alınmadığını, bu kapsamda son 5 yıllık üretimden net prim tutarında ve 5 yıllık kazandığı komisyon miktarında poliçelerin branş bazında incelenmesi gerektiğini, bununla birlikte fesihten sonraki 1 yıllık sürede poliçe ve müşteri sayısı, net prim, kazanılan komisyonun ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini, bu hususlar dikkate alınmadan düzenlenen raporun hatalı olduğunu, davacının müvekkiline kazandırdığı müşterilerin poliçe vadelerinin bitiminde tekrar müvekkil şirket ile ilişkilerinin devam ettiğini ve poliçe tanzim edilerek menfaat temin edildiğini ispat edemediğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine, karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili, katılma yoluyla istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Mahkemece talebin bir kısmına dava, bir kısmının ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesinin hatalı olduğunu, tüm talebin belirsiz alacak davası olarak ileri sürülmesi nedeniyle dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerektiğini, davalının istinaf başvurusunda ileri sürdüğü nedenlerin yerinde olmadığını, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın faiz başlangıç tarihi yönünden düzeltilmek üzere kaldırılmasına, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, acentelik sözleşmesinin haksız feshine dayalı olarak portföy tazminatının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş; bu karara karşı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin haksız şekilde feshi nedeniyle denkleştirme tazminatı talebinde bulunmuş ve bu talebini yasal süresi içinde belirsiz alacak davası şeklinde ileri sürmüştür. Davalı ise taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin yasa ve sözleşmeye uygun şekilde süre verilerek feshedildiğini, tüm prim komisyonlarının ödendiğini, TTK’nın 122 ve Sigortacılık Kanu’nun 23.maddesi uyarınca denkleştirme tazminatı alacağı şartlarının oluşmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, denkleştirme tazminatı alacağı şartlarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, kabul edilen miktara ayrı ayrı dava ve ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmüştür. İlk derece mahkemesince davacının alacağının belirlenmesi için alınan 06.05.2019 tarihli raporda, taraflar arasındaki sözleşmenin 5 yıldan kısa sürmesi nedeniyle sözleşmenin devam ettiği yaklaşık 1.5 yıllık dönem için denkleştirme bedeli prim tahakkuklarının ortalaması alınarak hesaplanmıştır. Bu rapora yönelik davacı ve davalı vekilinin esaslı itirazları bulunmasına rağmen ek rapor alınarak itirazlar değerlendirilmemiştir. Somut olaydaki iddialar dikkate alındığında bilirkişi raporunun hüküm vermeye elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Davacının denkleştirme alacağının hesaplanması son derece yetersizdir. Bilirkişi kurulu denkleştirme alacağını. sözleşme süresinin beş yıldan az sürmesi nedeniyle, sözleşmenin devam ettiği zamana ilişkin gelir ortalamasını almak suretiyle belirlemiştir. Oysa denkleştirme alacağının üst sınırını oluşturan bu rakamın davacının talep edebileceği tazminat olarak belirlenip hükmün bu rapor üzerinden kurulması usule aykırı olmuştur. Acentenin portföy tazminatı talep edebilmesi için dört koşulun gerçekleşmesi gerekir: 1-Acentelik sözleşmesinin denkleştirme talep edecek şekilde sona ermiş olması, 2-Acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra müvekkilin, acentenin çabasıyla oluşturulan yeni müşteri çevresinden önemli menfaatler elde etmeye devam etmesi, 3-Sözleşmenin sona ermiş olması nedeniyle acentenin, müvekkiline devrettiği yeni müşteri çevresinden gelir elde etme imkanını kaybetmiş olması, 4-Acenteye denkleştirme ödenmesinin hakkaniyete uygun (hakkaniyetin bir gereği) olması ( Özge Ayan, Acentenin Denkleştirme Talep Hakkı, Seçkin Yayınları, Ankara 2008, s. 146 vd; Arslan Kaya, Ticaret Kanunu Şerhi- Birinci Kitap Ticari İşletme- Yedinci Kısım-Acentelik, 2. Basım, İstanbul 2016, s.247 vd). Bu açıklamaya göre, mahkemece öncelikle bu dört koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilmelidir. Bundan sonra, koşulları varsa, alacağın hesaplanmasına geçilmelidir. Denkleştirme alacağının hesaplanma şekli konusunda mevzuatta bir formül verilmemiştir. Bu durumda karşılaştırmalı hukuktan ve 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesindeki düzenlemeden ve Yargıtay uygulamasından hareketle bir hesaplama yöntemi uygulanmalıdır. Denkleştirme talebinin temelinde, acentenin (olayımızda bayinin) kendi çabasıyla oluşturduğu yeni müşteri çevresinin, sözleşme ilişkisi sona erdiğinde müvekkile devredilmiş olması ve bu yeni müşteri çevresinin ekonomik bir değerinin olması yatmaktadır. Bu nedenle, öncelikle oluşturulan yeni müşteri çevresinin tespiti yapılmalıdır. Acentenin göreve başladığı tarihte mevcut olan müşteri çevresi hariç, yeni oluşturulan müşteri çevresi belirlenmelidir. Bundan sonra hesaplama üç aşamada yapılır: Birinci aşamada, acentenin kendi çabasıyla kazandırdığı yeni müşteri çevresinden müvekkilin elde ettiği/ elde etmesi muhtemel menfaatler/gelirler hesaplanır. Daha sonra, acentenin yeni müşteri çevresiyle işlem yapamayacak olması nedeniyle uğradığı gelir kaybı hesaplanır. Bu kayıp, acentelik sözleşmesi devam etseydi, acentenin temel edimleri karşılığında elde edeceği ücret (provizyon) gelirleridir. Burada temel bir kural vardır: Müvekkilin menfaati, acentenin ücret kaybı kadardır. Bu nedenle, müvekkilin elde edeceği menfaatin, acentenin gelir kaybı kadar olduğu ilkesinden hareketle, öncelikle acentenin gelir kaybının hesaplanması uygun olacaktır. Bu hesaplama yapılırken, acentenin temel ediminin karşılığı olan ücretler esas alınmalı ve maliyetler düşüldükten sonraki net gelir esas alınmalıdır. Acenteye arızi olarak ödenen ücretler bu hesaplamada dikkate alınmamalıdır. Acentenin bir yıllık gelir kaybı bulunmalıdır.Gerek müvekkilin elde edeceği menfaat miktarının gerekse acentenin yoksun kaldığı toplam gelir miktarının hesaplanabilmesi için, yeni müşteri çevresinin müvekkille ne kadar süreyle ticari ilişkide bulunacağının, somut olayın özelliklerine göre tahmin edilmesi gerekir. Daha sonra, işin niteliğine ve acentelik ilişkisinin devam ettiği süredeki veriler dikkate alınarak, yıllık müşteri kayıp oranı belirlenir. Yeni müşterilerle müvekkilin tahmini ilişki süresi esas alınarak her yıl için belirlenen miktarlardan, müşteri kayıp oranında indirim yapılır. Her yıl için bulunan zararlar toplanır. Bulunan bu ham alacak üzerinden, acentenin denkleştirme alacağını peşin olarak alacağı düşünülerek, faiz indirimi yapılır ve birinci aşamadaki ham alacak bulunur. İkinci aşamada hakkaniyet denetimi yapılır. Bu aşamada üst sınır dikkate alınmaz. Somut olayın özelliklerine göre, hakkaniyet ilkesi gereğince alacak tutarında indirim veya artırım yapılabilir. Örneğin, müvekkilin markasının tanınmışlığı yeni müşteri çevresinin oluşumunda etkili olmuşsa, alacak miktarından uygun bir oranda indirim yapılmalıdır. Acente olağanüstü çaba göstermiş, önemli reklam ve tanıtım çalışmaları yapmışsa alacak miktarı hakkaniyet gereği artırılabilir. Hakkaniyet ölçüsü de uygulanarak, acentenin denkleştirme alacağı hesaplanmış olur. Üçüncü aşamada, hesaplanan denkleştirme alacağının, yasal üst sınırı aşıp aşmadığı denetlenir. Eğer üst sınırın altındaysa hesaplanan alacağa aynen hükmedilir; üst sınırı aşıyorsa, alacak tutarı üst sınıra indirilerek hüküm altına alınır. Denkleştirme talebinin üst sınırı, 6102 sayılı TTK’nın 122/2. maddesinde şöyle tanımlanmıştır: “Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır”. Üst sınırın hesaplanmasında, ilk basamaktaki hesaplamadan farklı olarak, acentenin her türlü geliri hesaplamaya dahil edilmeli ve bürüt gelir esas alınmalıdır. Üst sınır acentenin alacak talebini sınırlayan bir düzenleme olduğundan, hesaplamanın bu şekilde yapılması hakkaniyete uygun olacaktır. Yukarıda açıklandığı üzere, hesaplama aşamalarla yapılmalı ve üst sınır denetimi en son yapılmalıdır. İlk derece mahkemesinin hükme esas aldığı raporda böyle bir hesaplama yapılmamış, sadece sözleşmenin sürdüğü döneme ilişkin prim gelirinin ortalaması alınarak bunun talep edilebilecek bir tazminat olduğu belirtilmiş ve sonuca gidilmiştir. Bu durumda ilk derece mahkemesinin denkleştirme alacağına ilişkin yaptığı inceleme hüküm vermeye elverişli değildir. Açıklanan bu gerekçelerle HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince davanın çözümünde etkili olacak önemli deliller toplanmadan ve portföy tazminatı alacağına ilişkin yeterli değerlendirme ve araştırma yapılmadan karar verildiği anlaşıldığından, esasa dair istinaf nedenleri incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinafa konu hükmünün kaldırılarak, davanın yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda yeniden görülmesi için kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Davanın yukarıdaki açıklamalar ışığında yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Taraflarca yatırılan istinaf peşin karar harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde, ilk derece mahkemesince taraflara iadesine,4-Taraflarca yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine dair; HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 09.02.2023
KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.